๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Ağustos 2012, 10:15:03



Konu Başlığı: Peygamberlerin Gönderiliş Gayesi
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Ağustos 2012, 10:15:03
Peygamberlerin Gönderiliş Gayesi

Allah, bu dünyada insanlara yol göstermesi için, elçileri aracılığıyla hidâyetini gönderdi: 'Hepiniz oradan inin,' dedik. 'Yalnız (iyi bi­lin ki) size benden bir hiddet geldiği zaman, kimler benim hidâyetime uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayan ise ateş halkıdır, onlar orada ebedî kalacaklardır." (2: 38-39).

Peygamberlere bilgi ve hikmet verilmiştir; insanları eğitsinler, Din'e ve Şeriat'a uyma­larını sağlasınlar... Böylelikle insanlar kendi rızalarıyla bütün kâinatın takip ettiği yola ge­lecek ve Yaradan'ın birlik prensibini uygula­yacaklardır. Peygamberlerin gayesi, fiziki dünyanın her zerresine nüfuz etmiş olan ev­rensel birlik prensibi ile uyum içinde, hem fert hem de cemiyet olarak kendi hayatında dengeyi ve adaleti tesis etmesi insana yardım etmekti: "Andolsun biz elçilerimizi açık de­lillerle gönderdik ve onlarla beraber Kitâb'ı ve (adalet) ölçii(sün)ü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler." (57: 25).

Bu ayet peygamberlerin bu dünyadaki gaye­lerini özetliyor: insanların davranış ve düşün­celerini, hem fert hem de cemiyet olarak adalet temeli üzerine kurmalarına yardım et­mek. Her birey, Allah'ın hakkını, kendi nefsi­nin hakkını ve herhangi bir vesileyle müna­sebet kurduğu insanların haklarını bilmeli ve bu hakların karşılığım mutlak adaletle ver­melidir; diğer yandan sosyal hayat sistemi, toplumda hiçbir adaletsizlik ve haksızlık ratmayacak İlkelere göre kurulmalı ve dü lenmelidir. Kültür ve medeniyetin her v her çeşit ifrat ve ihmalden uzak olmalı doğru bir denge sosyal hayatın bütün kur larında sağlanmalıdır; toplumun her birim öğesi kendi hakkını bilmeli, vazifelerini vecibelerini yerine getirmelidir. Bir ba deyimle, peygamberlerin gönderiliş ga; hem ferdi hem de içtimai adaleti getirme Her bireyin davranışlarında, kişiliğinde, i kilerinde ve tavırlarında dengeyi (miz sağlamak amacıyla, ferdi hayatta adaleti V mak istediler; anı zamanda, bir bütün ola cemiyette, fertlerin birbirlerini engellemek yerine, maddî başarı ve manevî huzur yolı da birbirlerine yardımcı olmaları için, in; toplumunda adalet temeli üzerinde tam sistem tesis etmek istediler. (Mevdudi, The al-Qur'an, c. V, s. 322).

İlâhî hidayet, insana sadece manevî rehber sağlamakla kalmamış, anı zamanda on dikkatini somut maddî dünyanın gözlemle mesi ve incelenmesine yöneltmiştir. Bu hid yatin insana en önemli iki faydası şudur; t rincisi, fizikî âlemin kaynaklarına ve güçle ne hükmetmesi için insana yeni araştırma inceleme ufukları açmıştır: "Göklerde ve ye de, günün sonunda da, Öğleye erdiğiniz z man da hamd, O'na mahsustur. (Allah), ölı den diri çıkarır, diriden Ölü çıkarır, yeri Öli rutinden sonra diriltir. İşte sizde (kabirlerdeı böyle (diriltilip) çıkarılacaksınız. O'nun aye lerinden (sonsuz gücünün işaretlerinden) bi sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz, (yeı yüzüne) yayılan insan(Iar) oluverdiniz. O'nu ayetlerinden biri de, size, kendi nefislerini; den, kendileriyle sükûn bulacağınız eşler ya ratması ve aranıza sevgi ve merhamet koy maşıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplun için ibretler vardır." (30: 18-22).

Böylelikle hidâyet, bilgi ve araştırma yoluyla tabiatın saklı hazinelerini bulması, gözlemle mesi ve onları kullanması için insanı, yete neklerini sonuna kadar kullanmaya teşvik et mektedir. Bu şekilde, insanın gelişimi, bilim-teknolojide ve sanayideki ilerlemesi vur-ılanfliış ve önceden görülmüştür.

İkincisi hidâyet, Allah'ın somut dünyasını lk ve incelemek yoluyla insanın kazandığı manevî uyanışa yeni boyutlar kat­mıştır. Fizikî dünyanın gizli ve saklı kanunla-konusunda artan bilgileri, insanı kâinatın . ak.ikatlerine daha da yaklaştırır. İnsan kâinata nüfuz eden, kâinatın bütün birimleri­nin hareketini ve işleyişini kontrol eden merkezî kanunun birliğini, önemim ve ondaki dayanışmayı hissetmeye ve anlamaya baş­lar. Gerçek ve samimi bilim adamları yavaş yavaş, fakat İstikrarlı bir şekilde Allah'ın bir­lik kanununu tanımaya yaklaşırlar. Varlığına her yerde şahit oldukları Allah'ın birliğini kavramaları hidâyet ile çok daha kolaylaşır ve sonunda, Allah'ın birliğini, yani Tevhid kavramını bütün yönleriyle kabul ederler.

Maddî dünyanın tahkik edilmesi, sonunda in­san için hem maddî, hem de manevî bir lütuf sağlayabilir ve insanı Yaradanı ile daha ya­kın olmaya yöneltebilir.

İnsanın kendi rızâsı ve katılımı ile hayat alanlarında gerçek bir denge kurmasına yar­dımcı olmak için Allah ard arda peygamber­lerini "gönderdi: "Andolsun biz Nuh'u da kav­mini de gönderdik: 'Ben sizin için apaçık bîr uyarıcıyım. Yalnız Allah'a tapın" (11: 25-26). Çağrısına cevap vermedikleri zaman şöyle dedi: "Eğer (benim öğütümden) yüz Çevirdiyseniz (neden?), ben sizden bir ücret istemedim ki! Benim ücretim, ancak Allah'ın üzerinedir. Bana müslümanlardan olmam emredilmiştir." (10: 72). Hud Peygamber halkına şöyle seslendi: "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur." (31; 50). Salih Peygamber de halkı­na Şöyle dedi: "Ey kavmim, Allah'a kulluk eden. O'ndan başka tanrınız yoktur!1' (11: 61).Şuayb Peygamber halkına aynı mesajı getirdi: "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, si-cın O'ndan başka tanrınız yoktur; ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum ve ben sizin için kuşatıcı bir gü­nün azabından korkuyorum! Ey kavmim, öl­çüyü ve tartıyı tam dengeli yapın, insanların eşyasını eksik etmeyin ve yeryüzünde boz­gunculuk yaparak kötülük etmeyin!" (11: 84-85).

Görüldüğü gibi yukarıda adı geçen ve diğer bütün peygamberler insanları, Hak olan ve içinde hiçbir sapmanın varlığını sürdüreme-diği kâinatın birlik ilkesine davet ettiler. Şuayb Peygamber, daha sonra, Hak'tan ayrılan bir sistemin niçin varlığını sürdüremeyeceği­ni açıklamıştır. Hak'tan ayrılan bir sistem, ülkede haksızlık ve tecavüz üretir, toplumda ayrılık ve bozulma yaratır, sonunda toplu­mun dengesi bozulur ve bütün sistemleri da­ğılır. İnsanların hayat sistemlerinin ilerleye­ceği ve varlıklarım sürdürecekleri tek durum, kâinatın merkezi kanunu (Tevhid ilkesi) ile uyum içinde olan denge durumudur.

İbrahim aleyhisselâm, Rabb'inin çağrısına verdiği cevap şu ayette gösterilmiştir: "Rabb'i ona: 'İslâm ol!' demişti, 'Alemlerin Rabb'ine teslim oldum dedi." (2:131). Hz. İbrahim, gökte Rabb'inin İşaretlerini gözlem­ledikten sonra şöyle dedi: "Ben yüzümü ta­mamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çe­virdim ve artık ben O(na) ortak koşanlardan değilim!" (6: 79). Ve o da aynı şeyi oğulları­na ve torunlarına öğütledi. Hz. Yakub aynı mirası çocuklarına bıraktı: "Oğullarım, Allah sizin için o dinî seçti, bundan dolayı sâdece Müslümanlar olarak ölünüz." (2:132). Hz. Yrcakub, ölüm döşeğindeyken oğullarına şöyle seslendi: "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz? demişti.'Senin tanrın ve atala­rın İbrahim, İsmail ve İshâk'ın tanrısı olan tek Tanrı'ya kulluk edeceğiz, biz O'na teslim olanlarız.'dediler." (2: 133).

Aynı şekilde, Hz. Muhammed'e de, kâinatın her zerresine nüfuz etmiş olan aynı vahdet ilkesine teslim olması emredildi: "De ki: 'Gökleri ve yeri yoktan var eden, besle­yen, fakat kendisi beslenmeyen Allah'tan başka dost mu tutayım? 'Ben İslâm olanla­rın ilki olmakla emrolundum.' de ve sakın ortak koşanlardan olma!" (6: 14). Aynı sûrede, şu ifadeleri okuyoruz: "De ki: 'Allah'tan başka, bize ne yarar, ne zarar ver­meyen şeylere mi yalvaralım? Ve Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, ökçelerimiz üze­rinde (eski durumumuzda) döndürülüp; şey­tanların ayartarak şaşkın bir halde çölde bı­raktıkları, arkadaşların İse «Bize gel!» doğru yola çağırdıkları kimse gibi (şaşkın bir duru­ma) mı düşelim?' De ki: 'Yol gösterme, an­cak Allah'ın yol göstermesidir. Bize, âlemlerin Rabb'ine teslim olmamız emredildi. Namazı kılın ve O'ndan korkun (diye redildi)!'   Varıp  huzuruna  toplanaca O'dur. Gökleri ve yeri hak (ve hikmet) i|e ratanO'dur."(6:71-73).

A'raf sûresi'nde şu ifadelerle karşılaştır "De ki: 'Rabbim bana adaleti emretti: mescidde yüzlerinizi O'na doğrultun ve h-j yalnız kendisine has kılarak O'na yalvar!' (Allah'a eş koşmadan, gönlünüze başka tan lar getirmeden sırf Allah'a yönelerek 0' kulluk edin)." (7: 29). Mü'min sûresinde h şöyle   buyurulmaktadır:   "De   ki: Rabbimden bana açık deliller gelince, sizi Allah'tan başka yalvardıklarınıza tapmaktan men olundum ve âlemlerin Rabb'ine teslim olmakla emrolundum." (40: 66).

Hz. Muhammed'e ve dolayısıyla mümin­lere, Kİtab Ehli ile karşılaştıklarında dinleri konusunda münazara ve münakaşa yaparken daha yumuşak bir tavır takınmaları ve onları ataları İbrahim, Musa ve İsa aleyhisselâmın yoluna (Din'e) davet etmeleri emredilmiştir, "De ki: 'Biz, bize indirilene de size indirilene de inanıyoruz. Bizim ilâhımız ve sizin ilâhınız birdir, ve bîz de O'na teslim olanla­rız." (29: 46). Kur'ân'ın bu ayetleri de göster-' mektedir ki, bütün kâinat ve onun içindeki herşey boş yere değil, bir gaye için yaratıl­mıştır. (3:191; 21:16 ve 23:115). Hakikatte, "bütün kâinat Hak'kın değişmez temelleri üzerine kurulmuştur. Kâinattaki herşey .doğ' ru, âdil ve mâkul kanunlara dayanmaktadır; orada adaletsizliğin, akılsızlığın veya bâtılın kök salması ve meyve vermesi mümkün de­ğildir. Kimse, bâtılın kısmî ve geçici başarı­sına aldanrhamalıdır. Zaman zaman, bâtıhn takipçilerine bâtılın, adaletsizliğin ve yanhŞ yolların başarısını deneme fırsatı verilebilir-Bundaki amaç, onlara çabalarının sonunda boşa çıkacağını göstermektir. Bâtılın bütün takipçilari, hesap gününde boş bir dava İçin harcadıkları bütün çabaların boşa gittiğim göreceklerdir." (Mevdudi, The Meaning theQur'an, c. III, ss. 121-324).

Bu özlü tartışma şu hususta hiçbir şüpheyi bırakmamaktadır: Allah'ın bütün elçi-1. t6ic bir gaye için gönderilmişlerdir. Onla-görevi Önce kâinatın Yaratıcısı olan Al- merkezî birlik kanununa teslim olmak, sonra bütün insanlığı, kâinatın bütün uyum içinde olmaları ve onun nimetlerinden en iyi biçimde yararlanmaları . . kendi rızalarıyla O'na teslim olmaya ve onûn adalet ve birlik kanununa itaat etmeye davet etmektir. Kâinatın bir parçası olarak  âdil olmayan kanunlar üzerine kendi sis­temini kurmakla başarıya ulaşamaz. Bu sis­tem çalışmaz, çünkü kâinatın merkezî birlik kanunu ile tam bir uyum içinde olamaz. Dolayısıyla insanların hayat sistemlerinde dü­zensizliğe ve karışıklığa yol açar. İnsan bu durumu ancak hayat sisteminin, adalet ve Hak temeline dayanan birlik ilkesine göre yeniden tanzimle düzeltebilir. Bu, kâinatın Hak ve Tevhid temeli üzerinde çalışmasının anahtarı ve hikmetidir.