๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Haziran 2012, 10:01:28



Konu Başlığı: Peygamberlerin Davet Adabı
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Haziran 2012, 10:01:28
Peygamberlerin Davet Adabı

Aslında Allah'a davet peygamberlerin vazifesi­dir. Ümmetin alimleri de peygamberlerin varis­leri olmaları sebebiyledir ki onlar davetin adab ve yollarını peygamberlerden öğrenmeye mec­burdurlar. Eğer bir davet bu tavır ve yollarla ol­mazsa davet yerine ayrılık, çatışma ve savaş se­bebi olur.

Hz. Muhammed 'in davet prensibinin Musa ve Harun peygamberlerinkine nazaran zikredil-diği her Allah davetçisinin aklında bulunmalıd­ır- Bu peygamberler Firavun gibi mütekebbir ve zalim bir adama gönderilmelerine rağmen onunla konuşurken nazik ve ılımlı bir dil kullan­makla emredildiler ki, belki böylece onların öğütlerine aldırır ve Allah'tan korkardı. Bu se­beple halkı Allah'ın dinine çağırırken nazik ve ılımlı olmak bizim üzerimize daha fazla düşen bir görevdir. Çünkü halk Firavun gibi kibirli, zalim ve baskıcı değildir; hayatlarını kazanmakla uğraşan sıradan kimselerdir. Kur'an-ı Kerim, inkarcılara Peygamberler vasıtası ile yapılan imar (uyan, ihtar) kıssaları ile doludur, fakat onların hiç biri inkar edicilerin alaylı sözlerine ve tahkir edici davranışlarına karşı kötü söz kul­lanmamışlardır. (Mu'arif al-Quran, c.V, sh. 407-423).

A'raf suresinde Nuh ve Hud 'in kıssalarında söz edildiğine göre kavimleri bu peygamberlere zalimane ve alaycı üslub kullanmalarına rağmen, onlar cevaplarında çok nazik ve mute­dil idiler. Nuh onlara şöyle dedi: "Ey kav­mim! Bende bir sapıklık yoktur, ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Korunup da merhamete uğramanız için,içinizden sizi uyara­cak bir adam aracılığı ile bir zikir (sizi ikaz eden bir Kitab size şan ve şeref verecek bir kanun) gelmesine şaştınız mı?" (7:61-63). Ve Hud'un kavmine olan hitabı da yumuşaktı: "Ey kavmim! Ben beyinsiz değil, alemlerin Rabbinin elçisiyim. Size Rabbimin sözlerini bildiri­yorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm; sizi uyarmak üzere aranızdan bir adam vasıtası ile Rabbinizden size bir haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?..." (7:67-69).

Buna benzer olarak Şuayb'ın kavmi de onun­la alay etti ve onu hakir gördü. Şöyle dediler: "Ey Şuayb! Babalarımızın taptığım bırak­mamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı men eden senin namazın mıdır? Sen, doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin." (11:87). Şuayb'ın kavminin çok alaylı ve müstehzi olan bu sözleri şu anlama gelmekteydi: "Senin namazın sana makul olma­yan şeyler öğretiyor; sen, başkasının mülkiyet hakkına karışamazsın! Sen, iyi davranışları va'zeden, bilgiçlik taslayan birisin." Bunların tamamı istihzarı sözlerdi, fakat Şuayb onlann bu tür konuşmalarına çok nazik olarak ce­vap verdi: "Ey kavmim 'Rabbimden benim bir belgem olduğu ve bana güzel bir.nzık da verdiği halde, O'na karşı gelebilir miyim? Söylesenize! Size yasak ettiğim şeylerde, aykın hareket et­mek istemem. Gücümün yettiği kadar ıslah et­mekten başka bir dileğim yoktur. Başarım ancak Allah'tandır. O'na güvendim, O'na yöneli-yorum." (11:88). Fİravun'un Musa'ya olan tavrı seleflerininkinden hiç de farklı değildi. O da Musa'ya aynı menfî tavırla konuştu. Fakat Musa ona karşı çok nazikti. Firavun büyüklendi:" (Ey Musa) âlemlerin Rabbi ne­dir?' (Musa): 'Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi'dir, eğer işin iç yüzünü düşünüp gerçeği anlayan kimseler iseniz (bunu anlarsınız)' dedi. (Firavun) çevresinde bulu­nanlara 'işitiyor musunuz?' dedi. (Musa)' O si­zin de Rabbiniz, evvelki atalarınızın da Rabbi'dir dedi. ( Firavun; etrafındakilere) ' Size gönderilen (bu) elçiniz mutlaka delidir' dedi. (Musa devamla)'Eğer düşünürseniz O, doğunun, batının ve bunlar arasında bulunan­ların da Rabbi'dir* dedi."(26:23-28).

Bu, Allah'ın Rasulü Musa ile Firavun arası­nda geçen uzun bir konuşmadır. Bu karşılıklı konuşmadan, söz ve tavırlardaki, hal ve hareketlerdeki farklılık kolayca anlaşılabilir. Ve bir peygamberin karakteri, mütekebbir ve zalim bir krahnkinden rahatlıkla ayrılabilir. Musa Fi­ravun ile aralarında geçen bütün konuşma süre­since soğukkanlı, düşünceli, metin ve nazikti. Hislerine ve öfkesine kapılıp hiçbir suretle kaba söz ve davranışta bulunmamıştır. Bu; inatçı, ni-zacı ve küfürbaz .despot bir insana karşı güzel mücadelenin mükemmel bir örneğidir. Davetçi-nin tabiatını, mizaç ve mevkiini hesaba katan, hakikati, inatçı ve nizacı birine bile tahammül ettiren, onu tesir altına alabilen, bilgelik ve mükemmellikte sunan Allah'a davetin bu şekli Peygamberlerin davet metodudur. Bunlar esa­sen Allah'a davetin Özüdür. Son Peygamber Hz.Muhammed'ın hayatı, Allah'a davet yo­lunda böyle hadiselerle doludur.

Peygamber, insanları Allah'ın dinine davet ederken daima yukanda sözkonusu edilen hu­suslara dikkat etmiş; tebliğin; dinleyenlere yük olmamasına özen göstermiştir. Bu davranışları, onu seven ve ona bağlılıklarını ilan eden, an­lattıklarını  dinlemeye büyük arzu duyan ashabı­na karşı da uygulamıştır. Onlarla dini bahisleri hergün değil, fakat değişik fasılalarla ko­nuşmuştur. Peygamber, onların günlük çalışmalarını bölmeden ve bu konuşmaları on­lar için bir yük haline getirmeden va'z ediyordu. Enes şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber; "Kolaylaştırınız, zorlaştırmaymiz. Sevdiriniz, nef­ret ettirmeyiniz' buyurmuştur." (Buharı). Ab­dullah b. Abbas: "Rabbani hukema, ulema ve fukaha olmalısınız" derdi. Rabbani çağırma, davet ve tebligatı yayma işiyle meşgul olurken eğitim esaslarını dikkate alan ve insanlara önce kolay şeyleri söyleyen kişi demektir. İnsanlar ona alıştığında, onlara daha önceden söylen­diğinde zorlarına gelecek olan diğer emirleri söyler. Bu kişi Rabbani alimdir. (Buhari).

Peygamber tebliğinde karşısındakinin duru­munu göz önünde tutar, onun haysiyetini renci­de etmeden, hakir görülmemesine dikkat ede­rek davranırdı. Birisinin hatalı veya "kötü bir iş yaptığını gördüğünde doğrudan ona seslenmek yerine bütün topluluğa hitap ederek: "İnsanlara ne oluyor ki böyle böyle iş yapıyorlar" buyur­masının sebebi de budur. Böylece bu genel hitab ile hatası kastedilen kişi de bunu duyuyor ve kalben tevbe ederek o işi terketmeye uğraşıyor­du. Davet ve tebligatın bu esası Kur'an'da şöyle belirtilmektedir: "Beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim?.."(36:22). Burada, muhatabın fiili­nin tebliğci ile olan ilgisi, tebliğ edenin muha­tabının hayırda İlerleme ve hatasını kabul etme işlemine aracılık etmesinden dolayıdır. Davet­ten, pratikte en iyi neticeyi almak için muhatabı doğrudan itham etmekten kaçınma usulü be­nimsenmiştir; sonraki ayet bu gerçeği işaret eder: "O'nu bırakıp da tanrılar edinir mi­yim?. ."(36:23). Herhangi birini yanlış bir İş ya­parken gördüklerinde, Peygamberler doğrudan ona işaret etmezler, böylece onu utandırmaz ve tahkir etmezlerdi. Bu yol, peygamberlerin sünneti olmuştur. Yapılan yanlış işi genellikle açıklamışlardır. Böylece o günah fiili bizzat işleyen kadar sonradan gelecek diğer insanlar da ondan kaçınacaklardır.

Tebliğ, daha ziyade İslam'a ve Allah'a izafesiyle, islam Dini'ni insanlara anlatarak benimset­mek ve tatbikini sağlamaktır. Bu yapılırken, hiç bir şekilde diğer insanların yanlışlarını ve hata-janni araştırmak tebliğin kapsamı dışındadır. L'avetçi bunlarla meşgul olmayacaktır. Çağıran ve çağrılan arasında ortak noktalar olduğunda davet daha kolay kabul edilebilir hale gelmekte"". Bu sebepten Peygamber tebliğinin başlangıcında "Ey halkım!" derdi. Bu hitap, onlarla karşılıklı münasebetleri ve yakınlığı hatırlatıyordu. Onlara davetin esas konularından bahsetmeden önce söylendiği için insanlar çağrıldıkları hususları hemen reddetmiyorlar, dikkatlice düşünüyorlardı. Çünkü bu davet, müşterek kardeşliklerinin bir mensubundan hepsinin iyiliği için geliyordu. Hz.Muhammed, devrinin devlet başkanlarına, kabile reisleri­ne ve pek çok kişiye İslam'a davet için mektup­lar göndermiştir. Bu mektuplarda, onların şerefli ve mevki bakımından yüksek statülerini göz önünde tutmuştur. Rum İmparatoru Hi-rakl'e bu mektuplarından birisini gönderdiğinde ona "Rum Kralı Hirakl'e!" diye hitab ederek onun Rum İmparatorluğunun başı olduğunu dikkate almıştır. Müteakiben onu şu sözlerle Allah'a davet etmiştir: "Ey ehl-i kitab! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi Rabler Bronz bir kazan. Muiıammed b. Abdul- Vahid ve Mesud b. Ahmed İmzalarını taşıyan bu kazanda Iran, Suriye ve Mısır medeniyetlerinden izler görülmektedir. Herat 1163. diye tanımamak üzere, bizimle sizin aranızda müsavi ve adil bir kelimeye gelin."(3:64)

Habeşistan kralı Necaşi'ye yazdığı mektuplara benzer olarak Pers Kralı Kisra'ya, Bahreyn hükümdarı Münzir b. Sâvâ'ya ve diğer kabile re­islerine yazdığı mektuplarda Hz.Muhammed onlann resmi protokollerini gözetmiş, mevkile­rini dikkate alarak onlara büyük bir rikkat ve ne­zaketle mektuplar yazmıştır ki, böylece Allah'ın davetini kabule meyletsinler. Peygamber'ın hayatı hakkında yapılan yüzeysel bir çalışma bile O'nun davet ve tebligatında bu çeşit dav­ranış ve tavırların pek çok olduğunu göstere­cektir.

Imam-ı Gazali, bizzat kendisi bir günah olması ve diğer fiziki günahlara vesile olması sebebiy­le, İçki nasıl kötülüklerin anası ise; esas konuya gelip gelip onu unutturduğunda ve şahsi gururu işin içine soktuğunda lüzumsuz tartışmada ne­fis için aynı içki gibi kötülüklerin anası haline gelmektedir, demiştir. Lüzumsuz tartışma, teb­liğ için katlanılan zahmetlerle elde edilen herşeyi yok eder ve kıskançlık, gurur, nefret, in­tikam gibi ruhi ve ahlâkı hastalıklara sebebiyet verir. Böylece kişi, muhatabının ileri sürdükle­rini ılımlı ve adil bir şekilde dikkate almak yeri­ne, kıskançlık dolu bir reddiyecilik ile Kur'an ve Sünneti yanlış yorumlarla, tevillerle karşısında­kine mukabele etmeye çalışır. İmam-ı Gazali ilim ehlinin ve hakikatin davetçİlerinin doğru prensiplere uyarak ebedi saadete erişeceklerini ve vahim akıbetten uzak kalacaklarım veya bu durumlarını kaybedip ebedi azaba duçar ola­caklarını belirtmiştir.

Ortası bir durum yoktur. Bu kişinin ortada kal­ma ihtimali çok zayıftır. Çünkü faydası olma­yan ilim azab sebebidir. Peygamber: "Kıya­met gününde en elim azaba uğrayacak olan, ilmi kendisine fayda sağlamayan alimdir" buyur­muştur. Bir başka hadis ise şöyledir: "Din ilim­lerini; başkalarına karşı üstünlük taslamak için, şan ve gurur sahibi olmak, tartışmalarda bilgisiz kimselere galib gelmek için veya bu ilminizle başkalarının dikkatini çekmek İçin öğrenmeyi­niz; çünkü bu, böyle yapanlar için ateştir." (İbni Mâce).

İmam Malik; ilimde münakaşa ve münazara insanın kalbinden ilmin nurunu alır, demiştir. Bi­risi ona, "Sünnet ilmine haiz bir insan bunu ko­rumak için münazaa edebilir mi?" diye sordu. İmam Malik; "Hayır! Fakat muhatabına doğru olanı bildirmelidir. Eğer kabul ederse ne alâ, ak­si takdirde susmalıdır" demiştir. (Muv atta şer­hi). İmam Şâfi "Bir kişiyi hatası konusunda uyarmak zorunda kaldığında, eğer ona izah eder ve yumuşak sözlerle hatasını anlamasını sağlayabilirsen bu nasihat olur. Fakat, onu herkesin içinde utandmrsan bu kavgaya ve yüz karasına (fazına: edepsizliği, alçaklığı gerektiren iş) se­bep olur.