๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Temmuz 2012, 12:04:16



Konu Başlığı: Peygamberin Karşılaştığı Engeller
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Temmuz 2012, 12:04:16
HZ. PEYGAMBER'İN DAVET YOLUNDA KARŞILAŞTIĞI ENGELLER

Tarih, siyer ve hadîs kitapları Hz. Muhammed'in Hakk'a davet yolunda karşılaştığı engelleri anlatan hâdiselerle doludur. Bunlar­dan birkaçını burada zikretmekte fayda var­dır:

1- Haris b Hâris'in şöyle dediği rivayet edil­mektedir: "Bir toplulukla karşılaştığımızda babama bunların kimler olduğunu sordum. Babam: 'Bunlar sapıtmış bir kimsenin etra­fında toplanmışlar', dedi. Sonra Peygamber'in yanında, bineklerimizden indik. Baktık ki, Peygamber insanları tevhîde ve Allah'a imân etmeye davet ediyor. Topluluk ise, Peygamber'in söylediği sözün tersini söylüyor ve kendisine eziyet veriyorlar. Bu hâl, gün orta­sına kadar devam etti. Topluluk dağılınca, göğsü açılmış bir kadın kendisine doğru iler­ledi. Elinde bir kap ile mendil vardı. Peygam­ber kabı alıp içindeki sudan içti ve abdest aldı. Sonra başını kaldırıp: 'Ey kızcağızım, göğsünü kapat. Baban için korkma', dedi. 'Bu kadın kimdir?' diye sorduk. 'Peygambe­rin kızı Zeynep'tir', dediler." (Taberâni).

Bir başka rivayette de Menbetüt Ezdî'nin şöyle dediği bildirilmiştir: "Cahiliyyet devrin­de Rasûlullah'ın: 'Ey insanlar! Allah'tan başka ilâh olmadığını söyleyiniz, felah bulur­sunuz!' dediğini işittim. Cemaatin kimisi yü­züne tükürüyor, kimi toprak savuruyor, kimi sövüyordu. Gün ortasına kadar bu hâl devam etti. Sonra genç bir kız bir kap su getirdi. Peygamber yüzünü yıkadıktan sonra şöyle dedi: 'Ey kızcağızım! Baban helak olacak ve­ya zillete düşecek diye korkma.' 'Bu kimdir?' diye sordum, 'Rasûlullah'ın kızı Zeynep'tir' dediler. O, yeni yetişmiş ve yüzü nûrânî bir kızdı." (Taberâni).

2- Abdullah b. Cafer'in şöyle dediği rivayet ediliyor: "Ebû Talip ölünce, Kureyş serserile­rinden birisi Rasûlullah'in yoluna çıkarak üstüne toprak serpti. Rasûlullah bunun üzerine evine döndü. Kızlarından birisi geldi, yüzünü silmeğe başlayıp ağladı. Peygamber : 'Ey kızcağızım! Ağlama. Allah senin ba­banı koruyacaktır.' dedi." (Beyhakî).

3- Abdullah b. Amr b. Âs'dan şöyle rivayet olunmuştur: "Bir kere Abdullah b. Amr'dan Peygamber hakkında müşriklerin irtikap ettikleri rezillik ve alçaklıkların en ağırından (bir şey bildirmesi) sorulmuştu. Abdullah şöyle anlatmıştır: Günün birisinde Peygamber  Hıcr-i Kabe (Kabe'den ayrılmış bir bölüm)de namaz kılıyordu. Bunun üzerine Ukbe b. Ebî Muayt çıkageldi. Ukbe, Rasûlullah'in ridâsını (toparlayıp O'nun mübarek) boynuna koyarak O'nu şiddetli bir surette boğmağa başlamıştı ki, bu sırada Ebû Bekir karşı geldi. Nihayet Ukbe'nin omuzunu tuttu ve onun tecavüzünü Peygamber'den uzak­laştırdı. Ve 'Faziletli bir adamı, Rabb'im, Al­lah!    diyor   diye   öldürecek   misiniz?' mealindeki  âyeti  sonuna  kadar  okudu." (Buharî).

4- Urve b. Zübeyr'in şöyle dediği rivayet edi­liyor: "Ben Abdullah b. Amr'a, Kureyşlilerin, Rasûlullah'a karşı düşmanlıklarından senin gördüğün en büyük düşmanlık hangisidir? di­ye sordum Bunun üzerine o bana şunları an­lattı 'Bir gün Kureyş kabilesinin İleri gelenle­ri Hıcr adlı yerde toplanmışlardı. Ben de ora­larda bulunuyordum. Kureyşliler Rasûlullah hakkında konuşmaya başladılar. Aralarında, bu adamın işinde sabrettiğimiz şekilde hiç bir şeye sabır göstermedik. Bu adam bizi akılsız­lıkla itham etti, atalarımıza sövdü, dinimizi ayıpladı, birliğimizi dağıttı, ilâhlarımızı inkâr etti. Gerçekten biz onun yaptığı bu kadar kötü şeylere sabrettik, dediler. Veya buna benzer şeyler söylediler. Kureyşliler böyle konuşur­ken birden bire, ileriden Rasûlullah görün­dü. Yürüyerek geldi. Hacer-i Esved'i öptü. Sonra Kabe'yi tavaf etmek üzere onların ya­nından geçti. Kureyşliler Rasûlullah yanlarından geçerken O'na laf attılar. Bu olay Rasûlullah'a tesir etti, O'nu üzdü; bu üzün­tüyü O'nun yüzünde fark ettim. Tavafa devam etti. îkinci defa Kureyşlilerin yanından geçer­ken onlar gene kendisine laf attılar. Rasûlullah buna da üzüldü. Üçüncü defa yanlarından geçerken gene laf attıklarında Rasûlullah durdu ve onlara dönüp: "Ey Kureyşlüer! Beni duyuyor musunuz? Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, başımza felâket gelecektir." dedi. O'nun bu sözü Kureyşlüer üzerinde büyük bir tesir yarattı. Baş­larına kuş konmuş gibi hiç biri kımıldamadı; sonunda, daha Önce O'nun hakkında en çok konuşup arkadaşlarını kışkırtanlar bile en iyi sözlerle ve "haydi, güle güle git ey Ebu'l-Kasım. Vallahi sen kendini bilmez bir adam değilsin" diyerek Rasûlullah'in gönlünü al­maya çalıştılar. O zaman Rasûlullah (oradan uzaklaşıp gitti. Ertesi günü Kureyşlüer gene Hıcr adlı yerde toplandılar, ben de aralarında bulunuyordum Onlar birbirlerine; 'Muhammed'in size yaptıklarını ve O'nun hakkında si­ze verilen kötü haberleri sayıp döküp duru­yorsunuz, fakat o gelip karşınıza dikilerek yü­zünüze kötü şeyler söylediği zaman O'na do­kunamıyor ve serbest bırakıyorsunuz' dediler Bu sırada onlar böyle konuşurlarken Öteden Rasûlullah çıkageldi. Hemen kalkıp etrafı­nı sardılar ve O'nun kendi tanrılarını ve dinle­rini kötülemesinden söz açarak O'na 'hakkı­mızda şu şu sözleri söyleyen sen misin?' de­diler. Rasûlullah: 'Evet, bunları söyleyen benim'; o zaman onlar arasından bir kişinin Rasûlullah'in yakasına yapıştığını gördüm. Bunun üzerine Ebû Bekir Rasûlullah'i ko­rumak için onların önünde durdu ve ağlaya­rak onlara: 'Bir adamı rabbim Allah'tır dediği için öldürmek mi istiyorsunuz?' dedi. Bundan sonra Kureyşlüer Rasûlullah'i bırakıp da­ğıldılar. Bu olay Kureyş kabilesinin Rasûlul­lah'e yaptıklarını gördüğüm en kötü olay­dı1' (Müsned-i Ahmed ve İbni İshak).

İbni İshak, Ebu Bekir'in kızı Ümmü Gül-süm'ün torunlarından birinin, Ümmü Gülsüm'ün şöyle dediğini nakleder: "Bu olayın geçtiği gün, Kureyşlüer'in Ebu Bekir'i saka-landan ve saçından çektiklerinden dolayı, eve döndüğünde alnından yaralanmış bulunuyor­du. Ebu Bekir, saçları çok gür bir adamdı." (İbni Hişâm).

5- Ümeyye b. Halef, Rasûlullah'i gördüğü zaman ona söz atıp kötüleyerek rahatsız eder­di. Bunun için Allahu Teâlâ onun hakkında Hümeze sûresini indirmişti. Hümeze, birini arkasından çekiştirmek, kötülemek, kırmak, incitmek anlamlarına gelmektedir. "O çekişti­rici ve ayıplayıcı, kaş göz işaretleriyle alay edicinin vay hâline! O, mal toplayıp sayar du­rur. O, malının kendisini sonuna kadar yaşa­tacağını sanır. Hayır, andolsun ki o Hutame'ye atılacaktır; Hutame'nin ne olduğunu sen biliyor musun? Hutame, Allah'ın gürül gürül yanan bir ateşidir ki o, yürekleri sarıp yakar. O, uzun direklerle onların (kâfirlerin) üzerine kapatılıp kilitlenecektir." (104: 1-9).

6- Kureyşlüer Allah'ın Rasûlü'nü MÜzem-mem (zemmedilmiş-kötülenmiş adam) lakabiyle anarlardı ve O'na söverlerdi. Bundan dolayı Rasûlullah (ashabına) şöyle derdi: "Allah'ın, Kureyşlilerin eziyetini benden uzaklaştırmasına şaşmıyor musunuz? Bakı­nız! Kureyşlüer Müzemmem (kötülenmiş adam) adında birine sövüp onu hicvediyorlar; halbuki ben Muhammed (övülmüş adam) 'im." (İbni İshak).

7- Abdullah b. Mes'ûd'un şöyle dediği riva­yet edilmiştir:  "Bir kere Rasûlullah Kabe'de namaz  kılıyordu;   etrafında  da Hişâm'ın oğlu Ebû Cehil ile ona uyan birta­kım Kureyş'in azgınları oturuyorlardı. Ebû Cehü'in İşareti üzerine Ukbe b. Ebî Muayt elinde yeni boğazlanmış bir devenin işkembe­si ile geldi. Ve Rasûlullah secdeye vardığı sı­ra getirip  içinin muhteviyatıyla beraber Rasûlullah 'ın arkasına koydu. Ben ise hiç­bir işe yaramıyarak (bel bel) bakıyordum. (Ah, ne olurdu o zaman) elimde kuvvet olay­dı. Rasûlullah ibadetini bozmadı. Kureyşin bu tecavüzü kâfirlerin pek hoşuna gitmişti. Bu hâle pek eğlenceli bir şeymiş gibi bakıp bakıp gülüşüyorlardı. Nihayet Fâtıma gelip pislikleri sırtından alıp bu alçak İşi işleyene attı. Ve gülüşenlere çıkıştı. Rasûlullah sec­deden başını kaldırıp namazını tamamladık­tan sonra üç kere: 'İlâhî! Kureyş'i Sana havale ederim!' diye dua buyurdu. Rasûlullah'in, aleyhlerinde böyle dua buyurması onla­ra pek ağır geldi. Zira o makamda duanın müstecâb olduğuna kail idiler. Ondan sonra Rasûlullah birer birer isim sayarak: 'İlâhî! Ebû Cehl'i sana havale ederim! Utbe b. Rebîa'yı, Şeybe b. Rebîa'yı, Velîd b. Utbe'yi, Ümeyye b. Halefi, Ukbe b. Ebî Muayt'ı sana havale ederim.' buyurdu. (İbni Mes'ud der ki): Nefsim kabza-i kudretinde olan Allah'a kasem ederim ki Rasûlullah'in bu saydıkla­rının hepsini Bedir günü katlolunmuş ve bir çukura doldurulmuş gördüm." (Buharî).

Bu hâdisenin akabinde Ebû'l-Buhterî, Rasûlullah ile karşılaşmış, O'nun yüz hatla­rından birşeyler sezmişti. Ne olup bittiğini sorduğunda Rasûlullah, "beni bırak" dedi. Ebû'l-Buhterfnin ısrarı üzerine; "Ebû Cehil, deve fışkısını üzerime attırdı" diyerek olayı anlattı. Ebû'l-Buhterî, "gel birlikte Kabe'ye gidelim" dedi ve birlikte gittiler. Sonra Ebû'l-Buhterî orada Ebu Cehil'i bulup: "Ya Ebû'l-Hakem! Muhammed'in üstüne deve fışkısını sen mi attırdın?" dedi. Ebû Cehil, "evet" diye cevap verince Ebû'l-Buhterî elindeki âsâyı onun başına indirdi. Etrafındakiler hiddetle kalktılar. Ebû Cehil ise şöyle bağırıyordu: "Bu sizin İçin felâkettir, zaten Muhammed aramızı bozup düşmanlığı körüklemek ve kendisiyle arkadaşlarının kurtulması için böy­le yapıyor" dedi. (Bezzar ve Tabarânî).

8- Ebû Tâlib'in ölümünden sonra müşriklerin Hz. Peygamber'e yaptıkları eziyet ve cefâ daha da arttı. Bunun üzerine Peygamber , saldırılardan biraz uzak kalmak için Tâif şeh­rine gidip Sakîf kabilesiyle görüşmeye karar verdi. Sakîfin liderliğini yapan üç kardeşten Abdiyalel b. Amr, Hubeyb b. Amr ve Mes'ud b. Amr ile görüştü. Onlara, Allah'ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini ve kavminin ona verdikleri eziyet ve cefayı anlattı. Bunun üzerine onlardan biri: "Kabe'nin Örtüsünü çal­mış olayım, eğer sen de peygambersen...", diğeri ise: "Allah, senden başka peygamber edecek kimseyi bulamadı da, seni mi gönder­di?...", üçüncüsü de: "Seninle konuşmam iki suretle caiz olmaz: Eğer sen, sahiden pey­gamber isen, merteben pek yüksektir, biz se­ninle konuşamayız. Yok eğer yalancı isen, bu hâlde seninle konuşmak hiç caiz değildir." dedi.

Bunlar, imana gelmedikleri gibi Rasûlullah ile alay etmeye kalkıştılar. Rasûlullah'in geçtiği yolu tutarak O'na taş atmaya, hakaret dolu sözler söylemeye başladılar. Rasûlullah'in ayakları kan içerisinde kaldı. Bu zâlimlerin elinden kurtulmak için bir bağa sı­ğındı. Takatsiz ve dermansız bir hâlde, bir ağacın gölgesine oturdu. Ayakları hâlâ kanı­yordu. O gün, uzaktan akrabası olan Utbe b. Rebîa ile Şeybe b. Rabîa da bağda dinleniyor­lardı. O'nun hâlini uzaktan görmüşlerdi. Ak­rabalık gayretleri uyandı, üzüldüler. Bir taba­ğın içine bir salkım üzüm koyup Addas is­minde Hristiyan köleleri ile gönderdiler. Rasûlullah Bismillâhirrahmanirrahîm de­dikten sonra, üzümü yemeye başladı. Addas bunu işitince hayret etti: "Bu yer halkı bunu bilmez, Allah'ı tanımaz" dedi. Rasûlullah, Addas'a nereli olduğunu sordu. Addas "Ninova (Musul)'lıyım." dediğinde; "Demek, sarih­lerden Yunus b. Metta'nın şehrindensin." bu­yurdu. Hayretle "Yunus'u sen nereden tanı­yorsun?" diyen köleye Rasûlullah, Hz. Yu­nus hakkında gelen vahyi anlattı. Rasûlullah, hiçbir kimseyi hakir görmez, her hâl ve şartta dahi herkese Allah'ın emrini tebliğ ederdi. Rasûlullah, Addas'a İslâmı tarif et­ti, o da müslüman oldu. Bunun üzerine Addas O'nun eline sarıldı, öptü. Hristiyan kölenin bu hareketlerini oturdukları yerden gören Utbe ve kardeşi Şeybe, hayret içinde kalmışlardı. Döndüğünde köleye sordular: "O adamda ne gördün ki ellerini öptün?" Addas cevap verdi: 'O sâlih kimse bana öyle sözler söyledi ki, onları peygamberlerden başkası bilmez." Buum üzerine, güldüler ve: "Yazık sana. Muhammed sonunda seni de aldatıp bunca yıllık dininden etti!" dediler. Rasûlullah, oradan kalkıp tekrar yola koyuldu. (Delâilü'u-Nübüvve).

Mûsâ b. Ukbe'nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Tâif halkı Rasûlullah'in önün­de iki saf oldular. Aralarından geçince, ayak­larını her basıp kaldırmasında taşlıyorlardı. Bu saldırıyı, ayaklan kanayıncaya kadar sür­dürdüler. Rasûlullah, kan revan içinde bir çok zorlukla kurtulabildi." (Bidâye).

Tâif'te uğradığı ezâ ve cefa üzerine Rasûlullah, Allahu Teâlâ'ya şöyle niyazda bulunmuştu: "İlâhî! Kuvvetimin zaafa uğradı­ğını, pek çaresiz kaldığımı yalnız sana şikâyet ederim. Ey merhameti bol olan Rabbim! Herkesin hor görüp de dalına bindiği bîçârelerin Rabb'i sensin. İlâhî! Huysuz, yüz­süz bir düşman eline beni bırakmayacak ka­dar kerîmsin. Hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta muhtaç etmeye­cek kadar beni esirgersin. İlâhî! Gazabına uğ-ramayayım da çektiğim mihnetlere, belâlara, musibetlere aldırmam. Fakat senin af ve mağ­firetin bana bunları göstermeyecek kadar ge­niştir. İlâhî! Gazabına uğramaktan, hoşnut­suzluğuna çarpmaktan, senin o karanlıkları parlatan nuruna sığınırım. Dünya ve âhiret yolunu aydınlatan sensin. İlâhî! Sen razı oluncaya kadar affımı diliyorum. Her kudret, her kuvvet seninle kaimdir." (Sîret-i îbni Hişam).

Bu hâdiselerden, insanları Allah'ın yoluna ça­ğırırken Hz. Peygamber'in karşılaştığı sı­kıntı ve eziyetleri anlıyoruz. Bu durum bir-iki gün değil, aralıksız onüç yıl sürdü. Sonunda yurdundan çıkarıldı. Ama gittiği yerde dahi rahat yüzü görmedi. Sığındığı Medine'de de değişik yollardan eziyet gördü. Bütün Arabis­tan kendisine karşı kışkırtıldı. Orada tam se­kiz yıl sürekli sıkıştırıldı, izlendi. Kendisiyle beraber müslümanlara da eziyet veriliyordu. Bir kısmı işkence gördü, bir kısmı öldürüldü, bir kısmı yurtlarından kovuldu. Fakat O, bunlara sabretti, ashabına da sabırlı olmalarını tavsiye etti. Hak davaya çağırdığı insanlara işkence yapıldığını gören bir kimsenin mu­hakkak ki içi yanacaktır. Ancak davası, şüp­hesiz hak bir dava olup devam mecburiyeti olduğundan olanlara katlanır. Böyle olmasay­dı durum çok daha vahim olurdu. Allah'ın hakkını edâ ederken azimli ve sabırlı olmak İlâhî risâletin icâbıdır.