Konu Başlığı: Önce Anlayışlarda Başlayan Inkılab Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Ağustos 2012, 13:16:52 ÖNCE ANLAYIŞLARDA BAŞLAYAN İNKILÂB Hz. Peygamber yolunu izleyenlerini, eğitim ve tezkiye sayesinde, dünya uluslarına takva, iyilik ve adalette örnek olmaları ve onları yönetmeleri için gerekli olan mümtaz vasıflarla donattı. Allah Rasûlü bu insanların yardımıyla fazilet, adalet ve takva temelleri üzerine kurulan bir toplum, bir sistem ve bir devlet kurdu. Ve arkasında bütün bu değerli kuralları hayatlarının her alanında uygulayan canlı bir toplum bıraktı. Hz. Peygamber'in ilâhî rehberliği insanlara, kendisinden mükemmellik, ilim ve irfan gibi onların hayatlarını, asırlarca çeşitli şekillerde bütün yönleriyle etkileyen mümtaz hazinelerin fışkıracağı, itici gücü ve manevî kuvveti bahşetti. İnsan hayatının sadece manevî ve ahlâkî alanlarında inkılâb yapmakla kalmayıp, devlet anlayışı ve fonksiyonlarını da kökünden değiştirdi. Aynı zamanda devletin yapı ve işleyiş sahasını da değiştiren İslâm, yönetimi, şahısların kafalarını istediğinde uçuran despotlardan alıp, kalbinde Allah korkusu olan ve devlet işlerini idare ederken diğer insanlara da danışan kimselere vermiştir. İslâm hukuku, yöneticilerin bütün imtiyazlarını ellerinden alıp, kanun önünde onları diğer vatandaşlarla eşit yapmıştır. Akılcı düşünce ve araştırma ile bilgi elde etme şevki, insana tabiata hükmetmenin ve onu kendi faydası için kullanmanın anahtarlarını vererek hayatında yeni bir dönem açtı. Bu itici güç, insan ve maddî dünya arasındaki ilişkide önemli bir rol oynadı. Gerçekte bu şevk insanın, tabiatın fizikî güçlerine tamamen hükmetmesinin bir göstergesiydi. Başka bir deyişle o modern teknolojik devrimi önceden gördü. İnsana bu yeni şevk ve itici gücü muhafaza etmesi ve canlı tutması için Allah'a ibadet, itaat ve ona kulluk reçetesi sunuldu. Allah rasûlünün takipçileri, Kur'ân'ın ve sünnet'in ışığı altında ibadetleri dosdoğru yaptıkları müddetçe, sözleri ve işleri birbiriyle ahenk içindeydi ve hayatın bütün sahalarında iyilik, adalet ve itaat müşahade ediliyordu. Bu insanlar şahsî işlerinde faziletin, âlicenâblığın, eşitliğin, doğruluğun ve yardımseverliğin mükemmel örnekleriydi. Devlet işlerinde etkili olmanın araştırma ve ilimde ilerlemenin ve diğer işlerde de mantığı çalıştırmanın timsalleriydiler. İlmin her dalında, yenilik ve icatlarda onlar en önde yarışmaktaydı bu yüzden dünyadaki siyasî ve askerî gücün temeliydiler. Allah'a itaat ettikleri müddetçe, beşerî faaliyetlerin her sahasında büyük bir güç olarak kaldılar. Fakat ibadet ruhu onların işini ve sözlerini terk eder etmez onlar harcanmış bir kuvvet gibi oldular ve kendilerindeki itici güç canlılığını yitirdi. Bu şevk insanları daha çok gözünün açıldığı ve yeni hülyaları gerçekleştirmenin peşinde olduğu, Avrupa'da bir çıkış kapısı buldu. İslâm, Şeri'at'ın canlılığını ve tazeliğini muhafaza etmesi, geçersiz olmaktan ve durgunluktan koruması için içtihad ve ibadet şeklinde iki vasıta sağladı. İçtihad İslâm kanunlarının ve fıkhının gelişmesinde ve esnekliğinde önemli bir rol oynarken, ayrıca bu ilk dönem fıkh ekollerine ve doktrinlerine çeşitli katkılarda bulundu. İbadetler manevî etkilerini müslümanların üzerinde göstererek toplumu fazilet, adalet ve takva yolunda yürümesini sağladı. Muttaki hakimler İslâm kanunlarının zamanın ihtiyaçlarına uygunluğunu sağlarken dürüst insanlar da ibadetlerin manevî ruhunu halk arasında muhafaza etti. Böylece bu faktörler bu itici gücün muntazam ve makul bir şekilde yüzyıllarca devam etmesine yardımcı °ldu. Yüksek ilimlerde, icad ve keşiflerde Kendilerini göstererek, İslâm'ın düşmanlarının bile takdirini kazandılar. Fakat zamanla taassup, taklid ve diğer ulusları körükörüne izlemek -ki bunlar İslâm tararından kınanmıştır- bütün dünyadaki müslümanların diğer ulusların kanunlarını, hukukî 'e kelamî meselelerini her alanda takip edilecek öğretiler olarak benimsemelerine ve bundan acı çekmelerine sebep oldu. Bunun gibi, bir çok cahil ve yanlış bilgili insanın doğruluk saflarına katılması, doğu ve batı kaynaklı sufizm ve felsefenin İslâm düşüncesini bulandıran ve karartan yeni fikirlerini İslâm'a soktu. Bunun sonucu, böyle insanlar halka manevî alanda doğru liderliği yapmada yetersiz kaldılar. Bütün bu faktörlerin etkisiyle İslâm toplumları başlangıçta kendilerine Rasûlullah tarafından sağlanan şevk ve itici gücü kaybettiler. Tedricen yüzyıllar boyunca gerilediler ve bozuldular. Asıl zarar Bağdat'ın düşmesiyle, İslâm âlimlerinin daha fazla bölünmeden çekinerek, bütün kuvvetleriyle birliği muhafaza etmeye çalışmaları ve İslâm hukukçularının içtihad dahil her türlü yeniliği reddetmeleriyle meydana geldi. Dr. İkbal'in de ifade ettiği gibi; "Onlar insanların nihai kaderinin, teşkilat ve nizamdan çok, fertlerin güç ve yeteneklerine dayandığını göremediler. Zaten fazlasıyla teşkilatlı olan bir toplumda fertler yok olma derecesine değin ezilmiş olurlar. Fert, çevresindeki bütün sosyal düşüncelerden istifade eder, kültürünü zenginleştirir, ancak kendi gerçek ruhunu, benliğini kaybeder. Böylece, geçmiş tarihe sahte ve münafıkça bir saygı duymak veya geçmişi yaşatmak için yanlış yollara başvurmak bir ulusun çöküşü ve yıkılışını önleme veya böyle bir yıkılıştan sonra bunu tamir çaresi değildir. Günümüz yazarlarından biri haklı olarak şöyle demiştir: "Tarihin verdiği hüküm şudur: Eski ve tesirini kaybetmiş fikirler, onları eskitip yıpratmış olan uluslarda-yeniden asla benimsenemezler." The Ascent of Man (İnsanın yükselişi) yazarına göre fikirlerin yayılışı yeni bir saika gerektirir. "Hz. İsa'dan 600 yıl sonra İslâm'ın gelişi yeni ve kuvvetli bir saikaydı. Bölgesel bir olay olarak başlayan bu davanın sonucu belirsizdi. Ancak Hz. Muhammed @ 630 yılında Mekke'yi fethetmekle kuzey ülkelerinin fırtınalarını üzerine çekti. Yüz yıl içinde İslâm, İskenderiyye şehrini ele geçirdi. Bağdat'ı bir ilim şehri hâline getirdi ve sınırlarını İsfahan'ın ötesinde İran'a kadar genişletti. Miladî 730 yılında İslâm İmparatorluğunun sınırları, İspanya ve Güney Fransa'dan, doğuda Çin ve Hindistan'a kadar uzanıyordu. Görmeye değer bir kuvvet ve zerafete sahip olan bu imparatorluk zamanında Avrupa, karanlık çağlarını yaşıyordu." (J. Bronowski, s. 165). Müslüman âlimler İslâm Peygamberi'nin ilk zamanlarında ortaya çıkan bu yeni ve heybetli gücü, uzun zaman muhafaza edebilmek niyetiyle mahvettiler. Dr. İkbal'e göre; "Bir ulusta çöküş ve yıkılış güçlerine karşı yegâne etkin güç, güçlü kişilik ve benlik sahibi fertler yetiştirmektir. Ancak böyle kişiler hayatın derinliğine dalıp özünü bulabilirler. Bunlar gözümüzün önüne öyle ölçü ve standartlar getirirler ki, bunların ışığında, çevremizin hiçbir zaman değişmez mahiyette olmadığını ve yeniden gözden geçirilip düzeltilmesi gerektiği gerçeğini anlamaya başlarız. On üçüncü yüzyılda ve ondan sonra İslâm fakihlerin-de görüldüğü gibi, geçmişe karşı gösterilen sahte ve yapmacık bir saygı ve aşın nizam kurma eğilimi, İslâm'ın asıl ruhuna aykırı idi. Neticede, İbni Teymiyye'nin buna sert tepki göstermesine sebep oldu. İbni Teymiyye 1263'te, yani Bağdat'ın yerle bir olmasından beş yıl sonra dünyaya gelmiş, yorulmak bilmez ve kuvvetli kalem sahibi, ateşli İslâm mücahitlerinden biriydi." İkbal bunu vurgulamaya şöyle devam eder "İbni Teymiyye'nin öğretileri, Onsekizinci yüzyılda, MacDonald'ın 'çökmekte olan İslâm âlemenin en temiz noktası' olarak tarif ettiği Necd çölünün kumlarında ortaya çıkan, büyük imkânlara sahip bir harekette daha mükemmel ifadesini buldu. Bu gerçekten çağımız İslâm dünyasında ilk hayat belirtisi olarak kabul edilmelidir. Bu yüzyılda, Müslüman Asya ve Afrika'nın hemen hemen bütün hareketlerinde, meselâ Sunusî Hareketi, Pan-İslâmizm Hareketi ve Babi Hareketi gibi hareketlerde dolaylı veya dolaysız olarak bu hareketin etkisi görülür:" (Dr. M. İkbâl, The Reconstruction of Religiotts Thought in islam, ss. 150-152). Müslümanların bu ruhu yeniden diriltmeleri; onları İslâm'ın ideallerinin farkına vardıracak ve orijinal itici gücü başlangıçta olduğu gibi geri getirecektir. Fakat bu konuyla uğraşmaya başlamadan önce tarihimizin ışığı altında İslâm hukukunun temeli, yapısı ve kaynağı bütünüyle İncelenmelidir. |