๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Haziran 2012, 09:45:23



Konu Başlığı: Öğretim Metodu
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Haziran 2012, 09:45:23
Öğretim Metodu

Öğretimin metodu, onu etkili ve başarılı kılma konusunda Önemli bir faktördür. Pek çok zaman görülmüştür ki, iyi ve anlamlı bir ders dinleyici­ler tarafından ihmal edilmekte ve bu sebepten tamamiyle reddolunmaktadır. Diğer tarafta ise alışılmış bir tema veya konu öğrencilerin ta kal­bine, ruhuna kadar işlemektedir; çünkü öğret­menin konuya yaklaşımı tesirli ve metodiktir; olayın tabiatını ve icabını kavradığından dolayı takdim metodu gerçekçidir. Öğretmenin ders sırasında öğrencilerin ilgilerini, hislerini ve tavırlarını nazarı dikkate alması çok önemlidir. Gönüllerine nüfuz ettirmek istediği konunun her noktasında ve detayında öğrencileri kendi­siyle beraber sürüklemek için elinden geleni yapmalıdır. Şu ayet bir öğretmenin ders verme­sinde veya bir âlimin İslama davetinde lüzumlu ve şart olan esasları şöyle ifade ediyor: "Rabbi-nin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır, on­larla en güzel şekilde tartış."(16:125).

Bu ayet, vaizin cemaate tebliğini başarılı bir şekilde ulaştırmasına olduğu kadar, öğretmene de gerekli olan talimatlarla ilgili yol göstermek­tedir. Öğretme veya vazetme işiyle meşgul kişilerin dikkat etmeleri istenen iki husus vardır: Hikmet ve güzel öğüt. Hikmet kelimesi telkin işinde kişinin basiretini kullanmasını ve bu işi cahil bir kişi gibi körü körüne yapmaması gerektiğini ima eder. Hikmet, kişiden muha­tabının zekâsını, kapasite ve kabiliyetini ve şartlarını göz önünde bulundurmasını, tebliğini durumun gerektirdiği gibi yapmasını talep eder. Bunlara ilave olarak kişi, her şahıs ve gruba aynı metodu uygulamaktan kaçınmalı, önce muha­tabın hastalığını teşhis etmeli, sonra kalbine ve aklına hitab ederek onu yetiştirmelidir.

"Güzel öğüt" iki şeyi ifade etmektedir:

1- Kişi, muhatabını ikna etmek için sadece münazara ile yetinmemeli, fakat onun duygu­larına da yönelmelidir. Yine kötülükleri ve sapıklıkları takbih ederken kişi kendini sadece münazara  ile   sınırlamamak, muhatabını kötülüklere karşı insan tabiatında yatan muha­lefet ve nefret hisleri konusunda ikna etmeli ve bu kötülüklerin vahim neticeleri hususunda da uyarmalıdır. Bunun dışında kişi, muhatabım sa­dece sevab işleme ve hayırlı yolda olmanın doğruluğu ve güzelliğine mantıken ikna etmeye çalışmamalı, ancak onda bu fiillere karşı bir ala­ka ve sevgi de oluşturmaya gayret etmelidir."

2- Öğüt, muhatabın felahı için samimi bir en­dişe gösteren tavırda verilmelidir. Öğüt verenin yukardan baktığı ve üstünlük duygusunun şev­kini çıkardığı hissini verebilecek hiç bir söz söylememeli ve hiç bir hareket yapmamalıdır. Aksine, muhatab, öğüt verenin felahı için kuv­vetli arzular taşıdığını hissetmelidir."

"En güzel şekilde" kişinin tatlı dille, kamil bir Şahsiyet göstererek mantıkî ve cazip deliller su­narak; polemiklere girmekten, suçlamalara, çarpık tartışmalara, hakaretlere veya rakibini mağlup etmek, tartışmada kendi üstünlüğünü kabul ettirmek için istihza etmekten kaçınarak tebliğ etmesi gerektiğini ima etmektedir. Çünkü menfi tavırlar, katı kalpliliğe ve inatçılığa sebe­biyet verir. Bunun aksine, kişi diğerini sade ve mütevazi bir yolla ikna etmeye çalışmalı, diğerinin konuyu çarpıtma seviyesine getir­diğinde onu sapıklığında daha ileri gitmek üze­re bırakmalıdır. (The Meaning of the Quran, c.VI,sh.l06-107).

Tebliğin güzel bir usulle, acele etmeden yapılması da gerekli ve istenen bir şeydir. Eğer acele edilirse muhataplar anlatılanı takip edemezler ve ilâHî mesajın muhteva ve tabiatını bütün bütün anlayamazlar. Eğer konuşma çok yavaş da olursa sıkılabilirler ve ilgileri kaybolabilir. Bu sebeplerden dolayı tebliğci, izahlarında orta yolu benimsemelidir, ne çok hızlı, ne çok yavaş, fakat bu ikisi arası olmalıdır. Böylece bütün ko­nuşma boyunca dinleyicilerin ilgileri tamamen ayakta tutulmuş olur. Bu aynı zamanda dinleyi­cilerin ilgisini kaybetmemek için hitabın uzun olmamasını da gerektirir. Hitab kısa, keskin, mana yüklü ve konu ile ilgili olmalıdır ki, dinle­yicilerin ilgisi konuşma boyunca canlı kalsın. Tebliğci konuşmasını, dinleyenler ondan hâlâ daha başka şeyler duymayı istiyor gibi bir hava­da bitirmelidir. Bunu temin etmek için ko­nuşmacının sesinin de ılımlı bir seviyede tutul­ması gerekir, çünkü çok yüksek ve haşin bir ses İnsanları alâkayla dinlemekten alıkoyar. Şu ayet konuşma sırasında nasıl davranılacağına ışık tutmaktadır: "... Yürüyüşünde tabii ol, sesini kıs..."(31:19). Hz.Aişe şöyle rivayet etmiştir: "Allah'ın Rasulü sizin gibi hızlı konuşmazdı. O konuştuğunda yanında oturan kişi konuştuk­larını ezberlerdi."(Tirmizi). Câbir'de şöyle riva­yet etmiştir: "Allah'ın Rasulü açık ve acele et­meden konuşurdu."(Ebu Davud). Yine Hz. Aişe şöyle rivayet etmiştir: "Allah'ın Rasulü si­zin gibi hızlı konuşmazdı, isteyenin kelimeleri sayabileceği şekilde konuşurdu."(Buhari ve Müslim). Enes, dinleyenlerin kendisini tam ola­rak anlaması için Peygamber'ın kelimeleri üçer kere tekrar ettiğini rivayet etmiştir.(Şema-il-i Tirmizi).

Hind b. Ebi Hâle, Peygamber'ın gereksiz yere hiç konuşmadığım rivayet etmiştir. Konuşması baştan sonuna kadar açık ve sade idi, anlamlı ve şümullü kelimelerden müteşekkildi. Ko­nuşması diğer insanlannkinden çok üstündü. Konuşma sırasında fazladan söze yer vermez, fakat manayı açık kılmak için gerekli hiç bir ke­limeyi atlamazdı. Böylelikle Peygamber teb­liğin muhtevası hakkında olduğu kadar tarzı, sunuş şekli ve dinleyenlere yaklaşımı konuları­nda da en üstün bir örnek teşkil ediyordu. Ömer b.Hattab'ın insanlara hitab ettiğinde, halkın onu bütün dikkatleri ile dinleyebilecekleri tarzda konuştuğu rivayet edilmiştir.

Öğretimde arzu edilen bir başka husus da ko­nuşma veya hitab esnasında sıkıcı olacak du­rumlardan kaçınmaktır. Dinleyicilere hiç bir za­man çok fazla ve güç gelecek, onların sıkılması­na sebep olacak meselelerle yük olunma-malıdır. Bu olaylara sebebiyet verebilecek olan herhangi bir tavır hiç bir arzu edilir netice doğurmaz. Bundan dolayı da Allah'ın yoluna çağırırken bu davranışlardan sakmılmalıdır. insanlar bu dine çağrılırken, onlara, kendi rıza­ları ile gelmelerini sağlamayı kolaylaştıracak her türlü fırsatı tanımak mutlaka şarttır. Her­hangi bir zorluk onlar için bir engel teşkil ede­cektir. Bu sebeple Kur'an, Peygamber'in inanç konusunda yükleri hafifletmek ve hayatı kolaylaştırmak için geldiğini beyan etmektedir: "Onların ağır yüklerini indirir, zor yüklerim ha­fifletir.."(7:157). Bakara suresinde ise şunları okumaktayız: "Dinde zorlama'yoktur. Doğru­luk sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Al­lah işitendir, bilendir-."(2:256). Bu din, insanla­ra hiç bir şekilde zorla kabul ettirilemez; hatta tebliğ edilirken, onları dinden uzaklaştirabile-cek olan gereksiz zorluk ve sıkıntılardan sakı­nmak için herşey yapılmalıdır.

Bu sebepten dolayı Peygamber, insanlar ko­layca ittiba edebilsinler diye bu inancı müsama­hakâr göstermek için mümkün olan her şey; yaptı. Ashabına ve sonra gelecek Müslümanla­ra şu tavsiyede bulundu: "Kolaylaştırınız, zor-aştırmayınız; müjdeleyiniz, korkutmayınız"

(Buhari ve Müslim). Ebu Musa şöyle rivayet et­miştir: "Allah'ın Rasulü ashabından birini bir yere yollarken 'onlara müjdele, güçlük çıkarma' buyurmuştur."(Buhari ve Müslim). Benzer bir çok hadis Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Bu hadislerinde Peygamber as­habına emirleri kolay ve münasip bir şekilde sunmalarını, böylece halkın bunları almasının kolay olacağını ısrarla belirtmiştir. Aksi takdir­de halk bunlan kabul etmekte güçlük çekecek­tir.

Bu konuda hatırlanacak bir başka husus dinleyi­cilerden veya öğrencilerden biri ile kısır ve mübalağalı tartışmalara hiçbir zaman kendini kaptırmamaktır. Hakkı mümkün olduğunca sa­de bîr şekilde sunmaya çalış ve Kur'an'ın Musa ve İbrahim'ın kıssalarında beyan ettiği gibi kılı kırk yaran tartışmalardan sakın. "İbrahim: 'Rabbim dirilten ve Öldürendir' demişti. 'Ben de diriltir ve öldürürüm' dedi. İbrahim 'şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene' dedi; inkâr eden şaşırıp kaldı." (2:258).

Nemrud, kibirlenerek meseleyi bulandırmaya çalışırken İbrahim'in Allah'tan başka ilah ol­madığı konusundaki delili basit ve sade idi. Fa­kat İbrahim onun tuzağına boyun eğmedi ve ko­nuyu rakibinin tamamen üstesinden gelecek ve tartışmayı daha fazla sürdürmesine imkân tanı­mayacak şekilde değiştirdi. Buna benzer olarak Musa da Firavun ile karşı karşıya geldi: "Fi­ravun: 'Musa, Rabbinİz kimdir? dedi. Musa; 'Rabbimiz, herşeye ayrı bir özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir. dedi. Firavun; 'Öyleyse önceki nesillerin durumu ne oluyor?' dedi. Mu­sa; onların bilgisi Rabbimin katında yazılıdır. Rabbim şaşırmaz ve unutmaz. Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indi­ren O'dur; Biz o su ile türlü türlü ürünler yetiştir­dik... And olsun ki Firavuna bütün delillerimizi gösterdik de yalan sayıp kabulden çekindi ve "Ey Musa! Sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin?' dedi..."(20:49-57).

Bu iki örnek muhaliflerle mücadelede Peygam­berlerin yolunu ve bu şekildeki mücadelenin hikmet ve tabiatını göstermektedir. Peygamber­ler Hakkı çok sâde, anlaşılır kelimelerle sun­makta, dinleyeni inada sürükleyen veya Allah yolundan uzak kılacak tartışmalardan kaçın­maktadırlar.

Hz.Muhammed ashabım, mesajı haika açık olarak taşımaları ve bütün muhtemel tartışma ve çekişme yollarından kaçınmaları konuların­da bizzat kendisi örnek olarak aydınlatmıştır. Bu metod insanlar arasında Allah'ın Dininin il­mini yaymada, kalabalık karşısında kibirli in­sanlarla tartışmaktan daha verimli ve tesirli ola­bilir.