Konu Başlığı: Ne Darlıkta Ümitsizlik Ne de Bollukta Aşırılık Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 19 Temmuz 2012, 12:09:51 3- Ne Darlıkta Ümitsizlik Ne de Bollukta Aşırılık Huzur, sükûn ve kanaati tam anlamıyla elde etmenin üçüncü prensibi de budur. Kişi ne olumsuz şartlarda ümitsizliğe kapılmalı ve ne de olumlu şartlarda aşın sevince boğulmalı-dır. Rabbe sabır ve sebatla güvenmeli, O'nun vaadine ve sözünü tutmaya muktedir olduğuna tam bir imanla inanmalıdır. Hiç bir telaş ve sabırsızlık alameti göstermemeli, gerek darlık ve gerekse bolluk zamanlarında Allah'a tam imanımızı muhafaza etmeliyiz. Bu husus Kur'ân'da şöyle ifade edilir: "Ne yerde, ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet (âfet, hastalık) yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılmış ezelî bilgimizde tesbit edilmiş) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip şımarmayasımz. Çünkü Allah, kendim beğenip övünen kimseleri sevmez." (57: 22-23). "...Allah, size gam üstüne gam verdi ki, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (3:153) Her ne kadar bu âyetler hususî bir durum için vahyolunmuşsa da bu gibi tüm beşerî hallere tatbik edilebilir. Gerçekten, bu âyetlerde Allah insanoğlunun hidayeti için evrensel bir ilke vazetmiştir: Kişi hayatta karşılaşabileceği farklı durumlara bakmaksızın her daim tüm benliğiyle Allah'a güvenmelidir. Kişinin zaman zaman başarılar ve sevinçli durumlarla kucaklaşması yamsıra zaman zaman da başarısızlıklar ve felaketlerle yüzyüze gelmesi âdetullahtandır. Gerçek bir mü'min talihin değişen yüzlerinden hiç bozguna uğramayacaktır, zira o Rabb'ine tam bir güven ve yakınlık içindedir. Zaman zaman iyi ve zaman zaman da kötü biçimde farkhlaşan durumlar Allah'ın gönderdiği imtihanlardan başkası değildir; Allah, darlıkta ve bollukta kimin O'na imanında sâdık kaldığını görmek istemektedir. Gerçek mü'min ne bela ve başarısızlıkla karşı karşıya kaldığında umutsuzluğa kapılır ve ne de basanlar ve servet onun aşırılıklara gömülmesine neden olur. O, her halükârdan tamamıyle haberdar olan Rabbe kat'i imanını ve soğukkanlılığını muhafaza eder. Bu açıdan bu ayetler kişinin her hâlde soğukkanlı ve Rabbine sâdık kalması için çok yararlı bir reçete sağlar, kişi böylelikle başbaşa bulunduğu her vakıa hakkında Rabb'İnin tam anlamıyle bilgi sahibi olduğunu bilerek hayattaki hiç bir yazgının imanında ve zihnî selâmetinde bozgunculuk yapmasına izin vermeyecektir. O halde kişi hem servette ve hem de felakette sebat gösterecek ve Allah'a inancında sâdık kalacaktır. Allah kendine dayanan kimseyi her şartta yıkımdan korur. Dayanağı Allah olan bedenî ve zihnî huzur ve sükûnu bir arada sürekli yaşayacaktır. Al-i İmrân süresindeki meali verilen yukarıdaki âyet talihin değişen yüzlerine basan ya da başarısızlık, servet ya da felaket, açık biçimde işaret eder. Bunlar hep Allah'tan bir imtihan ve sınama olup Allah'a imanında daima tavizsiz ve sâdık kalan muhlis ve mûtî kullan açığa çıkarmak içindir. Bunlar başan-sızlık ve felaket anlarında yakınma ve umutsuzluk göstermedikleri gibi, başarı ve servet zamanlarında da kendilerini kaybetmezler. Her zaman için kendine güvenli ve ölçülüdürler, yaşantılanndaki farklı durumlar huzur ve sükûnetlerine katiyetle zarar veremez. Gerçekte bu, tam anlamıyle zihnin selametine bağlı mutluluğun anahtandır. Allah'a katiyet ve sadaketle iman eden bir kişi değişen şartlardan dolayı hiç bir zaman bozguna uğramaz ya da sarsılmaz, zira o, Allah'ın Rasulü vasıtasıyla vahyettiği kat'i ve hususî bilgiye dayanarak bilmektedir ki, nerede olursa olsun ve hangi ahvalde bulunursa bulunsun Allah Teâlâ daima onunla birliktedir. Ve bu, ona içinde bulunduğu her halin Rabbin bilgisi dahilinde olduğunu beyanla güven ilham eder. O halde mü'min hiç bir şeyin ona zarar veremeyeceğinden ve ilgilerini yok edemeyeceğinden tam bir emirdik içindedir. Çünkü onun tüm işleri her yerde hazır ve nazır olan ve her şeye gücü yeten Rabb'in denetimindedir. Bu ruh haleti mü'minin gerçek zihnî huzurunun anahtarıdır. Darlık ve servet Allah'ın elinde olup lûtfunu dilediğine bahşeder ve dilediğinden de esirger: ".. .Allah, (nzkı) kısar da, açar da. Hep O'na döndürüleceksiniz." (2: 245). "Allah, dilediğine nzkı açar, (bol verir, dilediğinden) kısar.,." (13: 26). "Rabb'in, dilediğine rızkı açar, (bol verir, dilediğinden) kısar-Çünkü O, kullan(nın hâli)ni haber alır, görür." (17: 30). Kur'ânin bu ve benzeri birçok âyeti mü'min-lerin zihninde hiç bir kuşku bırakmayacak şekilde belirtir ki, son tahlilde, hayatın değişen her hâli Rab'lerinin denetimindedir, Rabb yardımını dilediğine açar ve dilediğinden de çeker. O, tam anlamıyle hikmet ve kudret sahibidir. Bu âyetler mü'minlere nihai kaderlerinin, çok boyutlu görüntülerine rağmen, tam anlamıyle Rablerinin denetiminde olduğu noktasında güvenlerine güven katar. O yüzden karşılaş-tıklan sevinç veya acı veren hâller onlann sahip bulunduğu mükemmel zihin huzuruna zarar veremez. Hayatlarını tam bir sükûnetle sürdürürler ve ziyadesiyle bahtiyardırlar. Daimî huzur ve saadet kalbin rahatlığında yatar. Rabbiyle yakın ilişki halinde bulunan ve olumlu ya da olumsuz her halde Allahu Tea-laya güvenen, O'nun her yerde hâzır ve nâzir oluşu ve gücü hakkında kâmil inancı bulunan bir kalp dayanıklı, istikrarlı ve Rabb'inin tüm emirleri karşısında memnun tavrını korur. Hiçbir şey onu bozamayacağı gibi, daima huzurlu ve Rabb'inden memnun bir hâldedir: "Ey huzura eren nefis! Razı edici ve razı edilmiş (yaptığm işlerle Allah'ı memnun etmiş ve aldığın nimetlerle Allah tarafından memnun edilmiş) olarak Rabb'ine dön! (iyi) kullanm arasına gir! Cennetime gir!" (89: 27-30). Rasûlullah'dan Dersler Rasûlullah, söz ve davranışlarıyla ashabına huzur ve İtminanın yolunu göstermiştir. Bizzat kendisi mutlak mânâda zihnî ve bedenî huzur ve sükûnu yaşamıştı. Çoğu zaman günde iki öğün bile yemediği hâlde veya bu yolda türlü ezâ ve cefâlarla karşılaşmasına rağmen gönül hoşluğuna sahipti. Hz. Peygamber'in ahirete intikal ettiğinde evinde az bir miktar arpadan başka yiyecek olmadığı rivayet edilmiştir (Buhari ve Müslim). Allah'ın Rasûlü'nden: 1- "Sizden biriniz kendisinden daha üstün servete mâlik olan kimseyi gördüğü zaman, hemen kendisinden düşük olanı düşünsün." (Buhari ve Müslim). 2- "Kendinden daha aşağıda olana bak, daha yukarıda olana bakma. Böyle yaparsan Allah'ın senin üzerindeki nîmetini daha iyi takdir etme imkânına sahip olursun." (Müslim). 3- Bir kimse Rasûlullah'in huzuruna gelerek: "Yâ Rasûlullah! Bana öyle bir amel göster ki, onu yaptığım zaman beni hem Allah sevsin, hem de halk sevsin" dedi. Rasûlullah buyurdu ki: "Dünyadan rağbetini kes ki, Allah seni sevsin. Herkesin elinde olandan da rağbetini kes ki, halk seni sevsin." (tbni Mâce ve diğerleri). 4- Bedevinin biri Hz. Peygamber'e: "Dünyanın en zengin insanı olmak istiyorum." dedi. Peygamber'in cevabı şöyle oldu: "Hâline şükret ki, dünyanın en zengin insanı olasın." (Müsned-i Ahmed). 5- "Birbirinize hased etmeyiniz. Alış verişte birbirinizi aldatmayınız. Birbirinize buğzet-meyiniz. Birbirinize dargın durmayınız. Birbirinizin pazarlığı bitmiş alış verişini bozmayınız. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. İmdad ve yardım ânında onu kendi hâline bırakmaz. Ona yalan söyleyip aldatmaz. Ona hor bakmaz. (Üç kere sînesini göstererek:) Takva işte buradadır. Bir kimse müslüman kardeşine hor baktı mı, işte şerrin bu kadarı ona yeter (artar bile). Müslümanın her şeyi; canı, malı, ırzı müslümana haramdır." (Müslim) |