Konu Başlığı: Müsbet Faiz Oranı Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Haziran 2012, 19:46:43 MÜSBET FAİZ ORANINA KARŞI TEZ İnsanlık tarihi boyunca peygamberler ve mütefekkirler faiz müessesesini ittifakla kınamışlar ve gayri meşru İlan etmişlerdir. Dünyadaki bütün meşhur dinlerin faizi kerih görerek yasakladıkları bilinen bir gerçektir. Eflatun, Aristo, Catos, Cicero, Seneca ve Pautus gibi filozoflar faiz müessesesine şiddetle karşıydılar. Bu filozoflar faizin gayri meşru olduğuna işaret eden "paranın üreticilikten mahrum olduğu" görüşüne katılıyorlardı. Eflatun, sermayedara faizin ve hatta asıl borcun dahi ödenmemesi görüşündeydi. Gonzales Tellez, faizi eleştirirken şöyle der: "Para parayı doğurmazken, borç verilenin yanısıra herhangi bir şey talep etmek tabiiliğe aykırıdır. Bu paranın, verilen paradan alındığını söylemektense, sanayiden kazanıldığını söylemek daha uygun düşer. Aristo'nun da belirttiği gibi, para parayı doğurmaz." Covarruvies'e göre, "para ne kendi başına meyva verebilir, ne de harhangi bir şeye hayat verebilir. Bu şartlarda eğer alınan karşılık emeğin gayretinden daha ziyade hiç bir meyva vermeyen paradan ahnmayacaksa, borç verilen tutardan kullanıldığı için fazla para veya üstüne başka karşılıklar almak haksızlıktır ve müsaade edilemez."(B. Bawerk, a.g.e., sh. 13-37). Thomas Aquinas, faiz karşıtı tezini savunurken şöyle der: "Eşyaların tüketimlerini kapsayan kullanım gibi belirli esaslar vardır. Kullanımın transferi sözkonusu olduğunda eşyayı da beraberinde transfer etmek gerekir. Dolayısıyla bu tür eşya kiraya verileceği zaman, aynı zamanda eşyaya ait haklar da beraberinde transfer edilecektir. Şimdi, şayet bîr kişi hububatı ve beraberinde -farklı bir şeymiş gibi-kullanım hakkını da satacak olursa açıkça bir adaletsizlik sözkonusu olacaktır. Böyle bir halin vukuunda kişi bir malı iki defa satacak veya olmayan bir eşyayı satma teşebbüsünde bulunacaktır. Aynı zamanda bu tür şeyleri faizle borca vermesi mutlak bir haksızlıktır. İşte burada, kişi eşya için iki fiyat talep ediyor, benzeri bir malla değişimini talep ediyor. Biz bunu faiz veya tefe olarak isimlendiriyoruz. Paranın tüketimi ve harcanmasını da kapsayan kullanımı süresince "para kullanımı" için aynı zamanda paraya fiyat talep edilmesine müsaade edilemez." Aquinas devamla şunu ileri sürer: "Faiz, herkes için genel olup "zaman" olarak adlandırılan sürede kullanımı için müraice ve el altından talep edilen fiyat olarak telakki edilir. Tefecilerin iddia ettiklerine göre; zaman, faiz olarak isimlendirilen gelir fazlalığının alınmasının karşılığı olarak kabul edilir. Bu durumda borç verene olduğu kadar alana ve diğer bütün şahıslara ait olan zamanı satarlar." (B. Bawerk, a.g.e., sh. 13-34) Bîr İtalyan yazar olan Misabeau şöyle der: "Parayı faize yatırmak için hiç bir meşrulaştırma imkanı yoktur. İlk olarak, yalnızca bir sembol olan para için tabii bir kullanım alanı mevcut değildir. Faiz yalnızca paranın temsili karakterinden kazanç sağlamak için aynaya yansıyan figürler hakkında araştırma yapmak demektir. Para sahipleri kendilerinin, paralarının kazandıkları yla yaşamak zorunda olduklarına dair görüşe itibar etmezler. Onların müracaat edecekleri şey paralarım başka mallara dönüştürmek ve daha sonra bunları kiraya vermek (yani satmak)tır." Son olarak Misabeau şöyle ilave eder: "Parada ev, mobilya ve benzerlerinde olduğu gibi yıpranma ve aşınma (Keynes'ın ifadesiyle, maliyeti de yükleyerek) yoktur. Bu yüzden yıpranma ve aşınma için para talep etmek adaletsizliktir." Faiz müessesesi, Roma kanun yapıcıları, Hindu filozoftan, Yahudiler ve Hristiyan papazları tarafından dahi tasvip görmez. Faiz hakkındaki kilise yasağı ortaçağ sonlarına kadar devam etti. Yani faiz 13. yüzyıl sonlarında haksız bir kazanç olarak kabul ediliyordu. Fakat tedricen kilisenin baskısı azaldıkça, faiz yasağının ardındaki ahlaki baskı zayıfladıkça ve karşıt seküler görüş güç kazandıkça faiz müessesesi Avrupa ülkelerinde ve dünyanın diğer yerlerinde resmilik kazandı. Paranın faize yatırılmasına müsamaha edilmeye başlanmasına rağmen faiz oranlarının düşük tutulması için kıta ülkelerinde ve İngiltere'deki fikir adamları tarafından bazı teşebbüslerde bulunuldu. Josiah Child, Thomas Culpepper ve Francis Bacon gibi meşhur kişiler yüksek faiz oranlarına şiddetle karşıydılar. Kilisenin ahlaki baskısının azalmasıyla revaç bulan, bir defaya mahsus müsaade edilen faizin oranlan kontrol edilemez bir hal aldı. "Nasıl açlık ve kıtlık zamanlarında yiyecek ve erzak üzerine bir sınır koymak mümkün değilse, bu müsaade de kullanım hakkıyla ilgili sınırları deldi. -Para isteği yalnızca kendi fiyatını belirler- ve yiyecek kadar herkesin sahip olmak mecburiyetindekİ hayat için hangi oranda olursa olsun, elde edilebilen ticaretin lüzumu ve kıt olduğu andaki pahalılığı kaçınılmazdır ve bir oran koymak ta imkânsızdır." (Cassel, a.g.e., sh. 15). Bu bencil ve çıkarcı davranış kademeli olarak bugünkü toplumumuzda gördüğümüz faiz müesseselerinin kurulmalarına yardım etti. Çok uzun zaman önce faizin çıkışında olduğu gibi, insanlar modern toplumun değişmez ve değişmeyecek olan temel bir parçası olarak düşünülmüştür ve hâlâ böyle düşünülegel-mektedir. Fakat faiz ile ilgili problemler üzerine çalışan düşünürler ve ekonomistler açık fikirlilikle faizin zararlarını görerek, bu konuda bir şeyler yapılması gerektiğini düşünmüşlerdir. Locke 162 Tin sonlarında bir arkadaşına yazdığı tefeciliği ihtiva eden bu durumu, mektubunda şöyle vurguluyor: "Yüksek faiz ticareti baltalar. Zira faizden kazanılan kâr, ticaretten kazanılandan daha yüksek olacaktır ki, bu zengin tüccarların işlerini bırakıp, servetlerini faize yatırmaları ve bunun neticesi olarak daha küçük çaptaki ticaret ehlini İflasa sürükler." Adam Smith'in tefecilik kanunlarına karşı tutumu tamamıyle müsamahakârdır. Kişilerin biriktirdikleri paraların yatırım veya borç verme yoluyla piyasaya çekilebileceğini ve bir önceki durumda elden çıkacak paranın hiç bir teminatı olmadığını Adam Smifh çok iyi farketmiştir. Keynes, faizin modern dünyada geçerli ve günümüze kadar gelmiş olan faize karşı ahlâk kurallarının müeyyidelerini yardıma çağırmasının yanısıra, faiz doktrinini kabul etmez." (Keynes, a.g.e., sh. 344-352). Hiç şüphe yoktur ki, faiz bir ülkenin işçi kesimine lüzumsuz ve fazladan bir sınırlamadır. Teşebbüslerin insanların faydasına olup olmadığına bakılmaksızın, sermayenin yüksek marjinal verimliliğiyle, teşebbüslere sermaye akışını engelleyecek tedrici bir şekilde toplumsal refahı azaltır. Sermayedarlar sermayelerini dünya üzerindeki bir çok Önemli teşebbüse yatırım yapmak istemezler. Çünkü onlar yüksek bir faiz oranı sağlayamaz, tatbikinde (uluslararası olduğu kadar) ulusal refahı arttıracak pek çok faydalı ve kârlı yatırım sermayedarlara yüksek kâr sağlamamasr dolayısıyla gözardı edilmiştir. Böylece faiz oranlarına fren uygulamasıyla faiz, muhtemelen üretimi ve bundan dolayı ülkedeki sermaye büyümesini kontrol altına alır. Dahası, üretici teşebbüslere yatırım yapılabilecek birçok sermaye bankalara cezbediliyor. Bu yüzden ekonomik gelişme ve sosyal adalet gereği en çok arzu edilen usul, faizin kaldırılması mecburiyetidir. Bazıları, diğer faktörler gibi sermayenin bir üretim faktörü olduğunu ve hizmetleri için karşılık almaya yetkili olduğunu iddia ederler. Biz de bütünüyle kabul ediyoruz ki, üretim faktörlerinin tümü tam karşılığını alma hakkına haizdir. Dolayısıyla yalnızca sermayedarların karşılık isteğini ele alacağız: İlk olarak şu meseleleri tahlil edelim. Sermaye işçi ve organizasyon gibi gerçek bir üretim faktörü müdür? Üretimdeki sermaye çok pasiftir ve diğer üretim faktörlerine bağlıdır. Sermaye, işçiler ve organizasyon tarafından kullanılmadıkça, sermayenin üretimdeki fonksiyonu ve yardımı olmaz. Böylece sermayenin üretimden pay iddiası emek ve organizasyon gibi diğer üretim faktörleriyle aynı seviyede düşünülemez. İkinci olarak, eğer sermayeyi üretim faktörü olarak kabul edersek, onun hakkı, diğerleri gibi aynı şartlara ve düzenlemelere tabi olmak zorundadır. O, özel muafiyetlerden faydalanamaz. Önceden belirlenmiş aydan aya, yıldan yıla devreden, işin kârına ve zararına bakılmaksızın, sabit bir pay sermaye adına iddia edilemez. Şayet diğer faktörler gibi sermayeye üretimde bir pay verilecekse diğer paylar gibi kârdaki değişmelere göre sermayenin pa-yı da değişmelidir. Üçüncü olarak, emek ve organizasyon gibi diğer faktörler çok sıkı çalışırlar. Üretim esnasında enerjilerini ve zamanlarını sarfederler ve buna mukabil üretimde ifa ettikleri görevlerin karşılığım beklerler. Çok sıkı çalışmaya rağmen içteki zarar durumunda organizasyon hiç bir karşılık alamaya-bilir. Çalışmayan sermayedar çalışmadığı için hiçbir karşılık iddia edemez. Üretimdeki herkes bir karşılık almak için çalışır. Sermayenin durumuna ne demeli? Yalnızca beklediği, uzak durduğu veya hayali üretimde bulunduğu için bir karşılık umar. Eşitlik ve sosyal adalet üzerine bina edilmiş bir ekonomik sistemde böyle emeksiz gelir garanti edilemez. Böyle bir yardım, sermaye sahibinin işletmenin kâr ve zararına iştiraki şartıyla verilebilir. Daha başka, faiz müessesesine karşı başka bir çok dirayetli görüşler vardır. Faiz toplumda ekonomik olduğu kadar bir çok sosyal, kültürel ve ahlaki kötülükleri teşvik eder. Faiz, kişiler arasındaki mal toplama hırsını, para tutkusunu, bencilliği ve cimriliği kamçılar. Faiz insanlar araşma sınıf mücadelesini ve düşmanlığı yayar, karşılıklı yardımlaşma duygusunun gelişmesini ve işbirliğini önler. Refahın serbest dolaşımını engellerken, servetin bir kaç elde toplanmasını teşvik eder. Böylelikle neticede ülkenin ekonomik ve sosyal sistemini altüst eder. Buraya kadar bahsedilenlerin hepsi genelde İslam'ın ekonomik sisteminin temellerinden olan sadaka'ya zıt işleyiştir. Bütün bunlardan dolayı İslam, İslamî bir toplumda faiz uygulamalarını tamamen yasaklar. |