Konu Başlığı: Müminler Ve Kâfirler Arasındaki İlişki Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 27 Temmuz 2012, 13:16:27 Mü'minler Ve Kâfirler Arasındaki İlişkinin Yapısı Mü'minler birbirlerine iman bağıyla bağlı tek bir hiziptir ve imanları uğruna herşeylerini feda etmeye hazırdırlar: "... (Onlar) Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar..." (5:54). Kâfirler ise mü'minlerin karşısında farklı bir hiziptir. Kur'ân, aralarındaki ilişkinin yapısından şu sözlerle bahseder. "Mü'minler, mü'minleri bırakıp, kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile dostluğu kalmaz..." (3: 28). Nisa sûresinde yer alan âyet de şu mealdedir: "Ey iman edenler! Mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutmayın! Allah'a, aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi istiyorsunuz?" (4:144). Tevbe sûresinde de şu mealde bir âyet yer almaktadır: "Yoksa siz, Allah içinizden cihad eden ve Allah'tan, Rasûlünden ve mü'minlerden başkasmı kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmeden, bırakılacağınızı mı sandınız?..." (9:16). Bu âyetin açık ifadesi şudur: Şimdi siz İslâmı kabul ettiniz. İslâm'ı gerçek mü'minlerin gayretleriyle ülkede hâkim güç hâline geldiği için değil, Hakk'ın nzası ve iradesi onda olduğu için kabul etmiş olduğunuzu ispatlayacak imtihan konusunda inandırıcı bir delil getirmek mecburiyetindesiniz. Canınızı, malınızı, yakınlarınızı ve sizin için değerli olan herşeyi Allah nzası için ve O'nun yolunda feda etme durumunda hazır olmanız, bu konuda vereceğiniz imtihanın Özünü teşkil eder. İşte ancak o zaman, gerçek mü'minler olarak kabul edileceksiniz. (Mevdûdî, a. g. e., c. IV, sh. 181). Yine aynı sûrede şu ifadelerin yer aldığım görüyoruz: "Ey mü'minler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi velîler edinmeyin. Sizden kim onları velî tanır (dost tutarsa)sa işte zâlimler onlardır. (Ey Muhammedi) De ki: 'Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticâret(iniz), hoşlandığınız meskenler, size; Allah'tan, Rasûlünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, o halde Allah enirini getirinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekleri göreceksiniz)! Allah, fâsıklar güruhunu (yoldan çıkmış topluluğu doğru) yola iletmez." (9: 23-24). Bu âyetler açıkça mü'minlerin, Allah'ın yoluna inanmayanlarla müttefik ve dost olmamaları gerektiğini ortaya koyar. Hatta bu kişiler babalan, kardeşleri ve en yakınları bile olsa ve zenginlikleri, mallan veya sürmekte olan ticaretleri onları Allah yolundan alıkoymamalıdır. Bütün bunlar kendilerini Allah yolundan alıkoyuyorsa onlan Allah ve Rasûlü'nün uğruna terk etmelidirler. Kur'ân, mü'minlere İbrahim aleyhisselâmı örnek verir: "İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misâl var; onlar, kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklannızdan uzağız. Sizi(n taptıklarınızı) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah'a iman edinceye kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirrmştir.'..."(60:4). Buna göre, Allah'ın düşmanları mü'minlerin de düşmanıdırlar ve onlar mü'minlerden nefret ederler. Dolayısıyla, mü'minler, Allah'tan bağışlanmak dilemedikçe ve O'nun yoluna geri dönmedikçe kâfirlerle ilişkilerini ebediy-yen kesmelidirler. Bu durumda mü'minler Allah'ın merhametine nail olarak, sevgi ve kardeşlik bağlarıyla birbirlerine bağlanmış olacaklardır. Bu, bizim kötülüğe ve inkarcılığa karşı düşmanlığımızı ve nefretimizi gösterir. Tevbeyle Allah'ın sınırlarına dönmeleri, insanların bu husustaki tek çıkar yollandır. (A. Yusuf Ali, The Holy Qur'an, sh. 1532, not. 5414). Mümtehine sûresinin ilk âyeti de aynı konudadır: "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr ettikleri, Rabb'iniz Allah'a inandığınızdan dolayı Rasûlü ve sizi (yurdunuzdan sürüp) çıkardıkları hâlde siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Eğer benim yolumda cihad etmek ve benim rızâmı kazanmak için çıktınızsa, içinizde onlara sevgi (mi) gizliyorsunuz? Oysa ben, sizin gizlediğniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur." (60:1). Aynı konu çerçevesinde Mücâdele sûresinde de şu ifadeler yer almaktadır: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin babalan, oğullan, kardeşleri veya aşiretleri de olsa, Allah'a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah kalblerine iman yazmış ve onlan kendinden bir ruh ile (kalb nuru veya Kur'an ile) desteklemiştir..." (58: 22). Bu âyette, usûl itibanyle iki hususa değinilmiştir. Usûl bakımından, hem hak dine iman etmek, hem de bu dine düşman olan kimselere sevgi beslemek gibi iki zıt tavnn bir kişide aynı anda bulunmasmm imkânsızlığıdır. Mutlak olarak bir yanda iman, diğer yanda Allah ve Rasûlü'nün düşmanlarına sevgi beslenmesi düşünülemez. Çünkü bir insan hem kendi nefsini, hem de nefsinin düşmanlarını aynı zamanda sevemez. Dolayısıyla mü'minlik iddiasında bulunan bir kimse, aynı zamanda İslâm düşmanıyla da dostluk ilişkisini sürdürüyorsa, onun mü'minlik iddiası şüpheyle karşılanmalıdır. Bir yanda müslüman olduğunu söyleyip, diğer yanda İslâm düşmanlarıyla dostluklarını sürdürenler nefis muhasebesi yapmalı ve kendilerinin ne olduğunu tesbit etmelidirler. Yani mü'min mi, münafık mı olmak istiyorlar, buna karar vermelidirler. Şayet dürüst kimselerse, bunun ahlâkî bakımdan iki yüzlülüğün en aşağı tabakası olduğunu anlayacaklardır. Sonuçta da, aynı anda iki gemide yolculuk etme çabalarından vazgeçmelidirler. İman, onlardan şu iki şeyden birini tercih etmelerini ister. Gerçekten mü'min olmak istiyorlarsa, İslâm'a zarar veren her türlü ilişkiyi kesmelidirler; fakat ilişkileri onlar için İslâm'dan daha önemli ise, bu defa mü'minlik iddialarından vezgeçmelidirler. Kur'ân bu konuda, hakkıyla iman edenleri örnek verir. Onlar mallarım, mülklerini, zenginliklerini ve akrabalannı Mekke'de bırakarak, imanlannı korumak için Allah'ın Rasûlü ile Mekke'den Medine'ye hicret etmişlerdi. Bedir ve Uhud savaşlan onlann kâmil mânada imana sahip olduklarını ispatladı. Onlar, Allah ve Rasûl'ünü mal ve müklerinden ve aralannda kan bağı bulunan akrabalarından daha aziz bildiler. Onlar, Allah'ın ve Rasûlü'nün uğruna kendi kabileleri ve en yakınlanyla savaşmaktan asla çekinmediler. Bedir Savaşında Ebû Ubeyde, babası Abdullah b. Cerrah'ı; Mus'ab b Umeyr, kendi kardeşi Ubeyd b. Umeyr'i ve Hz. Ömer, amcası Hişâm b. Mugîre'yi öldürmüştür. Hz. Ebu Bekir ise oğlu Abdurrahman ile çarpışmaya hazırlanırken Hz. Ali, Hamza ve Ubeyde b. el-Hâris en yakın akrabaları Utbe, Şeybe ve Ve-lid b. Utbe'yi öldürmüşlerdir. Hz. Ömer, Bedir esirleri hakkında Rasûlullah 'e; "Yâ Rasûlullah, bunlar seni yalanladılar, yurdundan çıkardılar ve seninle savaştılar; boyunlannı vur" teklifinde bulunmuştur. Aynı savaşta Mus'ab b. Umeyr'in kardeşi Ebû Aziz b. Umeyr esir düşmüştü. Ensardan bir sahabenin onu bağladığını gördüğünde Mus'ab; "Onu sıkı bağla, çünkü annesi çok zengindir. Bu yüzden sana oldukça fazla fidye verir" demişti. Bunun üzerine kardeşi Ebû Aziz; "Kardeşim olmana rağmen nasıl böyle konuşursun" diye söylendiğinde Mus'ab; "Şimdi sen benim kardeşim değilsin. Benim kardeşim, seni şu anda bağlayan kimsedir" diye cevap vermiştir. Yine Bedir savaşında Hz. Peygamber'in damadı Ebû'l-As esir düştüğünde hiç kimse kendisine özel bir muamelede bulunmamış, diğer esirlere nasıl davranılmışsa aynı şekilde davranmışlardır. İşte böylece ihlaslı mü'minlerin nasıl davrandıkları ve Allah'ın dinine nasıl bağlı oldukları gerçek bir şekilde sergilenmiştir. (Sîret-i Server-i Alem, c. II, sh. 466-467). Deylemî, Hz. Mu'az'dan mervî olarak Rasûlullah'ın şu duasını nakleder: "Ey Allah'ım! Bana bir fâcirin, bir fâsıkm bir şey ihsan etmesine izin verme ki, kalbimde ona karşı bir sevgi meydana gelmesin! Çünkü sen, inzal ettiğin vahiyde; 'Allah'a ve âhiret gününe iman edenlerin, Allah ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin' diye buyurdun!" |