Konu Başlığı: Mücmeli Beyan Etmesi Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 22 Ağustos 2012, 09:56:01 2- Mücmeli Beyan Etmesi a- Ahkâma dair mücmelleri beyan etmesine m isal/er: "... İçinizden hasta olan, ya da başından bir rahatsızlığı bulunan (bundan ötürü tıraş olmak zorunda kalan) kimse, oruçtan, sadakadan, veya kurbandan (biriyle) fidye (versin)..." (2: 196) ayetinin tefsiri makamında şu hadis varid olmuştur. Kâ'b b. Ucre diyor kî: İhramda iken Rasûlullah bana uğradı. O sırada ben de tencerenin altında ateş yakıyordum Bitler ise yüzüme dağılacak kadar fazla idi. Rasûlullah bana: "Başındaki bu haşerat sana eziyet vermiyor mu?" dedi. "Evet" dedim. Buyurdu ki: "Başını tıraş et, üç gün oruç tut, ya (her fakire yarım şa' olmak üzere) altı fakir doyur, yahut da bir koyun boğazla" demiştir (Buharî, Müslim, Tirmizî). Böylece ayetteki oruç, sadaka veya kurban fidyesinin keyfiyyetini izah etmiştir. Diğer misal: Kur'ân'da "... bir hak olmadıkça Allah'ın haram ettiği cana kıymayın..." (15) buyurulmuştur. Rasûlullah bu hadisiyle ayetteki "bir hak olmadıkça" kısmını açıklayarak, hangi hallerde Öldürmenin haklı olacağını şöyle açığa kavuşturmuştur: "Allah'tan başka tanrı olmadığına ve benim Allah'ın Rasûlü olduğuma iman eden hiçbir müslüman kişinin kanı helâl olmaz. Ancak şu üç şeyden birini yaparsa (kanı helâl olur): Adam öldürmek, evli iken zina etmek, dinden çıkıp Müslümanlardan ayrılmak (Buharî, Müslim, Müsned-i Bezzar, Müsned-i Ebu Ya'la). gir başka misal de şöyledir: Hırsızlık yapanlar hakkında Kur'ân'da "Hırsız erkek ve kadının yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesiniz" (5: 38) buyurulur. Ayette umumi olarak zikredilen hırsızlığın, ukubete müstahak olan haddini, Rasûlullah şu hadisiyle şöyle tahsis ve beyan etmiştir: ^Çeyrek dinar veya daha fazla miktardan çalanın eli kesilir." (Ebû Dâvud, Tirmizî, er-Ri-sale). Hz. Peygamber'in ibadetlere ve muamelata dair mücmel ayetleri beyan etmesinin misalleri sayilamıyacak kadar çok ve teferruatlıdır. Fıkıh mevzularına göre tertip edilmiş olan sahih hadis kitapları, hep bu neviden olan açıklamalarla doludur. b- Mugayyebata dair mücmel ayetleri beyanı: Miktar itibariyle Hz. Peygamber'in tefsirini incelerken kaydettiğimiz gibi, İbni Âtiyye ve başka âlimlere göre, "tefsirini Cibril'in öğrettiği ayetlerin" önemli bir kısmı, mugayyebata ait olan ayetlerdir. I. Hilkatin başlangıcı hakkındaki açıklamalarına misal: Bu hadis "O, rahmet etmeyi (lûtfu ile) kendi üstüne almıştır" (6: 12) ayetini açıklamaktadır. Buna göre Ebû Hureyre, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini bildirmektedir: Allah Teâlâ mahlûkatı ilk yarattığında, ''Muhakkak ki Benim merhametim gazabımdan ileridir" diye nezdinde duran bir taahhüd-name yazarak Arşının üzerine koymuştur (Taberî, İbni Kesîr, Buharî, Müslim). İnsanın yaratılışı hakkındaki açıklamalarıma misal: Ebû Musa el-Eş'ari'den şöyle dediği rivayet olunur: Rasûlullah şöyle buyurdu: Allah Teâlâ Âdem'i, yeryüzünün her yerinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı, "Bundan ötürüdür ki, Âdemoğulları yere göre olmuşlardır; onlardan kimisi pembe tenli, ki- siyah, kimisi beyaz, kimisi de esmer ve bu renklerin arasındaki renklerdedir. Adem oğullarının da (yer gibi) sarp olanı, düz ve yumuşak olanı, iyi olanı ve kötü olanı vardır (Ebû Dâvud, Taberî, Müsned-i Amed, Tirmizî). Bu hadis "Sizi bir topraktan yaratmış olması da, O'nun ayetlerindendir" (30: 20) ve "Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O'nun ayetlerindendİr" (30: 22) ayetleri ile ilgilidir. Bu çeşit birkaç misal daha vardır . III. İnsanın ana karnında yaratılmasına dair açıklaması ise şöyledir: Abdullah b. Mes'ud bildiriyor: Hem doğru söyleyen, hem de Allah tarafından doğrulanan Rasûlullah bize dedi ki: Sizden her birinizin hilkati ilk kırk gün zarfında derlenip toparlanır. Bunun kadar bir zaman zarfında alaka olur. Sonra bu kadar bir müddet içinde bir çiğnem et parçası (gibi şeyler) olur. Daha sonra melek gönderilip ona ruh üflenir ve dört söz emredilir, yani rızkını, ecelini, amelini, bir de bedbaht mı bahtiyar mı olacağını yazması emredilir (Buharî, Müslim). Rasûlullah bu hadisiyle "Ey insanlar, eğer siz öldükten sonra tekrar dirilmek hususunda herhangi bir şüphe içinde iseniz şu muhakkaktır ki biz sizi(n aslınızı) topraktan, sonra (onun zürriyetini) insan suyundan, sonra alakadan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık..." (22: 5; 23: 14) ayetini tefsir etmiştir. IV. Allah Teâlâ'nm kâinatı tedbirine dair açıklaması: Ebû Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle söylediğini bildirmiştir: Cenab-ı Hak gökyüzündeki meleklere bir emrin infaz olunmasını hükmettiği zaman, Allah Teâlâ'nın -düz bir taş üstündeki zincir sesi gibi mehabetli oldn- bu ilâhî hükmüne melekler tamamiyle boyun eğerek (korku ile) kanatlarını birbirine vururlar. Gönüllerinden bu korku gidince de melekler (Cebrail ve Mikâil gibi mukarreb meleklere): "Rabbiniz ne söyledi" diye sorarlar. (Mukarreb melekler:) "Allah'ın söylediği hak sözdür", diye Allah'ın hüküm ve takdirini bildirirler ve "Allah Yücedir, Büyüktür" derler (34: 23). Allah'ın emir ve takdirini, söz hırsızı bir şeytan işiterek, birbiri üstüne dizilmiş söz hırsızı şeytanlara iletir (Ravî Süfyan onların bu sık-lığirıı elleriyle de göstermişti). Böylece işittikleri sözü birbirine naklede ede nihayet büyücünün veya kâhinin lisanına kadar gelir. Şeytanlar bu vaziyette iken meleklerin konuşmalarını işiten en üstteki şeytana bîr ateş parçası yetişip altındakilere o haberi ulaştırmadan onu yakar. Bazı defa da ateş erişme-yip altındaki kâhine haber verir. O da haberle beraber yüz yalan da üstüne koyarak halka sö'yler (ilâhî emir yeryüzünde tahakkuk edin-ce-de) "kâhin falan gün bize şöyle söylememiş miydi?" denir durur, yani gökten sızdırılan o söz sebebiyle doğrulanır (Buharı, Tirmizî, İbni Mâce). Rasûlullah tarafından ayetin (34: 23) zikredilmesinden de açıkça anlaşılıyor ki bu hadis, ayetin tefsirini ihtiva etmektedir . V. Kaderle ilişkili ayetleri açıklaması: Hz. Ali şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah bir gün oturmuş, elinde bulunan bir değneği düşünceli bir halde yere vurup dürtüştürüyordu, Bir ara başını kaldırdı ve: "Sizden hiç bir nefis müstesna olmamak üzere cennetteki yeri de, ateşteki yeri de bilinmiştir," buyurdu. Bunun üzerine sahabîler: "Yâ Rasûlullah! O halde niçin amel edip çalışıyoruz? Biz bu bilinmiş olan yazımız üzerine itimad etmİyelİm mi? (yani, o halde amelin faydası nedir)" dediler. Rasûlullah: "Hayır, siz o bilinmiş olan yazınıza dayanıp durmayınız. Amel edip çalışınız. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa o, kendisine kolaylaştırılmıştır." buyurdu. Sonra da şu mealdeki ayetleri okudu: "Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Fakat kim cimrilik eder, kendisini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa, biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız." (92: 5-10) (Buharî, Müslim, Tirmizî, İbni Mâce). İmrân b. Husayn'ın bildirdiğine göre (Müslim), Muzeyne kabilesinden iki kimse Rasûlullah'in yanına geldiler ve şöyle dediler: "Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanların bu gün işlemekte oldukları ve emek çekip didinegeldikleri şeye ne buyurursun? Bu, üzerlerine hükmedilen ve geçmiş bir kaderden olarak kendilerine gelen bir şey midir? Veya Peygamberlerinin getirdiği ve üzerlerine hüccet sabit olan şeylerden olarak kendilerinin karşılaşacakları şeyler içinde midir?" Rasûlullah şöyle buyurdu: "Hayır, bu ikinci şekil değil. Fakat üzerlerine hükmolunan ve kendilerine gelen bir şeydir (kaderdir). Azîz ve Celîl olan Allah'ın Kitabında bunun tasdîki şu ayet-tir:"Her bir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem korunmasını ilham edene..." (91: 7-8). Birinci hadisin sonunda Hz. Peygamber'in ayetle misallendirmesinden, ikincide de ayetle şahit göstermesinden de açıkça anlaşılıyor ki zikredilen hadisler, söz konusu ayetleri tefsir etmektedir. VI. Kalbi hâllere ait mücmelleri açıklaması: Ebû Hureyre'den; Peygamber buyurdu ki: "Kul bir günah yaptı mı kalbine siyah bir nokta konulur. O, bunu tevbe ve istiğfar ile koparıp attığı zaman kalbi cilalandırılır. Fakat tekrar (günaha) dönerse o noktalar artırılır. Nihayet kalbini kaplar. İşte bu, Cenab-ı Hakk'ın şu ayette beyan buyurduğu "pas"dır: "Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur." (83: 14) (Tirmizî, Müsned-i Ahmed, İbni Mâce). VII. Müslümanların geleceğine ait ayetler hakkında beyanı: Hz. Peygamber'e "De ki: 'O, size üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeye veya sîzi birbirinize katıp kiminize kiminin hıncını tattırmaya kaadirdir." (6: 65) ayeti hakkında sorulunca şu cevabı verdi: "Onlar olacaktır, fakat bu ayetin te'vili (ayete uygun hadiseler) henüz gelmemiştir." (Tirmizî, Taberî). Bu ayetin tefsiri ile ilgili bir başka hadis şöyledir: Câbİr'den yapılan bir rivayete göre: Bu ayet nazil olduğunda Rasûlullah, birinci ve ikinci azabdan Allah'a sığınmış, üçüncüden sonra ;se "Bu ehvendir." demiştir (Buharî, Tirmizî). Gelecek hadis, bu Câbir hadisinden maksadı açıklamaktadır: İbn Abbas'ın Peygamber'den rivayeti şöyledir: "Ümmetimden dört şeyi kaldırması için Allah'a dua ettim. Bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaya razı olmadı. Gökten recmi (taş yağmasını), hasfı (yere batmayı), onları birbirine katmayı ve birbirinin hıncını tattırmayı ümmetimden kaldırmasını diledim. Hasf ile recmi kaldırdı, öbür ikisini kaldırmaya razı olmadı." (Fethu'l-Bari) hadisi (Taberî, Tirmizî), hasf ile recm'in de vaki olacağını bildirmektedir. İbn Hacer, Câbir'in rivayet ettiği hadisle bu hadis arasında —ilk nazarda zannedilen— tearuzu gidermek maksadı ile der ki: "Câbir hadisindeki mezkûr iâze muayyen bir zamana mahsustur. O zaman da sahabe devri ile "hayrul-kurûn" zamanıdır. (Muhtemelen tabiûn ve etbâu't-tabiîn neslini kastediyor). Fakat o devirlerden sonra bunların vukuu caizdir." der ve az önce zikredilen "Onlar olacaktır; fakat bu ayetin te'vili henüz gelmemiştir." hadisiyle istidlal eder. Netice olarak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber söz konusu ayette, İslâm ümmetinin istikbaline dair bazı işaretlerin bulunduğunu müteaddit hadisleriyle bildirmiştir. Ebû Hureyre'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Nefsim elinde olan Zâta yemin ederim ki, sizden öncekilerin tutumlarını karış karış, zira zira, kulaç kulaç izleyeceksiniz; öyle ki onlar bir kertenkele deliğıne girmiş olsalar siz de gireceksiniz." "Onlar kimdir, ey Allah'ın Rasûlü? Ehl-i Kitap mıdır?" diye sorulunca: "Başka kim olacak ki?" dedi. Ebû Hureyre devamla dedi ki: iterseniz Kur'ân'm şu ayetini okuyun: "Siz, ey münafıklar) kendinizden öncekiler gibisiniz. Üstelik onlar kuvvetçe sizden daha çetin, mal ve evlat bakımından sizden daha varlıklı İdiler. Dünya hayatından nasibleri kadar zevk sürmeye bakmışlardı. İşte sizden öncekiler, nasibleri ile nasıl zevk sürmek istedilerse, siz de öyle kısmetinizle zevk sürmeye baktınız; siz de (gaflete) dalanlar gibi daldınız (...)" (9: 69). Ebû Hureyre: "(Bu ayetteki) halâk (nasip), din demektir, "siz de (gaflete) dalanlar gibi daldınız" hakkında, "ey Allah'ın Rasûlü, İranlıların ve Rumların yaptıkları gibi mi?" diye sordular. Cevaben: "Evet, burada bahsedilen "insanlar"dan maksat, onlardır" buyurdu (Taberî). VIII. Kıyamet alâmetleri hakkındaki mücmel ayetleri açıklamasına misâl: Ebu Hureyre'den; Rasûlullah şöyle buyurmuştu: Güneş, battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Güneş batı tarafından doğduğu zaman, toptan bütün insanlar iman edecekler. Fakat işte o gün '... önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık îmanı bir fayda sağlamaz..." (6: 158). Hz. Peygamber bu hadisiyle, âyetin baş taraflarında, geleceği bildirilen "Rabbin alâmetlerinden birinin" güneşin batıdan doğması olduğunu hatırlatmıştır. (Buharî, Müslim, Ebû Dâvud). IX. Kıyamet ahvali hakkındaki mücmelleri açıklamasına misal: Bir rivayete göre Rasûlullah ashabını toplayarak "Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Çünkü kıyamet zelzelesi müthiş bir şeydir." (22: 1) ayetini okuduktan sonra, "Bunun hangi gün olduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş, müteakiben o günün dehşetini anlatarak "ve her gebe kadının çocuğunu düşüreceği zamandır. Ve onda mahşer halkını sarhoşlar halinde görürsün. Halbuki onlar hiç de sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azabı çok şiddetlidir." (22: 2) ayetinin bu esnada tahakkuk edeceğini bildirmiştir (Buharî, Müslim, Tirmizî). X. Cennet ve cehennem ahvaline dair mücmelleri açıklamasına misal: Ebû Hureyre'den rivayetle, Peygamber şöyle buyurmuştur: "Cennet ve cehennem münakaşa ettiler. Cennet şöyle dedi: 'Neden bana insanların yalnız fakirleri giriyor?' Cehennem de: 'Neden bana sadece zorbalar ve mütekebbirler giriyor? dedi. Cenâb-ı Allah cehenneme: 'Sen benim azabımsın, dilediğimi seninle azaplandırı-rım', cennete ise 'Sen benim rahmetimsin, seninle dilediğime rahmet ederim, sizin her biriniz için dolmak vardır.' buyurur. Cenâb-ı Hak cennetin boşluklarını doldurmak için yeniden birtakım halk yaratır. Cehenneme gelince, insanlar oraya atıldıkça o, 'daha var mı?' der. Nihayet Allah Teâlâ ayağını cehenneme koyar (kahr ve tezlil eder), o da: 'Yetişir, yetişir, yetişir!' der. İşte o zaman cehennem dolar ve bazısı bazısına büzülüp toplanır." (Buharî, Müslim, Dârimî). Bu hadis, "O gün cehenneme 'Doldun mu?' diyeceğiz. O da 'Daha var mı?' diyecek." (50: 30) ayetinin tefsirine dairdir. Hz. Peygamber'in mugayyebat sahasına giren daha başka konulardaki ayetler hakkında da açıklamaları varsa da bu konuyu daha fazla uzatmayacağız. c- Ahlâka dair mücmel ayetleri beyanına misaller: Kur'ân'da müttakîlerin vasıfları zikr edilirken: "Bir de onlar işledikleri (günâh) üzerinde, bilip dururlarken ısrar etmeyenlerdir." (3: 135) sıfatı da sayılmaktadır. Rasûlullah"İstiğfar eden ısrar etmiş olmaz, günde yetmiş kerre (günâha) dönse bile." (Ebû Dâvud, Tirmizî) demekle, samimî olarak tevbe edip nedamet duyanın, aynı günâhı defalarca tekrarlamış olmasından dolayı ısrarlı sayılmayacağını belirtmiştir. Böylece insanların önünde, ahlaken yükselme imkânlarının her zaman için mevcut olduğunu göstermiştir. Diğer bir misal de şöyledir: "Eğer yasak edildiğiniz büyük (günâh)lardan kaçınırsanız sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz ve sizi şerefli bir mevkiye (getirip) sokarız." (4: 31). Bu ayetteki büyük günâhların neler olduğu müteaddit hadislerde şöylece bildirilmiştir. Enes İbn Mâlik naklediyor: Rasûlullah günahları zikretti (veya kendisine büyük günahlar soruldu). Dedi ki: "Allah'a şirk koş. mak, adam öldürmek, bir de ana babaya is. yan etmektir". Sonra dedi ki: "En büyük gft. nahın ne olduğunu söyleyeyim mi? O da ya, lan sözdür (yahut yalancı şahitliktir). Râvj Şu'be diyor ki: Galip zannıma göre "yalan şahitlik" demiştir (Müslim). Hz. Peygamber'e Allah nezdinde en büyük olan günahlar sorulduğunda cevaben: "Seni yaratmış olduğu halde Allah'a bir nazır uydurmandır, sonra seninle beraber yemesinden korktuğun için çocuğunu öldürmendir, sonra komşunun hanımıyla zina etmendir." buyurmuştur. (Buharî, Tirmizî, Müslim, Müsned-i Ahmed, Ebû Dâvud). Ebû Hureyre'den; Rasûlullah: "Helak edici olan yedi şeyden çekininiz" buyurdu. Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar nedir? denildi. Rasûlullah : "Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, bir hak karşılığı olmak müstesna Allah'ın haram kıldığı bir hayatı öldürmek, yetim malı yemek, faiz kazancı yemek, düşmana hücum sırasında savaştan kaçmak, zinadan masun olup hatırından bile geçmîyen Müslüman kadınlara zina isnad etmek" buyurdu (Müslim, Buharî, Ebû Dâvud). Bir defasında Hz. Peygamber'e "Büyük günahlar" {kehair) nedir?" diye sorulunca "Dokuzdur" dedikten sonra şirk, sihir, adam öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu mü'min kadınlara zina iftirasında bulunmak, ana ve babaya isyan etmek, Beyt-i Haram'i helâl sayma günâhlarını zikretmiştir (Ebû Dâvud). Bir başka hadiste "...ve yedi büyük günahtan kaçınırsa..." (Buharî, Neseî) şeklinde vârid olmuştur ki, sınırlama intibaını uyandırmaktadır. Bu konuda başka sahih hadisler de vardır. ç- Kur'ân'da mücmel olan kıssaları açıklaması ile ilgili misaller: mücmel olan peygamberler hakkında kıssalar ve geçmişte cereyan etmiş bazı hadiseler hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Bu kıssalar Kur'ân'da mücerret, o vak'alan bildirmek için değil cereyan etmiş hadiselerden insanların ibret alması gayesiyle varid olmuştur. Kıssalar, Kur'ân'ın indiriliş maksatlarını gerçekleştirmek için nakledilir. Hz. Âdem'den beri bütün peygamberlerin tevhide çağırdıklarını bildirmek, Hz. Muhammed'in nübüvvetini ispat etmek, hem onun hem de müminlerin kalplerini takviye edip teselli vermek, ibret çıkarılmasını temin etmek, şeytandan sakındırmak gibi esasa ait gayeler, bunların başında gelir. Rasûlullah'in açıklamaları da aynı gayelere yöneliktir. Gerek merak saikiyle sorulan bir soruya cevap olarak anlatırken, gerek vaaz sırasında hikâye ederken, onun bildirdiği kıssalar, hep hisse çıkarmak gayesini güder. İnsanların ekserisinin hakikatleri, daha ziyade dinlemeye teşvik edici kıssalar arasında öğrendiği malumdur. Bu hikmete binaen, gerek Kur'ân-ı Kerim'in ayetleri, gerek Hz. Peygamber'in hadisleri, Kur'ân'ın indiriliş maksatlarını gerçekleştirmek gayesiyle, muhatapların dikkatlerini uyanık tutan, fikirleri daha kolay ve etkili bir tarzda karşısındakine maleden ve bir çeşit "tevhid tarihi" demek olan kıssaları, bol bol serdetm işlerdir. Sünnette vârid olan kıssaların büyük bir kısmının özü Kur'ân'da mevcuttur; sünnet sadece tafsilat verir. Rasûlullah'in hikâye etiği bazı kıssaların esası Kur'ân'da yoktur; fakat bu kıssalar vasıtasıyla bazı ayetleri anlamak kolaylaşır. Şimdi her iki türe dair misaller vereceğiz. Rasûlullah'in anlattığı kıssanın doğrucan doğruya Kur'ân-ı Kerim'i açıklaması: Rasûlullah şöyle buyurmuştur: İsrailoğul-ları, çırıl çıplak yıkanırlar ve birbirlerinin Mahrem yerlerini görürlerdi; halbuki Mûsâ teK başına yıkanırdı. (Bir gün) dediler ki: Allah'a yemîn ederiz, Musa'yı bizimle birlikte yıkanmaktan meneden, husye İltihabından başka bir şey değildir." Hz. Peygamber devam etti: Bir gün Musa, yıkanmak için ayrılmıştı; elbiselerini bir taş üzerine koydu; fakat taş, elbiseleriyle birlikte yuvarlanmağa başladı. Mûsâ, "elbisem, ey taş, elbisem, ey taş!" diyerek taşın arkasından koşturunca, İsrailoğulları Musa'nın mahrem yerlerini gördüler ve, "Allah'a yemîn ederiz, Musa'da hiç bir şey yokmuş" dediler. Hazreti Peygamber ilave etti: Musa'nın mahrem yerleri görününce taş durdu; Mûsâ elbiselerini aldı ve taşa vurmağa başladı (Buharî, Müslim). Tirmizî ile Taberî rivayetlerinin sonunda, "İşte Allah Teâlâ'nın 'Ey îman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı.' (2: 261) kavl-i ilâhisi bunu ifade eder." ziyadesi vardır. İsrailoğullarının Hz. Musa'yı ne şekilde incittiklerini ve onun nasıl temize çıktığını böylece öğrenmiş oluyoruz. Diğer misalimiz Abdullah b. Mes'ûd'un rivayet ettiğidir: Rasûlullah dedi ki: "Bizden öncekiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar; onlardan üçü kurtuldu, diğerleri ise helak oldu. Bu üç fırkadan biri krallara karşı gelip Allah'ın ve Meryem oğlu İsa'nın dini uğruna onlarla savaştı, krallar da onları öldürdüler. Bunlardan ikinci fırkanın krallara karşı duracak kuvvetleri olmadığından, kavimleri arasında kalıp onları, Allah'ın ve Meryem oğlu İsa'nın dinine davet ettiler. Krallar onları da öldürdüler, testerelerle biçtiler. Üçüncü fırkanın ise ne kralların karşısına çıkacak, ne de kavimlerinin İçinde kalarak onları Allah'ın ve Meryem oğlu İsa'nın dinine davet edecek güçleri yoktu. Onlar da dağlara ve sahralara gidip, oralarda zühd hayatına girdiler. İşte Allah Teâlâ'nın "...İcadettikleri ruhbanlığı, biz onlara yazmamıştık..." (57: 27) sözünden maksat budur. Dedi kİ: Bunu sırf Allanın rızasını aramak gayesiyle yapmışlardı. (Âyetteki) "ama ona gereği gibi uymadılar" ifadesi hakkında dedi ki: "Yani kendilerinden sonra gelenler buna hakkiyle riayet etmediler. "Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik" ifadesi hakkında da: "İşte onlar, bana iman edip benim risaletimi tasdik edenlerdir. "Fakat onlardan birçoğu da yoldan çıkmıştır." Bu, yoldan çıkanlar ise, beni inkâr eden ve yalanlayanlardır." (Taberî, İbni Kesîr, Ebû Dâvud). Bu rivayete göre Rasûlullah "...icadettikleri ruhbanlığı biz onlara yazmamıştık, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için kendiliklerinden uyguladılar ama ona gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan îman edenlere mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan bir çoğu da yoldan çıkmıştır." (57: 27) ayetini tefsir etmiş ve Hz. İsa'dan sonra hıristiyanların durumunu bildirmiştir. Bu mânada bir haber İbn Abbas'a mevkuf olarak da rivayet olunmuştur (Tefsiru'n-Neseî). Bir başka misalimiz: Ebû Ubeyde b. el-Cerrah anlatıyor: "Yâ Rasûlullah! Kıyamet günü azabı en fazla olanlar kimler olacaktır?" diye sormuştum. "Bir peygamberi öldüren yahut münkeri emredip marufu yasaklayan kimselerdir" diye cevap verip sonra da şu ayeti okudu: "Allah'ın ayetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar arasında adaleti emredenleri öldürenler (var ya), onlara acı bir azabı müjdele. İşte onların yaptıkları, dünyada da ahİrette de boşa çıkmıştır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur." (3: 21-22) Daha sonra Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ey Ebâ Ubeyde, İsrailoğulları bir günün evvelinde bir saat içinde kırk üç peygamber öldürmüşlerdi. İsrailoğullarının âbid-lerinden yüz on iki yiğit ayağa kalkıp, onları öldürenlere marufu emr ve münkerden neh-yettiler. Bunun üzerine aynı günün sonunda, onların da hepsi öldürüldü. İşte Allah Azze ve Celle hazretlerinin (bu ayette) zikrettiği kişiler bunlardır." (Taberî). Rasûlullah bu hadisiyle, hadisin metninde zikri geçen Âlî İmrân suresinin 21 ve 22. ayetlerini açıklamış, İsrailoğullarının, peygamberleri ve marufu emr eden temiz insanları nasıl öldürdüklerini anlatmıştır. II. Rasûlullah'ın anlattığı kıssanın dolayı olarak Kur'ân'ı açıklaması: Yukarıda belirtf ğimiz gibi bunlar, esasları Kur'ân'da mevcut olmadığı halde Hz. Peygamber tarafında. anlatılan ve herhangi bir ayetin izahını kolay laştıran kıssalardır. Habbab b. el-Eret diyor ki: "(Peygamberliği. nin başlangıcında) Rasûlullah, Kabe'nin gölgesinde bir cübbeye bürünmüş bir halde iken kendisine halimizden şikâyet ettik: "Bizim için Allah'tan yardım dilemez misin? dua etmez misin?" dedik. Buyurdu ki:"Sizden önceki ümmetlerde mümin kişi alınır, onun için yerde bir çukur kazılır, oraya konulup testere getirilir, başı ikiye biçilir, demir tırmıklarla eti kemiğinden taranmak suretiyle ayrılırdı da, bütün bu yapılanlar onu dininden döndürmezdi. Allah'a yemin ederim ki, Allah bu dini kemale erdirecektir. Öyle ki bir süvari San'a'dan kalkıp Hadramut'a kadar -Allah'tan ve kurdun koyunlarına saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmaksızın- gidebilecektir, fakat siz acele ediyorsunuz." (Buharı). Bu rivayet "Yoksa siz, sizden önce geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki..." (2: 214) ayetinde mücmel olarak geçen "öncekilerin başına gelen halleri", bazı misaller vermek suretiyle açıklamaktadır. Diğer bir misal: Cabir b. Abdullah şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Hicr diyarından geçerken dedi ki: "Mucize istemeyin, zira Hz. Salih'in kavmi mucize istedi. Ona verilen mucizevî dişi deve, şu geçitten gelip, şu geçitten de çıkıyordu. Onlar, Rablerinin emrini dinlemeyip onu boğazladılar. Nöbetleşe olarak bir gün deve onların suyunu içiyor, bir gün de onlar onun sütünü içiyorlardı. (Nankörlük ederek) onu boğazlayınca, o müthiş sayha onları ansızın yakalayıverdi. Allah Teâlâ, haremine sığınan bir tek adam haricinde, onların hepsini helak etti." Dediler ki: "Kimdi o adam, ya Rasûlullah?" Dedi kî: "Ebû Riğal idi, haremden çıkınca diğerlerinin başına gelen azap, ona da isabet etti." (Müsned-i Ahmed, Taberî, İbni Kesîr). Hz. Salih'in dişi devesi ve Semûd kavminin onu öldürdükleri bazı ayetlerde bildirilirse de Peygamber'in anlattığı şekliyle, kıssanın bir kısım unsurları Kur'ân'da mevcut değildir. Aynı konuya dair, Semûd kavminden dişi deveyi öldüren adamın tavsifini ihtiva eden şu hadis de böyledir. Rasûlulah bir defasında, hutbe irad ederken, Semûd kavmine verilen dişi deveden ve onu boğazlayan adamdan bahsetti. "En nasibsizleri ayaklandığı zaman" (91: 12) ayetini okuyup: "Kavminde muteber, şımarık, (Zübeyr b. Avvâm'ın amcası) Ebû Zem'a gibi güçlü kuvvetli bir adam, deveye doğru (boğazlamak üzere) ayaklanmıştı." (Buharı, Müslim). Bu sıfatlar Kur'ân'da zikr edilmemektedir. Bu türden başka çok örnekler mevcuttur. |