๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 22 Ağustos 2012, 09:56:01



Konu Başlığı: Mücmeli Beyan Etmesi
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 22 Ağustos 2012, 09:56:01
2- Mücmeli Beyan Etmesi

a- Ahkâma dair mücmelleri beyan etmesine m isal/er:

"... İçinizden hasta olan, ya da başından bir rahatsızlığı bulunan (bundan ötürü tıraş ol­mak zorunda kalan) kimse, oruçtan, sadaka­dan, veya kurbandan (biriyle) fidye (ver­sin)..." (2: 196) ayetinin tefsiri makamında şu hadis varid olmuştur. Kâ'b b. Ucre diyor kî: İhramda iken Rasûlullah bana uğradı. O sıra­da ben de tencerenin altında ateş yakıyordum Bitler ise yüzüme dağılacak kadar fazla idi. Rasûlullah bana: "Başındaki bu haşerat sana eziyet vermiyor mu?" dedi. "Evet" dedim. Buyurdu ki: "Başını tıraş et, üç gün oruç tut, ya (her fakire yarım şa' olmak üzere) altı fa­kir doyur, yahut da bir koyun boğazla" de­miştir (Buharî, Müslim, Tirmizî). Böylece ayetteki oruç, sadaka veya kurban fidyesinin keyfiyyetini izah etmiştir.

Diğer misal: Kur'ân'da "... bir hak olmadıkça Allah'ın haram ettiği cana kıymayın..." (15) buyurulmuştur. Rasûlullah bu hadisiyle ayetteki "bir hak olmadıkça" kısmını açıkla­yarak, hangi hallerde Öldürmenin haklı olaca­ğını şöyle açığa kavuşturmuştur: "Allah'tan başka tanrı olmadığına ve benim Allah'ın Rasûlü olduğuma iman eden hiçbir müslüman kişinin kanı helâl olmaz. Ancak şu üç şeyden birini yaparsa (kanı helâl olur): Adam öldürmek, evli iken zina etmek, dinden çıkıp Müslümanlardan ayrılmak (Buharî, Müslim, Müsned-i Bezzar, Müsned-i Ebu Ya'la).

gir başka misal de şöyledir: Hırsızlık yapan­lar hakkında Kur'ân'da "Hırsız erkek ve kadı­nın yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesiniz" (5: 38) buyurulur. Ayette umumi olarak zikredilen hırsızlığın, ukubete müstahak olan haddini, Rasûlullah şu hadisiyle şöyle tahsis ve beyan etmiştir: ^Çeyrek dinar veya daha fazla miktardan ça­lanın eli kesilir." (Ebû Dâvud, Tirmizî, er-Ri-sale).

Hz. Peygamber'in ibadetlere ve muamela­ta dair mücmel ayetleri beyan etmesinin mi­salleri sayilamıyacak kadar çok ve teferruatlı­dır. Fıkıh mevzularına göre tertip edilmiş olan sahih hadis kitapları, hep bu neviden olan açıklamalarla doludur.

b- Mugayyebata dair mücmel ayetleri beya­nı:

Miktar itibariyle Hz. Peygamber'in tefsiri­ni incelerken kaydettiğimiz gibi, İbni Âtiyye ve başka âlimlere göre, "tefsirini Cibril'in öğrettiği ayetlerin" önemli bir kısmı, mugay­yebata ait olan ayetlerdir.

I. Hilkatin başlangıcı hakkındaki açıklamala­rına misal: Bu hadis "O, rahmet etmeyi (lûtfu ile) kendi üstüne almıştır" (6: 12) ayetini açıklamaktadır. Buna göre Ebû Hureyre, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini bildirmekte­dir: Allah Teâlâ mahlûkatı ilk yarattığında, ''Muhakkak ki Benim merhametim gazabım­dan ileridir" diye nezdinde duran bir taahhüd-name yazarak Arşının üzerine koymuştur (Taberî, İbni Kesîr, Buharî, Müslim).

İnsanın yaratılışı hakkındaki açıklamaları­ma misal: Ebû Musa el-Eş'ari'den şöyle dediği rivayet olunur: Rasûlullah şöyle buyur­du: Allah Teâlâ Âdem'i, yeryüzünün her yerinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı, "Bundan ötürüdür ki, Âdemoğulları yere göre olmuşlardır; onlardan kimisi pembe tenli, ki- siyah, kimisi beyaz, kimisi de esmer ve bu renklerin arasındaki renklerdedir. Adem oğullarının da (yer gibi) sarp olanı, düz ve yumuşak olanı, iyi olanı ve kötü olanı vardır (Ebû Dâvud, Taberî, Müsned-i Amed, Tirmizî).

Bu hadis "Sizi bir topraktan yaratmış olması da, O'nun ayetlerindendir" (30: 20) ve "Gök­leri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renkleri­nizin birbirine uymaması da O'nun ayetlerin­dendİr" (30: 22) ayetleri ile ilgilidir.

Bu çeşit birkaç misal daha vardır .

III.  İnsanın ana karnında yaratılmasına dair açıklaması ise şöyledir: Abdullah b. Mes'ud bildiriyor: Hem doğru söyleyen, hem de Al­lah tarafından doğrulanan Rasûlullah bize dedi ki: Sizden her birinizin hilkati ilk kırk gün zarfında derlenip toparlanır. Bunun kadar bir zaman zarfında alaka olur. Sonra bu kadar bir müddet içinde bir çiğnem et parçası (gibi şeyler) olur. Daha sonra melek gönderilip ona ruh üflenir ve dört söz emredilir, yani rızkını, ecelini, amelini, bir de bedbaht mı bahtiyar mı olacağını yazması emredilir (Buharî, Müslim).

Rasûlullah bu hadisiyle "Ey insanlar, eğer siz öldükten sonra tekrar dirilmek hususunda herhangi bir şüphe içinde iseniz şu muhak­kaktır ki biz sizi(n aslınızı) topraktan, sonra (onun zürriyetini) insan suyundan, sonra ala­kadan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık..." (22: 5; 23: 14) ayeti­ni tefsir etmiştir.

IV.  Allah Teâlâ'nm kâinatı tedbirine dair açıklaması: Ebû Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle söylediğini bildirmiştir: Cenab-ı Hak gökyüzündeki meleklere bir emrin infaz olunmasını   hükmettiği   zaman,    Allah Teâlâ'nın -düz bir taş üstündeki zincir sesi gibi mehabetli oldn- bu ilâhî hükmüne melek­ler tamamiyle boyun eğerek (korku ile) ka­natlarını birbirine vururlar. Gönüllerinden bu korku gidince de melekler (Cebrail ve Mikâil gibi mukarreb meleklere): "Rabbiniz ne söy­ledi" diye sorarlar. (Mukarreb melekler:)

"Allah'ın söylediği hak sözdür", diye Al­lah'ın hüküm ve takdirini bildirirler ve "Al­lah Yücedir, Büyüktür" derler (34: 23). Al­lah'ın emir ve takdirini, söz hırsızı bir şeytan işiterek, birbiri üstüne dizilmiş söz hırsızı şeytanlara iletir (Ravî Süfyan onların bu sık-lığirıı elleriyle de göstermişti). Böylece işit­tikleri sözü birbirine naklede ede nihayet bü­yücünün veya kâhinin lisanına kadar gelir. Şeytanlar bu vaziyette iken meleklerin ko­nuşmalarını işiten en üstteki şeytana bîr ateş parçası yetişip altındakilere o haberi ulaştır­madan onu yakar. Bazı defa da ateş erişme-yip altındaki kâhine haber verir. O da haberle beraber yüz yalan da üstüne koyarak halka sö'yler (ilâhî emir yeryüzünde tahakkuk edin-ce-de) "kâhin falan gün bize şöyle söyleme­miş miydi?" denir durur, yani gökten sızdırı­lan o söz sebebiyle doğrulanır (Buharı, Tirmizî, İbni Mâce).

Rasûlullah tarafından ayetin (34: 23) zikredilmesinden de açıkça anlaşılıyor ki bu hadis, ayetin tefsirini ihtiva etmektedir .

V. Kaderle ilişkili ayetleri açıklaması: Hz. Ali şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah bir gün oturmuş, elinde bulunan bir değneği dü­şünceli bir halde yere vurup dürtüştürüyordu, Bir ara başını kaldırdı ve: "Sizden hiç bir ne­fis müstesna olmamak üzere cennetteki yeri de, ateşteki yeri de bilinmiştir," buyurdu. Bu­nun üzerine sahabîler: "Yâ Rasûlullah! O hal­de niçin amel edip çalışıyoruz? Biz bu bilin­miş olan yazımız üzerine itimad etmİyelİm mi? (yani, o halde amelin faydası nedir)" de­diler. Rasûlullah: "Hayır, siz o bilinmiş olan yazınıza dayanıp durmayınız. Amel edip çalı­şınız. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa o, ken­disine kolaylaştırılmıştır." buyurdu. Sonra da şu mealdeki ayetleri okudu: "Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Fakat kim cimrilik eder, kendisini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa, biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız." (92: 5-10) (Buharî, Müslim, Tirmizî, İbni Mâce).

İmrân b. Husayn'ın bildirdiğine göre (Müs­lim), Muzeyne kabilesinden iki kimse Rasûlullah'in yanına geldiler ve şöyle de­diler: "Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanların bu gün işlemekte oldukları ve emek çekip didinegeldikleri şeye ne buyurursun? Bu, üzerlerine hükmedilen ve geçmiş bir kaderden olarak kendilerine gelen bir şey midir? Veya Pey­gamberlerinin getirdiği ve üzerlerine hüccet sabit olan şeylerden olarak kendilerinin karşı­laşacakları şeyler içinde midir?" Rasûlullah şöyle buyurdu: "Hayır, bu ikinci şekil değil. Fakat üzerlerine hükmolunan ve kendilerine gelen bir şeydir (kaderdir). Azîz ve Celîl olan Allah'ın Kitabında bunun tasdîki şu ayet-tir:"Her bir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü, hem korunmasını ilham edene..." (91: 7-8).

Birinci hadisin sonunda Hz. Peygamber'in ayetle misallendirmesinden, ikincide de ayet­le şahit göstermesinden de açıkça anlaşılıyor ki zikredilen hadisler, söz konusu ayetleri tef­sir etmektedir.

VI.  Kalbi hâllere ait mücmelleri açıklaması: Ebû Hureyre'den; Peygamber buyurdu ki: "Kul bir günah yaptı mı kalbine siyah bir nokta konulur. O, bunu tevbe ve istiğfar ile koparıp attığı zaman kalbi cilalandırılır. Fa­kat tekrar (günaha) dönerse o noktalar artırı­lır. Nihayet kalbini kaplar. İşte bu, Cenab-ı Hakk'ın şu ayette beyan buyurduğu "pas"dır: "Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur." (83:  14) (Tirmizî, Müsned-i Ahmed, İbni Mâce).

VII.  Müslümanların geleceğine ait ayetler hakkında beyanı: Hz. Peygamber'e "De ki: 'O, size üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeye veya sîzi birbi­rinize katıp kiminize kiminin hıncını tattır­maya kaadirdir." (6: 65) ayeti hakkında soru­lunca şu cevabı verdi: "Onlar olacaktır, fakat bu ayetin te'vili (ayete uygun hadiseler) he­nüz gelmemiştir." (Tirmizî, Taberî).

Bu ayetin tefsiri ile ilgili bir başka hadis şöy­ledir:

Câbİr'den yapılan bir rivayete göre: Bu ayet nazil olduğunda Rasûlullah, birinci ve ikinci azabdan Allah'a sığınmış, üçüncüden sonra ;se "Bu ehvendir." demiştir (Buharî, Tirmizî). Gelecek hadis, bu Câbir hadisinden maksadı açıklamaktadır: İbn Abbas'ın Peygamber'den rivayeti şöyledir:

"Ümmetimden dört şeyi kaldırması için Al­lah'a dua ettim. Bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaya razı olmadı. Gökten recmi (taş yağmasını), hasfı (yere batmayı), onları birbirine katmayı ve birbirinin hıncını tattırmayı ümmetimden kaldırmasını diledim. Hasf ile recmi kaldırdı, öbür ikisini kaldırma­ya razı olmadı." (Fethu'l-Bari) hadisi (Taberî, Tirmizî), hasf ile recm'in de vaki olacağını bildirmektedir. İbn Hacer, Câbir'in rivayet ettiği hadisle bu hadis arasında —ilk nazarda zannedilen— tearuzu gidermek maksadı ile der ki: "Câbir hadisindeki mezkûr iâze muay­yen bir zamana mahsustur. O zaman da saha­be devri ile "hayrul-kurûn" zamanıdır. (Muhtemelen tabiûn ve etbâu't-tabiîn neslini kastediyor). Fakat o devirlerden sonra bunla­rın vukuu caizdir." der ve az önce zikredilen "Onlar olacaktır; fakat bu ayetin te'vili henüz gelmemiştir." hadisiyle istidlal eder.

Netice olarak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber söz konusu ayette, İslâm ümmetinin istik­baline dair bazı işaretlerin bulunduğunu mü­teaddit hadisleriyle bildirmiştir.

Ebû Hureyre'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Nefsim elinde olan Zâta yemin ederim ki, sizden öncekilerin tu­tumlarını karış karış, zira zira, kulaç kulaç iz­leyeceksiniz; öyle ki onlar bir kertenkele deliğıne girmiş olsalar siz de gireceksiniz." "Onlar kimdir, ey Allah'ın Rasûlü? Ehl-i Ki­tap mıdır?" diye sorulunca: "Başka kim ola­cak ki?" dedi. Ebû Hureyre devamla dedi ki: iterseniz Kur'ân'm şu ayetini okuyun: "Siz, ey münafıklar) kendinizden öncekiler gibisiniz. Üstelik onlar kuvvetçe sizden daha çetin, mal ve evlat bakımından sizden daha varlıklı İdiler. Dünya hayatından nasibleri kadar zevk sürmeye bakmışlardı. İşte sizden öncekiler, nasibleri ile nasıl zevk sürmek istedilerse, siz de öyle kısmetinizle zevk sürmeye baktınız; siz de (gaflete) dalanlar gibi daldınız (...)" (9: 69). Ebû Hureyre: "(Bu ayetteki) halâk (nasip), din demektir, "siz de (gaflete) dalanlar gibi daldınız" hakkında, "ey Allah'ın Rasûlü, İranlıların ve Rumların yaptıkları gibi mi?" diye sordular. Cevaben: "Evet, burada bahse­dilen "insanlar"dan maksat, onlardır" buyur­du (Taberî).

VIII.  Kıyamet alâmetleri hakkındaki mücmel ayetleri açıklamasına misâl:  Ebu Hureyre'den; Rasûlullah şöyle buyurmuştu: Gü­neş, battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Güneş batı tarafından doğduğu zaman, toptan bütün insanlar iman edecekler. Fakat işte o gün '... önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kim­seye artık îmanı bir fayda sağlamaz..." (6: 158). Hz. Peygamber bu hadisiyle, âyetin baş taraflarında, geleceği bildirilen "Rabbin alâmetlerinden birinin" güneşin batıdan doğ­ması olduğunu hatırlatmıştır. (Buharî, Müs­lim, Ebû Dâvud).

IX.  Kıyamet ahvali hakkındaki mücmelleri açıklamasına   misal:   Bir  rivayete   göre Rasûlullah ashabını toplayarak "Ey insan­lar, Rabbinizden sakının. Çünkü kıyamet zel­zelesi müthiş bir şeydir." (22: 1) ayetini oku­duktan sonra, "Bunun hangi gün olduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş, müteakiben o günün dehşetini anlatarak "ve her gebe ka­dının çocuğunu düşüreceği zamandır. Ve on­da mahşer halkını sarhoşlar halinde görürsün. Halbuki onlar hiç de sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azabı çok şiddetlidir." (22: 2) ayeti­nin bu esnada tahakkuk edeceğini bildirmiştir (Buharî, Müslim, Tirmizî).

X.  Cennet ve cehennem ahvaline dair müc­melleri açıklamasına misal: Ebû Hureyre'den rivayetle, Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Cennet ve cehennem münakaşa ettiler. Cen­net şöyle dedi: 'Neden bana insanların yalnız fakirleri giriyor?' Cehennem de: 'Neden bana sadece zorbalar ve mütekebbirler giriyor? dedi. Cenâb-ı Allah cehenneme: 'Sen benim azabımsın, dilediğimi seninle azaplandırı-rım', cennete ise 'Sen benim rahmetimsin, seninle dilediğime rahmet ederim, sizin her biriniz için dolmak vardır.' buyurur. Cenâb-ı Hak cennetin boşluklarını doldurmak için ye­niden birtakım halk yaratır. Cehenneme ge­lince, insanlar oraya atıldıkça o, 'daha var mı?' der. Nihayet Allah Teâlâ ayağını cehen­neme koyar (kahr ve tezlil eder), o da: 'Yeti­şir, yetişir, yetişir!' der. İşte o zaman cehen­nem dolar ve bazısı bazısına büzülüp topla­nır." (Buharî, Müslim, Dârimî).

Bu hadis, "O gün cehenneme 'Doldun mu?' diyeceğiz. O da 'Daha var mı?' diyecek." (50: 30) ayetinin tefsirine dairdir.

Hz. Peygamber'in mugayyebat sahasına giren daha başka konulardaki ayetler hakkın­da da açıklamaları varsa da bu konuyu daha fazla uzatmayacağız.

c- Ahlâka dair mücmel ayetleri beyanına mi­saller:

Kur'ân'da müttakîlerin vasıfları zikr edilir­ken: "Bir de onlar işledikleri (günâh) üzerin­de, bilip dururlarken ısrar etmeyenlerdir." (3: 135) sıfatı da sayılmaktadır. Rasûlullah"İstiğfar eden ısrar etmiş olmaz, günde yet­miş kerre (günâha) dönse bile." (Ebû Dâvud, Tirmizî) demekle, samimî olarak tevbe edip nedamet duyanın, aynı günâhı defalarca tek­rarlamış olmasından dolayı ısrarlı sayılmaya­cağını belirtmiştir. Böylece insanların önün­de, ahlaken yükselme imkânlarının her za­man için mevcut olduğunu göstermiştir.

Diğer bir misal de şöyledir: "Eğer yasak edil­diğiniz büyük (günâh)lardan kaçınırsanız si­zin (öbür) kabahatlerinizi örteriz ve sizi şe­refli bir mevkiye (getirip) sokarız." (4: 31). Bu ayetteki büyük günâhların neler olduğu müteaddit hadislerde şöylece bildirilmiştir.

Enes İbn Mâlik naklediyor: Rasûlullah günahları zikretti (veya kendisine büyük günahlar soruldu). Dedi ki: "Allah'a şirk koş. mak, adam öldürmek, bir de ana babaya is. yan etmektir". Sonra dedi ki: "En büyük gft. nahın ne olduğunu söyleyeyim mi? O da ya, lan sözdür (yahut yalancı şahitliktir). Râvj Şu'be diyor ki: Galip zannıma göre "yalan şahitlik" demiştir (Müslim).

Hz. Peygamber'e Allah nezdinde en bü­yük olan günahlar sorulduğunda cevaben: "Seni yaratmış olduğu halde Allah'a bir nazır uydurmandır, sonra seninle beraber yemesin­den korktuğun için çocuğunu öldürmendir, sonra komşunun hanımıyla zina etmendir." buyurmuştur. (Buharî, Tirmizî, Müslim, Müsned-i Ahmed, Ebû Dâvud).

Ebû Hureyre'den; Rasûlullah: "Helak edi­ci olan yedi şeyden çekininiz" buyurdu. Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar nedir? denildi. Rasûlullah : "Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, bir hak karşılığı olmak müstesna Al­lah'ın haram kıldığı bir hayatı öldürmek, ye­tim malı yemek, faiz kazancı yemek, düşma­na hücum sırasında savaştan kaçmak, zinadan masun olup hatırından bile geçmîyen Müslü­man kadınlara zina isnad etmek" buyurdu (Müslim, Buharî, Ebû Dâvud).

Bir defasında Hz. Peygamber'e "Büyük günahlar" {kehair) nedir?" diye sorulunca "Dokuzdur" dedikten sonra şirk, sihir, adam öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, sa­vaştan kaçmak, namuslu mü'min kadınlara zina iftirasında bulunmak, ana ve babaya is­yan etmek, Beyt-i Haram'i helâl sayma günâhlarını zikretmiştir (Ebû Dâvud).

Bir başka hadiste "...ve yedi büyük günahtan kaçınırsa..." (Buharî, Neseî) şeklinde vârid olmuştur ki, sınırlama intibaını uyandırmak­tadır. Bu konuda başka sahih hadisler de var­dır.

ç- Kur'ân'da mücmel olan kıssaları açıkla­ması ile ilgili misaller: mücmel olan peygamberler hakkında kıssalar ve geçmişte cereyan etmiş bazı hadiseler hak­kında açıklamalarda bulunmuştur. Bu kıssa­lar Kur'ân'da mücerret, o vak'alan bildirmek için değil cereyan etmiş hadiselerden insan­ların ibret alması gayesiyle varid olmuştur. Kıssalar, Kur'ân'ın indiriliş maksatlarını gerçekleştirmek için nakledilir. Hz. Âdem'den beri bütün peygamberlerin tevhide çağırdık­larını bildirmek, Hz. Muhammed'in nü­büvvetini ispat etmek, hem onun hem de mü­minlerin kalplerini takviye edip teselli ver­mek, ibret çıkarılmasını temin etmek, şeytan­dan sakındırmak gibi esasa ait gayeler, bunların başında gelir. Rasûlullah'in açıklama­ları da aynı gayelere yöneliktir. Gerek merak saikiyle sorulan bir soruya cevap olarak anla­tırken, gerek vaaz sırasında hikâye ederken, onun bildirdiği kıssalar, hep hisse çıkarmak gayesini güder. İnsanların ekserisinin haki­katleri, daha ziyade dinlemeye teşvik edici kıssalar arasında öğrendiği malumdur. Bu hikmete binaen, gerek Kur'ân-ı Kerim'in ayetleri, gerek Hz. Peygamber'in hadisle­ri, Kur'ân'ın indiriliş maksatlarını gerçekleş­tirmek gayesiyle, muhatapların dikkatlerini uyanık tutan, fikirleri daha kolay ve etkili bir tarzda karşısındakine maleden ve bir çeşit "tevhid tarihi" demek olan kıssaları, bol bol serdetm işlerdir.

Sünnette vârid olan kıssaların büyük bir kıs­mının özü Kur'ân'da mevcuttur; sünnet sade­ce tafsilat verir. Rasûlullah'in hikâye etiği bazı kıssaların esası Kur'ân'da yoktur; fakat bu kıssalar vasıtasıyla bazı ayetleri anlamak kolaylaşır. Şimdi her iki türe dair misaller ve­receğiz.

Rasûlullah'in anlattığı kıssanın doğru­can doğruya Kur'ân-ı Kerim'i açıklaması: Rasûlullah şöyle buyurmuştur: İsrailoğul-ları, çırıl çıplak yıkanırlar ve birbirlerinin Mahrem yerlerini görürlerdi; halbuki Mûsâ teK başına yıkanırdı. (Bir gün) dediler ki: Allah'a yemîn ederiz, Musa'yı bizimle birlikte yıkanmaktan meneden, husye İltihabın­dan başka bir şey değildir." Hz. Peygamber devam etti: Bir gün Musa, yıkanmak için ayrılmıştı; elbiselerini bir taş üzerine koydu; fakat taş, elbiseleriyle birlikte yuvarlanmağa başladı. Mûsâ, "elbisem, ey taş, elbisem, ey taş!" diyerek taşın arkasından koşturunca, İsrailoğulları Musa'nın mahrem yerlerini gör­düler ve, "Allah'a yemîn ederiz, Musa'da hiç bir şey yokmuş" dediler. Hazreti Peygamber ilave etti: Musa'nın mahrem yerleri görü­nünce taş durdu; Mûsâ elbiselerini aldı ve ta­şa vurmağa başladı (Buharî, Müslim).

Tirmizî ile Taberî rivayetlerinin sonunda, "İş­te Allah Teâlâ'nın 'Ey îman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Al­lah onu dedikleri şeyden temize çıkardı.' (2: 261) kavl-i ilâhisi bunu ifade eder." ziyadesi vardır. İsrailoğullarının Hz. Musa'yı ne şekil­de incittiklerini ve onun nasıl temize çıktığını böylece öğrenmiş oluyoruz.

Diğer misalimiz Abdullah b. Mes'ûd'un riva­yet ettiğidir: Rasûlullah dedi ki: "Bizden öncekiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar; onlar­dan üçü kurtuldu, diğerleri ise helak oldu. Bu üç fırkadan biri krallara karşı gelip Allah'ın ve Meryem oğlu İsa'nın dini uğruna onlarla savaştı, krallar da onları öldürdüler. Bunlar­dan ikinci fırkanın krallara karşı duracak kuvvetleri olmadığından, kavimleri arasında kalıp onları, Allah'ın ve Meryem oğlu İsa'nın dinine davet ettiler. Krallar onları da öldürdü­ler, testerelerle biçtiler. Üçüncü fırkanın ise ne kralların karşısına çıkacak, ne de kavimle­rinin İçinde kalarak onları Allah'ın ve Mer­yem oğlu İsa'nın dinine davet edecek güçleri yoktu. Onlar da dağlara ve sahralara gidip, oralarda zühd hayatına girdiler. İşte Allah Teâlâ'nın "...İcadettikleri ruhbanlığı, biz on­lara yazmamıştık..." (57: 27) sözünden mak­sat budur. Dedi kİ: Bunu sırf Allanın rızasını aramak gayesiyle yapmışlardı. (Âyetteki) "ama ona gereği gibi uymadılar" ifadesi hak­kında dedi ki: "Yani kendilerinden sonra gelenler buna hakkiyle riayet etmediler. "Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik" ifadesi hakkında da: "İşte onlar, bana iman edip benim risaletimi tasdik edenlerdir. "Fa­kat onlardan birçoğu da yoldan çıkmıştır." Bu, yoldan çıkanlar ise, beni inkâr eden ve yalanlayanlardır." (Taberî, İbni Kesîr, Ebû Dâvud).

Bu rivayete göre Rasûlullah "...icadettikleri ruhbanlığı biz onlara yazmamıştık, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için kendiliklerin­den uyguladılar ama ona gereği gibi uymadı­lar. Biz de onlardan îman edenlere mükâfat­larını verdik. Fakat onlardan bir çoğu da yol­dan çıkmıştır." (57: 27) ayetini tefsir etmiş ve Hz. İsa'dan sonra hıristiyanların durumunu bildirmiştir. Bu mânada bir haber İbn Abbas'a mevkuf olarak da rivayet olunmuştur (Tefsiru'n-Neseî).

Bir başka misalimiz: Ebû Ubeyde b. el-Cerrah anlatıyor: "Yâ Rasûlullah! Kıyamet günü azabı en fazla olanlar kimler olacaktır?" diye sormuştum. "Bir peygamberi öldüren yahut münkeri emredip marufu yasaklayan kimse­lerdir" diye cevap verip sonra da şu ayeti okudu: "Allah'ın ayetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberleri öldürenler, insan­lar arasında adaleti emredenleri öldürenler (var ya), onlara acı bir azabı müjdele. İşte on­ların yaptıkları, dünyada da ahİrette de boşa çıkmıştır. Onların hiçbir yardımcıları da yok­tur." (3: 21-22) Daha sonra Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ey Ebâ Ubeyde, İsrailoğulları bir günün evvelinde bir saat içinde kırk üç pey­gamber öldürmüşlerdi. İsrailoğullarının âbid-lerinden yüz on iki yiğit ayağa kalkıp, onları öldürenlere marufu emr ve münkerden neh-yettiler. Bunun üzerine aynı günün sonunda, onların da hepsi öldürüldü. İşte Allah Azze ve Celle hazretlerinin (bu ayette) zikrettiği kişiler bunlardır." (Taberî).

Rasûlullah bu hadisiyle, hadisin metninde zikri geçen Âlî İmrân suresinin 21 ve 22. ayetlerini açıklamış, İsrailoğullarının, pey­gamberleri ve marufu emr eden temiz insan­ları nasıl öldürdüklerini anlatmıştır.

II. Rasûlullah'ın anlattığı kıssanın dolayı olarak Kur'ân'ı açıklaması: Yukarıda belirtf ğimiz gibi bunlar, esasları Kur'ân'da mevcut olmadığı halde Hz. Peygamber tarafında. anlatılan ve herhangi bir ayetin izahını kolay laştıran kıssalardır.

Habbab b. el-Eret diyor ki: "(Peygamberliği. nin başlangıcında) Rasûlullah, Kabe'nin gölgesinde bir cübbeye bürünmüş bir halde iken kendisine halimizden şikâyet ettik: "Bizim için Allah'tan yardım dilemez misin? dua etmez misin?" dedik. Buyurdu ki:"Sizden ön­ceki ümmetlerde mümin kişi alınır, onun için yerde bir çukur kazılır, oraya konulup testere getirilir, başı ikiye biçilir, demir tırmıklarla eti kemiğinden taranmak suretiyle ayrılırdı da, bütün bu yapılanlar onu dininden döndür­mezdi. Allah'a yemin ederim ki, Allah bu di­ni kemale erdirecektir. Öyle ki bir süvari San'a'dan kalkıp Hadramut'a kadar -Al­lah'tan ve kurdun koyunlarına saldırmasın­dan başka hiçbir şeyden korkmaksızın- gide­bilecektir, fakat siz acele ediyorsunuz." (Buharı).

Bu rivayet "Yoksa siz, sizden önce geçenle­rin hâli başınıza gelmeden cennete girivere­ceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk­lar, sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki..." (2: 214) ayetinde mücmel olarak geçen "öncekilerin başına gelen halleri", bazı misal­ler vermek suretiyle açıklamaktadır.

Diğer bir misal: Cabir b. Abdullah şöyle an­latıyor: Hz. Peygamber Hicr diyarından ge­çerken dedi ki: "Mucize istemeyin, zira Hz. Salih'in kavmi mucize istedi. Ona verilen mucizevî dişi deve, şu geçitten gelip, şu ge­çitten de çıkıyordu. Onlar, Rablerinin emrini dinlemeyip onu boğazladılar. Nöbetleşe ola­rak bir gün deve onların suyunu içiyor, bir gün de onlar onun sütünü içiyorlardı. (Nan­körlük ederek) onu boğazlayınca, o müthiş sayha onları ansızın yakalayıverdi. Allah Teâlâ, haremine sığınan bir tek adam haricin­de, onların hepsini helak etti." Dediler ki: "Kimdi o adam, ya Rasûlullah?" Dedi kî:

"Ebû Riğal idi, haremden çıkınca diğerlerinin başına gelen azap, ona da isabet etti." (Müsned-i Ahmed, Taberî, İbni Kesîr).

Hz. Salih'in dişi devesi ve Semûd kavminin onu öldürdükleri bazı ayetlerde bildirilirse de Peygamber'in anlattığı şekliyle, kıssa­nın bir kısım unsurları Kur'ân'da mevcut de­ğildir. Aynı konuya dair, Semûd kavminden dişi deveyi öldüren adamın tavsifini ihtiva eden şu hadis de böyledir.

Rasûlulah bir defasında, hutbe irad eder­ken, Semûd kavmine verilen dişi deveden ve onu boğazlayan adamdan bahsetti. "En nasibsizleri ayaklandığı zaman" (91: 12) ayetini okuyup: "Kavminde muteber, şımarık, (Zübeyr b. Avvâm'ın amcası) Ebû Zem'a gibi güçlü kuvvetli bir adam, deveye doğru (bo­ğazlamak üzere) ayaklanmıştı." (Buharı, Müslim).

Bu sıfatlar Kur'ân'da zikr edilmemektedir. Bu türden başka çok örnekler mevcuttur.