๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 15 Haziran 2012, 19:20:20



Konu Başlığı: Medeni Hukuk
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 15 Haziran 2012, 19:20:20
MEDENİ HUKUK

İslâm medenî hukuku gayet şümullü olup fertlerin fertlere karşı olduğu kadar devlet ve­ya yönetime karşı olan haklarını ilgilendiren her tür olayı içine alır. Vakıf, sahibi bilinme­yen bulunmuş define, kefalet-rehin, kira {ka­re), satış, ortaklık (şirket), mudarebe, tarım sözleşmesi (müzara'a), bahçıvanlık akdi (müsakât), başkalarından önce satın alma hakkı (şufa), borçların devri (havale), ema­net (vedia), karşılıklı yardım ve dostluk akdi (veiâyi müvâlât), zorla alma (gasp), boş top­rakların ekilmesi (mevaî), avlanma, cezaların tanzim edilmesi (mevakil), vasiyet, iflas vd. gibi çok değişik problemlerle ilgili hükümler barındırır. Bir ferdin şahsî ilişkileri ve mülki­yet ile ilgili önemli kurallar aşağıda verilmiş­tir.

Borçların Devri (Havale): Havale kelimesi herhangi bir şeyin bir yerden başka bir yere nakledilmesi anlamını taşır ve hukukta borcun kefalet ve tasdik yoluyla asıl borçludan diğer bir şahsa devredilmesini ifade eder. Borcun devri Rasûlullah'ın sünnetiyle meşru kılın­mıştır: "Ne zaman fert, borcunu zengin birine devreder ve o da bunu kabul ederse artık hak zengin olandan talep edilmelidir." Borcu üze­rine alan -yani borcun devredildiği - kişinin bunu ödeyecek güçte olması esastır. Eşyaya değil borca uygulanan naklin hukuken ideal kabul edilmesi nedeniyle devrin borçla sınır­landırıldığı burada ayrıca zikredilmelidir. Bu tip bir akitte hem alacaklının hem de borcu üzerine alan kişinin muvafakati gereklidir. Havale olunanın rızası şarttır, çünkü borcu ödemeyi o taahhüt «etmektedir. Borçlunun rı­zası şart değildir; zira bu işlem onun yararına­dır; alacaklı borcu artık ilk borçluya döndüremez (Hidaye).

Rehin ve İpotek (Rehn): Hukuk dilinde re­hin, değeriyle karşılanabilecek bir alacak adı­na eşyanın muhafaza edilmesi anlamını taşır. Borçluluk durumunda uygulama alanına gir­mekte olup Kur'ân-ı Kerim'in şu ifadeleriyle hukukî kılınmıştır: "... Ahitleştiklerinde ahit­lerine vefa gösterenler., işte bunlar, doğru olanlardır, muttaki olanlar da bunlardır." (2: 177). "Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozma­yın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri pek iyi bilir." (16: 91). "...Verdiğiniz sözü de ye­rine getirin. Çünkü verilen söz, sarumluluğu gerektirir." (17: 34).

Âyet-i kerime hukukî sonuç doğuracak ilişki ve antlaşmaların mutlaka yazılı hâle getiril­mesini öngörmektedir: "Eğer seferde olur da yazacak birini bulamazsanız, alınan rehinler (yeter). Birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse emaneti (borcunu) ödesin, Rabb'İ (olan) Allah'tan korksun. Şahitliği (gördüğünüzü) gizlemeyin, onu gizleyenin kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı bilir." (2: 283). "Allah, size emanetleri ehline ver­menizi, insanlar arasında hükmettiğiniz za­man adaletle hükmetmenizi emreder.AUah si­ze ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işi­tendir, görendir." (4: 58).

Kişi, Ödünç paraya ihtiyaç duyar da bunu te­minat olarak bir şey vermeden sağlayamazsa, rehin verme yoluyla sağlaması tamamen meşrudur. Rasûlullah'ın bir yahudiden üc­reti belirli bir tarihte ödenmek üzere tahıl al­dığı ve teminat olarak zırhını rehin verdiği ri­vayet edilir. (Buharİ ve Müslim). Bu yüzden bütün fakihler, rehinin meşruiyeti hakkında it­tifak etmişlerdir. Aynen kefalette olduğu tarz­da rehin, uygulaması zorunlu ve sonuç olarak meşru bir olaydır. Rehin işlemi icab (teklif) ve kabul ile tesis edilip rehin konacak temina­tın borcu verecek kişice alınması (kabı) ile teyid edilir (Hidaye).

Öncelikli Satınalma (Şüfa) Hakkı: Müba yaa fırsatı diğer insanlara tanınmadan önce bir mülkü satın alma hakkıdır. Bu Rasûlullah'den Önce dünyanın hiçbir yerinde bulun­mayan yeni bir uygulamadır. Hukuk lisanında şüfa hakkı, satılık bir mala ortak veya komşu olanın, aynı para ile satın almak üzere başka­larına tercih olunması hakkıdır. Bu uygulama "şüfa" kelimesiyle ifade edilmiştir. Zira şüfa kelimesinin türediği kök (şûfe) birleş-me-birleştirme anlamını taşımakta olup bura­da satımı söz konusu olan topraklar şuf inin -. yani öncelikli satın alma hakkına sahip kimsenin- topraklarına birleşik-bitişiktir. (Hidaye).

İslâm Hukuku'na göre şüfa hakkı; satılan ara­zinin mülkiyetine ortak olan kişiye, arazinin yol ve su gibi ilavelerinde pay sahibi olana ve komşuya aittir. Şüf a hakkı henüz bölünme­miş ve kendi hissesini almamış olan ortakta saklıdır. Bu şekilde Rasûlullah tarafından belirtilen bu kural bir çok hadislerinde de yer almaktadır: "Rasûlullah, komşu mülkleri alma hakkının ayrılmamış-bölünmenin bütün mülklere uygulanabilir olduğunu, ancak sınır­lar tesbit edilip ayrı ayrı yollar oluşturuldu­ğunda tercih hakkının artık bulunmadığını be­yan etti." (Buharı). Rasûlullah, tercih hak­kının ister oturulacak bir konut olsun isterse bir bahçe; paylaşılmamış hisseli her tür mülk­le ilgili olduğunu ifade etmişti. "Kendi arzu­suna göre isterse alacak, isterse satılmasına izin verecek olan ortağına haber vermeden bi­rinin kendi hissesini satması gayrımeşrûdur. Şayet haber vermeden satacak olursa diğeri bu hisseyi almaya daha çok hak sahibidir." (Müslim).

İbni Abbas Rasûl-ü Ekrem'in, "Ortak, komşu mülkü almaya ilk hakkı olandır; şüf'a hakkı herşeyi kapsar.'1 buyurduğunu rivayet eder. (Tİrmizi). Osman b. Affatı şöyle der: "Toprakta sınırlar yükseltildiğinde artık kom­şu toprakları satın alabilmek için seçme hakkı yoktur. Şüf'a hakkı kuyu ve hurma ağaçlarına uygulanmaz." (Mâlik).

Komşunun bu hakkı Rasûlullah'in hadisle­rinde de yer alır. Ebû Rafı', Allah Rasulü'nün; "Komşu, yakın olması dolayısıyla şüf'a hak­kına en çok sahip olandır" buyurduğunu riva­yet eder. (Buhari).

Ebu Hüreyre, Rasûl-ü Ekrem'in, "Kişi, kom­şusunun duvarına kriş koymasını engelleme­melidir" buyurduğunu nakleder (Buhari ve Müslim). Ebu Cabir tarafından yapılan riva­yette Rasûlullah, "Komşu, tercih hakkına en çok sahip olandır. Yolları ortak ise komşu gaib bile olsa, şüf'a yüzünden gelmesi bekle­nir" buyurmuştur. (Ahmed, Ebu Davud, Tir-mizi, İbn-i Mace ve Darimi).

Arazi Kiracılığı: Zâlim ve adaletsiz olmaları yahut da faizin bazı niteliklerini barındırmala­rı sebebiyle Rasûlullah @ arazi kiracılığının birkaç çeşidini gaynmeşrû ilan etmiş, bu ni­teliklerden uzak diğer türleri serbest bırakmış­tır.

Pay Kiracılığı İMüzara'aY mn Gayrmeşrû Formları: İnsanlar arasında anlaşmazlığa se­bep olması yahut taraflardan herhangi birinin haklarına zarar vermesi muhtemel olan pay kiracılığının her formunun gaynmeşrû olduğu Rasûlullah tarafından bildirilmiştir.

Mahfuz Tutulmuş Arazi Hissesi: Bazen top­rak sahibi, arazinin en iyi bölümünün mahsu­lünü kendisi için saklardı. Rasûlullah bu uygulamayı gaynmeşrû ilan etmiştir. Rafi' bin Hadîc demiştir ki, "Medine'de verimli topraklara sahiptik; mal sahibi, bir parça ürü­nünün kendisinin, diğer parça ürünün işleyene ait olması şartıyla topraklarını ekilmek üzere kiraya verirdi. Ancak bir taraf mahsûl verir­ken diğer tarafta ürün görülmezdi. İşte bu yüzden Rasûlullah bizi bundan men etti." (Buhari ve Müslim).

Bununla birlikte, her iki tarafa eşit ve âdil ol­duğunda Peygamber, pay kiracılığına izin vermiştir. Allah'ın Rasulü, Hayber yahudilerine Hayber arazisini ve hurmalarım, kendi malları ile işletmek ve mahsulün yansını müslümanlara vermek şartı ile müsâkat yap­mıştı. (Müslim). Buhari'nin naklinde meyve­lerin yansını vermeleri karşılığında Rasûlul­lah'in Hayber'i yahudilere bıraktığı kayde­dilir. Cabir'in rivayetine göre, muhacirler ara­sında üçte bir veya dörtte bir nisbetiyle arazi kiralamayan aile neredeyse yoktu. Ebu Bekir, Ömer ve Ali'nin ailelerini de içeren bu aileler topraklan işleme karşılığında mahsulün bir kısmını vermek üzere anlaşmalar yapmışlardı. Bazı aileler ise tohumları kendilerinin sağla­maları halinde ürünün yamsıra, tohumu kira­layanın temin etmesi durumunda anlaşmaya bağlı belirli bir oranını almak üzere muhacir­leri çalıştırmışlardır. (Buhari).

Nakit Mukabili Kiralama: Peygamber pay kiracılığının gaynmeşrû formlarını yasak­lamış ancak altın veya gümüş karşılığında arazilerin tarım amacıyla kiralanmasına izin vermiştir. (Buhari).

İzinsiz Ekim: Başka birinin topraklarını onun rızasını almadan ekmek doğru değildir.

Rafi' b. Hadîc, Rasûlullah'ın, "Kim diğer insanların arazilerini onlardan izin almadan ekerse mahsûlden bir hakkı yoktur; ancak masrafını alabilir" buyurduğunu nakleder. (Tirmizİ ve Ebu Davud).

Tercih Edilen Toprak Sahibidir: Rasûlullah, toprak sahiplerinin kendi topraklarını ken­dilerinin işlemesini daha uygun gördü. Rasul-ü Ekrem'in, 'Arazisi olan onu eksin, yahud da din kardeşine versin; kardeşi buna razı olmazsa, bunu reddederse toprağını alıkoysun" buyurduğunu Cabir rivayet eder. (Buhari ve Müslim). Râfi' b. Hadîc, amcası Züheyr'den nakleder ki, Rasûlullah'ın "Tarlalarınızı nasıl İdare edersiniz?" sorusuna amcası "Sulak ta­rafında yetişen ürünün bizim olması kaydıyla ve hurmadan, arpadan vesk (denilen ölçek)ler karşılığında kiraya veriyoruz" cevabını verdi. Allah'ın rasûlü; "Öyle yapmayınız! Bunları ya kendiniz ekiniz veya başkasına (ücretsiz ve­rip) ektiriniz ya da boş tutunuz!" buyurdu. (Bu hadisi amcasından işiten) Râfi': "İşittik ve itaat ettik" dedi (Buharî). Ve Ebû Hureyre Hz. Peygamber'den şöyle nakletmiştir: "Tarlası ve toprağı olan kimse, onu ya kendisi eksin veya (ekmekten âciz ise mümin kardeşi­ne) versin, ektirsin, bunu da yapmazsa (kiraya vermeyip) tarlasını âtıl tutsun!" (Buharî). Hz. Peygamber, benzer şekilde gayrımeşrû bi­çimde ziraat yapmayı men etmiş ve buna herhangi bir faiz, kumar ve şüphe unsuru taşıyan şeyi de ilâve etmiştir.

Kıraç Topraklar: Hz. Aişe Rasûlullah'in: "Her kim, kimseye ait olmayan harap bir top­rağı imar ederse, o kimse o yere lâyıktır" bu­yurduğunu rivayet etmiştir (Buharî).

Kamu Mülkü: İbni Mâce, Hz. Peygamber'in "Üç şey asla men edilemez: su, ot, ateş"; yine Hz. Aişe'den nakille: "İhtiyaçtan fazla su men edilemez; kuyudan istifadeden de kimse men edilemez" buyurduğunu kaydeder.

Ebyad b. Hammal el-Ma'ribî, Hz. Peygam-ber'den Ma'rib'deki tuz ocağını kendisine tah­sisini istediğini, ancak bir başka zâtın söz ko­nusu yerin bir su kaynağı olduğunu bildirmesi üzerine Rasûlullah'in bu su menbaını geri aldığını nakleder (Tirmizî, İbni Mâce ve Ebu Davud)

Tabii Suların Kullanımı: Peygamber; su, pınar ve kanallarının kullanımıyla ilgili tali­matlar da tevzi etmiştir. Ebu Hureyre'nin nak­line göre Rasûlullah, "İhtiyacınızdan fazla suyu, ihtiyaç sahiplerinden esirgemeyiniz. Bu men ile neticede ot fazlası esirgenmiş olur." buyurmuştur. (Buhari ve Müslim). "Kıyamet gününde Allah'ın yüzlerine bakmayacağı ve konuşmayacağı üç (grup) insan vardır... üçün­cüsü, ziyade suyu alıkoyandır. Allah ona, kendi gayretinle üretmediğin fazla suyu esir­gediğin gibi, bugün Ben de senden lûtfumu esirgeyeceğim' diyecek!" sözleri de Hz. Peygamber'den rivayet olunur (Buhari ve Müslim).

Urve'nin rivayetine göre, Zübeyr ensardan bi­riyle lav ovasındakİ anlaşmazlığa düştüğünde Rasûlullah, "Ey Zübeyr, toprağını sula, sonra suyu komşuna sal" sözüne ensarînin "Bu, Zübeyr'in senin yeğenin olmasındandır" karşılığı üzerine Rasûluilah @'in yüz ifadesi değişti ve "Toprağını sula, Zübeyr, su tekrar yuvasına dönene kadar bekle, sonra suyu komşuna sal" buyurdu. Rasûlullah , mesele­yi her iki taraf için kolaylaştıran öğüdü ver­dikten sonra, ensarînin kendisini kızdırması üzerine Zübeyr'in hakkını tam gözetmiştir. (Buhari ve Müslim).

Peygamber  benzer bir kararı el-Mahzur akarsuyu için vermiştir: Topuklara erişİnceye dek su tutulacak, bunun üstüne çıkan suyun daha alt bölümlere akmasına izin verilecektir. (Ebu Davud ve İbni Mace). Şöyle buyurduğu rivayet olunur: "Kim daha önce başka bir müslümanm ulaşmadığı bir suya ulaşırsa o su ona aittir." (Ebu Davud). Semûre b. Cündeb nakleder ki, ensardan bir zatın bahçesinde kendime ait bir dizi hurma ağacım vardı; bu yüzden de sık sık bahçeye girerdim. Ailesiyle birlikte kalan ensar bundan rahatsız oldu ve Rasûlullah'e giderek meseleyi anlattı. Rasûlullah benden hurma ağaçlarımı satmamı istedi, ben kabul etmedim; başka bİrşeyle de­ğişmemi teklif etti, razı olmadım. Ağaçları ona vermem karşılığında beni memnun ede­cek bazı şeylere sahip olacağımı anlattı, ben yine reddettim. O zaman ensara döndü ve be­nim bir sıkıntı olduğumu ifade ederek, "Git ve onun hurma ağaçlarını kes!" buyurdu. (Ebu Davud).

Gasp: Birçok hadisinde açıklıkla dile getiril­diği üzere Allah'ın Rasulü, başka bir şahsın mülkünü izinsiz almanın gayri meşru olduğu­nu belirtmiştir. Said b. Zeyd'den rivayet edil­diğine göre şöyle buyurmuştur; "Her kim zu­lüm ile bir karış yer alırsa onun büyüklüğü kı­yamet gününde boynuna dolanacaktır." (Bu-hari ve Müslim). Diğer rivayetler de şöyledir; "Zalimce hareket etmeyin; kişinin malı ancak rızasıyla alınabilir." (Beyhaki ve Darekutni). "Kim haksız yere bir yer alırsa kıyamet gü­nünde yedi kat yerin dibine batınlır." (Buha-ri), "Kim haksız olarak bir yer alırsa, o yerin toprağını taşıma zahmetine katlanması kıya­met günü kendisine emrolunur." (Ahmed), "Her kim zulmen bir karış yer alırsa, Allah o yeri ta yedi kat yerin dibine varıncaya kadar kazmasını kendisine emreder. Sonra o yeri in­sanların muhakeme olacağı kıyamet gününe kadar onun boynuna dolar." (Ahmed).

Peygamber, diğer insanlara ait herhangi bir şeyi onların rızası olmadan almayı da yasakla­mıştır. Şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse izni olmadan başkasının hayvanlarını sağmasın. Sizlerden biriniz en önemli odasına girilmesi­ne, anbannin (kasasının) soyulmasını ve yiye­ceklerinin alınmasını hoş karşılar mı?" (Müs­lim).

Rafi' b. Amr el-Gıfari anlatır: Küçük çocuk­ken -Ensar'm hurma ağaçlarını taşlardım. Bu yüzden Rasulullah 'ın huzuruna götürül­düm. Bana sordu; "Hurma ağaçlarım niye taş­lıyorsun oğlum?" , "Yiyecek birşey elde et­mek için" diye cevapladım. "Taşlama, fakat onlardan düşen her şeyi yiyebilirsin" buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud ve İbn-i Mace). Yine Al­lah'ın Rasulü buyurmuştur ki, "Bahçeye giren kimse ondan yiyebilir, ancak elbiseleri içeri­sinde hiçbir şeyi alıp götüremez." (Tirmizi ve İbn-i Mace): "Bahçe sahipleri onu gündüz kollamakla yükümlüdürler; fakat gece boyun­ca hayvanlar tarafından yapılabilecek herhan­gi bir zararda sorumluluk hayvan sahipleri-nindir." (Malik, Ebu Davud ve İbn-i Mace).

İcâre (Kira): İş yaptırmak için herhangi bir kişiyi ücret karşılığı kiralamak meşrudur. Ki­ralayan acir, ücreti alacak kişi müstacir olarak adlandırılır. Bu tür bir icare, iş ve ücret açıklıkla belirtilip bilinir kılmmadıkça gayri meş­rudur. Bu hususlar Rasulullah'ın hadisle-riyle açıklanmıştır.

Rasulullah, üründen bir hisse ile kişilerin çalıştırılmasını yasaklamış ve onların ücret mukabilinde çalıştırılmalarını emretmiştir. (Müslim). İbn-i Abbas demiştir ki, "Rasulul­lah kan aldırdı ve hacamat yapana ücretini verdi." (Buhari ve Müslim). Ebu Hüreyre Ra­sulullah'ın "Allah, çoban olarak çalışmamış hiçbir nebi göndermemiştir" buyurduğunu; bunun kendisi için de geçerli olup olmadığını ashabın sorması üzerine, "Evet, ben de birkaç kırat mukabilinde Mekke halkı namına çoban­lık yaptım" cevabını verdiğini nakleder. (Bu­hari). Rivayet olunur ki, Rasulullah Ta Sin Mim Suresini Musa'nın kıssasına gelene ka­dar okumuş ve Musa iffetini muhafaza etmek ve yiyeceğini sağlamak mukabilinde sekiz ya­hut on yıl süreyle çalıştı" buyurmuştur. (Ah­med ve İbn-i Mace).

Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Allah'ın Ra­sulü, "Allah azze ve celle buyurdu ki; Kı­yamet gününde hasımları olacağım üç kişi vardır... üçüncüsü, çırak tutarak kendisinden istifade ettiği halde ücretini vermeyen adam­dır" demiştir. (Buhari ve Müslim). Ve Abdul­lah İbn-i Ömer, Allah Rasulü'nün, "Ücretlinin ücretini teri kurumadan ödeyin" buyurduğunu nakleder. (İbn-i Mace).

Hediye ve Hibe: Rasul-ü Ekrem, insanlar arasındaki yakınlığı ve muhabbeti arttırmak için hediyeleşmelerinİ teşvik etmiştir. Hediye üç unsurla geçerli kılınır: Teklif, kabul ve he­diye edilen şeye iyelik. Hz. Aişe nakleder ki Rasulullah "Birbirinize hediye verin, zin hediye kini çekip uzaklaştırır. Bir kadın, ya­rım koyun parçası dahi olsa hediyesi dolayı­sıyla komşusunu sakın hor görmesin" buyur­duğunu rivayet eder. (Tirmizi).

Rasulullah, insanlardan hediyeleri reddet­memelerini, aksine veren kişiye teşekkür et­melerini istemiştir. Ebu Hureyre'nin rivayeti­ne göre Rasulullah şöyle buyurmuştur; "Kendisine hasıl (bir tür bitki) bile sunulsa ki­şinin reddetmemesi gerekir, Hasilin hem taşı­ması kolaydır, hem de güzel kokar." (Müslim). Yine buyurmuştur ki, "Kendisine hediye verilen kimse eğer imkanı varsa mukabelede bulunsun. İmkanı yoksa takdirini dile getirsin, zira takdir eden teşekkür etmiştir." (Tirmizi ve Ebu Davud).

"Kendisine iyilik yapılan kimse bu iyiliği kar­şılığında hayır sahibine güzel bir mükafat ver­mesini Allah'tan dilerse ve bunu hayır sahibi­ne açarsa şükrünü tamamiyle ifa etmiş olur." (Tirmizi).

Hediyelerini geri alan şahısları Peygamber lanetlemiştir. Şöyle buyurmuştur: "Hediyesini geri almaya çalışan kişi kustuktan sonra döne­rek kustuğunu yiyen köpek gibidir." (Buhari), "Babadan başka hiç kimse verdiği hediyeyi geri alamaz." (Nesei ve Ibn-i Mace),' "Hibe edip de sonra ondan dönmek kişiye helal ol­maz; yalnız babanın evladına verdiğinden dönmesi müstesna." (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn-i Mace). Mamafih baba hibe ola­rak verdiğini ancak aynı durumda ise alabilir, durumu herhangi bir şekilde değişmiş ise artık geri almak için onda hak iddia edemez. Mese­la, bir arazi söz konusu İse ve şayet onun üze­rine bir bina yapılmış ise, arazinin durumu de­ğiştiğinden veren kişi artık talepte bulunamaz.

Bununla birlikte, hediye ve benzeri bağışlar hususunda varisler arasındaki ayırımı Rasulullah kınamıştır. Bu tür davranışların va­risler arasında husumet ve çekişme oluşturma­sı muhtemeldir. Nu'man b. Beşir'den rivayet olunduğuna göre, babası kendisini Rasu-lullah'a getirerek, "Ben, bir kölemi bu oğluma bağışladım" demiş. Peygamber, "Her çocu­ğuna bunun gibi bir köle bağışladın mı?" diye sormuş, babanın hayır demesi üzerine Allah'ın Rasulü, "O halde onu geri al" buyurmuştur. Bir başka rivayette Rasul-ü Ekrem, "Ço­cuklarının sana itaatte müsavi olmaları seni memnun eder mi?" diye sormuş "Evet" deyin­ce, "O halde yapma" buyurmuştur. Bundan sonra Beşir dönerek hediyesini geri almıştır. Diğer bir rivayette ise Peygamber, "Al­lah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adil olun" buyurmuş ve devam etmiştir: "Ben zul­me şahitlik yapmam." (Buhari ve Müslim).

Vakıf: Ebu Hanife'ye göre hukuk terminolojisinde vakıf, belirli bir eşyanın mülkiyet itiba­rıyla vakfeden kimsede kalacak, ancak sağla­yacağı menfaatin tıpkı ariyyede olduğu gibi tasadduk edilecek tarzda alıkonulmasını belir­tir. İki talebesi nezdinde ise vakıf, o mülkün sahiplik hakkını vakfeden şahsın kaybedece­ği, menfaati Allah'ın kullarına ait olmak üzere Allah'ın mülkü olacağı ve artık ilahi mülkiyet kurallarına bağlı kalacağı türden bir alıkoyma anlamına gelir. Onlar bu işlemi mutlak olarak değerlendirirler, bu yüzden de vakfedilen mal hediye, sadaka veya satış yoluyla ne uzaklaş­tırılır ne de yeniden sahiplenir; ona varis de olunamaz. (Hidaye).

Muhammed b. Ka'b'dan rivayet olunur ki, İs­lam'daki ilk vakıf bizzat Rasulullah'ın mül­künden yapılandı. Ve o dönemden bu yana vakıf müslümanlara özgü olarak değerlendiri­lir. Ölümü halinde bütün mal varlığının Rasu­lullah'a verilmesini vasiyet eden Muhuri, Uhud Savaşı'nda şehit olmuş, Rasul-ü Ekrem de Muhuri'den kendisine kalan mülkü vakıf mülkü haline getirmiştir. Geliri (Devlet Baş­kanı olarak) Peygamber'ın genel masrafla­rını karşılamakta kullanılan bu ilk vakf Beni Nadir'in yedi bahçesini de kapsamaktaydı: (1) el-A'vef, (2) es-Safiye, (3) ed-Delal, (4) el-Musib, (5) Bürgi, (6) Hüsna ve (7) Müşrebe-i Ummü İbrahim. Bu sonuncusu İbrahim'in annesi Meryem Kıbti'nin aynı bahçede yaşa­masından dolayı böyle adlandırılmıştır. Mu­hammed b. Ka'b el-Kurazi bu yedi bahçenin Allah Rasulü'nün vakıflarının bir parçası ol­duğunu nakleder. Ömer b. Hattab, Rasulullah'ın savaş ganimetleri arasında üç özel ve gü­zide arazisi bulunduğu anlatır; İlki, genel ve arazi harcamalarını karşılamak üzere tutulan Beni Nadir arazisi; ikincisi, misafir ve yolcu­lara has kılınan Fedek arazisi; üçüncüsü, hal­kın İstifade ettiği Hayber vakfı. Rasul-ü Ek­rem  ganimetin beşte birlik kısmından olu­şan humusu da üç kışıma ayırır, bunlardan ikisini genel olarak müslüman halka ayırır, üçte birlik bölümünü kendi ev masraflarını karşılamakta kullanırdı. Eğer artan olursa bu­nu da yoksul muhacirler arasında bölüştürür­dü. (Tabakat).

Rasulullah herhangi bir arazi ya da mülkün hayat boyunca veya İlelebet tasadduk edilmesine izin vermiştir. İbn-i Ömer'den rivayet olunduğuna göre, babası Hayber'de bir arazi almış ve Peygamber'e gideren, By Allah'ın Rasulü, Hayber'de öyle bir yer ele geçirdim ki, şimdiye kadar kazandıklarımdan daha de­ğerlidir. Bu arazi hususunda ne yapmamı em­redersiniz" demiştir. O da, "İstersen aslını sa­tılmayacak, bağışlanmayacak bir mülk kılar ve ürününü sadaka olarak dağıtırsın" buyur­muştur. Bunun üzerine Ömer b. Hattab o yeri, aslı satılmamak, bağışlanmamak ve varis olu­namamak şartı ile vakfederek gelirini yoksul­lar, yakın akrabalar, köleler, Allah yolunda olanlar, yolcu ve misafirler arasında tasadduk etti. Arazi mütevellisinin vakıftan ma'ruf üze­re doymasında yahut bir başkasını doyurma­sında biriktirmemesi kaydıyla bir beis olma­yacaktı. (Buharı).

Vakıfla ilgili bir misal olması bakımından Sa'd b. Ebu Vakkas'ın mal varlığını tasadduk etmekle ilgili isteği bu bölümde "Vasiyetler" başlığı altında zikredilmiştir; Sa'd bütün mal varlığını hayır amacıyla vasiyet etmek için peygamber'dan izin istemiş, ancak Pey­gamber müsaade etmemiştir. Bunun üzeri­ne malının üçte birini hasenat yolunda verme­yi teklif ettiğinde Rasulullah rıza göstermiş ve üçte birlik bölüm tasadduk edilmiştir. Bun­lar; gelirleri ister belirlenmiş, isterse belirlen­memiş olsun hayır-hasenat gayesine yönelik harcanması kaydıyla insanların mülk ve var­lıklarını vakıf formu altında bağışladıkları Rasulullah dönemine ait bir kaç örnektir. Bir kısmı sürekli vakıf hükmünde iken diğer bir kısmı yalnızca hayat boyu verilmiş olup vakfedenin ölümünden sonra onun varislerine kalmaktaydı.

Rasulullah ömür boyunca verilen bağışlan da tasvip etmiştir. Şu ifadeler O'ndan nakledi­lir:. "Bir evin ömür boyunca kullanıma veril­mesi hibedir" (Buharî ve M,üslim). "Böyle bir mal, hibe edilen şahsın mirasının bir par­çasıdır" (Müslim). Ve: "Kim kendisine ve furu'una verilmiş bir mülke sahipse, o mülk verilene aittir; verene geri dönmez, zira miras . olabilecek bir hibe vermiştir" (Buhari ve Müs­lim). Cabir, Rasulullah'ın caiz gördüğü umrânm ancak ve ancak "Bu (hane) senin ve senin çocuklarına aittir" diyerek yapılan oldu-

ğunu; "Yaşadığınız müddetçe bu (hane) senin olsun" diyerek yapılanın ise ölümden sonra sahibine,(hibe eden şahsa) döneceğini rivayet eder. (Buhari ve Müslim). Ayrıca Rasul-ü Ekrem insanların rukbâ (veren ve alandan birinin ölümü üzerine malın hayatta kalana ait olması şartıyla yapılan bağış) ve Umrâ (mül­kün verilen şahsa ait olacak tarzda yapılan ba­ğış) yapmalarını kerih görmüştür, zira her iki İşlemden herhangi biri yapıldığında mülk ar­tık verilenin varislerine kalmaktadır. (Ebu Da-vud).

Buluntu (Lukata): Rasulullah yerde bulu­nan ve emanet kastıyla bir başkası tarafından saklanılan eşyalarla ilgili düzenlemeler de ge­tirmiştir. Zeyd b. Halid-i Cuheni rivayet eder ki, bir adam gelerek lükatanm hükmünü sor­du. Rasulullah, "Onun kabını, bağım ve içindekini iyice öğren; sonra onu bir sene bo­yunca ilan et. Eğer sahibi gelirse iade edersin, gelmezse dilediğin gibi hareket et" buyurdu. Adam, "Ya bulunan koyunlar?" dedi. Rasul-ü Ekrem, "Onlar ya senin, ya din kardeşinin, ya da kurdundur" buyurdu. Adam, "Ya bu deve­ler?" diye sordu. "Onlardan sana ne, onların su tulumları ve tabanları yanlarındadır. Sahip­leri onları buluncaya kadar suya gelir ve ağaç­tan otlarlar" buyurdular. (Buhari ve Müslim). Yine Zeyd b. Halid'den rivayet olunur ki Ra­sulullah, "Her kim bir kayıp hayvanı barın-dırırsa, o hayvanı bildirmedikçe kendisi dala­lettedir" buyurmuştur. (Müslim).

Rasulullah'ın şöyle buyurduğu nakledilir: "Lukata büyük bir kasabada ve işlek bir yolda bulunmuşsa, onu bir yıl süreyle ilan edin. Şa­yet sahibi gelirse onu iade edin, sahibi gel­mezse o artık sana aittir; bulunma yeri kadim zamanlardan beri boş kalmış bir yerse yahut kalıt, cahiliye dönemine ait saklanmış bir ha­zine ise beşte bir oranında tediyeye tabidir.(Nesei ve Ebu Davud).

İyad b. Himar'dan rivayet edilmiştir ki Rasu­lullah, "Her kim bir kayıp bulursa hemen adaletli iki kimseyi şahit tutsun ve bulunan şeyin kabını, bağım iyice öğrensin. Sonra giz­lemesin, kaybetmesin. Şayet sahibini bulursa ona versin. Sahibi ortaya çıkmazsa o mal Al­lah'ındır; onu dilediğine verir." buyurmuştur.

(Ahmed, Ebu Davud ve Darimi). Peygamber'ın baston, kamçı, ip ve benzeri sıradan eş­yaları bulanın kullanmasına ruhsat verdiği nakledilir. (Ebu Davud).

Borç, İflas ve Kefalet: Rasulullah, borçla­rını alacaklı kişilere ödemeleri için, borçlarını ödeyemeyen insanların mallarının satılması gerektiğini belirterek ilgili kuralları ortaya koymuştur. Ebu Hüreyre'den Rasulullah'ın, "Bir kimse iflas etmiş birinin yanında kendi malını bulursa, onu en fazla hakedendir" dedi­ğini nakleder. (Buhari ve Müslim). Ebu Said-i Hudri'nin rivayetine göre, Rasulullah devrin­de bir zat satıh aldığı yemişlerde zarar etmiş ve borcu çoğalmıştı. Rasul-ü Ekrem, "Ona sa­daka yeriniz" buyurdu ve halk o şahsa tasad-dukta bulundu, ancak bunlar da borcu karşıla­maya yetmedi. Bunun üzerine Peygamber alacaklılara, "Ne bulursanız alın; lakin sağlayacağınız hepsi bu kadardır." buyurdu. (Müs­lim).

Ebu Rafi'den rivayet olunduğuna göre, Rasul-ü Ekrem bir şahıstan ödünç bir deve almış, sonra kendisine sadaka develerinden gelmişti. Rasulullah, o şahsa küçük deveyi iade et­mesini Ebu Rafi'ye emretti. Ebu Rafi'nin, "Yedi yaşında yetişkin develerden başkasını bulamıyorum" demesi üzerine, "Onlardan bi­rini ver; zira insanların en hayırlısı borcunu en iyi tarzda ödeyendir" buyurdu. (Müslim).    -

Sa'd b. el-Etvel, kardeşinin geride üçyüz dinar ve birkaç genç çocuk bırakarak vefat ettiğini, kendisinin'bu parayı çocukların yetiştirilmesi için kullanmak istediğini anlatır ve devam eder; ancak Rasul-ü Ekrem, "Kardeşin bor­cundan dolayı bağlıdır, onun adına borçlarını öde" buyurdu. Ben de bu emri yerine getirdim ve dönerek Rasulullah'a kardeşimin borçla­rını biri dışında ödediğimi, ancak iki dinar alacaklı olduğunu söyleyen fakat delil göste­remeyen bir kadının arta kaldığını haber ver­dim. "Onu ver, çünkü o kadın doğru söylü­yor." cevabını verdi. (Ahmed). Anlatılır ki, Muaz b. Cebel çok alicenap bir karektere sa­hipti; bütün mülkünü borca bağlamıştı. Rasu-lullah'a giderek alacaklıları ile konuşmasını rica etti, fakat Allah'ın Rasulü onun mallarım satışa çıkarttı ve sonuçta Muaz'a hiçbir şey kalmadı.

Rasulullah, borçluların borçlarını bağışla­malarını yahut tehir etmelerini alacaklı duru­mundaki kişilere tavsiye etmiştir. Şöyle bu­yurduğu rivayet edilir: "Darlık içinde bulunan kimsenin borcunu erteleyen veya affeden kişi­yi Allah kendi koruması altına alır." (Müs­lim). Kur'an-ı Kerim bu davranışı şu ifadele­riyle alacaklılara öğütler:

"Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) sadaka olarak bağışlamanız ise; eğer bilirseniz sizin için daha hayırlıdır." (2:280). Bu ayet-i keri­me, borcun ödenmesi için daha fazla süre ver­meye alacaklıyı icbar etme selahiyetini mah­kemelere tanımaktadır. Bazı özel durumlarda borcun tamamını ya da bir kısmını bağışlama mahkemelerin yetkileri arasındadır. Bununla birlikte Rasul-ü Ekrem, insanları borçlarını ödemeleri hususunda şiddetle uyarmış, aksi takdirde Allah'ın gazabını üzerlerine çeke­ceklerini bildirmiştir. Alacaklı tarafça bağış­lanmadığı müddetçe borç her kayıt ve şart al­tında ödenmelidir; bu müslümanlann yüküm­lülükleri arasındadır. Burada hem Rasulullah'ın şu sözleri zikredilebilir: "Kim başkaları­na ait olan malları ödemek amacıyla alırsa Allah onun adına borcunu öder, fakat kim is­raf etmek kasdıyla alırsa, Allah da onu itlaf eder." (Buhari), "Gerçekten şehidin borçtan başka her günahı affedilir." (Müslim), "Mü­minin ruhu ödenene kadar borcuna bağlıdır." (Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace ve Darimi) ve "Men ettiği günah-ı kebair'den sonra Allah'ın indinde insanın huzuruna getireceği en büyük günah, karşılayacak bir şey bırakmadan borç içerisinde Ölmesidir." (Ahmed ve Ebu Da­vud).

Borçların ödenmesi o derece önemlidir ki, müminler vefat eden bir şahsın mallarını da­ğıtmadan önce borçlarını temizlemekle emrolunurlar:"Yapacakları vasiyetten ya da borç­tan sonra geriye bıraktıklarınızdan dörtte bir onlarındır... yapacağınız vasiyetten ya da borçtan sonra geriye bıratıklarınızdan sekizde biri onlarındır..." (4: 12).

Borçları ifanın vasiyeti yerine getirmeye göre bir önceliğe sahip olduğu hususunda bütün müslüman ümmet tam bir fikir birliği içerisin­dedir. Diğer bir deyişle, önce borç ödenmeli, sonra vasiyetler yerine getirilmeli ve tereke bölünmelidir. "Ticari muameleler" başlığı al­tında açıklandığı üzere borçlanma şartlarının yazııması mutlaka gereklidir. (2:282).

Kefaret: Rasulullah ödünç verme, borçlan­ma yahut suç işleme durumlarında borçlunun borcunu ödemek üzere, suçlunun ise cezalan­dırılmak veya para cezasını çekmek amacıyla belirli bir yer ve zamanda hazır bulunmasını garanti etmek için zatı veya malının kefil veya rehin alınmasına müsade etmiştir. Hamza b. Amr Eslemi'nin anlattığına göre Halife Ömer b. Hattab kendisini sadaka toplayıcısı olarak göndermişti. Hanımının cariyesi ile gayri meşru bir ilişki kuran şahsın cariyeyle birlikte Ömer'in huzuruna gelmesini sağlamak ama­cıyla Hamza zanilerden özel teminat almıştır. (Buhari). Cerir ve Es'ad mürtedlerle ilgili ola­rak İbn-i Mesud'a, "Bırak pişman olsunlar; onlar için (şahsi) kefaret al yeter" demişler, akrabaları tarafından kefil olunan mürtedler de pişmanlık duyduklarını ifade etmişlerdir. Hammad'a göre, kefil olunan şahıs vefat etti­ğinde ketıl olan şamstan sorumluluk düşerken Hakime göre bu sorumluluk devam eder. (Buhari).

"Ana-babanm ve akrabaların geride bıraktık­ları mirasa hak sahibi varisler atadık. Yemin­lerinizin bağladığı kimselere paylarını verin." (4:33) ayet-i kerimesi hakkında Sa'd b. Cü-beyr İbn-i Abbas'tan şu rivayette bulunur: "Muhacir Medine'ye geldiğinde Rasulullah'm muhacir ve ensar arasında kurduğu kardeşlik bağı nedeniyle Ensar'a varis olurlardı ve En-sar'in akrabaları mirastan payı olamazdı." "Ana-babanın ve akrabaların ..." (4:33) ayeti­nin nüzulü Ensar ve Muhacir arasındaki mi­rasla ilgili kardeşlik bağını kaldırdı. Ayetin "Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını verin" kısmı, karşılıklı öğütleşme, anlaşma ve işbirliğinin devam ettiğini açıklıyordu." (Buhari). Hz. Aişe, "Rasulullah'm vefat ettiği za­man, zırhı 30 sa' arpa karşılığı rehinde idi" der. (Buhari). Rasulullah'ın şöyle buyurdu­ğu rivayet edilir: "Binit hayvanı rehin olduğu zaman,  nafakası (verilmek şartıyla) binilir.

Sağım hayvanı rehin olduğu zaman onun sütü de nafakası verilerek içilir. Rehin bırakılan hayvanın nafakası ona binen, sütünü içen kimse üzerine vaciptir." (Buhari), "Zamanın­da fidyesi ödenmeyen rehin mal, sahibi açı­sından kaybedilmiş değildir. Rehinin değerin­deki her artış sahibinindir; her düşüşe katlana­cak yine sahibidir." (Şafii).

Enes, "Hiç şüphesiz, Rasulullah kendi zırhını arpa taneleri karşılığında rehine verdi" demiş­tir. Hz. Aişe'de; "Allah'ın Rasulü belirli bir süre ile bir parça yiyeceği veresiye aldı ve karşılığında zırhını rehin verdi" demiştir. Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Rasul-ü Ekrem s.a.v. şöyle buyurmuştur: "Rehin olan hayvana na­fakası mukabilinde binilebilir, kendisine yapı­lan harcama karşılığında sütü içilebilir. Hay­vana binen yahut sütünü içen kişi masrafı te­darik etmelidir." (Buhari).

Mal ve Mülke Verilen Zarar: Haram b. Sa'd b. Muhayysia'mn naklettiğine göre. Berh Azib'e ait dişi bir deve bir bahçeye girin hasa­ra yol açtığında Allah'ın Rasulü bançe sahip­lerinin bahçelerini gün boyu korumakla so­rumlu olduklarını, fakat geceleri hayvanlara yapılan zararda mesuliyetin hayvan sahipleri­ne ait olduğunu belirtti. (Malik, Ebu Davud ve İbn-i Mace). Ebu Hureyre de, bir yiyecek ayakla çiğnenmişse tazminat ıstenemeyeceğini, yangın durumunda da aynı şeyin soz Konu­su olduğunu Rasulullah'ın beyan ettiğini ri­vayet eder.

Yönetimle İlgili Kurallar: (Ayrıntılı bilgi için I. ciltte 'Yönetici ve Devlet Adamı' bölü­müne bakınız).

Rasulullah yönetim ve yöneticinin hali ile ilgili birçok kural ve düzenlemeler koymuş, bizzatihi uygulamalarıyla bunun en iyi bir mi­salini oluşturmuştur. Yönetimdeki mevkiler için aşırı hırslı olan ve peşine düşen insanları bu görevlere getirmemiş ve şöyle buyurmuş­tur: "Hayırlı insanlar içerisinde öyleleri vardır ki, bu göreve gelene kadar ondan hiç mi hiç hoşlanmazlar." (Buhari ve Müslim). Sahtekar­ca hareket eden yöneticiyi en kötü yönetici olarak değerlendirmiştir; "Müslümanlar üze­rinde yetki sahibi iken onlara karşı hıyanet üzre ölen her yöneticiye, Allah cennetini ha­ram kılar." (Buhari ve Müslim). Adil yönetici­lerin şeref sahibi kılınacaklarını haber vermiş­tir: "Allah'ın indinde Kıyamet günü kullan arasında en güzel makam sahibi adil ve şef­katli emir olacaktır: Allah'ın indinde. Kıyamet günü en kötü makam sahibi ise zalim ve in­safsız yönetici olacaktır." (Beyhaki). Ayrıca emir sahiplerine meseleleri insanlar için ko­laylaştırmalarını, zorl aştırmamalarını emret­miştir. (Buhari ve Müslim).

Rasulullah, kanun ve düzenin korunması ve emir sahiplerine itaat edilmesi üzerinde ıs­rarla durmuş, lakin yaratıcıya isyanın söz ko­nusu olduğu durumlarda bunların geçerli ol­madığını belirtmiştir. (Müslim, Buhari ve Şer-hüs Sünne). Buyurmuştur ki: "On ya da daha fazla kişiyi yönetmiş her kimse kıyamet gü­nünde Allah'ın huzuruna elleri boynuna zin­cirli olarak gelecek, ya iyilikleri ile serbest bırakılacak ya da günahları yüzünden mahvo­lacaktır." (Ahmed). İyi bilinen bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: "Her biriniz çobansınız ve her biriniz güttüğünüzden mesulsünüz." (Buhari ve Müslim). Yetki sahibi insanlara Allah'tan korkmalarını ve adilane hareket et­melerini tavsiye etmiştir. (Ahmed).

Adlî Kurallar: Rasulullah, insanlar arasın­daki anlaşmazlıkların mahkemelerde çözüm­lenmesi için belirli kuralları ve hakimler tara­fından adaletin uygulanması ile ilgili hukuki prosedürü ortaya koymuştur.