Konu Başlığı: Lûgavî İzahlarda Bulunması Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 22 Ağustos 2012, 09:31:51 11- Lûgavî İzahlarda Bulunması a- Doğrudan doğruya lûgavî izahları: Karşılaştığımız misallerden anlaşıldığına göre Rasûlulla'in Kur'ân hakkında lûgavî yönden açıklamalarda bulunmasına, ekseriyetle soruya muhatap olması vesile teşkil etmektedir. Onun açıklamaları, ekseriyet itibariyle lügat ve tefsir ehlinin lûgavî izahları tarzında değildir. Ayrıntıya girmeden, soranın durumuna göre, en kısa yoldan mânanın anlaşılmasını hedefler. Dolayısıyla bazen kelimenin sadece eşanlamlısını söyler, bazen vasfını içerene tariflerde bulunur, yahut ondan maksadın ne olduğunu bildirirdi. Bazı hallerde kelimenin şer'î mânasını belirtirdi. Bunlara dair misaller: I- Kelimeyi eşanlamlısı ile açıklaması: Hz. Peygamber, "Böylece sizi (ey Muhammed Ümmeti) vasat bir ümmet yapmışızdır." (2: '43) ayetinde varid olan ve çeşitli mânalara gelen "vasat" kelimesinin, burada "âdil" ^anasına olduğunu bildirmiştir (Tirmizî). Hz. Aişe "Dîn (işlerin)de üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi..." (22: 78) ayetinde varı olan "haraç" kelimesini, Peygamberimize s°nnuş, o da: "darlık" olarak açıklamıştır (Müstedrek). "Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû edenler..." (9: 112) ayetîndeki sâihînm hangi mânaya geldiği sorulunca Rasûlullah: "oruç tutanlar" demek olduğunu söyledi (Müstedrek, Ebû Dâvud). Bir rivayete göre Rasûlullah, Kur'ân'da geçen kunût kelimesi (2:238), "her yerde taat mânasına gelir" demiştir (Fethu'r-Rabbani, Taberî). Tâat, bu kelimenin "sükût eylemek, dua etmek, namazda ayakta durmak", gibi eşanlamlılarından biridir. Rasûlullah'in Kur'ân'daki bazı kelimeleri eşanlamlıları ile açıklamasına dair başka misaller de vardır. II. Tarif etmek suretiyle izahı: Mâide sûresinin ikinci ayetinde ve başka ayetlerde geçen birr ve ism hakkında Rasûlullah Birr\ ahlâk güzelliği, ism ise vicdanını tırmalayıp seni huzursuz kılan ve insanların muttali olmasını istemediğin şeydir" (Müslim) demiştir. III. Kelimenin şer'î mânasını bildirrrlesi: Rasûlullah "Kulaklar başa dahildir." demekle, abdest ayetinde (5: 6) yıkanması farz olarak emredilen "yüz"ü tarif etmekte, kulakların yüzden sayılmadığını belirtmektedir. Bir defa sakalını örten bir adamı görünce ona: "Aç onu, zira sakal yüze dahildir." demişti (İbni Kesîr). Rasûlullah "gıybet nedir bilir misiniz?" diye sorduktan sonra "Allah ve Rasûlü bilir." diye cevap verdiler. Buyurdu: "Gıybet, dîn kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anman-dır." Bunun üzerine kendisine: "Ya benim söylediğim şey kardeşimde mevcut ise, buna ne dersin ey Allah'ın Rasûlü" denildi. Buyurdu ki: "Eğer senin söylediğin husus onda varsa, onun gıybetini yapmış olursun, onda bulunmuyorsa ona iftira etmiş olursun" (Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî). Böylece "Kiminiz kiminizi gıybet etmesin" (49: 12) ayetini açıklamaktadır. Bir misal de şöyledir: "Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda (İhrama girerek) haccı kendisine farz kılarsa, bilsin ki hacda ne re-fes, ne füsûk ve ne de cidal olamaz..." (2: 197) ayeti hakkında Hz. Peygamber'in: "Refes: kadınlarla cinsî münasebete dair fahiş söz veya îma, füsûk: her türlü masiyet, cidal: kişinin yanındaki kimse ile olan münakaşasıdır" dediği rivayet olunmaktadır (el-It-kan). IV. Kelimenin kasteddiğini bildirmesi: "Cenâb-ı Allah, Hz. İbrahim'i insanlara imam (rehber) yaptığını bildirince o, zürriye-tinden de kendisi gibi imamlar yaratmasını dilemiş, Allah ise: 'Zalimlere ahdim erişmez' demişti." (2: 124) ayetinde geçen "ahd"'\, "nübüvvet" ile tefsir etmiştir (İbni Kesîr). Bu kelimenin lûgattaki birçok mânaları arasında nübüvvet mânası görülmez. Fakat burada ondan nübüvvetin kastedildiği belirtilmiştir. Bir başka misâl: Cenâb-ı Allah'ın Hz. Musa'ya emrini nakleden "... ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat..." (14: 5) ayetindeki "Allah'ın günîert'nâen maksadın, "Allanın nimetleri" olduğunu bildirmiştir (Taberî, İbni Kesîr). Bu mânaya gelmesi "hâliyyet ve ma-hallİyyet itibariyledir" (Kamus Tercemesi). IV. Kelimenin geniş anlamının kastedildiğinin bildirmesi: Bir rivayete göre Rasûlullah, "Bir zaman Musa kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini düşünün ki içinizden peygamberler gönderdi, sizi melikler yaptı" (5: 20) ayetindeki "melik" kelimesinin geniş mânada kullanıldığına dikkati çekmiştir. Hz. Peygamber'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İsrail oğullarında birisinin hizmetçisi, bineği ve karısı olunca onu melik (kıral) sayarlardı" (İbni Kesîr). Zeyd b. Eşlem, ayette geçen "sizi melikler yaptı" ifadesi hakkında Rasûlullah'iın şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Kim bir eve ve hizmetçiye mâlik olursa, o meliktir." (Taberî). "Kendilerine Kitaptan nasip verilenleri görmedin mi? Cibte ve tâğûta (bâtıla) inanıyorlar ve inkâr edenler için: 'bunlar iman edenlerden daha doğru yoldadır' diyorlar." (4: 5l) ayetinde geçen "cibt" kelimesi lügatte pm kâhin, sihirbaz, hayırsız ve faidesiz, hasis ve kötü şeye denir. Tark: yere çizgiler çizmektir; burada kastedilen remil ilmidir. İyâfe; kuş uçurmak suretiyle fala bakmak; tiyara; kendisiyle uğur aranan yaramaz fal demektir. Bu mefhumlar da, cibft katılmak suretiyle bu kelimenin delâleti genişletilmektedir. VI. Lügavî inceliklere temas etmesi: Bir bedevi gelerek "Ey Allahın Rasûlü! Beni cennete gönderecek bir amele delâlet et." dedi. Cevaben buyurdu ki: "Vecîz söz söylersem, meseleyi daha geniş anlatmış olurum: Neşeme i'îak (âzad) et veya. fekk-i rakabe et (bir boyunu kölelik zincirinden çöz)". Bunun üzerine bedevî: "Bu ikisi aynı şey değil midir?" Rasûlullah: "İ'tak-ı neşeme: tek başına âzad etmendir, fekk-i rakabe ise: âzad edilmesine yardımda bulunmandır." (Müsned-i Ahmed). Burada Rasûlullah birbirinin eşanlamlısı olan iki kelime arasındaki nüansı belirterek "Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek, yahut şiddetli bir açlık gününde... doyurmaktır." (90: 12-13) ayetinin tam ve inceden inceye tahdit edilmiş mânasını açıklamıştır. Yine: Arabînin biri gelerek "Ya Rasûlullah, Allah cennette insana eza veren, inciten bir ağacın olduğunu zikrediyor" dedi. "Nedir o?" diye sorunca sidr olduğunu söyledi. Rasûlullah buyurdu ki, "Allah Teâlâ buyurmuyor mu? Allah onun dikenini (2256: 288) silmiştir de her dikenin yerine bir meyve yapmıştır..." (İbni Kesîr, Müstedrek). Sidr-i mahdûd, Arabistan kirazı tabir olunan meşhur nabk ağacının ismidir. "Mahdud" iki mâna ile tefsir edilmiştir. Birisi silinmiş, tesviye edilmiş, düzgün demektir. Arabistan sidri dikenli bir ağaç olduğu için bununla Cennet sidrinin dikensiz olduğu anlatılmıştır. Rasûlullah kelimenin bu mânasına dikkati çekmiş ve bu mâna üzerinde temerküz eden mühim farkı belirtmiştir. b- Dolayısiyle olan lûgavî açıklamaları: Bundan maksat ,Hz. Peygamber'in Kur'ân'da varid olan herhangi bir garib kelimeyi, doğrudan doğruya ayeti açıklama mevkiinde değil de, başka bir vesile ile ayetteki mânada kullanmasıdır. Müfessirler bazı kelimeleri açıklarken Hz. Peygamber'in bu kabil kullanımlarından istifade ederler. Meselâ: Sahabeden Osman b. Maz'ûn vefat edince Rasûlullah: "Ona yakîn geldi, vallahi ben onun için hayır(lı âkibet) ümid ederim." (İbni Kesîr). Bir başka hadisinde, insanların yaşayış tarzlarının en hayırlısını bildirirken: "... Namazı ikame eder, zekâtı verir, İnsanlardan yana da, hayırdan başka bir işte bulunmayarak kendisine yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet eder durur." demiştir (Müslim, İbni Mâce, Müsned-i Ahmed). Her İki hadiste de yakîn kelimesi ölüm mânasına gelmektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in bu mânada kullanması "Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine ibadet et" (15: 99) ayetindeki "yakîn"in mânasını anlamamızı temin etmektedir. Bir diğe'r misâl: Ebû Hüreyre'den rivayetle: Hz. Peygamber, ashabı ayrı ayrı halkalar halinde otururken onların yanına varınca: "Ne o, niye böyle izîn (dağınık) oturuyorsunuz?" dedi (Müslim, Taberî, Ebû Dâvud). Ba hadiste izîn kelimesi, halka halka, dağınık bir şekilde bulunmak hakkında kullanılmıştır. "Sağdan soldan ayrı ayrı ..gruplar halinde..." (70: 37) ayetinde geçen bu kelimenin mânası, bu hadis vasıtasiyle anlaşılır. Son bir misâlimiz: Taberî, "Musa kavmine demişti ki: 'Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; O sizi Firavun hanedanından kurtardi. Onlar, sizi işkencenin en kötüsüne mâruz bırakıyorlardı. Bunda Rabbinizden, size büyük bir imtihan vardı" (14: 6) ayetinin tefsirinde yestehyune hakkında: "Mânası, bırakıyorlar demektir. Hayat, terk demektir. Nitekim Rasûlullah'den gelen haberde de boy ledir: "Müşriklerin kocalarını Öldürün, kadın larını bırakın." (Taberî). Bu neviden başka misaller de vardır. c- Edebî sanatları ihtiva eden ayetleri açıklaması: Bilindiği gibi edebî sanatları isimlendirme ve edebî terimler sonraki devirlerde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Hz. Peygmber'in bu sınıfa giren ayetleri açıklamasını, belagat âlimlerinin izahları ile kıyas etmemelidir. Hz. Peygamber, sonradan mecaz, hazf, kinaye vs. şeklinde adlandırılan hususiyetleri ihtiva eden ayetlerin, sadece maksatlarının anlaşılmasına medar olacak bazı irşad-larda bulunmuştur. Bunlara ait misallerimiz aşağıya kaydedilmiştir. Adîy b. Hatem diyor ki: "Sizin için fecrin beyaz İpliği siyah iplikten seçilinceye kadar ye-yin, için...." (2: 187) ayeti nazil olunca, biri siyah diğeri beyaz olarak iki ip alıp yastığımın altına koydum. Böylece onlara bakıp beyazı siyahtan ayırdedecek zaman gelince oruca başladım. Sabah olunca Rasûlullah'm huzuruna varıp yaptığım işi anlattım. Buyurdu ki: "Öyleyse senin yastığın çok enlidir (yani kafan kalın olduğundan bundaki inceliği an-layamadm). Bu ayetten maksat, sadece gündüzün beyazlığı ve gecenin karanlığıdır" (Buharı, Müslim). Buharı ve Müslim'in ashabdan Sehl b. Sa'd'dan rivayet ettikleri bir hadisten anlaşıldığına göre, bu ayet ilk nazil olduğunda mi-nel-feai: fecrin beyanı yoktu. Sonra nazil oldu. Hz. Peygamber ile temas eden Müslümanlar, onun açıklamasından murad edilen mânayı anlıyorlardı. Fakat temas etmeyen bedeviler, yahut "hayf\ın lügatte gece ve gündüz mânasında kullanılabileceğini bilmeyenler, ayeti Adîy b. Hâtem gibi anlamışlardı. Bu ayetin ve ilgili hadislerin anlaşılması hakkında çok kaviller varsa da bizim burada belirtmek istediğimiz şudur; Ayetteki haytdan muradın, lügatteki hakikî mânanın (ip) değil de bilinen mecaz olarak gece ve gündüz olduğudur ki, "bu (ayetten maksat) sadece gündüzün beyazlığı ve gecenin karanlığıdır." sözü ile Rasûlullah tarafından beyan edilmiştir. Diğer misal: "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz biçimde varın..." (2: 223). Hars; esasen ziraat gibi ekin ekmek demek olup ekin yeri, mezra mânasına isim de olur ki burada bu mânayadır. Bu tabir ile kadının kadınlık uzvu bir tarlaya, erkeğin nutfesi tohuma, doğacak çocuk da bitecek hasılata teşbih edilerek bir istiare yapılmış ve bununla Allah'ın emrettiği mevzi-i hars, izah buyurulmuştur ki mâna şu olur: Kadınlar sizin ekinliğinizdir, siz onlara insan ve müslü-man tohumları ekip hasılat olarak zürriyyet yetiştireceksiniz. Bundan dolayı harsınıza -hars mânası unutulmamak ve mevzi-i harstan olmak şartı ile- dilediğiniz taraftan, herhangi bir vaziyette isterseniz gidiniz. Ayetin müfessirler tarafından bildirilen bu inceliklerini, -nisbeti sahih ise- İbn Abbas'dan rivayet olunan şu hadis ifade etmektedir: İbn Abbas'tan, Rasûlullah (S)'in "Kadınlarınız sİ-zin tarlanızdır..." ayeti hakkına şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mahsûl nerede olursa tarla oraya denilir." Bu hadis harsın, ancak nebatın bittiği yer olduğunu ifade etmektedir. Bu teşbihi ihtiva etmese bile, dübürü meneden, ancak bir yolun helal olduğunu bildiren bir çok hadis de aynı mânayı gösterir. Peygamber'in beyanının delaletiyle buradaki teşbihin hakikatine ve benzetme yönüne nüfuz edilmese, bazılarının anladığı gibi, her türlü davranışın mubah olduğu neticesi çıkarılabilirdi. |