๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Temmuz 2012, 12:48:49



Konu Başlığı: Liân Kanunu Lânetleşme
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Temmuz 2012, 12:48:49
Li'ân Kanunu (Lânetleşme)

Nur süresindeki bu âyet (24: 6) nazil oldu­ğunda, Rasûlullah Hilâl'e ve karısına haber gönderdi. Hilâl iddiasını yeniledi. Kadın da inkâr etti. Rasûlullah: "Öyleyse li'ân hük­müne göre hareket edelim" buyurdu. Önce Hilâl kalktı ve Kur'ân'da emredilene uygun şekilde yemin etti. Rasûlullah onlara tekrar tekrar şunu hatırlattı: "ALLAH biliyor ki, sizden biriniz yalancıdır, o halde biriniz tevbe etme­yecek mi?" Hilâl beşinci kez yemin etmeden önce orada bulunanlar kendisine; "ALLAH'tan kork, dünyadaki ceza ahirettekinden daha ha­fiftir. Beşinci yemin cezayı üzerine farz kıla­cak!" dediler. Fakat Hilâl, sırtını dünyada (ce­zadan) koruyan ALLAH'ın ahirette de kendisini bağışlayacağını söyleyerek beşinci kez yemin etti. Sonra kadın yeminlere başladı. Beşinci yemine geçmeden önce, o da durdurulup ken­disine; "ALLAH'tan kork, dünyevî ceza ahiretin cezasından daha hafiftir. Son yemin seni ilâhî cezaya mahkûm edecek" tavsiyesinde bulu­nuldu. Bunu duyan kadın bir an durakladı, oradakiler itirafta bulunacağını sandılar, fakat o, "Kabilemin şerefine ebediyyen leke sürdürtmem" diyerek beşinci yemini de etti. Bu­nun üzerine Rasûlullah ayrılmalarını em­retti ve çocuğun doğumdan sonra erkeğe de­ğil kadına verileceğine, bundan böyle kimse­nin kadını ve çocuğu suçlamayacağına, bun­lardan birini suçlayana kazf cezası verileceği­ne ve boşanma veya kocanın ölümü gibi bir sebeple ayrılmadıklarından, iddet süresince kadının Hilâl'den nafaka istemeye hakkı ol­madığına hükmetti (Kütüb-ü Sitte ve Müsned-i Ahmed).

Bir başka li'ân davası da Üveymir ve karısı ile ilgilidir. Onların her ikisi de yemin ettiler ve tevbeye yanaşmadılar. Li'ân hükmü uygu­landı. Bunun üzerine Rasûlullah onları bo­şadı ve "Lanetleşen karı-koca arasında ayrılık olacaktır" buyurdu (Buharı, Müslim, Ebu Da-vud, Nesei, îbni Mace ve Ahmed).

Daha sonra bu kural Sünnet ile sabit hâle gel­di. Böylece lanetleşen karı-koca bir daha hiç evlenmemek üzere ayrıldılar. Bu davanın ay­rıntıları Sahiheyn'de şu ifadelerle anlatılmış­tır: Üveymir dört şahit getiremeyince bu âyet nazil oldu. Bunun üzerine Rasûlullah Üveymir ve karısını Mescid-i Nebevi'ye ça­ğırdı. Sehl b. Sa'd onların mescidde Rasû­lullah ve bir grup sahabi önünde lânetleştiklerini anlatır. Daha sonra Üveymir Rasûlullah'a: "Ey ALLAH'ın Rasûlü! Bu kadını nikâhım­da tutarsam ona zulmetmiş olurum!" dedi ve karısını üç kez boşadı. Rasûlullah daha sonra sahabilere; "Bakınız, eğer bu kadın ka­ra gözlü, geniş baldırlı, düzgün bacaklı ve siyahî bir çocuk doğurursa, Üveymir'in gerçe­ği söylediğinden başka bir şey düşünemem. Fakat kırmızı benekli kızıl bir çocuk doğurur­sa Üveymir'in kadına bühtan ve iftira ettiğini sanırım" buyurdu. Sonraları kadın, Üveymir'i doğrulayacak bir çocuk doğurdu ve çocuk an­nesine nisbet edilerek (İbni Havle) anılmaya başladı (Buhari ve Müslim).

İbni Ömer'den gelen bir rivayette Rasûlullah, adamın biri karısının doğurduğu çocuğu üzerine almayınca, onları lânetleştirmiş ve sonra birbirlerinden ayırarak çocuğu kadına vermiştir. Sonra adamı bu dünyadaki cezanın ahirettekine göre daha hafif olduğu konusun­da uyarmış ve ona bu hususta tavsiyelerde bulunmuştur. Kadını çağırtarak ona da aynı şeyleri söylemiştir (Buhari ve Müslim).

İbni Ömer'in bir başka rivayetine göre, birbir­leriyle lanetleşen iki kişiye Rasûlullah "Si­zin hesabınız ALLAH katmdadır, zira biriniz ya­lan söylüyor." buyurmuştur. Daha sonra ada­ma, karısıyla tekrar evlenemeyeceğini söyle­miştir. Adam: "Ey ALLAH'ın Rasûlü! Peki mehrim ne olacak?" deyince Rasûlullah: "Sana ondan bir şey yok. Doğru söylemişsen, bu para onunla münasebette bulunmanın kar­şılığıdır; şayet yalan söylemişsen zaten o para sana bu kadından uzaktır." buyurmuştur (Bu­hari ve Müslim).

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre bir bedevi Rasûlullah'a gelerek, kansının siyahî bir çocuk doğurduğunu ve bu çocuğun kendi­sinden olup olmadığından şüphelendiğini söyler. Rasûlullah kendisine: "Senin deven var mı?" diye sorar. Adam "evet" der. "Renk­leri nasıl?" diye sorar, bedevi "kırmızı" diye cevap verir. "İçlerinde gri olanı var mı?" diye sorar Rasûlullah Adam "bazıları gri". "Bu renge sebep nedir?" sorusuna bedevi "belki atalarında bu renkte olan vardır." şeklinde ce­vap verir. Bunun üzerine Rasûlullah: "Ay­nı şey senin çocuğun rengine de sebep olmuş olabilir." buyurur ve adamın çocuğundan şüp­helenmesine izin vermez (Buhari, Müslüm, Ahmed, Ebu Davud).

Hz. Aişe şöyle rivayet etmiştir: Utbe b. Ebi Vakkas, kardeşi Sa'd'a vasiyet etmiş (şöyle söylemiş): "Zem'a'nın cariyesinin oğlu benfim sulbüm)dendir. Bu çocuğu almalısın!" Hz. Aişe diyor ki: Mekke'nin fethi senesi (Mekke'ye varıldığında) Sa'd b. Ebî Vakkas, çocuğu yakaladı ve; "Bu, kardeşim Utbe'nin oğludur. Bunun nesebinin kendisine istilhâkı için bana vasiyet etmiştir" dedi. Bunun üzeri­ne Abd b. Zem'a ayaklanıp; "Bu, benim kar­deşimdir, babamın cariyesinin oğludur, baba­mın yatağı üstünde doğmuştur" dedi. Her iki taraf bu niza ve husûmetlerini Peygamber'e arzettiler. Sa'd b. Ebî Vakkas; "Ya Rasûlullah! Bu çocuk, kardeşim Utbe'nin oğludur. Nesebinin kendisine istilhâkına dair bana vasiyeti vardır" dedi. Abd. b. Zem'a da; "Bu, benim kardeşimdir ve babamın cariyesi doğurmuştur; babamın yatağı üstünde doğ­muştur" dedi. Rasûlullah; "Ya Abd b. Zem'a! Bu senindir." buyurdu. Sonra da Pey­gamber; "Çocuk, yatağın sahibinindir. Zâniye de mahrumiyet düşer." buyurdu. Daha sonra da hanımı Şevde bintü Zem'a'ya, ona karşı tesettürlü olmasını söylemiştir. Çünkü çocuğun Utbe'ye benzediğini görmüştür (Bu­hari ve Müslim).

Ibni Abbas'in rivayetine göre bir adam Rasûlullah'e gelerek: "Benim, kendisini çok sevdiğim bir karım var, fakat öylesine zayıf ki, bir başkası kendisine dokunsa aldır­maz." der. Rasûlullah: "Onu boşayabilir-sin." cevabını verir. Adam; "Fakat onsuz ya­şayamam" der. Bunun üzerine Rasûlullah: "Öyleyse onunla geçinmelisin." buyururlar. Rasûlullah, adamdan herhangi bir açıkla­ma istemediği gibi şikâyetini zina suçlaması olarak almamış ve li'âri hükmü uygulamamış-tır (Nesei).

Bir rivayet de şöyledir: Adamın biri Rasû­lullah'a gelerek; "Filan kişi benim oğlum-dur, cahiliye devrinde annesi ile gizli ilişki kurmuştum." dedi. Rasûlullah şöyle buyur­du: "İslâm'da gayri meşru olarak babalık iddi­asında bulunmak yoktur. Cahiliyede yapılan­lar ilga edilmiştir. Çocuk, yatağında doğduğu kişiye verilir ve zâni hiç bir hak iddia ede­mez." (Ebu Davud).

Yukarıda bahsi geçen âyeti ve Rasûlullah'in Sünnetini kaynak alarak fâkihler li'ân kanununun temelini oluşturan esaslan ortaya koymuşlardır:

a- Li'ân, evde değil, ancak mahkemede hâkim önünde karşılıklı olarak uygulanır,

b- Li'ân yalnızca erkeğin hakkı değildir. Kadmm da, kocası kendisine zina ile suçlar veya çocuğunun babası olduğunu inkâr ederse mahkemede li'ân talep etme hakkı var­dır,

c- Bir zan veya şüphe yahut endişe ifade eden sözler li'ânı gerektirmez. Ancak koca, karısını açıkça zina ile suçlar veya çocuğun kendisinin olduğunu inkâr ederse li'ân gere­kir,

d- Karısını suçladıktan sonra yeminden vazgeçen kimse Hanefilerin görüşüne göre hapsedilir ve li'ânda bulununcaya veya suçla­masının yalan olduğunu itiraf edinceye kadar salıverilmez. Bu ikinci durumda kendisine kazf haddi uygulanır. Buna karşılık İmam Mâlik ve diğerlerine göre hapis gereksiz gö­rülür; li'âm reddetmenin kişinin, yalancılığı­nın itirafı demek olduğu ve dolayısıyla kazj cezasını gerekli kılmaktadır,

e- Eğer koca yemin ettikten sonra, kadın yeminden kaçınır­sa, Hanefilere göre hapsedilir ve li'ânda bulu­nuncaya kadar veya zina suçunu itiraf edince­ye kadar salıverilmez. Buna karşılık diğer imamlar recmedilmesi gerektiği görüşünde­dirler,

f- Eğer bir koca çocuğunu reddediyor­sa, li'ân gerektiği konusunda ittifak vardır.

g- Eğer bir baba çocuğu inkâr ediyorsa ço­cuk yalmz anneye verilir ve ona nisbetle anı­lır,

h- Li'ânın sonucunda ne kadın, ne de er­kek cezalandırılır.

Hz. Aişe'den rivayetle, bir hırsız Rasûlullah'a getirildi ve O da elini kestirdi. Hırsızı ge­tirenler; "İşi bu kadar ileriye götüreceğinizi düşünmemiştik" dediler. Rasûlullah: "Şa­yet kızım Fâtıma böyle bir şey yapmış olsa onun elini de keserdim!" buyurdu (Nesei).

Bir hırsız itirafda bulundu. Fakat çaldığı eş­yalar yanında yoktu. Rasûlullah: "Senin çaldığını sanmıyorum." dedi. Hırsız, çaldığını iki veya üç kez tekrarladı. Bunun üzerine Rasûlullah, elinin kesilmesini emretti. Sonra ona dedi ki: "ALLAH'tan affını iste, tev-beyle O'na dön!" Adam kendine söylenileni yapınca Rasûlullah, ALLAH'tan üç kez bu adamın affedilmesi için duada bulundu (Ebu Davud, Nesei, İbni Mace ve Darimi).

Halife Osman ve Ali, bir kuş çalanın elinin kesilmeyeceğine hükmettiler. Hiç bir sahabi buna karşı çıkmadı. Halife Ömer ve Ali, Beytü'l-mâl'dan çalanın elini kestirmediler ve hiç kimse onlara itiraz etmedi. (The Meaning of the Our'an, c. VIII).