๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 10 Haziran 2012, 10:45:20



Konu Başlığı: Kuranı Kerimdeki Deliller
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 10 Haziran 2012, 10:45:20
2- Kur'an-ı Kerim'deki Deliller

Kur'an-ı Kerim, Muhammed'ın peygam­berliğini açıkça ve tatminkâr olarak pek çok yoldan doğrulamaktadır; bazan Allah'ın ön­ceki rasullerin, Muhammed'ın geleceğini ümmetlerine haber vermelerine atıf yapıla­rak; bazan onun İlâhî Mevkiine açıkça işa­ret ederek: diğer zamanlarda insanların akıl ve ferasetine başvurarak; bazen çok açık ve sade bir lisanla ifade ederek; bazan da doğ­ruların sadakat ve ferasetini imtihan ederek zımnen. Kur'an'ın kendine has üslubu, bu Kitab'ın onun sözü olamayacağını sarih ola­rak göstermektedir. Vahyedilen dinin nakil üslup tekniği öyle aşikârdır ki, kimse Mu­hammed 'ın Peygamberlik yetkisinde şüp­heye düşemez. Kur'an-ı Kerim'in, Muham­med 'in yeryüzünde gerçekten Allah'ın el­çisi (rasulü) olduğunu gösteren muhtelif üs­lubunu ele alarak bunlardan birkaç örnek göstermekle yetineceğiz.

Önceki Kitaplara Müracaat, Kur'an-ı Ke-rim'de, Rasulullah'ın peygamberliğe yet­kinliğini, daha önceki mukaddes kitaplara, peygamberlere ve onların ümmetlerine atıf­lar yaparak göstermeye yönelik birçok ayet vardır. Kur'an-ı Kerim, onları, kendilerine vahyedilen kitaplarında bildirilen rasulü in­kâr etmenin elim sonuçlan bakımından ikaz etmektedir.

Kitap Ehli Rasulullah 'ı Kendi Çocukla­rını Bildikleri Gibi Biliyorlardı. Kur'an-ı Ke­rim, onlardan çok iyi bildikleri şeyi sakla­mamalarını istiyordu; "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gi­bi tanırlar, ama yine de onlardan bir grup bile bile gerçeği gizlerler. Gerçek Rabbinden-dir, sakın şüphelenenlerden olma." (2: 146-147). En'âm Suresi'nde şu ifadeyi görüyoruz: "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, Muham-

med'i çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fa­kat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar." (6: 20). Bu ayetle, Muhammed 'ın Hak olduğunu kendi çocuklarını bil­dikleri gibi bilen Kitap Ehli'nin (yahudi ve hıristiyanlar) iç duygularını serahatle izah et­mektedir. Onun İlâhi mevkiini gayet iyi bili­yorlardı. Fakat, insanlar gerçeği öğrenmesin­ler diye bunu kasden sakladılar.

Kitap Ehli, Muhammed'ı kitaplarında okudukları, onun gelmesiyle ilgili işaretler­den hemen tanımışlardı. Ancak, ne ona inan­dılar, ne de onun kimliğini izhar ettiler. "Ne zaman ki, Allah katından onlara, kendilerin­de olanı tasdik eden Kitab geldi —ki onlar ondan önce inkâr edenlere karşı kendilerine yardım gelmesini beklerlerdi— bildikleri ken­dilerine gelince onu inkâr ettiler; artık Al­lah'ın laneti, inkarcıların üzerine olsun." (2: 89). Aslında, onlar, Rasulullah'ı ilk tanı­yan ve ilk inanan olmaları gerekirken, ona ve dinine ilk karşı çıkanlar olmuşlardır. Di­ğer yandan, Kitap Ehli'nden dürüst ve sami­mi olanlar ona inanmış ve yolundan gitmiş­lerdir. "Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İn­cil'de yazılı buldukları o Elçi'ye, o ümmî Peygamber'e uyarlar. O ki, kendilerine iyili­ği emreder, kötülükten men eder; onlara te­miz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kı­lar; üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla bera­ber gönderilen nura uyanlar, İşte onlar fela­ha erenlerdir." (7: 157).

Burada, Kitap Ehli'nin (ruhbanlık vs. gibi) mantıksız gelenek ve alışkanlıklarına atıf ya­pılmaktadır. Son Peygiamber, insanların önünden bütün bu engelleri kaldırmak, on­lara efsane ve dogmalardan arınmış olarak fiili hayatta uygulanabilecek şekilde imanın sade ve anlaşılır kaidelerini vermek için gön­derilmişti. Kur'an-ı Kerim'de bu mealdeki pek çok ayet vardır. Ancak, biz ispatımızı göstermek için bunlardan birkaçıyla yetine­ceğiz.

Önceki Vahiylerin Tasdikçisi. Şüphesiz Mu-h'ammed, kendinden önceki peygamber­lerin din ve kitaplarını teyid etmiş ve onlara atfedilen yanlış iddiaları temizlemiştir. Bil­hassa, İsa'ın bakire Meryem'den, İlâhi bir mucize sonucu doğmuş olduğunu ve onun düşmanları tarafından ne öldürüldüğünü, ne çarmıha gerildiğini tesbit ederek onun adını yüceltmiştir. Bakara Suresi'nde şu ifade mev­cuttur: "Yola gelesiniz diye Musa'ya kitap ve furkan (gerçekle batılı birbirinden ayıran öl­çü) vermiştik." (2: 53). Yine aynı surede şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve Sâbii'lerden Al­lah'a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş ya­panların ecirleri Rablerinin katındadıf. On­lar için artık korku yoktur. Onlar üzülme­yeceklerdir." (2: 62). Bu ayetler, Allah'a ve Hüküm Günü'ne inananlara, iyi bir müka­fatı, sarahatle garanti etmektedir. Onlara şöyle denmişti: "Yanlarındaki Tevrat'ta Al­lah'ın hükmü dururken seni nasıl hakem ya­pıyorlar? Sonra da bu hükmün arkasından yüz çeviriyorlar..." (5: 43). En'âm Suresi'nde şöyle denmektedir: "Bu da kentlerin anası­nı (Mekke'yi) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz feyz kaynağı ve ken­disinden önceki (Kitab)leri doğrulayıcı bir Kitap'tır. Ahirete inananlar buna inanırlar ve onlar, namazlarına devam ederler!' (6: 92) Ahkâf Suresi'nde de şu sözler bulunmakta­dır: "Kur'an'dan önce, Musa'nın kitabı Tev­rat bir rahmet ve rehberdir. Bu (Kur'an) da (kendinden öncekileri) doğrulayan, zulme­denleri uyarmak ve güzel davrananlara müj­de olmak için Arapça indirilmiş bir kitap­tık' (46: 12). Âl-i İmrân Suresi'nde şöyle den­mektedir: "Sana kendisinden öncekileri doğ­rulayan Hak Kitabı indirdi. Bundan önce de insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat ve İncil'i indirmişti. O, doğruyu yanlıştan ayıran Kitab'ı indirdi" (3:3) Nisa Suresi'nde de, Kitap Ehline bu kitaba inanmaları söy­lenmektedir: "Ey Kitap verilenler! Yüzleri si­lip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yap­madan, yahut cumartesi güncüleri (bu gün­de Allah'ın koyduğu yasaklan dinlemeyip aşırı giden Yahudiler)ni lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, elinizdeki Kİtab'ı tasdik ederek indirdiğimiz Kur'an'a inanın." (4; 47).

"Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onun ya­nında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rü-kua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar yüz-lerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, on­ların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çı­karmış, onu kuvvetlendirmiş, kahnlaşmış, gövdesi üzerine dikmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler." (48: 29). Bu benzer­lik, aşağıda gösterildiği gibi Tevrat ve İncil-de de aynı kelimelerle ifade edilmektedir.

"Ve dedi: Allah'ın melekûtu böyledir, yere tohum saçan bir adam gibidir. Gece gündüz uyuyup kalkar; tohum biter ve büyür; nasıl, o bilmez. Toprak kendiliğinden önce otu, sonra başağı, sonra başakta dolu taneyi ve­rir. Mahsul erdiği zaman, hemen orağı salar; çünkü hasat gelmiştir. Ve dedi: Allah'ın melekûtunu nasıl benzetelim? Yahut onu ne me­selle önünüze koyalım? Hardal tanesi gibi­dir ki, toprağa ekilirken her ne kadar yer üze­rinde olan bütün tohumlardan en küçüğü ise de, ekildikten sonra büyük ve bütün sebze­lerden daha büyük olur, büyük dallar salar; şöyle ki, göğün kuşları onun gölgesi altına yerleşebilirler." (Markos IV, 26-32). Yukarı­da, Kur'an-ı Kerim'deki ayetin ilk kısmındaki benzerlik Tevrat'ta da vardır. "Ve dedi: 'Rab Sina'dan geldi, ve onlara Seir'den doğdu, Pa­ran (Faran) dağından parladı. Ve beraberin­de on bin kutsal olanlarla sağ elindeki ateşi sallayarak geldi. Evet, o halkını seviyordu; ona tahsis edilenler hep onun elindeydi; bu yüzden yönünü senden alarak onun izini ta­kip ettiler:' (Tesniye XXXIII, 2-3). Burada, müşriklere karşı şedid, aralarında şefkatli olan ve "on bin Kutsal olan" ibaresi de Hic­ret'in sekizinci yılında, Mekke'.nin fethinde Rasulullah'ın yanında bulunan on bin sa­habeye işaret etmektedir.

Ona Vahiy Verilmiş Olması. Muhammed, insanlığa önder olması için özel olarak Va-niy verildiği de Kur'an-ı Kerim'de tesbit ol­muştur. En'âm Suresi'nde şöyle denmekte­dir: "İşte onlar, Allah'ın hidayet ettiği kim­selerdir. Onların yoluna uy ve de ki: 'Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyojum. O, sa­dece bütün âlemlere bir öğüttür.' " (6: 90). Kasas Suresi'nde şöyle buyurulur: "Sen, sa­na bu Kitab'ın verileceğini ummazdın. O, an­cak Rabbinin bir rahmetidir..." (28: 86). An-kebut Suresi'nde de şöyle buyurulmaktadır: "Sen daha önce bir kitâpdan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, bâtıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi." (29: 48). Secde Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Şüphe götürmeyen Kitap, âlemlerin Rab­binin indirdiğidir. 'Onu Peygamber'in ken­disi uydurdu diyorlar.' öyle mi? Hayır! O, senden önce peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden ge­len bir gerçektir. Belki artık doğru yolu bu­lurlar." (32: 2-3). Şura Suresi'nde şöyle den­mektedir: "İşte sana da buyruğumuzla bir vahiy gönderdik; sen kitap nedir, İman ne­dir önceleri bilmezdin, fakat Biz onu, kul­larımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Göklerde ve yer­de bulunan her şeyin sahibi Allah'ın yolu­na." (42: 52-53).

Bu ayetler, Rasulullah @'ın selâhiyet ve Di-ni'ni kesinlikle tespit etmektedir. Zikredilen ayetler, açık olarak göstermektedir ki, Mu-hammed @ bu mevkiye yeni bir talip değil­dir. Onun Kitabı ve Dini de garip değildir. Çünkü, ondan önce de peygamberler aynı şe­kilde gelerek, insanlara rehberlik için Allah1 m Dini'ni getirmişlerdir. İnsanlar, Allah'ın Dini'ni unutup veya kaybedince hatta ifsat ettikçe, Gerçek Asıl Dini, beşerî kanun ve ge­leneklerle karıştırarak ifsat edince, Allah, ümmetini, önderliğinde uyaracak başka bir elçisini göndermiştir. Bu elçiler, Allah'ın son elçisi Muhammed'ın gelişine kadar, insan-'arı Allah'ın Gerçek Dini'ni muhafaza için gelmeye devam etmişlerdir. Muhammed kendinden öncekiler gibi, yeni bir din ge­dmemiş, fakat insanları unutmuş, kaybetmiş veya beşerî (insan yapımı) gelenek ve ka­nunlarla karıştırmış ve değiştirmiş oldukla­rı asıl İlâhî din konusunda İkaz etmiştir. Bu şekilde, Muhammed aslında, insanlığa rehber olması için gerçek dini saf şekliyle ge­tirmiştir: "Nuh'a, ondan sonra gelen pey­gamberlere vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsma­il'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi, şüphesiz sana vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. Daha önce sa­na anlattığımız elçilere ve sana anlatmadı­ğımız elçilere de. Ve Allah Musa ile de ko­nuşmuştu." (4: 163-164).

İnsanlara, Rablerinden gelen elçiye inanma­ları söylenmektedir. "Ey insanlar! Rasul (peygamber) Rabbinizden size gerçekle gel­di, inanın, bu sizin haynmzadır. İnkâr eder­seniz, bilin ki göklerde ve yerde olanlar Al­lah'ındır. Allah bilendir, Hâkim (hikmet sa-hibi)dir." (4: 170) Yunus Suresi'nde, insan­ların Rasulullah'ın peygamberliği hususunda şüpheye düşmemeleri söylenmektedir; "İçlerinden birine: 'İnsanları uyar ve ina­nanlara, Rableri katında yüksek makamlar olduğunu müjdele' diye valıyetmemiz insan ların tuhafına mı gitti ki, kâfirler: *Bu apa­çık bir büyücüdür' dediler?" (10: 2) Şûra Su­resi'nde de şu ifadeyi görüyoruz: "Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik. İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya da buyurduk ki: 'Dine bağ­lı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.' Putperest­leri çağırdığın şey onların gözünde büyümek­tedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendi­sine yöneleni de doğru yola eriştirir?' (42: 13)

Dini Tam Vahyedildiği Gibi Tebliğ Eder. Mu­hammed, Allah'ın rasulü (elçisi) dir ve yalnız Rabbinin kendisine vahyettiğini teb­liğ etmektedir. "Bütün dinlerden üstün kıl­mak üzere, Rasulü'nü, doğruluk rehberi Kur'an ve Hak din ile gönderen O'dur. Şa­hit olarak Allah yeter." (48: 28)

Ahkâf Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "(Ey Muhammed!) De ki: 'Ben peygamberlerin ilki değilim ;-benim ve sizin başınıza ge­lecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolu-nana uymaktayım; ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.' De ki: 'Eğer bu Kitap, Allah ka­tından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz; İsrailoğullarından bir şahit de bunun böyle ol­duğuna şehadet edip de inanmışken, siz yi­ne de büyüklük taslarsanız, bana söyleyin kendinize yazık etmiş olmaz mısınız?' Doğ­rusu Allah zalim kavmi doğru yola eriştir­mez." (46: 9-10) Yunus Suresi'nde şöyle den­mektedir: "Ayetlerimiz onlara açık açık oku­nunca bizimle karşılaşmayı ummayanlar (Muhanımed'e); 'Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir' dediler. De ki: 'Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, ba­na vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.' De ki: 'Eğer Allah dikseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulun­dum, hiç düşünmüyor musunuz?' Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sa­yandan daha zalim kim olabilir? Suçlular el­bette saadete erişemezler." (10: 15-17). Sebe Suresi'nde şu ifade mevcuttur: "Biz seni bü­tün insanlara ancak müjdeci ye uyarıcı ola­rak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmezler." (34: 28).

Bilimsel Gerçekler: Kur'an-ı Kerİm'de, fizi­kî dünyanın ve insan fizyolojisinin bilimsel gerçekleriyle ilgili bin dört yüz sene önce hiç kimsenin bilmesi mümkün olmayan çok sa­yıda ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, Muhammed'ın insanoğlunun o devirde bil­mediği şeyleri tabiat ötesi bir kaynaktan (Ya­ni Allah'tan) aldığını açıkça göstermektedir.

İnsanın Yaratılışı ve Üreme Süreci. İnsanın yaratılışı, döllenme süreci, embriyonun ka­dının rahim organında oluşumu, sıvının ko­mpozisyonu, vs... ve İnsan genetik ve fizyo­lojisi ile ilgili diğer meseleler, modern bilim çağlından önce hemen hiç bilinmeyen konu­lar, Kur'an-ı Kerim'de izah edilmiştir. Bu da Muhammed'ın Allah'ın rasulü (peygam­beri) olduğunu ve bütün bu bilgileri kâinatın yaratıcısından aldığını doğrulamaktadır. Embriyonun gelişimi şu şekilde açıklanmak­tadır: "Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz (bilin ki), Biz sî­zi topraktan, sonra nutfeden (spermadan), sonra pıhtılaşmış kandan (alâka-embriyodan), sonra da'yapısı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size kud­retimizi açıkça gösterelim. Dilediğimizi bel­li bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağma varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en kötü çağına (İhtiyar­lığa) ulaştırılır ki, bilirken bir şeyi bilmez hâle gelir..." (22: 5). Mümİnun Suresi'nde de şu izahı görüyoruz: "Sonra onu nutfe (sperma) olarak sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi alâkaya (embriyoya) çevirdik, alâka (embriyo)yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yara­tık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!" İnsanın yaratılışının vetiresi ve ka­dın rahim organlarındaki gelişimi, o devir­de bu bilgiyle ilgili beşerî hiçbir kaynak bu­lunmadığı için Muhammed'a ancak va­hiy vasıtasıyla malum olmuştur. Kur'an, du­yu ve cinsel organların oluşumuna da temas etmektedir. (Bucaille, Maurice, İncil, Kur­an ve Bilim. U.S.A., 1978): "Sonra onu şe­killendirip kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için, kulaklar, gözler ve kalpler verilmiştir. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz." (32: 9). Cinsî organların da oluşumu şöyle açıklan­maktadır: "Ondan iki çifti; erkek ve dişiyi var etti." (75: 39). Necm Suresi'nde şu ifade mevcuttur: "Doğrusu, atıldığında meniden erkek ve dişiyi, iki çifti yaratan O'dur." (53: 45-46). Yine Fatır Suresi'nde şöyle denmek­tedir: "Allah sizi topraktan, sonra nutfe (sperma)den yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması ancak O'nun bilgisiyledir..." (35: 11).

Hayvanlar Âlemi. Benzer olarak, İlâhî yar­dım olmaksızın bilmesi mümkün olmayan, hayvanlar alemiyle ilgili pek çok gerçek Muhammed'a vahyedilmiştir. Kur'an-ı Kerim, hayvanlar alemindeki bazı türlerin hareket­lerini açıklamaktadır: "Rabbin bal arısına: 'Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovan­larda yuva edin; sonra her çeşit üründen ye; sonra da Rabbinin işlemen için gösterdiği yollardan yürü'diye öğretti.Karınlarından in­sanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Düşünen bir kavim İçin bunda ibret vardır." (16: 68-69)

Hayvan sütünün kaynağı da şöyle izah edil­mektedir: "Hayvanlarda da size ibretler var­dır. Bağırsaklarındakiler İle kan arasından, içenlere halis ve içimi kolay süt içiririz." (16: 66) Bu ayetler, on dört asır önce bilinmeyen, hayvanların nasıl süt oluşturduğunu açıkla­maktadır. Dr. Maurİci Bucaille'in deyişiyle, "Burada, her şeyi devinim içinde tutan ilk süreç, bağırsak ve kanın bağırsak duvarı yü­zeyinde bir araya gelmesidir. Bu kesin kav­ram, kimya ve fizyolojide sindirim sistemiy­le ilgili yapılan buluşların sonucudur. Bu sü­reç, yakın zamanlarda anlaşıldığından Rasulullah'ın devrinde bilinmemekteydi. Kan dolaşımının keşfi Harvey tarafından, Kur'­an-ı Kerim'in vahyinden yaklaşık on asır son­ra gerçekleşmiştir. Buna göre Kur'an-ı Ke-rim'de bu kavramlarla ilgisi bulunan ayetle­rin, ortaya çıktıkları zaman bakımından be­şerî esaslı izahı mümkün değildir." (Bucail-le, Maurice, İncil, Kur'an ve Bilim, U.S.A., 1978)

Bitki Âlemi. Aynı şekilde, Kur'an-ı Kerim­de bitki alemiyle ilgili ihtilâl mahiyetinde bil­gi müşahade edilmektedir. Bitki alemindeki yeniden üreme şöyle ifade edilmektedir. "Ye­ri düzleyen, orada dağlar, nehirler var eden, her türlü üründen çift çift yaratan, gündüzü geceyle bürüyen de O'dur..:' (13: 3). Hacc Su­resi'nde şunları okuyoruz: "... Fakat biz onun üzerine-suyu indirdiğimiz zaman titre­şir, kabarır ye her güzel çiftten bitirir." Taha Suresi'nde de şu ifade bulunmaktadır: "... gökten su indiren O'dur. Biz o su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştirdik." (20: 53). Bitkilerin gelişme sürecine de temas edilmektedir: "Taneyi ve çekirdeği yaran, şüphesiz Allah'tır; ölüden diriyi ve diriden ölüyü çı­karır. İşte Allah budur. Nasıl yüz çevirirsi­niz?" (6: 95). Bir çifti oluşturan elemanla­rın varlığının farklılık ve çeşitliliği şöyle an­latılmaktadır: "Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şey­lerden olan bütün çiftleri yaratan Allah mü­nezzehtir, (yücedir)" (36: 36).

Dağların Fonksiyonları: Kur'an-ı Kerim, dağların fonksiyon ve amacını da izah et­mektedir: "Yeri yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, orada her şeyi bir ölçüye göre bitirdik." (15: 19). Rad Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Yeri düzleyen, orada dağ­lar, nehirler var eden, her türlü üründen çift çift yetiştiren, gündüzü geceyle bürüyen de O'dur:' (13: 3). Yine, Nahl Suresi'nde: "Yer­yüzünde sarsümayasınız diye, sabit dağlar ya­rattı.." (16: 15) denmektedir. Lokman Sure­si'nde şöyle buyurulmaktadır: "Allah gök­leri —gördüğünüz gibi— direksiz yaratmış, sizi dağlar sallar diye yeryüzüne sabit dağ­lar koymuş; orada her türlü canlıyı yaymış­tır..." (31: 10).

Bulut, Rüzgâr ve Yağmurun Oluşu: Kur'an-ı Kerim, bulutların teşkil sürecini ve bitkile­rin rüzgâr vasıtasıyla tohumlanmasını çok güzel ve çarpıcı bir ifadeyle anlatır: "Rüz­gârları gönderip bulutları yürüten, onları gökte dilediği gibi yayan ve kısım kısım yı­ğan Allah'tır. Aralarından yağmurun çıktı­ğını görürsün. Onu kullarından dilediğine uğratınca hemen sevinirler." (30: 48). Fatır Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Rüzgâr­ları gönderip de bulutları yürüten Allah'tır. Biz bulutları Ölü bir yere sürüp, onunla top­rağı ölümünden sonra diriltiriz..." (35: 9). Ba­kara Suresi'nde ise şöyle buyurulmaktadır: "... Allah'ın gökten indirip, yeri Ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasın­da emre amade duran bulutları döndürme­sinde düşünen kimseler için deliller vardır." (2: 164). Mü'minûn Suresi'nde de şu ifadeyi görüyoruz: "Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu göster­meye de kadiriz. Onunla size, içlerinde sizin için birçok meyvalar bulunan hurma ve üzüm bahçeleri yaptık, onlardan yiyorsu­nuz." (23: 18-19). Zümer Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Allah'ın gökten bir su in­dirip, onu yerdeki kaynaklara yerleştiren, sonra onunla çeşitli renklerde ekinler yetiş­tiren olduğunu görmez misin? Sonra onları kurutur —ki sen de onları sapsarı görürsün— sonra da çöpe çeviririz. Şüphe­siz bunlarda, akıl sahipleri için-Öğüt vardır." (39: 21). Bitkilerin, rüzgârların çiçek tozla­rını taşıması vasıtasıyla tohumlanma süreci şu kelimelerle ifade edilmiştir: "Rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik; yukarıdan su in­dirdik de sizi onunla suladık. Yoksa siz onu toplayamazdınız." (15: 22).

Fizikî Dünyadaki Diğer Vakıalar. Kur'an-ı Kerİm'de fizikî dünya ile ilgili gerçekleri açık­layan, hayranlık uyandıran ve aydınlatıcı çok sayıda ayet-i kerime bulunmaktadır. Yıldız (güneş gibi) ve gezegen (ay gibi)lerin yapıla­rına ışık tutmaktadır: "Allah'ın göğü yedi kaJ: üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Aralarında aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır!' (71: 16- 17). Fur-kan Suresi'nde şu ifade vardır: "Gökte burç­lar vareden, orada ışık saçan güneş ve aydın­latan ayı yaratan Allah, yücelerin yücesidir?' (25: 61). Ayrıca, ay ve güneşin yörüngevî ha­reketine ve gece ve gündüzün ardarda gelişi­ne temas edilmektedir: "Gece de onlar için bir ayettir (delildir). Gündüzü ondan sıyırı­rız da karanlıkta kalıverirler. Güneş de müs-tekarrı için (yörüngesinde) akıp gider. Bu güçlü ve bilen Allah'ın takdiridir. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği ko­naklar tayin etmişizdir. Ay'a erişmek güne­şe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her bîri bir yörüngede yürürler?' (36: 37-40). En­biya Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Ge­ce ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yürür." (21: 33). Bu durum teferruatıyla izah edilmektedir: "Gökleri ve yeri gerçekten yaratan O'dur. Geceyi gündüze dolar, gündüzü geceye dolar. Her biri belirli bir süreye kadar yörün­gelerinde yürüyen güneş ve ayı buyruk altın­da tutar. Dikkat edin, güçlü olan, çok ba­ğışlayan O'dur." (39: 5).

Kur'an-ı Kerim'de göklerin yaratılışı ve bun­ların tekamül sürecinden de bahsedilmekte­dir: "İnkâr edenler görmediler mi ki, gök­lerle yer bitişik idi, Biz onları ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık? Halâ inanmıyorlar mı?" (21: 30). Fussilet Suresi'nde de şöyle denmektedir: "Sonra duman halinde bulu­nan göğe yöneldi, ona ve arz (yeryüzü)a; 'İs­teyerek veya istemiyerek (buyruğuna) gelin' dedi. İkisi de 'İsteyerek geldik' dediler. Böy­lece onları, (Allah) iki günde yedi gök yaptı ve göğe emrini bildirdi. Ve Biz, en yakın gö­ğü lambalarla ve koruma ile donattık. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur." (41: 11-12). Dünyanın atmosferi diyebileceği­miz bir meseleye de Kur'an-ı Kerim'de temas edilmektedir: "Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla donattık. Onu itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk!' (37: 6-7).Hicr Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Biz bir ül­keyi helak etmek istediğimiz zaman, şıma­rık varlıklarına (yola gelmelerini) emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir he­lak (yok) olmayı hakeder. Biz de onu yerle bir ederiz. Nuh'dan sonra nice şehirleri he­lak (yok) etmişizdir. Kullarının günahların­dan haberdar ve gören olarak Rabbin yeter." (15: 16-17).

Kur'an-ı Kerim'de dünya ile ilgili ve insan fiz­yolojisi sahasında o devirde bilinmesi müm­kün olmayan fizikî vakıa ve olayları açıkla­yan çok sayıda ayet bulunmaktadır. Bunlar, Muhammed'ın bu bilgiyi, İlâhî kaynak (Allah)tan aldığını göstermekte ve dolayısıyla onun peygamberliğini teyid etmektedir.

Rasulullah kâfirlerin, dinini kabul etme­si hususunda çok arzuluydu. Ancak, bu ça­balarının reddolunması onu çoğu zaman üz­mekteydi. Allah-u Teâlâ onu hoşnut etmek İçin teselli ve ferahlatıcı ayetler indirmiştir:

"Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbet­te biliyoruz; doğrusu onlar seni yalancı say­mıyorlar, fakat zalimler Allah'ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlar. Senden önce de ni­ce elçiler (peygamberler) yalanlanmıştı. Ya­lanlamalarına ve eziyet edilmelerine sabret­tiler, nihayet onlara yardımımız yetişti. Al­lah'ın kelamı (sözleri)nı değiştirebilecek yok­tur; andolsun ki rasullerin (elçilerin) haberi sana da geldi," (6: 33-34). Hacc Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Seni yalancı sayı­yorlarsa bil ki, onlardan önce Nuh kavmi, Âd, Semûd, ibrahim kavmi, Lut kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerini) yalanla­mıştı ve Musa da yalanlanmıştı.Ama Ben,kâ-firlere (Önce) mühlet verdim, sonra da onla­rı yakaladım. Beni tanımamak nasılmış gör­sünler." (22: 42-44). Fatır Suresi'nde de Ra-sulullah @ şu sözlere mazhar olmaktadır: "Seni yalanlıyorlarsa bil ki, senden önce de nice peygamberler yalanlanmıştı. Bütün iş­ler Allah'a döndürülecektir." (35: 4 ve 25). Rasulullah şöyle ferahlatılmaktadır: "On­ların sözü seni üzmesin, çünkü bütün kud­ret Allah'ındır. İşiten ve bilen O'dur." (10: 65). Yine, Lokman Sunesi'nde şöyle buyu­rulmaktadır: "İnkâr edenin inkarcılığı seni üzmesin; onların dönüşü Bize'dir. O zaman yaptıklarını kendilerine haber veririz. Şüp­hesiz Allah kalplerde olanı bilir." (31: 23). Allah-u Teâlâ, Yasin Suresi'nde şu ayeti ke­rimeyi buyurmuştur: "Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık" (36-76). Âl-i İmrân Suresi'nde de şu sözlerle karşılaşıyoruz: "Kü­fürde yarışanlar seni üzmesin; şüphesiz on­lar Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah ahi-rette onlara bir pay vermemek istiyor; onla­ra büyük azap vardır." (3: 176). durumuna çok üzüldüğünden, onların dine girerek cezadan kurtulması için bazen mu­cizeye mazhar olmayı diliyordu. Hatta, öyle zamanlar olmaktaydı ki, sadece câhil ve inat-Çi bağnaz kâfirlerin kurtuluşu için bu isteği Çok kuvvetlenirdi. Bu yüzden, Allah, isterse bunu onlara kolaylaştırabileceğini, fakat di­nin apaçık ortada olduğunu ve insanların bunu kabul veya reddetmekte hür olduklarını açıklamıştır.

Gerçekten de Hakk'ı arayan insanlar için böyle mucizelere gerek yoktu. Kâfirler için­de, onları imana getirecek hiçbir mucize za­ten yoktu. Rasulullah'a şöyle denmektey­di: "Onların yüz çevirmesi sana ağır gelin­ce, eğer gücüm yeri delmeye veya göğe mer­diven dayamaya yetmiş olsaydı, onlara bir mucize göstermek isterdin. Allah dileseydi onları doğru yolda toplardı..." (6: 35). İsra Suresi'nde de şu İfadeyi görüyoruz: "Andol­sun ki biz Kur'an'da insanlara türlü türlü mi­sal gösterip açıkladık. Öyleyken insanların çoğu nankör olmakta direndiler. Şöyle dedi­ler: 'Bize, yerden kaynaklar fışkırtmadıkça sana inanmayacağız.' 'Veya hurmalık, bağ­ların olup aralarında ırmaklar akıtmalısın.' 'Yahut da iddia ettiğin gibi göğü tepemize parça parça düşürmelİ, ya da Allah'ı ve me­lekleri karşımıza getirmelisin.' 'Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin; ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız.' " (17: 89: 93). Furkan Suresi'nde şöyle buyurulmuştur: "Şöyle dediler: 'Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, berabe­rinde bulunup uyarın bir-melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi, ve­ya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!'..." (25: 7-8).Mucize talepleri başka bir şekilde de ya­pılmaktaydı: "Ama onlara katımızdan Hak gelince: 'Musa'ya verildiği gibi buna da mu­cize verilmesi gerekmez mi?' derler. Daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? 'Yardımlaşan iki sihirbaz' demişler­di; 'Hepsini inkâr ederiz' demişlerdi." (28: 48). Ve Ankebût Suresi'nde de şöyle buyu-rulmuştur: "Hayır, Kur'an kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde yerleşen apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi, zalimlerden başka kimse bile bile inkâr etmez. 'Ona Rabbinden mucizeler indirilmesi gerekmez miydi?' der­ler. De ki: 'Mucizeler ancak Rabbimin ka-tındadır. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım.' Kendilerine okunan bir Kitab'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır:' (29: 49-51).