Konu Başlığı: Kuranı Kerimdeki Deliller Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 10 Haziran 2012, 10:45:20 2- Kur'an-ı Kerim'deki Deliller Kur'an-ı Kerim, Muhammed'ın peygamberliğini açıkça ve tatminkâr olarak pek çok yoldan doğrulamaktadır; bazan Allah'ın önceki rasullerin, Muhammed'ın geleceğini ümmetlerine haber vermelerine atıf yapılarak; bazan onun İlâhî Mevkiine açıkça işaret ederek: diğer zamanlarda insanların akıl ve ferasetine başvurarak; bazen çok açık ve sade bir lisanla ifade ederek; bazan da doğruların sadakat ve ferasetini imtihan ederek zımnen. Kur'an'ın kendine has üslubu, bu Kitab'ın onun sözü olamayacağını sarih olarak göstermektedir. Vahyedilen dinin nakil üslup tekniği öyle aşikârdır ki, kimse Muhammed 'ın Peygamberlik yetkisinde şüpheye düşemez. Kur'an-ı Kerim'in, Muhammed 'in yeryüzünde gerçekten Allah'ın elçisi (rasulü) olduğunu gösteren muhtelif üslubunu ele alarak bunlardan birkaç örnek göstermekle yetineceğiz. Önceki Kitaplara Müracaat, Kur'an-ı Ke-rim'de, Rasulullah'ın peygamberliğe yetkinliğini, daha önceki mukaddes kitaplara, peygamberlere ve onların ümmetlerine atıflar yaparak göstermeye yönelik birçok ayet vardır. Kur'an-ı Kerim, onları, kendilerine vahyedilen kitaplarında bildirilen rasulü inkâr etmenin elim sonuçlan bakımından ikaz etmektedir. Kitap Ehli Rasulullah 'ı Kendi Çocuklarını Bildikleri Gibi Biliyorlardı. Kur'an-ı Kerim, onlardan çok iyi bildikleri şeyi saklamamalarını istiyordu; "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine de onlardan bir grup bile bile gerçeği gizlerler. Gerçek Rabbinden-dir, sakın şüphelenenlerden olma." (2: 146-147). En'âm Suresi'nde şu ifadeyi görüyoruz: "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, Muham- med'i çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar." (6: 20). Bu ayetle, Muhammed 'ın Hak olduğunu kendi çocuklarını bildikleri gibi bilen Kitap Ehli'nin (yahudi ve hıristiyanlar) iç duygularını serahatle izah etmektedir. Onun İlâhi mevkiini gayet iyi biliyorlardı. Fakat, insanlar gerçeği öğrenmesinler diye bunu kasden sakladılar. Kitap Ehli, Muhammed'ı kitaplarında okudukları, onun gelmesiyle ilgili işaretlerden hemen tanımışlardı. Ancak, ne ona inandılar, ne de onun kimliğini izhar ettiler. "Ne zaman ki, Allah katından onlara, kendilerinde olanı tasdik eden Kitab geldi —ki onlar ondan önce inkâr edenlere karşı kendilerine yardım gelmesini beklerlerdi— bildikleri kendilerine gelince onu inkâr ettiler; artık Allah'ın laneti, inkarcıların üzerine olsun." (2: 89). Aslında, onlar, Rasulullah'ı ilk tanıyan ve ilk inanan olmaları gerekirken, ona ve dinine ilk karşı çıkanlar olmuşlardır. Diğer yandan, Kitap Ehli'nden dürüst ve samimi olanlar ona inanmış ve yolundan gitmişlerdir. "Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Elçi'ye, o ümmî Peygamber'e uyarlar. O ki, kendilerine iyiliği emreder, kötülükten men eder; onlara temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılar; üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber gönderilen nura uyanlar, İşte onlar felaha erenlerdir." (7: 157). Burada, Kitap Ehli'nin (ruhbanlık vs. gibi) mantıksız gelenek ve alışkanlıklarına atıf yapılmaktadır. Son Peygiamber, insanların önünden bütün bu engelleri kaldırmak, onlara efsane ve dogmalardan arınmış olarak fiili hayatta uygulanabilecek şekilde imanın sade ve anlaşılır kaidelerini vermek için gönderilmişti. Kur'an-ı Kerim'de bu mealdeki pek çok ayet vardır. Ancak, biz ispatımızı göstermek için bunlardan birkaçıyla yetineceğiz. Önceki Vahiylerin Tasdikçisi. Şüphesiz Mu-h'ammed, kendinden önceki peygamberlerin din ve kitaplarını teyid etmiş ve onlara atfedilen yanlış iddiaları temizlemiştir. Bilhassa, İsa'ın bakire Meryem'den, İlâhi bir mucize sonucu doğmuş olduğunu ve onun düşmanları tarafından ne öldürüldüğünü, ne çarmıha gerildiğini tesbit ederek onun adını yüceltmiştir. Bakara Suresi'nde şu ifade mevcuttur: "Yola gelesiniz diye Musa'ya kitap ve furkan (gerçekle batılı birbirinden ayıran ölçü) vermiştik." (2: 53). Yine aynı surede şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve Sâbii'lerden Allah'a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadıf. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir." (2: 62). Bu ayetler, Allah'a ve Hüküm Günü'ne inananlara, iyi bir mükafatı, sarahatle garanti etmektedir. Onlara şöyle denmişti: "Yanlarındaki Tevrat'ta Allah'ın hükmü dururken seni nasıl hakem yapıyorlar? Sonra da bu hükmün arkasından yüz çeviriyorlar..." (5: 43). En'âm Suresi'nde şöyle denmektedir: "Bu da kentlerin anasını (Mekke'yi) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz feyz kaynağı ve kendisinden önceki (Kitab)leri doğrulayıcı bir Kitap'tır. Ahirete inananlar buna inanırlar ve onlar, namazlarına devam ederler!' (6: 92) Ahkâf Suresi'nde de şu sözler bulunmaktadır: "Kur'an'dan önce, Musa'nın kitabı Tevrat bir rahmet ve rehberdir. Bu (Kur'an) da (kendinden öncekileri) doğrulayan, zulmedenleri uyarmak ve güzel davrananlara müjde olmak için Arapça indirilmiş bir kitaptık' (46: 12). Âl-i İmrân Suresi'nde şöyle denmektedir: "Sana kendisinden öncekileri doğrulayan Hak Kitabı indirdi. Bundan önce de insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat ve İncil'i indirmişti. O, doğruyu yanlıştan ayıran Kitab'ı indirdi" (3:3) Nisa Suresi'nde de, Kitap Ehline bu kitaba inanmaları söylenmektedir: "Ey Kitap verilenler! Yüzleri silip arkaya çevirerek enseler gibi dümdüz yapmadan, yahut cumartesi güncüleri (bu günde Allah'ın koyduğu yasaklan dinlemeyip aşırı giden Yahudiler)ni lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, elinizdeki Kİtab'ı tasdik ederek indirdiğimiz Kur'an'a inanın." (4; 47). "Muhammed, Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rü-kua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar yüz-lerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kahnlaşmış, gövdesi üzerine dikmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler." (48: 29). Bu benzerlik, aşağıda gösterildiği gibi Tevrat ve İncil-de de aynı kelimelerle ifade edilmektedir. "Ve dedi: Allah'ın melekûtu böyledir, yere tohum saçan bir adam gibidir. Gece gündüz uyuyup kalkar; tohum biter ve büyür; nasıl, o bilmez. Toprak kendiliğinden önce otu, sonra başağı, sonra başakta dolu taneyi verir. Mahsul erdiği zaman, hemen orağı salar; çünkü hasat gelmiştir. Ve dedi: Allah'ın melekûtunu nasıl benzetelim? Yahut onu ne meselle önünüze koyalım? Hardal tanesi gibidir ki, toprağa ekilirken her ne kadar yer üzerinde olan bütün tohumlardan en küçüğü ise de, ekildikten sonra büyük ve bütün sebzelerden daha büyük olur, büyük dallar salar; şöyle ki, göğün kuşları onun gölgesi altına yerleşebilirler." (Markos IV, 26-32). Yukarıda, Kur'an-ı Kerim'deki ayetin ilk kısmındaki benzerlik Tevrat'ta da vardır. "Ve dedi: 'Rab Sina'dan geldi, ve onlara Seir'den doğdu, Paran (Faran) dağından parladı. Ve beraberinde on bin kutsal olanlarla sağ elindeki ateşi sallayarak geldi. Evet, o halkını seviyordu; ona tahsis edilenler hep onun elindeydi; bu yüzden yönünü senden alarak onun izini takip ettiler:' (Tesniye XXXIII, 2-3). Burada, müşriklere karşı şedid, aralarında şefkatli olan ve "on bin Kutsal olan" ibaresi de Hicret'in sekizinci yılında, Mekke'.nin fethinde Rasulullah'ın yanında bulunan on bin sahabeye işaret etmektedir. Ona Vahiy Verilmiş Olması. Muhammed, insanlığa önder olması için özel olarak Va-niy verildiği de Kur'an-ı Kerim'de tesbit olmuştur. En'âm Suresi'nde şöyle denmektedir: "İşte onlar, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların yoluna uy ve de ki: 'Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyojum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür.' " (6: 90). Kasas Suresi'nde şöyle buyurulur: "Sen, sana bu Kitab'ın verileceğini ummazdın. O, ancak Rabbinin bir rahmetidir..." (28: 86). An-kebut Suresi'nde de şöyle buyurulmaktadır: "Sen daha önce bir kitâpdan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, bâtıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi." (29: 48). Secde Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Şüphe götürmeyen Kitap, âlemlerin Rabbinin indirdiğidir. 'Onu Peygamber'in kendisi uydurdu diyorlar.' öyle mi? Hayır! O, senden önce peygamber gönderilmemiş olan bir milleti uyarman için sana Rabbinden gelen bir gerçektir. Belki artık doğru yolu bulurlar." (32: 2-3). Şura Suresi'nde şöyle denmektedir: "İşte sana da buyruğumuzla bir vahiy gönderdik; sen kitap nedir, İman nedir önceleri bilmezdin, fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi Allah'ın yoluna." (42: 52-53). Bu ayetler, Rasulullah @'ın selâhiyet ve Di-ni'ni kesinlikle tespit etmektedir. Zikredilen ayetler, açık olarak göstermektedir ki, Mu-hammed @ bu mevkiye yeni bir talip değildir. Onun Kitabı ve Dini de garip değildir. Çünkü, ondan önce de peygamberler aynı şekilde gelerek, insanlara rehberlik için Allah1 m Dini'ni getirmişlerdir. İnsanlar, Allah'ın Dini'ni unutup veya kaybedince hatta ifsat ettikçe, Gerçek Asıl Dini, beşerî kanun ve geleneklerle karıştırarak ifsat edince, Allah, ümmetini, önderliğinde uyaracak başka bir elçisini göndermiştir. Bu elçiler, Allah'ın son elçisi Muhammed'ın gelişine kadar, insan-'arı Allah'ın Gerçek Dini'ni muhafaza için gelmeye devam etmişlerdir. Muhammed kendinden öncekiler gibi, yeni bir din gedmemiş, fakat insanları unutmuş, kaybetmiş veya beşerî (insan yapımı) gelenek ve kanunlarla karıştırmış ve değiştirmiş oldukları asıl İlâhî din konusunda İkaz etmiştir. Bu şekilde, Muhammed aslında, insanlığa rehber olması için gerçek dini saf şekliyle getirmiştir: "Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi, şüphesiz sana vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de. Ve Allah Musa ile de konuşmuştu." (4: 163-164). İnsanlara, Rablerinden gelen elçiye inanmaları söylenmektedir. "Ey insanlar! Rasul (peygamber) Rabbinizden size gerçekle geldi, inanın, bu sizin haynmzadır. İnkâr ederseniz, bilin ki göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Allah bilendir, Hâkim (hikmet sa-hibi)dir." (4: 170) Yunus Suresi'nde, insanların Rasulullah'ın peygamberliği hususunda şüpheye düşmemeleri söylenmektedir; "İçlerinden birine: 'İnsanları uyar ve inananlara, Rableri katında yüksek makamlar olduğunu müjdele' diye valıyetmemiz insan ların tuhafına mı gitti ki, kâfirler: *Bu apaçık bir büyücüdür' dediler?" (10: 2) Şûra Suresi'nde de şu ifadeyi görüyoruz: "Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik. İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya da buyurduk ki: 'Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.' Putperestleri çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir?' (42: 13) Dini Tam Vahyedildiği Gibi Tebliğ Eder. Muhammed, Allah'ın rasulü (elçisi) dir ve yalnız Rabbinin kendisine vahyettiğini tebliğ etmektedir. "Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Rasulü'nü, doğruluk rehberi Kur'an ve Hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter." (48: 28) Ahkâf Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "(Ey Muhammed!) De ki: 'Ben peygamberlerin ilki değilim ;-benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolu-nana uymaktayım; ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.' De ki: 'Eğer bu Kitap, Allah katından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz; İsrailoğullarından bir şahit de bunun böyle olduğuna şehadet edip de inanmışken, siz yine de büyüklük taslarsanız, bana söyleyin kendinize yazık etmiş olmaz mısınız?' Doğrusu Allah zalim kavmi doğru yola eriştirmez." (46: 9-10) Yunus Suresi'nde şöyle denmektedir: "Ayetlerimiz onlara açık açık okununca bizimle karşılaşmayı ummayanlar (Muhanımed'e); 'Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir' dediler. De ki: 'Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.' De ki: 'Eğer Allah dikseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?' Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir? Suçlular elbette saadete erişemezler." (10: 15-17). Sebe Suresi'nde şu ifade mevcuttur: "Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ye uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmezler." (34: 28). Bilimsel Gerçekler: Kur'an-ı Kerİm'de, fizikî dünyanın ve insan fizyolojisinin bilimsel gerçekleriyle ilgili bin dört yüz sene önce hiç kimsenin bilmesi mümkün olmayan çok sayıda ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, Muhammed'ın insanoğlunun o devirde bilmediği şeyleri tabiat ötesi bir kaynaktan (Yani Allah'tan) aldığını açıkça göstermektedir. İnsanın Yaratılışı ve Üreme Süreci. İnsanın yaratılışı, döllenme süreci, embriyonun kadının rahim organında oluşumu, sıvının kompozisyonu, vs... ve İnsan genetik ve fizyolojisi ile ilgili diğer meseleler, modern bilim çağlından önce hemen hiç bilinmeyen konular, Kur'an-ı Kerim'de izah edilmiştir. Bu da Muhammed'ın Allah'ın rasulü (peygamberi) olduğunu ve bütün bu bilgileri kâinatın yaratıcısından aldığını doğrulamaktadır. Embriyonun gelişimi şu şekilde açıklanmaktadır: "Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz (bilin ki), Biz sîzi topraktan, sonra nutfeden (spermadan), sonra pıhtılaşmış kandan (alâka-embriyodan), sonra da'yapısı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size kudretimizi açıkça gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağma varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en kötü çağına (İhtiyarlığa) ulaştırılır ki, bilirken bir şeyi bilmez hâle gelir..." (22: 5). Mümİnun Suresi'nde de şu izahı görüyoruz: "Sonra onu nutfe (sperma) olarak sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi alâkaya (embriyoya) çevirdik, alâka (embriyo)yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!" İnsanın yaratılışının vetiresi ve kadın rahim organlarındaki gelişimi, o devirde bu bilgiyle ilgili beşerî hiçbir kaynak bulunmadığı için Muhammed'a ancak vahiy vasıtasıyla malum olmuştur. Kur'an, duyu ve cinsel organların oluşumuna da temas etmektedir. (Bucaille, Maurice, İncil, Kuran ve Bilim. U.S.A., 1978): "Sonra onu şekillendirip kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için, kulaklar, gözler ve kalpler verilmiştir. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz." (32: 9). Cinsî organların da oluşumu şöyle açıklanmaktadır: "Ondan iki çifti; erkek ve dişiyi var etti." (75: 39). Necm Suresi'nde şu ifade mevcuttur: "Doğrusu, atıldığında meniden erkek ve dişiyi, iki çifti yaratan O'dur." (53: 45-46). Yine Fatır Suresi'nde şöyle denmektedir: "Allah sizi topraktan, sonra nutfe (sperma)den yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması ancak O'nun bilgisiyledir..." (35: 11). Hayvanlar Âlemi. Benzer olarak, İlâhî yardım olmaksızın bilmesi mümkün olmayan, hayvanlar alemiyle ilgili pek çok gerçek Muhammed'a vahyedilmiştir. Kur'an-ı Kerim, hayvanlar alemindeki bazı türlerin hareketlerini açıklamaktadır: "Rabbin bal arısına: 'Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin; sonra her çeşit üründen ye; sonra da Rabbinin işlemen için gösterdiği yollardan yürü'diye öğretti.Karınlarından insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Düşünen bir kavim İçin bunda ibret vardır." (16: 68-69) Hayvan sütünün kaynağı da şöyle izah edilmektedir: "Hayvanlarda da size ibretler vardır. Bağırsaklarındakiler İle kan arasından, içenlere halis ve içimi kolay süt içiririz." (16: 66) Bu ayetler, on dört asır önce bilinmeyen, hayvanların nasıl süt oluşturduğunu açıklamaktadır. Dr. Maurİci Bucaille'in deyişiyle, "Burada, her şeyi devinim içinde tutan ilk süreç, bağırsak ve kanın bağırsak duvarı yüzeyinde bir araya gelmesidir. Bu kesin kavram, kimya ve fizyolojide sindirim sistemiyle ilgili yapılan buluşların sonucudur. Bu süreç, yakın zamanlarda anlaşıldığından Rasulullah'ın devrinde bilinmemekteydi. Kan dolaşımının keşfi Harvey tarafından, Kur'an-ı Kerim'in vahyinden yaklaşık on asır sonra gerçekleşmiştir. Buna göre Kur'an-ı Ke-rim'de bu kavramlarla ilgisi bulunan ayetlerin, ortaya çıktıkları zaman bakımından beşerî esaslı izahı mümkün değildir." (Bucail-le, Maurice, İncil, Kur'an ve Bilim, U.S.A., 1978) Bitki Âlemi. Aynı şekilde, Kur'an-ı Kerimde bitki alemiyle ilgili ihtilâl mahiyetinde bilgi müşahade edilmektedir. Bitki alemindeki yeniden üreme şöyle ifade edilmektedir. "Yeri düzleyen, orada dağlar, nehirler var eden, her türlü üründen çift çift yaratan, gündüzü geceyle bürüyen de O'dur..:' (13: 3). Hacc Suresi'nde şunları okuyoruz: "... Fakat biz onun üzerine-suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ye her güzel çiftten bitirir." Taha Suresi'nde de şu ifade bulunmaktadır: "... gökten su indiren O'dur. Biz o su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştirdik." (20: 53). Bitkilerin gelişme sürecine de temas edilmektedir: "Taneyi ve çekirdeği yaran, şüphesiz Allah'tır; ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. Nasıl yüz çevirirsiniz?" (6: 95). Bir çifti oluşturan elemanların varlığının farklılık ve çeşitliliği şöyle anlatılmaktadır: "Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratan Allah münezzehtir, (yücedir)" (36: 36). Dağların Fonksiyonları: Kur'an-ı Kerim, dağların fonksiyon ve amacını da izah etmektedir: "Yeri yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, orada her şeyi bir ölçüye göre bitirdik." (15: 19). Rad Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Yeri düzleyen, orada dağlar, nehirler var eden, her türlü üründen çift çift yetiştiren, gündüzü geceyle bürüyen de O'dur:' (13: 3). Yine, Nahl Suresi'nde: "Yeryüzünde sarsümayasınız diye, sabit dağlar yarattı.." (16: 15) denmektedir. Lokman Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Allah gökleri —gördüğünüz gibi— direksiz yaratmış, sizi dağlar sallar diye yeryüzüne sabit dağlar koymuş; orada her türlü canlıyı yaymıştır..." (31: 10). Bulut, Rüzgâr ve Yağmurun Oluşu: Kur'an-ı Kerim, bulutların teşkil sürecini ve bitkilerin rüzgâr vasıtasıyla tohumlanmasını çok güzel ve çarpıcı bir ifadeyle anlatır: "Rüzgârları gönderip bulutları yürüten, onları gökte dilediği gibi yayan ve kısım kısım yığan Allah'tır. Aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Onu kullarından dilediğine uğratınca hemen sevinirler." (30: 48). Fatır Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Rüzgârları gönderip de bulutları yürüten Allah'tır. Biz bulutları Ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz..." (35: 9). Bakara Suresi'nde ise şöyle buyurulmaktadır: "... Allah'ın gökten indirip, yeri Ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde düşünen kimseler için deliller vardır." (2: 164). Mü'minûn Suresi'nde de şu ifadeyi görüyoruz: "Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu göstermeye de kadiriz. Onunla size, içlerinde sizin için birçok meyvalar bulunan hurma ve üzüm bahçeleri yaptık, onlardan yiyorsunuz." (23: 18-19). Zümer Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Allah'ın gökten bir su indirip, onu yerdeki kaynaklara yerleştiren, sonra onunla çeşitli renklerde ekinler yetiştiren olduğunu görmez misin? Sonra onları kurutur —ki sen de onları sapsarı görürsün— sonra da çöpe çeviririz. Şüphesiz bunlarda, akıl sahipleri için-Öğüt vardır." (39: 21). Bitkilerin, rüzgârların çiçek tozlarını taşıması vasıtasıyla tohumlanma süreci şu kelimelerle ifade edilmiştir: "Rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik; yukarıdan su indirdik de sizi onunla suladık. Yoksa siz onu toplayamazdınız." (15: 22). Fizikî Dünyadaki Diğer Vakıalar. Kur'an-ı Kerİm'de fizikî dünya ile ilgili gerçekleri açıklayan, hayranlık uyandıran ve aydınlatıcı çok sayıda ayet-i kerime bulunmaktadır. Yıldız (güneş gibi) ve gezegen (ay gibi)lerin yapılarına ışık tutmaktadır: "Allah'ın göğü yedi kaJ: üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Aralarında aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır!' (71: 16- 17). Fur-kan Suresi'nde şu ifade vardır: "Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ayı yaratan Allah, yücelerin yücesidir?' (25: 61). Ayrıca, ay ve güneşin yörüngevî hareketine ve gece ve gündüzün ardarda gelişine temas edilmektedir: "Gece de onlar için bir ayettir (delildir). Gündüzü ondan sıyırırız da karanlıkta kalıverirler. Güneş de müs-tekarrı için (yörüngesinde) akıp gider. Bu güçlü ve bilen Allah'ın takdiridir. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Ay'a erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her bîri bir yörüngede yürürler?' (36: 37-40). Enbiya Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Gece ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yürür." (21: 33). Bu durum teferruatıyla izah edilmektedir: "Gökleri ve yeri gerçekten yaratan O'dur. Geceyi gündüze dolar, gündüzü geceye dolar. Her biri belirli bir süreye kadar yörüngelerinde yürüyen güneş ve ayı buyruk altında tutar. Dikkat edin, güçlü olan, çok bağışlayan O'dur." (39: 5). Kur'an-ı Kerim'de göklerin yaratılışı ve bunların tekamül sürecinden de bahsedilmektedir: "İnkâr edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi, Biz onları ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık? Halâ inanmıyorlar mı?" (21: 30). Fussilet Suresi'nde de şöyle denmektedir: "Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve arz (yeryüzü)a; 'İsteyerek veya istemiyerek (buyruğuna) gelin' dedi. İkisi de 'İsteyerek geldik' dediler. Böylece onları, (Allah) iki günde yedi gök yaptı ve göğe emrini bildirdi. Ve Biz, en yakın göğü lambalarla ve koruma ile donattık. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah'ın kanunudur." (41: 11-12). Dünyanın atmosferi diyebileceğimiz bir meseleye de Kur'an-ı Kerim'de temas edilmektedir: "Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla donattık. Onu itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk!' (37: 6-7).Hicr Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Biz bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklarına (yola gelmelerini) emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir helak (yok) olmayı hakeder. Biz de onu yerle bir ederiz. Nuh'dan sonra nice şehirleri helak (yok) etmişizdir. Kullarının günahlarından haberdar ve gören olarak Rabbin yeter." (15: 16-17). Kur'an-ı Kerim'de dünya ile ilgili ve insan fizyolojisi sahasında o devirde bilinmesi mümkün olmayan fizikî vakıa ve olayları açıklayan çok sayıda ayet bulunmaktadır. Bunlar, Muhammed'ın bu bilgiyi, İlâhî kaynak (Allah)tan aldığını göstermekte ve dolayısıyla onun peygamberliğini teyid etmektedir. Rasulullah kâfirlerin, dinini kabul etmesi hususunda çok arzuluydu. Ancak, bu çabalarının reddolunması onu çoğu zaman üzmekteydi. Allah-u Teâlâ onu hoşnut etmek İçin teselli ve ferahlatıcı ayetler indirmiştir: "Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz; doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar, fakat zalimler Allah'ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlar. Senden önce de nice elçiler (peygamberler) yalanlanmıştı. Yalanlamalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler, nihayet onlara yardımımız yetişti. Allah'ın kelamı (sözleri)nı değiştirebilecek yoktur; andolsun ki rasullerin (elçilerin) haberi sana da geldi," (6: 33-34). Hacc Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, onlardan önce Nuh kavmi, Âd, Semûd, ibrahim kavmi, Lut kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerini) yalanlamıştı ve Musa da yalanlanmıştı.Ama Ben,kâ-firlere (Önce) mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. Beni tanımamak nasılmış görsünler." (22: 42-44). Fatır Suresi'nde de Ra-sulullah @ şu sözlere mazhar olmaktadır: "Seni yalanlıyorlarsa bil ki, senden önce de nice peygamberler yalanlanmıştı. Bütün işler Allah'a döndürülecektir." (35: 4 ve 25). Rasulullah şöyle ferahlatılmaktadır: "Onların sözü seni üzmesin, çünkü bütün kudret Allah'ındır. İşiten ve bilen O'dur." (10: 65). Yine, Lokman Sunesi'nde şöyle buyurulmaktadır: "İnkâr edenin inkarcılığı seni üzmesin; onların dönüşü Bize'dir. O zaman yaptıklarını kendilerine haber veririz. Şüphesiz Allah kalplerde olanı bilir." (31: 23). Allah-u Teâlâ, Yasin Suresi'nde şu ayeti kerimeyi buyurmuştur: "Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık" (36-76). Âl-i İmrân Suresi'nde de şu sözlerle karşılaşıyoruz: "Küfürde yarışanlar seni üzmesin; şüphesiz onlar Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah ahi-rette onlara bir pay vermemek istiyor; onlara büyük azap vardır." (3: 176). durumuna çok üzüldüğünden, onların dine girerek cezadan kurtulması için bazen mucizeye mazhar olmayı diliyordu. Hatta, öyle zamanlar olmaktaydı ki, sadece câhil ve inat-Çi bağnaz kâfirlerin kurtuluşu için bu isteği Çok kuvvetlenirdi. Bu yüzden, Allah, isterse bunu onlara kolaylaştırabileceğini, fakat dinin apaçık ortada olduğunu ve insanların bunu kabul veya reddetmekte hür olduklarını açıklamıştır. Gerçekten de Hakk'ı arayan insanlar için böyle mucizelere gerek yoktu. Kâfirler içinde, onları imana getirecek hiçbir mucize zaten yoktu. Rasulullah'a şöyle denmekteydi: "Onların yüz çevirmesi sana ağır gelince, eğer gücüm yeri delmeye veya göğe merdiven dayamaya yetmiş olsaydı, onlara bir mucize göstermek isterdin. Allah dileseydi onları doğru yolda toplardı..." (6: 35). İsra Suresi'nde de şu İfadeyi görüyoruz: "Andolsun ki biz Kur'an'da insanlara türlü türlü misal gösterip açıkladık. Öyleyken insanların çoğu nankör olmakta direndiler. Şöyle dediler: 'Bize, yerden kaynaklar fışkırtmadıkça sana inanmayacağız.' 'Veya hurmalık, bağların olup aralarında ırmaklar akıtmalısın.' 'Yahut da iddia ettiğin gibi göğü tepemize parça parça düşürmelİ, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin.' 'Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin; ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız.' " (17: 89: 93). Furkan Suresi'nde şöyle buyurulmuştur: "Şöyle dediler: 'Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyarın bir-melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi, veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!'..." (25: 7-8).Mucize talepleri başka bir şekilde de yapılmaktaydı: "Ama onlara katımızdan Hak gelince: 'Musa'ya verildiği gibi buna da mucize verilmesi gerekmez mi?' derler. Daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? 'Yardımlaşan iki sihirbaz' demişlerdi; 'Hepsini inkâr ederiz' demişlerdi." (28: 48). Ve Ankebût Suresi'nde de şöyle buyu-rulmuştur: "Hayır, Kur'an kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde yerleşen apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi, zalimlerden başka kimse bile bile inkâr etmez. 'Ona Rabbinden mucizeler indirilmesi gerekmez miydi?' derler. De ki: 'Mucizeler ancak Rabbimin ka-tındadır. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım.' Kendilerine okunan bir Kitab'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır:' (29: 49-51). |