Konu Başlığı: Kurâna Muhalefetin Temeli Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 15 Ağustos 2012, 13:42:37 Kur'ân'a Muhalefetin Temeli Peygamber zamanında Kur'ân'a yöneltilen muhalefeti bir inceleyelim. Kur'ân'a muhalefet edenler, o zamanlar hâkim olan dinlerin takipçileriydi. Bazılarının kutsal kitapları vardı. Peki onların muhalefetlerinin temeli neydi? Kur'ân onların kitaplarını veya peygamberlerini mi inkâr etti? Tek basma kendisinin gerçeğin taşıyıcısı olduğunu ve bu yüzden diğer dinlerin takipçilerinin, o zamana kadar İnanmış oldukları peygamberleri bırakmaları gerektiğini mi iddia etti? Kabul etmekte tereddüt edecekleri, tamamıyla yeni bir şey mi getirdi? Kur'ân'ın sayfaları ortadadır, herkes okuyabilir. Herkes onun vahyediliş zamanını bilmektedir. Yukarıdaki üç sorunun hiçbiri Kur'ân'a yöneltilebilecek veya onun için söz-konusu edilebilecek bir soru değildir. Kur'ân, sadece diğer dinlerin takipçilerinin inandığı peygamberleri değil, Allah'ın mesajını açıklamak için gelmiş bütün peygamberleri kabul etmektedir. Onlar arasında fark görmemektedir. Hiç kimseyi, dinlerini terk etmeye çağır-mamaktadır. Öte yandan, bütün dinlerin özü aynı olduğu için, herkesi asıl itikadına dönmeye davet etmektedir. Ne yeni fcir hayat prensibi ne de yeni bir eylem çizgisi sunmaktadır. Sadece, bütün dinlerin bir hayat yolunu, Allah'a kulluğun ve dürüst yaşamanın yolunu emretmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Bu yüzden dinlerini bu temel hedefin ışığında yeniden canlandırmalarını, ihya etmelerini istemektedir. Şüphesiz bunu yapmak, Kur'ân'ın mesajını kabul etmektir. Öyleyse neden Kur'ân'a bu kadar muhalefet vardı? Şüphesiz Kureyş Mekkesi, Kur'ân'dan hoşlanmadı. Çünkü Kur'ân, putperestliğe karşı olduğunu beyan etmişti. Fakat putperest olmadıkları halde Yahudilerin Kur'ân'dan yüz çevirmelerinin gerekçesi neydi? Putperestliği desteklediklerini hiçbir zaman iddia etmeyen Hıristiyanlar neden muhalefet ettiler? Bu muhalefet, Kur'ân Yahudilik veya Hıristiyanlığı kotülediği için değil, fakat Yahudiliği Hıristiyanlığa karşı veya Hıristiyanlığı Yahudiliğe karşı kötülemeyi reddettiği içindi. Her itikadın takipçileri, Kur'ân'ın kendileri dışındaki itikadlan yanlış olarak ilân etmesini istiyorlardı. Kur'ân bunu yapmadığı için ondan memnun kalmadılar. Şüphhesiz Yahudiler, Kur'ân'ın açıkça peygamberleri Hz. Musa'yı tasdik ettiğini gördüklerinde sevindiler. Fakat Kur'ân aynı zamanda Hz. İsa'yı da onayladığı için Yahudiler ona muhalefet etmeye kendilerini mecbur hissettiler. Hıristiyanlar da Kur'ân'm Hz. İsa'nın annesi Meryem'in iffetini, hayatının saflığını tasdik ettiğini görünce çok mutlu oldular. Fakat Kur'ân, kurtuluşu, sadece vaftize (günah çıkarmaya) veya İsa'nın insanların günahlarına kefaret için çarmıha gerilmesi inancına değil de, iman ve salih amele bağlayınca ona karşı çıktılar. Hıristiyanlar buna tahammül edemezlerdi. Aynı şekilde Mekkeliler de Kur'ân'ın kendi ırklarından olan İbrahim ve İsmail peygamberlere yüksek bir itibar kazandırdığını görünce çok memnun oldular. Fakat Kur'ân'ın aynı zamanda, kendilerinden olmayan Yahudi peygamberlerini de övdüğünü görünce rahatsız oldular. Kısacası Kur'ân'ın, indiriliş zamanında yaygın olan dinlerin takipçilerini gücendiren üç ayrı ilkesi vardı. Birinci olarak, Kur'ân fırkacılığa ve hizipçiliğe karşıydı. Dinin birliğini ilan ediyordu. Eğer dinin birliği sağlansaydı, Kur'ân, gerçeğin kendi fırkasından başkasında olmadığını söyleyen hizipçiliğin her şeklini alt üst edecekti. İkinci olarak, Kur'ân'a göre kurtuluş Allah'a kulluğun ve dürüst yaşamanın sonucuydu; hiçbir ırk veya fırka temeline veya herhangi bir geleneğin, örfün veya âdetin yapılmasına bağlı değildi. Bu ilkenin kabul edilmesi, her insana kurtuluş kapısını açacaktı. Bunu, o zamanki dinlerin takipçileri kabul etmedi. Üçüncü olarak Kur'ân, dinin hiçbir aracı olmaksızın doğrudan Allah'a kulluk olduğunu beyan etti. Fakat diğer dinlerin takipçileri Allah'a kulluk adına şu veya bu şekilde putperestlik kurumunu geliştirmişlerdi. Allah'a gerçek kulluğun hiçbir aracıyı gerektirmediğini kabul ediyorlardı; fakat atalarından miras aldikları ve derin bir şekilde bağlandıkları âdetlerden vazgeçmediler. Özetlemek gerekirse: 1- Kur'ân indirildiği zaman, yeryüzündeki farklı halkların dinî bilinci, grup anlayışından öteye geçmemişti. Öyle ki insanoğlu ekonomik ve toplumsal temel üzerinde ırklara, kabilelere ve ailelere bölündüğü gibi, dini temelde de bölünmüştü. Her dini grup kendi dininin gerçek olduğunu ve kurtuluşun yalnız bu dini kabul edenler için olduğunu iddia etmekteydi. 2- Gerçeğin ölçüsü olarak, bir dinin takipçilerinin sahip olduğu ibadet şekli, kurban törenleri ve diğer dini tören şekilleri, helal veya haram yiyecek ve giyim ve hayat tarzı gibi özellikler alınıyordu. 3- Her dinî grubun hayat tarzı birbirinden böyle farklı olduğu için, her grubun takipçileri birbirlerinin dinini yanlış diye nitelendirmekteydi. 4- Her dinî grubun iddiası, kendisinin tek başına hakikatin taşıyıcısı olduğu ve diğer fırkaların dinlerinin yanlış olduğuydu. Böyle bir tavrın tabiî sonucu, diğer insanlara kin tutmak ve Allah adına savaştığını söyleyip kan dökmekti. 5- Kur'ân, aslında her dinin desteklediği evrensel hakikati, bütün ayrıntılarıyla yeryüzüne sunmak için gelmişti. a- Kur'ân, sadece vahiy dinlerini tasdik etmekle kalmıyor, bununla birlikte tek Allah inancını ve bu inançla uyum içinde dürüst yaşamayı emrediyordu, Ayrıca, bu tünlerin takipçilerinin bu hakikatten saptıklarını ve bu hakikate döndürülmeleri gerektiğini izah ediyordu. Bu yüzden fırkacılığın her şekline karşı çıkıyordu. b- Kur'ân, aynen kâinatın işleyişini düzenleyip koruyan tabiat kanunları gibi, insanın hayatını tanzim edip yöneten manevî bir hayat kanunun olduğu ve bu kanunun herkes için tek ve aynı olduğu görüşünü geliştirdi. İnsanlığın düşmüş olduğu en büyük hata, manevî hayat kanununu unutup önemsememesi ve kendisini birbirine düşman kamplara bölmesiydi. c- Dinin birinci amacı insanlığı birleştirmek ve ayrılığa asla geçit vermemekti. İnsanın en büyük trajedisi, birliği sağlayan bir vasıta olan dini, bir ayrılık ve fırkacılık silâhına dönüştürmesiydi. d- Kur'ân, dini, dış usûlünden ayırmaya gelmişti. Birinci kısmına Din, ikinci kısmına Şeriat veya Minhac adını vermişti. Din heryerde ve bütün zamanlarda tekti ve herkese ayırım yapmadan ihsan edilmişti. Din'in dış görünümünde farklılık kaçınılmazdı. Alâkalı olduğu her duruma göre, zamandan zamana ve ümmetten ümmete değişiyordu. Bu tabiî durumun meydana getirdiği farklılıklar Din'in tabiatını değiştiremezdi. Bu, Kur'ân'ın ısrarla vurgulamaya çalıştığı hakikatti. Kur'ân'ın şikayet ettiği nokta, Din'in ihmal edildiği ve Şeriat ile Minhac' daki farklılığın veya ibadetin dış görünümünün idealleştirilip insanlar arasındaki farklılıkların temeli yapıldığıydı. e- Kur'ân, fırkacılığın ilerlemeye katkıda bulunmayacağını veya insanı kurtuluşa götürmeyeceğini söylüyordu. Bütün bu fırkalaşmalar insan eliyle olmuştu. Allah'ın emrettiği din bir taneydi. Ve bu din de, bir tek Allah'a kulluk etmekten ve dürüst yaşamaktan ibaretti; bir kimsenin sapmaması gereken bir hayat düzeniydi. f- Kur'ân, çağrısının, bütün dinlerin gerçek olduğunu, fakat takipçilerinin onların temsil ettiği gerçeği önemsemediğini ilân etmek olduğunu çok açık sözlerle beyan ediyordu. Eğer bu unutulmuş hakikate dönerlerse, Kur'ân'ın görevi yerine getirilmiş olacaktı. Bu, tabiî olarak Kur'ân'ın kabul edilmesi demekti. Herkesin ortak dini, Kur'ân'ın tabiriyle ed-Din veya ei-İslâm'âı. g- Kur'ân, Allah'ın dininin, insanları birbirlerinden ayırmak için olmadığını, fakat tam tersine insanlar arasında samimiyet duygusunu tesis etmek ve herkesin toptan Allah'ın ipine sarılmasını sağlamak için olduğunu ileri sürüyordu. Dolayısıyla, herkes için bir Allah olduğuna, herkesin hedefi O'na kulluktan başka birşey olmadığına ve herkes ister istemez ektiğini biçmek zorunda olduğuna göre, Kur'ân şunu sorar: "İnsanlar neden Allah ve din adına birbirleriyle savaşıyorlar?" 6- Dinî farklılıklar karşılıklı kin ve düşmanlığa sebep olmuştur. Bu kötü durumu nasıl ortadan kaldırmalıyız? Her fırkanın, kendi dininin hakikat olduğuna inandığı için verdiği mücadeleyi kabul etmek çıkar yol değildir. Bunu yapmak, insanlar arasındaki didişmeyi sona erdirmeyecektir. Çünkü, bu durumda her fırka sadece kendi dininin gerçek olduğunu söyleyerek mücadele vermemekte, aynı zamanda bütün dinlerin de yanlış olduğunu savunmaktadır. Bu yüzden her mücadelenin doğru olduğunu kabul edersek, her dinin de hem doğru hem yanlış olduğunu kabul ediyoruz demektir. Bu, savunulması imkânsız bir durumdur. Eğer bu yapılmış olsaydı, diğer bütün dinler bîr tarafa atılmış olurdu. Eğer çıkar bir yol varsa, bu da Kur'ân'ın önerdiği yoldur. Bu yol basit olarak şöyledir. Bütün dinlerin aslen gerçek olduğunu kabul etmek. Hepsinin ortak temeli olan Din'in ihmal edildiğini ve bunun fırka dinlerinin yükselmesine yol açtığını belirtmek. Şimdi, her fırkanın takipçilerinin adımlarını geri çekmesi ve her dinin aslî temel öğretisi olan Din'e geri dönmesinin zamanıdır. Kur'ân'a göre, eğer bu yapılsaydı bütün kavgalar dîner ve herkes, her dinin yolunun aynı olduğunu, Kur'ân'ın bu dine Allah'a itaat ile doğru yaşayış anlamına gelen el-İslâm adını verdiğini görmeye başlardı. 7- İnsanların birliğini sağlayan bütün bağlar, bizzat insanın kendisi tarafından koparılmıştır. Bütün insanlık tek ümmetti, fakat kendisini çeşitli ırklara böldü. Bir tek topluluktu, fakat kendisini birçok topluluğa böldü. Hepsinin tek yurdu vardı, fakat kendilerine sayısız yurtlar edindiler. Herkes tek sınıfa ait ve eşitti, fakat kendilerini zengin-fakir, yüksek-alçak gibi farklı sınıflara böldüjer. Böyle bir durumda hangi bağ, bu farklılıkları yavaş yavaş bir kenara itip, bütün insanları tekrar bir araya getirebilir? Kur'ân'a göre bu bağ, tek Allah'a kulluğa dönüştür. Bu, kaybedilmiş sağduyuyu insanoğluna tekrar kazandırmanın, hepimizin bir tek Rabbi olduğu ve birlik içinde yalnız O'nun Önünde baş eğmemiz gerektiği düşüncesini yeniden hayata kavuşturmanın ve tarih sürecinde icat ettiğimiz farklılıkları yenip aramızdan defedecek bir birlik ve dayanışma ruhu geliştirmenin yegâne yoludur. |