Konu Başlığı: Kur'ân Ve İlim Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Ağustos 2012, 10:36:58 Kur'ân Ve İlim Kur'ân-ı Kerîm, madde dünyasının yorumlanmasına yeni boyutlar ilâve ve insanın varlıklar alemindeki engelleri aşmasına yardım etmiştir. Maddenin âdi veya aşağı birşey olarak görülmemesi gerektiğini, çünkü insanı Allah'a, O'nun sıfatlarına ve mucizelerine yönelten âyetleri İçerdiğini göstermiştir. Bütün kâinat, o muazzam büyüklüğüyle Allah'ın bi yaratığıdır. Kur'ân, insanı onun üzerinde düşünmeye, esrarını ve olağanüstü yönlerini keşfetmeye ve hem kendi faydası için onun çok geniş nimetlerini kullanmaya, hem de Yaratıcısını anlamaya davet etmektedir. Kur'ân, insanı maddî dünya, onun kanunları ve dış görünümleri üzerinde düşünmeye, müşahedeye ve tefekküre davetle, Allah ve O'nun sıfatlarına ulaşmasına yardım eder. Bir başka ifadeyle Kur'ân, kâinatın somut maddî dünyasından oluşan "Sessiz Kitap" üzerinde düşünmemizi ve gözlem yapmamızı, sözlerle anlatan Kitab'dır. "Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklı selîm sahipleri için ibretler vardır." (3: 190). A'râf sûresinde şöyle buyrulmaktadır: "Göklerin, yerin melekûtuna ve Allah'ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakıp (ibret al)madılar mı?" (7: 187) Bütün kâinat, o muazzam büyüklüğüyle Allah'ın bir yaratığıdır. Kur'ân bu gerçeğe işaret etmekte, insanı düşünmeye ve mucizeleri keşfetmeye davet etmektedir. Böylelikle Kur'ân, yaratılış ve tüm yeryüzünde ve gökte görülen somut hakikatler vasıtasıyla insanı Allah'a yöneltmektedir. Basit sözlerle ifade edersek, Kur'ân kâinattaki harikaları ve onların muhtelif maddî görünümlerini göstermeye ve onlar vasıtasıyla insanı, Yaratıcısı ve Hükümdarından haberdar etmeye çalışmaktadır. "Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl yaptık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur? Arzı nasıl yaydık, ona sağlam dağlar attık, onda her güzel çifti bitirdik!" (50: 6-8). Lokman sûresinde şöyle zikredilir: "(Allah), gökleri görebildiğiniz bir direk olmadan yarattı, sizi sarsar diye yere de sağlam ve yüksek dağlar attı ve orada her çeşit hayvanı yaydı. Gökten birsu indirdik de orada her güzel çifti bitirdik. İşte bunlar. Allah'ın yarattıklarıdır. Gösterin bana. O'ndan başka (tanrı dedik)leri(niz) ne yarattı?" (31-10-11) Sâffat sûresinde de öyle buyurulur: "Saf saf dizilenlere, köîümkten alıkoyanlara ve bir de Allah'ın uyarısı okuyanlara yemin olsun ki, İlâhınız tektir; göklerin yerin ve ikisi arasındaki herşeyin Rabbi, doğuların da Rabbidir!" (37: 1-5). Okyanusların sırlan şu sözlerle ifade ediliyor: "İki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar. Şimdi Rabb'inizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?" (55: 19-21) fâtır sûresi şunları söylüyor: "İki deniz bir olmaz: Şu tatlı, susuzluğu keser, içimi (boğazdan) kayar; şu da tuzlu, (boğazı) yakar. Hepsinden de taze et yersiniz ve taktığınız (inci sedef gibi) süs (eşyası) çıkarırsınız. (Allah'ın) lütfundan payınızı arayıp şükretmeniz için gemilerin, denizi yarıp gittiğini görürsün." (35: 12). Kur'ân'ın aşağıdaki ayetleri, insanın dikkatini mevsimlerin birbiri ardınca gelmesindeki hikmet ve ibretlere davet etmektedir. "Güneşi ışık, ay'ı nur yapan: yılların sayısını ve (va-itlerin) hesâbı(nı) bilmeniz için aya (dolaşma) konaklar(ı) düzenleyen O'dur. Allah, bunları (boş yere değil), gerçek ile (hikmeti uyarınca) yaratmıştır. Bİlen bir topluluk için âyetleri açıklamaktadır" (10: 5). Nah! sûresinde şöyle buyurulmaktadır: "Geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'ı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da O'nun emriyle (size) boyun eğdirilmiştir. (Varlıkların hepsi sizin yaşamanız, beslenmeniz için ayrı ayrı hizmet etmektedir.) Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için (Allah'ın varlığına ve hikmetine) işaretler vardır. Yeryüzünde yarattığı çeşitli renklerdeki (hayvanları, bitkileri de sîzin hizmetinize verdi.) Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için ibret vardır.)" (16:12-13). İnsanın yaratıl ışındaki esrar şu sözlerle tarif edilmektedir: "Andolsun biz insanı çamurdan bir süzmeden yarattık. Sonra onu bir nutfe (sperm) °'arak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra "Utfeyi alâka (embriyo)ya çevirdik, alaka 'enibriyo)yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. En güzel yaratanların Allah, ne yücedir!" (23: 12-14). Rum sûresinde de şunlar zikredilmektedir: "O'nun, yüce kudretine delâlet eden âyetlerinden biri, sizi topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra siz, her tarafa yayılmış insanlar olmuşsunuzdur." (30: 20). Karşı cinslerin çekiciliğindeki sırra şu ifadelerle değinilmektedir: "O'nun âyetlerinden biri de, size, kendi nefislerinizden, kendileriyle sükûn bulacağınız eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır." (30: 21) Şuarâ sûresinde yer alan âyette şöyle buyurulmaktadır: "Yeryüzüne bakmıyorlar mı, orada her çeşit güzel çifti bitiriyoruz. Şüphesiz ku bunda (kudretimize) kesin bir delil vardır, ama onların çoğu inanmazlar." (26: 7-8). Görüldüğü gibi Kur'ân, sürekli olarak insana, farklı konularda çeşitli misallerle, çevresini saran, ona hikmet ve bilgi hazineleri sunan ve muhtelif şekil ve renklerde çokça görülen tezahürlerden öğüt almasını hatırlatmaktadır. Yani Allah'ın Sessiz Kitab'ını gözlemlemesini ve O'nun varlığına dair işaretler bulmasını istemektedir. Kısacası Kur'ân tekrar ve tekrar insana, maddî dünyadan oluşan Sessiz Kitap'ta O'nun ayetlerini, harikalarını ve sırlarını araştırmasını tenbih etmektedir: "(Bu Kur'ân), çok mübarek bir Kitâb'dır. Onu sana indirdik kî, ayetlerini düşünsünler ve aklı selim sahipleri Öğüt alsınlar." (38: 29). Gerçek bilimden beklenen, gözlem ve deneye dayanarak fizik kanunlarım gözlemek, tetkik etmek ve sonra netice çıkarmaktır. Başka bir ifadeyle, gece ve gündüz madde âleminde gözlenen fizikî tecellilerin arkasındaki bilinmezleri ifşa etmeye çalışır; düşünce, gözlem ve deneyi kullanarak maddî âlemin tecellisindeki her bîr parçanın gerçek sebebim açıklamaya çalışır. Bilim, dinin bir parçasıdır, İslâm'da bilim ve din aynı şey demektir. Bilim kâinatın kısımlarım ayrı ayrı inceler, her bir tecelli hakkında bilgi toplar, çeşitli sonuçlara ulaşır ve bu bilgiye dayanarak belirli kanunları ortaya koyar. Diğer yandan Din (İslâm), kâinatı bir bütün olarak inceler ve insanı kâinatın varlığına nüfuz eden tek bir hakikati görmeye davet eder. Böylelikle bilimler, tabiattaki tecellîleri İdare eden kanunları kat'iyet ve doğrulukla gözlemleyerek Yara-dan'a ulaşırlar. Kur'ân, O'nun yaratışının arkasındaki bu aklî hakikate şöyle değinmektedir: "O, yedi göğü, birbiri üzerinde tabaka, tabaka yarattı, Rahmân'm yaratmasında bir aykırılık uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kez daha döndür (bak). Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) umudu keser, güçsüz ve yorgun bir halde sana döner." (67: 3-4). Yaradan'ın sözü ve fiili arasında (mesela yaratılış) hiçbir çatışma olamayacağı için, Vahiy Dini ile kâinatın "Sessiz Kitab"ını doğr, layan gerçek bilim arasında çelişki olama "(Ey Muhammed), biz bu Kur'ân'ı sana güc lük çekesin diye indirmedik. Ancav (Allah'tan) korkanlara bir öğüt (olarak intiir dik)." (20:1-4). En'âm sûresinde şöyle buyu rulmaktadır: "Gökleri ve yeri hak (ve hikmeti ile yaratan O'dur. 'Ol!' dediği gün, oluverir Sözü haktır." (6: 73). Bu demektir ki, Kur'ân ve ilim arasında bir çelişki olamaz; çünkü Kur'ân'm vahyedicisi ve ilmin konusu olan kâinatın yaratıcısı, Allah'tır. Allah, Kur'ân vasıtasıyla insanları, bütün mahlûkata yayılmış bulunan tezahürlerine ve ayetlerine bakarak Zâtım tanımaya davet etmektedir. İlim, gözlem ve deney yoluyla mahlâkatı inceler ve Allah'ın emriyle kâinatta işleyen kanunları formüle eder. Görüldüğü gibi hem din, hem de ilmî çalışmalar sonuca ulaşmak için gözlem, deney ve mantık metotlarını uygulamaktadırlar. Din ile akıl sahibi insan kendisini, kökenini, kaderini ve madde alemindeki rolünü sorgular. Biz kimiz? Kâinat nedir? Bizi ve kâinatı kim yarattı? Sonumuz ne olacak? Bunlar ve benzeri sorular hem bilim, hem de din tarafından sorulan, mantıkî sorulardır. Ancak bir Vahiy Dini ve objektif ilim bu sorulara doğru cevaplar getirebilir. Kur'ân, dini ilimden ayırmamıştır, bilakis her ikisini kâinatın, hayatın ve onların bu dünyada ve âhirette, Yaradan ile olan sürekli İlişkilerini kapsayan En Yüce İlmin bir parçası saymıştır. İlmi, kendi kuşatıcı seviyesinin altında, eksik ve yetersiz olarak görmektedir: "Onlar, dünya hayatının sadece görünen yüzünü bilirler; âhiretten ise onlar tamamen gafildirler. Kendi kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve belirtilmiş bir süre için yarattığını düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rabblerine kavuşmayı gerçekten inkâr etmektedirler." (30: 7-8). İnsanın, ölümder sonra hayatını sürdüreceği şeklinde sunular bu görüş, amla ve mantıka uygundur. Komüpistlerin ve laiklerin düşündüğü gibi., sınırsız ve eşsiz güçleri olan böyle fevkalâde ve üretken bir varlık, nasıl olur da ölümle yok olur! Cok geniş zihni kapasitesi ile, Allah'ın böyle harika bir yaratığının nasıl olur da yok olmasına izin verilir? "Dediler ki: 'Ne varsa dünya hayatımızdır, başka birşey yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi zamandan başkası helak etmiyor.' Fakat onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zannediyorlar." (45:24). Bu gibi fikirler zandan ibarettir, hİçkimse, hatta bilimadamları ve filozoflar bile onları destekleyecek doğru ve mâkul sebepler sunamamaktadır. Kur'ân, kavramlarını insanlara bilgi ile sunar, süslü fikirlere veya tahminlere değil, bilgiye dayanarak delillerini tenkide davet eder. İnsanlar bu delilleri mantıkî olarak çürüteme-dikleri ve kendi alternatif kavramlarını sunamadıkları zaman, onların gerçekten iman etmelerini ister. Bütün bunlar, göstermektedir ki, Kur'ân bir ilim ve ilim de bir dindir (İslâm). Bu görüş yeni değildir ve tarihi deliller tarafından desteklenmektedir: "Ama siz, bu dünya hayatını tercih ediyor ve seviyorsunuz; oysa âhiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Şüphesiz bunlar, o eski sahifelerde mevcuttur, elbette ilk sahifelerde de vardır: İbrahim ile Musa'nın sahifelerinde." (87: 16-19). Bu hakikatin inkârı bütün hayat sistemlerinde anarşi ve karışıklığa yol açar, fertleri hayatın boş, anlamsız ve amaçsız olduğu hissine sevkederek, barışı ve huzuru bozar. Barış ve emniyet toplumunu yıkar ve onu kargaşaya, kavgaya ve isyana iter. İlim adamlarının Yaradan'i inkâr etmeleri, O'nun nimetlerinin İnsanın ve insani değerlerin imhası için kullanılmasına yolaçar. İnsan bilimsel ihtisası ve teknolojiyi kullanarak Allah'ın nimetlerinden pekçok fayda elde edebilir; zevk ve sefa içinde bir hayat sürdürebilir, fakat Yaradan'a karşı nankörlük hâlinde, gerçek bir ruh huzuru ve sükûnundan mahrum kalır. Daha fazla maddî bolluk ve zenginlik tam bir zihin ve ruh tatminini sağlamaz. Biz kimiz? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Kâinat nedir? Onu kim yarattı ve kim idare ediyor? Onun geleceği ne olacak. Yaratılışımızın amacı nedir?, gibi sorular cevapsız kalır ve insanın zihin huzurunu rahatsız etmeye devam eder. (Ab-del Monem Kallaf, Islamic Materialism and its Dimensions, Kahire 1971, sf. 83-184). İnsanın zihnî seviyesi, Yaradan'ın varlığını tanıyana kadar, hayvanlarınkinden aşağıda kalır. Diğer insanların mallarını, mülklerini ve hatta başka halkların ülkelerini zorla gasbederek yer, içer, hayvanlar gibi çoğalır ve hayvanlar gibi ölür. Öyleyse, Allah'ın Hakimiyetini ve O'nun Şeriatını inkâr eden bir âsi, O'nun Hükümdarlığında barış ve emniyetten nasıl hoşlanır? |