Konu Başlığı: Konuşma Ve Davranış Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Temmuz 2012, 23:36:11 Konuşma Ve Davranış Hz. Peygamber, hayatındaki her olayda, vasat yollu davranış örneğini kendi uygulamasıyla göstermiştir. Kur'ân vasatî-orta yol mutluluğunu ebedî lisanıyla şöyle açıklar: "İnsanlara yanağını bükme (kibirlenerek boynunu bir yana büküp yüzünü insanlardan öte çevirme) ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez. Yürüyüşünde tutumlu (tabiî) ol, sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir." (31: 18-19). Bu âyetler, beşerî münasebetlerde orta yol anlayışını açıklar. Bu anlayış, bizim Allah, kâinat, yaratıklar ve özellikle insanlar ile olan ilişkilerimizin gerçek mânasından tabiî olarak ortaya çıkar. Her şeyde orta yol tavsiye edilir. Çok aceleci olmadığın gibi, durağan veya yavaş da olma. Ne çok fazla konuş, ne de sessiz kal. Haddinden fazla girişken olma, ancak çekingenlik ve gevşeklik de gösterme. Kendine çok güvenenlerden olmadığın gibi, yılgınlık gösterenlerden de olma. Sabırlıysanız, bu size hayat mücadelenizi cesurca sürdürmenizde sadakat ve kararlılık verecektir. Mütevâzi olmanız sizi çirkin kabadayılıklardan koruyacaktır, ancak bu mütevazilik sizin gerçek ruhunuzu ve mâkûl kararlılığınızı engellemeyecektir. (A. Yusuf Ali, The Holy Qur'an, sh. 1084, not: 3604). tsrâ sûresinde yer alan âyet-i kerimede şöyle denilmektedir: "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri yaramazsın, boyca da dağlara erişemezsin!" (17: 37). Bu âyet, bizi zâlim ve mütekebbir kimselerin hareketlerine karşı uyarmaktadır. Bu uyarı sadece şahsî anlamda olmayıp, İslâm devletindeki genel davranıştan da ihtiva etmektedir. İslâm devletinin yöneticileri ve komutanları, âyetin bu tebliğini rehber kabul ederek zulüm, kibir, gurur ve kendini beğenmişliğin her çeşidinden uzak kalmışlardı. Bu hususa o kadar çok önem vermişlerdi ki, savaş meydanında bile kibirlilik alâmeti olabilecek herhangi bir söz kesinlikle ağızlarından çikmamıştı. Yürüyüşleri, giysileri, barınakları ve arabaları onların tevâzularının bir göstergesiydi. Kısaca, onların davranış biçimleri, müstekbirlere benzemeyen,mütevâzi insanların tavır ve hareketlerinden oluşmuştu. Kur'ân, gerçek mü'minlerin davranışlarını şöyle tarif eder: "Rahmân'ın kullan ki, yeryüzünde mütevâzi olarak yürürler, câhiller kendilerine lâf atarsa 'selâm' derler." (25: 63). Bu âyette, dikkatler iki çeşit karakter ve hayat tarzına çekilmektedir: Birincisi Hz. Peygamber'in tebliğini kabul edip, O'nu izleyenler; ikincisi ise cahilî hayatlarında inat ve ısrar edenler. Gerçek mü'minler tıpkı zâlimler ve fitne çıkaranlar gibi kibirli ve mağrur yürümezler. Onların yürüyüşleri ancak kibar, doğru düşünüşlü ve güzel davranışlı kişilerinki gibidir. Bununla birlikte, mütevâzi yürüyüş, zayıf veya hasta bir insanın yürüyüşü anlamına gelmez. O, sözde tevazûsunu veya takvasını göstermek için görünüşte mütevâzi gibi yürüyen münafığın yürüyüşüne de delalet etmez. Hz. Peygamber'in sünneti sert ve hızlı adımlarla yürümekti. Bir gün halife Ömer zayıf ve hastaymışcasma yürüyen bir genç gördü. Ona, hasta olup olmadığını sordu. Genç, hasta olmadığını söyleyince, halife kırbacını kaldırarak onu azarladı ve sıhhatli biri gibi yürümesini söyledi. Bu da gösteriyor ki, 'mütevâzi yürüyüş', zayıflık ve gereksiz huşu gösterisinde bulunan bir yürüyüş değil, asîl ve ağır başlı bir insanın yürüyüşüdür. Allah'ın gerçek kullarının dikkati çeken ilk vasfı 'yürüyüş'leridir. Çünkü yürüyüş kişinin karakterini gösterir. Kibir ve gurur gösterisi içinde değil, mütevâzi ve vakarlı bir yürüyüş, yürüyenin asîl ve ağır başlı bir kişi olduğunu gösterir. O halde, çeşitli tipte kişilerin farklı yürüyüşleri, onların ne tür bir karaktere sahip olduklannın göstergesidir. Bu âyet Allah'ın gerçek kullarının diğer insanlar arasında 'yürüyüş'leriyle tanınabileceğini ima etmektedir. Onlann Allah'a ibadet ve itaatleri kendilerini öylesine değiştirmiştir ki, ilk bakışta 'yürüyüş'lerinden hiç bir kötülüğe bulaşmalan umulmayan asil, mütevâzi, vakur ve iyi huylu kişiler olduklan anlaşılır. (The Meaning ofthe Qur'an, c. VIII, sh. 201). |