Konu Başlığı: Köklü Değişiklikler Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 14 Ağustos 2012, 13:02:03 KÖKLÜ DEĞİŞİKLİKLER "Mü'min olsun veya olmasın, insanları İslâm'a davet ettiğimiz zaman, İslâm'ın bir vasfı olan ve onun tarihinde görülebilen bir gerçeği aklımızdan çıkarmamalıyız. İslâm, kendine has, eşsiz vasıflarıyla, şümullü bir hayat ve "kâinat düşüncesidir. Ondan hasıl olan, bütün yönleri ve ilişkileriyle insan hayatı düşüncesi de, özel vasıfları olan, eksiksiz bir sistemdir. Bu düşünce, temelde, eski veya yeni bütün câhili düşüncelere karşıdır. İslâm düşüncesi ve câhili düşünceler arasında ayrıntı niteliğinde benzerlikler bulunabilir, fakat bu vasıfların alındığı ilkeler açısından İslâmî düşünce insanoğlunun bildiği bütün diğer teorilerden farklıdır. İslâm'ın ilk görevi, insan hayatını bu düşünceye göre yoğurması, ona pratik bir şekilde temsil eden bir insanlık hayatı meydana getirmek ve yeryüzünde Allah'ın seçtiği rabbânî nizama uygun bir düzen kurmak; bu düzenin temsilcisi durumunda olan bir İslâm ümmeti ortaya çıkarmaktı. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men'edersiniz ve Allah'a inanırsınız. (3: 110). Yİne Allah Teâlâ, bu ümmeti tanıtırken şöyle buyurmaktadır: "O (Allah'ın dinine yardım ede)nleri yeryüzünde iktidara getirdiğimiz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar, bil'akis) namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar." (22: 41). Yeryüzünde mevcut câhilî düşüncelerle uzlaşmak veya câhilî bir sistemle aynı ülkede varolmak İslâm'ın vazifesi değildir. Dünyaya ilk gönderildiğinde böyle değildi, ne bugün, ne de gelecekte böyle olacak. Câhiliyye, hangi devirde olursa olsun câhiliyyedir; yani tek Allah'a ve O'nun belirlediği hayat tarzına iman etmekten sapmaktır. Câhiliyye, sistemlerini, kanunlarım, düzenlemelerini, alışkanlıklarmı, ölçülerini ve değerlerini, Allah'tan başka bir kaynaktan alır. Diğer yandan, İslâm Allah'a teslimiyettir ve onun işlevi İnsanları cahiliyyeden İslâm'a davet etmektir. Cahiliyye, bazı insanların diğerlerine İbadet etmesidir; yani bazı insanlar, otoritelerinin doğru veya yanlış kullanılmasını önemsemeden otorite olurlar ve Allah'ın kanunlarına karşı olup olmadığına bakmadan başkaları için kanun yaparlar. Diğer yandan İslâm, İnsanların sadece Allah'a İbadet etmesi, düşüncelerini, inançlarını, kanunlarını, nizamlarını ve değerlerini Allah'ın otoritesinden alması ve kendilerini Allah'ın kullarına kulluk yapmaktan kurtarmasıdır. Bu, İslâm'ın özü ve yeryüzündeki rolünün tabiatıdır. Müslüman olsun veya olmasın, İslama davet ettiğimiz her insana bu noktayı vurgulayarak açıklamalıyız. İslâm, ne düşüncelerinde ne de bu düşünceden kaynaklanan hayat tarzlarında cahiliyye üe ortaklığa gidemez. Ya İslâm kalır ya cahiliyye; İslâm, yan İslâm-yan cahiliyye bir durumu kabul edemez. Bu açıdan İslâm'ın konumu oldukça açıktır. Hak'ın bir olduğunu ve bölünemeyeceğini söylemektedir; eğer birşey hak değil ise, bâtıldır. Hak'ın ve batılın bir arada olması veya ortaklığı imkânsızdır. Hüküm ya Allah'a aittir, ya da câhiliyyeye; ya Allah'ın Şeriatı hüküm sürer, ya da insanların arzulan. "Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah'ın İndirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın!" (5: 49). "Bundan dolayı sen (tevhid dini üzerinde anlaşmaya) davet et ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların keyiflerine uyma!" (42: 15). "Eğer sana cevap veremezlerse bil ki onlar, keyiflerine uyuyorlar. Allah'tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir?" (28: 50). "Sonra bu işten seni de bir şeriate koyduk (sana da İnsanların uyacakları bir hukuk düzeni verdik). Sen ona uy, bilmeyenlerin keyiflerine uyma. Çünkü onlar, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi senden savamazlar. Zalimler birbirlerinin dostlarıdırlar. Allah da (günahlardan) korunanların dostudur." (45: 19-20). "Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyice bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir? Bu âyetlerden açıkça anlaşılmaktadır ki, sadece iki yol mümkündür; ya Allah'a ve elçisine itaat, ya da câhiliyyeyi takip. Bir üçüncü yol mümkün değildir. Allah'ın verdiği kanun, hakem tayin edilmezse, tabiî olarak insan ondan sapar. Yüce Allah'ın bu açık ve kesin hükmünden sonra, mazeret veya özür için bahane kalmamaktadır. İslâm'ın en başta gelen görevlerinden biri, insanın yönetiminde câhiliyyenin hükmüne son vermek, yönetimi kendi kontrolüne almak ve onun ayrılmaz bir parçası olan hayat tarzını uygulamaktır. Doğru bir şekilde yönlendirilmiş bir iktidarın gayesi insanlığın faydası ve başarısıdır. Fayda, yaratana dönüş ile ve başarı, kainatın geri kalanı ile ahenk içinde olmakla elde edilir. Niyet, insanları Allah'ın onlar için seçtiği makama yükseltmek ve onları arzuların köleliğinden kurtarmaktır. Rebî' b. Âmir, Fars ordusu başkomutanı Rüstem'e verdiği cevapta bu gayeyi açıklıyor. Rüstem, "Hangi gaye ile geldiniz?", diye sordu. Rebi' 'nin cevabı şuydu: "Dileyeni kula kulluktan kurtarıp sadece Allah'a kul olma şerefine ulaştırmak, dünyanın darlığından dünya ve âhiretin genişliğine çıkarmak ve bâtıl dinlerin zulmünden İslâm'ın adaletine ulaştırmak için bizi Allah görevlendirdi." İslâm, insanların nefsî arzularını desteklemek için gelmedi. İnsanların düşünceleri, kurumları, hayat tarzları, alışkanlıkları ve gelenekleriyle ifade ettikleri bu arzuların, doğuda ve batıda, İslâm'ın gelişi sırasında veya şimdi hüküm sürmeleri bunu değiştirmedi, değiştirmez. İslâm, hevâ ve hevese dayanan kanunu tasvip etmez. İslâm bu düşünceleri, kanunları, âdetleri ve gelenekleri bertaraf etmek ve onların yerine, yaradana itaat temeline dayanan yeni bir hayat düşüncesini yerleştirmek ve yeni bir dünya yaratmak için geldi. Bazen İslâmî hayat tarzının bazı ayrıntıları, insanlığın içinde yaşamakta olduğu cahilİyye hayatının bazı yönlerine benzeyebilir. Ayrıntılarda görülen bu benzerlik görünüşte, eksik ve sadece tesadüfe dayanan bir benzerliktir. İki ağacın kökleri tamamen farklıdır. İslâm ağacı, Allah'ın ilmi ile ekilmiştir ve ondan beslenmektedir, cahiliyye ağacı ise insan arzularının bir ürünüdür. "Verimli bölgenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol çıkar; çorak bölgede ise ancak zorla pek az ve faydasız birşey olarak çıkar..." (7: 58). İster eski çağlara, ister modern çağa ait olsun cahilİyye, necis ve şeytanîdir. Dış görünümleri değişik devirler boyunca farklı olsa da kökleri aynıdır. Kökleri, insanların cahilliklerinden veya bencilliklerinden kurtulmalarını engelleyen insan heveslerindedir veya menfaatleri adalet, hak ve iyilik taleplerinin üstünde olan bazı kişilerin, bazı sınıfların, bazı ulusların veya ırkların bu menfaati erindedir. Fakat Allah'ın şeriatı, insan müdahelesi görmeden ve insan bilgisizliğinden, hevesinden veya belirli bir grubun menfaatlerinden etkilenmeden bu kökleri kesmekte ve bir kanun sistemi sunmaktadır. Allah'ın Öğrettiği hayat düşüncesi ile İnsandan kaynaklanan teoriler arasındaki en temel farklılık budur, bu yüzden tek sistem altında toplanmaları mümkün değildir. Yarı İslâmi, yarı câhili olan bir hayat sistemini inşa etmeye çalışmak faydasızdır. Allah kendisine eş koşulmasını bağışlamaz ve vahyettiği hayat tarzı ile başka birşeyin ortaklığını kabul etmez. Bu fiillerin ikisi de, aynı zihniyetin ürünleri oldukları için Allah'ın nazarında şirktirler. Bu hakikat olduğu gibi kafamıza kazınmalıdır. İnsanlara İslâm'ı sunduğumuz zaman, dilimiz tereddüt etmeden onu telaffuz etmelidir. Bunu yaparken utanmamak, insanların zihninde hiçbir şüphe bırakmamalı ve İslâm'ı kabul ettikleri zaman hayatlarının tamamen değişeceğine inandırana kadar onlardan ayrılmamalıyız. İslâm onları değiştirdiği zaman, düşüncelerini yücelterek, davranış ahlâklarım geliştirerek ve insan hayatının değeri olan şeref mertebesine yaklaştırarak, hayalin ötesinde nimetler bahşeder. İslâm'a girdikten sonra, daha önce iç içe oldukları câhiliyyeden eser kalmaz, aksi halde câhiliyyenin bazı unsurları ile İslâm arasında sadece benzerlik vardır. Buna rağmen İslâm'ın büyük kaynağına karıştıktan sonra eski Özelliklerinden çok şey kaybederler. Bu kaynak, daha önce içinde bulundukları şeytanî ve meyvesiz câhiüyye kaynağından çok farklıdır. Bu süreç boyunca İslâm kimseyi bilimsel gözleme dayanan bilgiden mahrum bırakmaz; bilakis bu yönde büyük bir şevk verir. İnsanları İslâm'a davet ederken, İslâm'ın değişik isimler ve bayraklar taşıyan insan Ürünü ideolojilerden, dinlerden veya sistemlerden olmadığını, sadece ve sadece İslâm olduğunu anlamalarını sağlamak bizim görevimizdir. İslâm'ın kendine has ölümsüz şahsiyeti, ölümsüz düşüncesi ve ölümsüz tarzları vardır. İslâm, diğer insan ürünü sistemlerden daha büyük bir ihsanı insanlığa garanti etmektedir. İslâm asildir, saftır, adildir, güzeldir ve Yüce Allah'ın kaynağından fışkırmaktadır. İslâm'ın hakikatini bu şekilde anladığımız zaman, böyle bir anlayış bizi İslâm'ı takdim ederken insanlara güven, anlayış, merhamet ve güçlülük içinde hitap etmemizi sağlayacaktır. Takdim ettiğimiz düşüncenin hak, insanların uyguladıkları düzenin da bâtıl olduğunu kesin bir şekilde bilmenin sağlayacağı güven. İnsanlığın ızdırabını görüp onları hangi yoldan saadete kavuşturmanın mümkün olduğunu bilmekten doğan anlayış. İnsanların sapık yolda olduğunu görüp başka türlü olmayan hidayetin nerede olduğunu bilmekten ileri gelen merhamet. İslâm'ı onlara kabul edilebilir hâle getirmeye, arzularını ve tahrip olmuş zihinlerini tatmin etmeye ihtiyacımız yok. Onlarla sözümüzü sakınmadan konuşmalıyız. "Yaşadığınız bilgisizlik sizi kirli yapıyor ve Allah sizi temizlemek istiyor; takip ettiğiniz âdetler sizi lekeliyor ve Allah sizi temizlemek, arıtmak istiyor; yaşadığımız hayat aşağıdır, Allah ise sizi yüceltmek istiyor; hâliniz musibet ve sıkıntı vericidir, Allah ise size kolaylık, lütuf ve esenlik vermek istiyor. İslâm düşüncelerinizi, hayat şekillerinizi ve değerlerinizi değiştirecek; size başka bir hayat kazandıracaktır, öyle ki eski yaşantınızı nefretle anacaksınız. İslâm sizi kendi hayat tarzlarıyla tanıştiracaktır, Öyle ki, ister doğulu, ister batılı olsun diğer bütün hayat tarzlarını küçümseyeceksiniz. İslâm'ın tanıştırdığı değerler karşısında dünyadaki diğer değerlerin basitliğini anlayacaksınız. Bu sefil hâlinizle İslâmî hayatın gerçek görüntüsünü göremezsiniz, çünkü düşmanlarınızın hepsi, bu dinin düşmanları, bu hayat tarzının yerleşmesine ve onun pratik bir şekle bürünmesine karşı birleşmişlerdir, biz size bunu gösteriyoruz. Kur'ân'ın, Şeriatın, tarihin ve var olacağından şüphemizin olmadığı gelecekteki dünyamızın penceresinden bu görüntü bizim kalblerimize kazınmıştır, Allah'a şükürler olsun!" İslâm'ı insanlara anlatırken takip edeceğimiz yol budur. Bu hak'tır. İslâm ilk kez bu biçimde insanlara sunuldu: İster Arap yarımadasında, ister İran'da, ister Roma illerinde veya gittiği başka bir yerde olsun yol buydu. İslâm onlara yüksekten baktı, çünkü bu onun gerçek konumuydu, onlara derin bir sevgi ve merhametle seslendi, çünkü bu onun gerçek tabiatıydı ve onlara herşeyi karanlık nokta bırakmadan, tam bir netlikle açıkladı, çünkü bu onun tarzıydı. Onlara hiçbir zaman, hayat şekillerine, değerlerine ve düşüncelerine müdahale etmeyeceğini söylemedi; onları memnun etmek için kendi sistemleriyle benzer olan yanları öne çıkarmadı. Nitekim bazıları İslâm'ı, "İslâm Demokrasisi" veya "îslâmî Sosyalizm" gibi adlar altında insanlara sunuyorlar veya dünyadaki mevcut iktisat, siyaset ve hukuk sistemlerinin ufak tefek bazı değişikliklerle İslâm'a uygun hâle geleceğini ileri sürüyorlar. Bu makulle ştirmelerin gayesi, insanların arzularını tatmin etmektir. Halbuki durum çok farklıdır. Yeryüzünü kaplayan câhiliyyeden İslâm'a dönüş, kapsamlı ve derindir. îslâmî hayat, eski veya modern olsun bütün câhili hayat tarzlarının karşısındadır. İnsanlığın aşağılık hali, mevcut sistemlerde ve kanunlarda bir kaç küçük değişiklik yapılarak giderilemez. İcat edilmiş yollardan yaradanm yoluna, insanların sistemlerinden İnsanların Rabb'inin sistemine ve kulların buyruklarından kulların Rabb'inin buyruklarına dönülmedikçe, yani kapsamlı ve derin bir değişiklik yapılmadıkça, insanlık bu aşağılık halden hiçbir zaman kurtulamaz. Bu, insanların kafasında hiçbir şüphe ve tereddüt bırakmadan savunduğumuz ve haykırdığımız bir gerçektir. Başlangıçta insanlar mesajın bu şekilde iletilmesinden hoşlanmayabilirler, ondan kaçabilirler ve ondan korkabilirler. İslâm insanlara ilk kez tebliğ edildiğinde de ondan hoşlanmamışlar, korkmuşlar ve ondan kaçmışlardı. Hz. Muhammed, onların düşüncelerini eleştirdiğinde, ilahlarıyla alay ettiğinde, davranış biçimlerini reddettiğinde ve kendisi ve kendisiyle beraber bulunan birkaç mü'min için câhiliyyenin değerlerinden, geleneklerinden ve kurallarından başkalarını uyguladığında, incinmişler ve ondan nefret etmişlerdi. Fakat daha sonra ne oldu? İlk önce kendilerine garip gelen ve ondan kaçtıkları hakikati sevdiler. "Yaban eşekleri gibi; aslandan ürkmüş..." (74: 50-51), bütün güç ve stratejileriy-le savaşmış, Mekke'de zayıf olan taraftarlarına feci işkenceler yapmış ve taraftarları Medine'de güçlü oldukları zaman onlarla sürekli savaşmış olanlar bu hak'ı sevdiler. İslâm çağrısının ilk dönemde karşılaştığı şartlar, bugünkü şartlardan daha olumlu değildi. Câhiliyyenin reddettiği, bilinmeyen bir şeydi; Mekke Vadisi ile sınırlıydı; iktidardaki insanlar tarafından tehdit ediliyordu ve bütün dünya İçin tam bir yabancıydı. Temel öğretilerine ve gayelerine karşı olan güçlü ve haşmetli imparatorluklarla çevriliydi. Bütün bunlara rağmen, bugün olduğu gibi o zaman da güçlü bir çağrıydı, gelecekte de öyle olacak. Bu gücünün kaynağı, onun tabiatının derinliklerinde gizlidir; işte bu yüzden en kötü şartlarda ve en şiddetli muhalefet karşısında bile görevini yapabilmektedir. Gücünü, dayandığı basit ve açık hakikatten almaktadır. Dengeli öğretileri, hiçbir direnişe uzun süre tahammül edemeyen insan tabiatına görevdir. Kendinden aldığı güçle insanlığı, hangi iktisadî, sosyal, ilmî veya zihnî gelişmişlik veya gerilik seviyesinde olursa olsun, sürekli ilerlemeye yöneltmektedir. Gücünün bir diğer sırrı, en ufa bir taviz vermeden câhiliyye ile ve onun fizikî gücüyle mücadele etmesidir. Ne câhilî eğilimlerle uzlaşmaya girer, ne de makulleş-tirmeye başvurur. Hakikati, bütün insanların onun iyi, lütf ve nimet olduğunu anlamaları için bütün çıplaklığıyla anlatır. İnsanları yaratan, onların tabiatını ve kalplerine giden yolları bilen Allah'tır. Hakikatin, şüphe ve tereddüte yer bırakmadan, bütün çıplaklığıyla anlatıldığı zaman onların nasıl kabul ettiklerini bilir. Bir hayat sisteminden, tamamiyle başka bir hayat sistemine geçmek için gerekli kapasite insan tabiatında mevcutur; hatta bunu yaptırmak, çok sayıda kısmî değişiklik yapmaktan daha kolaydır onun İçin. Eğer bu tam değişiklik, öncekinden daha yüksek, daha mükemmel ve daha saf bir hayat sistemine doğru yapılacaksa, insan psikolojisine uygundur. Fakat bir iki ufak değişiklikten başka bir değişiklik olmayacaksa, câhilî sistemden İslâm sistemine geçişi kim kabul edebilir? Bu durumda eski sisteme devam etmek daha mantıklıdır. En azından kurulu bir düzendir, bir ıki ıslahat ile değiştirilebilir; durum böyleyken hâlâ eski sistemin vasıflarını üzerinde tabyan, kendi sistemini kırmamış ve uygulanmamış bir sistem için eskisini terketmeye ne gerek vardır? Benzer şekilde, İslâm'ı insanlara takdim ederden onun hakkında konuşan öylelerini görüyoruz ki, onlar sanki itham altında imiş de onun üzerinden bu ithamları gidermeye çalışıyorlar. Savunma üslûplarından biri şöyledir: "Modern sosyal düzenler İslâm'da benzerini kınadıkları şu kusurları işlemektedirler. Oysa İslâm bindörtyüz yıl geçmiş olmasına rağmen bu konularda çağdaş medeniyetin yaptıklarından başka bir şey yapmış değildir!" Ne kadar zavallı ve elem verici bir savunma! İslâm, câhilî sistem ve onun şeytanî türevleri karşısında maruzatlar Öne sürmez. Birçok insanın gözlerini kamaştıran ve ruhlarını kuşatan bu "medeniyetler", özleri itibariyle cahilidirler. Bu sistem İslâm ile karşılaştırıldığında içi boş, sahte ve değersizdir. Bu sistemlerde yaşayan insanların, sözüm ona bir "müslüman ülke"de veya "İslâm dünyasında "ki insanlardan daha iyi şartlar altında bulundukları iddiasının bir ehemmiyeti yoktur. Bu ülkelerdeki İnsanlar İslâm'ı terkederek bu sefil hâle geldiler, müslüman oldukları için değil. İslâm'ın bu insanlara söylediği şudur: İslâm hayal edilemeyecek kadar iyidir. O, câhiliyyeyi değiştirmeye geldi, onu sürdürmeye değil; insanlığı içinde bulunduğu çukurdan çıkarmaya geldi, "medeniyetin" elbisesi diye üzerine aldığı görüntüleri övmeye değil. Mevcut sistemler, bazı dinler veya bazı fikirlerle İslâm arasında benzerlikler aramaya kalkmamalıyız; ister batıda, ister doğuda olsun bu sistemleri reddetmeliyiz. Yoz ve İslâm'ın insanlığı teşvik ettiği yönünün karşısında oldukları için hepsini reddetmeliyiz. İnsanlara bu şekilde seslenir ve İslâm'ın kapsamlı düşüncesinin temel mesajını sunarsak, bir düşünceden diğerine, bir hayat şeklinden diğerine geçiş için gerekli sebebi, kendi varlıklarının derinliklerinde hissedeceklerdir. Fakat insanların karşısına şu faydasız sözlerle çıkmamalıyız: "Mevcut sisteminizden, henüz uygulanmamış sisteme gelin; sizin kurulu düzeninizde sadece küçük bir değişiklik yapacak. İtiraz etmemelisiniz, yapmakta olduğunuz şeylere devam edebilirsiniz. Alışkanlıklarınızda, davranışlarınızda ve eğilimlerinizde birkaç küçük değişiklikten başka bir fedakarlık istemeyecektir. Sizi memnun eden ne varsa muhafaza edecek, sadece hafif bir müdahele yapacaktır." Bu metod kolay gözükmektedir, fakat hiçbir çekiciliği yoktur; daha da önemlisi hakka dayanmamaktadır. Hak olan şudur: İslâm, sadece düşünceleri ve davranışları değil, aynı zamanda sistemi, ilkeleri, kanunları ve gelenekleri değiştirir, çünkü bu değişiklik o kadar köklüdür ki, insanlığın içinde yaşadığı câhili hayat tarzından hiçbir eser kalmaz. İnsanları, hem ferdî, hem de toplu olarak, kula kulluktan kurtararak, sadece Allah'a kulluğa taşıdığını söylemek yeterlidir: "De ki: 'Kur'ân Rabbİmizdendir; artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin..." (18: 29). "...İnkâr edenlere gelince, Allah'ın bir şeye ihtiyacı yoktur; O, bütün âlemlerden müstağnidir." (3: 97). Meselenin özü, iman ve inkâr, Allah'a ve Allah'ın birliğine ortak koşulması, câhiliyye ve İslâm'dır. Bu mesele açıklığa kavuşmalıdır. İnsanlar câhiliyye hayatı yaşadıkları sürece, iddia ettikleri gibi müslüman değildirler. Bir insan, İslâm'ın câhiliyye ile bir arada bulunabileceğine kendisini inandırmış olmaktan hoşlanıyorsa, bu onun bileceği bir iştir. Bu konuda başkalarına da yanıltmaya kalksa bile, hakikatte bir değişiklik olmaz. Bu İslâm değildir, onlar da müslüman değildirler. Bugün bu çağrının görevi, bu cahil insanları İslâm'a döndürmek ve onları baştan müslüman yapmaktır. İnsanlardan bir karşılık bekleyerek onları İslâm'a davet etmiyoruz; kendimiz için birşey istemiyoruz, bizim hesabımız bu insanlarla değildir. İnsanlar bize işkence etseler bile; onları sevdiğimiz için, onların da müslüman olmasını istediğimiz için İslâm'a davet ediyoruz. İslâm tebliğcisinin karakteri ve motivasyonu budur. İnsanlar bizden, İslâm'ın ve yüklediği sorumlulukların tabiatını olduğu kadar, onlara bahşettiği nimetlerini de Öğrenmek zorundadırlar. Yaptıkları şeylerin tabiatının câhiliyye olduğunu ve içlerinde İslâm adına hiçbir şey bulunmadığım da bilmekle yükümlüdürler. Şeriat olmadığı sürece heves vardır hak olmadığı sürece bâtıl vardır; hakk'ın ötesi bâtıldır! İslâm'da savunmaktan utanç veya endişe duyacağımız hiçbir şey yoktur; insanlardan saklamamızı gerektirecek hiçbirşey, onun savunduğu hakk'ın sesini kısmamızı gerektirecek hiçbir durum yoktur. Böyle düşünenler bozulmuş bir zihniyete sahiptirler. İslâm ile insan ürünü sistemler arasında benzerlikler arayan ve câhili medeniyetin fiillerine bakarak İslâm'ın fiilleri ve onun belirli konulardaki kararları konusunda mazeret Öne süren bazıları -'müslümanlar'- Batının, Doğunun ve câhiliyyenin şu veya bu sistemi karşısında ezilmiş bir zihniyete sahiptirler. Savunma, bahane ve özür ihtiyacı hisseden bir kişi, İslâm'ı insanlara sunmaya muktedir değildir. Böyle biri câhili bir hayat yaşamakta, derin bir çukurda çelişkiler, hatalar ve günahlar içinde bulunmakta ve yaşadığı câhiliyyeyi meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bunlar İslâm'ın tahripçileridirler ve bazı samimi insanları da yollarından saptırmaktadırlar. İslâm, bir mahkemenin huzurunda duran bir sanıkmiş gibi, savunulmaya ihtiyacı varmış gibi, onu savunmaya kalkarak, gerçek tabiatın bulandırmaktadırlar. Batı câhiliyyesine, dinî inançlarındaki tutarsızlıklarına, sosyal, ekonomik ve ahlâkî du-rumlarındaki bozukluklara, akılla ve vicdanla bağdaşmayan teslis, ilk günah ve o günahın kefareti olarak Hz. İsa'nın kendisini feda etmesi düşüncelerine, faizci, karaborsacı kapitalizmin karanlık çehresine ve âdil olmayan herşeyine bir bakınız! Ruhu kemiren maddeci tavıra, "cinslerin serbest birleşimi" denilen, hayvanlara has şu davranışa; "kadının Özgürlüğü" denilen esir pazarlarına, evlenme-boşanma sistemindeki hayat gerçeğiyle bağdaşmayan ters, zor ve güce dayanan uygulamaya ve şu amansız ve şeytanî ırk ayırımına bir bakınız. Bir de, insanın uzanmaya çalıştığı fakat ulaşamadığı ufuklara ulaşan, mantığı, güzelliği, insanlığı ve saadeti ile eşsiz olan İslama bakınız. İslâm pratik bir hayat yoludur ve çözümleri insan fıtratı temeline dayanmakladır." Bunlar, Batının gündelik hayatı içinde karşılaştığımız gerçeklerdir. En önemli görevimiz İslâm düşüncesini, İslâm geleneklerini câhiliyyenin yerine geçirmektir. Bazılarımızın düşündükleri veya zannettikleri gibi, câhiliyye ile uzlaşarak ve daha başlangıçta onunla birlikte yola çıkarak bunu yapamayız, çünkü daha başlangıçta yenilgiyi kabullenmiş oluruz. Elbetteki toplumun mevcut fikirleri ve onda hakim olan davranış biçimleri büyük bir baskı, özellikle kadınlara vazgeçirici bir baskı uygulamaktadır; müslüman kadın gerçekten büyük bir baskı altındadır. Vaziyet budur ve bunu göğüslemek zorundayız. Önce yere sağlam basmalı; sonra üzerine gitmeliyiz; daha sonra câhiliyyeye, ulaşmayı arzuladığımız İslâmA hayatın yüksek ve parlak ufuklarıyla karşılaştırıldığında, ne kadar alçak bir konumda olduğunu göstermeliyiz. Bunu câhiliyye İle birlikte yaşayarak, onunla ilişkiler kurarak veya ayrı bir köşeye çekilerek yapamayız. İzlenmesi gereken yol, nâzik olmak, saygı göstermek ve görmek, hakkı sevgiyle söylemek ve imanın üstünlüğünü tevazuyla göstermektir. Bütün bunlardan sonra, câhiliyyenin ortasında yaşadığımızı, hayat tarzımızın câhiliyyeninkinden daha doğru olduğunu ve câhiliyyeden İslâm'a dönüşün büyük ve derin olduğunu kavramalıyız. Câhiliyye ile İslâm arasındaki uçurum büyüktür. Bu uçurumun her iki yanında yaşayan insanların birbirleriyle kaynaşmaları için, arada bir köprü kurulmamalıdır. Ancak câhiliyye halkının, ister sözde "İslâmî" bir ülkede yaşayıp kendilerini müslüman olarak nitelendiren insanlar olsun, ister "İslâm" devletinin dışında yaşayanlar olsun, İslâm'a gelmeleri, karanlıktan aydınlığa yürümeleri, bedbaht hallerinden kurtulmaları ve bizim İslâm'ı anlayarak ve havasını teneffüs ederek tattığımız nimetlerini tatmaları için bu köprü kurulmalıdır. Aksi halde, Allah Teâlâ'nın Rasûlullah'a söylemesini emrettiği gibi, biz de onlara şunu söylemeliyiz: "Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (109: 6). |