๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 20 Temmuz 2012, 18:54:37



Konu Başlığı: Kapitalizmin Kötülükleri
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 20 Temmuz 2012, 18:54:37
KAPİTALİZMİN KÖTÜLÜKLERİ

Kapitalizmin ciddî kötülükleri, toplumun bir bölümü olan sermayedarları, diğerleri yani çalışan sınıf aleyhine zenginleştiren sanayi devriminin sonuçlarıydı. Bu devrim, çalışan smıfı sanayicilerin insafına terketmiş, onlar da kendi bencil amaçları doğrultusunda emekçileri alabildiğine sömürmüşlerdir. Buna karşılık İslâm, işçinin haklarını düzenleyen, sermayedarların güçlerini sınırlayan kesin esaslar vazetmiştir. O, çalışanların işverenle kân paylaşmalarım mümkün kılacak yollar ve vasıtalar da teklif etmiştir. İşçi-işveren ilişki­lerindeki bu ilerlemeleri İslâm 1400 yıl önce uygulatmasına rağmen batılı kapitalistler, 19, yüzyılın ortalarında işçi teşekkülleri ve sendi­kalar tarafından zorlanıncaya kadar bu konu­ya önem vermediler. Bu konuyla ilgili îslâmî esaslar dikkatlice incelendiğinde, Batı'nın olayların baskısıyla, İslâm'ın ve onun Pey-gamber'inin hedeflediği nizama nasıl tedricen yaklaştığı görülecektir. Ancak, sendikaların baskısı ve tarihî olayların zorlamasına rağ­men bu alandaki hukukî faaliyetleri yüzyıllar önce Hz. Peygamber'in vaazettiklerinden hâlâ çok gerilerdedir.

Kapitalizmin tarihi ve problemleri hakkında yapacağımız kısa bir açıklama işçi-işveren ilişkilerini ve bu ilişkilerin sanayi ile ilgili ka­nunlara etkisini aydınlatmamıza yardımcı ola­caktır.

"Kapitalizm", İslâm dünyasında ortaya çık­mamıştır. Makinenin icadından sonra da tesa­düf eseri Avrupa'da gündeme gelmiştir.

Kapitalizm İslâm dünyasına, Avrupa'nın ta­hakkümü altında olduğu bir zamanda ithal edilmiştir. O, yoksulluk, bilgisizlik, hastalık ve gerilikten muzdarip İslâm dünyasına geliş­me dalgasıyla birlikte girmiş ve yayılmıştır. Bu durum, bazı kişilere İslâm'ın kapitalizmi, zararları ve faydalanyla birlikte tasvip ettiğini düşündürtmüştür. Bu kimseler, islâm huku­kunda veya kanunlarda kapitalizmle çatışan hükümlerin bulunmadığını iddia ederler. Hat­ta, onlar, İslâm'ın ferdî mülkiyete izin verdiği gıuı, aynı şekilde Kapitalizme de müsaade et­mesi gerektiğini ileri sürerler.

Bu ithama cevap olarak, şu noktaya işaret et­memiz yeterli olacaktır: Kapitalizm, faiz ve tekelcilik olmasa gelişemez veya büyüyemez. Oysa İslâm, her ikisini de, kapitalizm daha ortada yokken, 14 yüzyıl önce yasaklamıştır. (Muhammed Qutb, a. g. e.)

Ancak meseleyi daha geniş olarak ele alalım. Eğer makine İslâm dünyasında icad edilseydi, böyle bir buluşun sonucunda meydana gele­cek olan iktisadî gelişmeyi İslâm acaba nasıl karşılayacaktı? Kendi prensip ve kanunlarının gölgesinde iş ve üretim ilişkilerini nasıl dü­zenleyecekti?

Kapitalizmin başlangıçta, beraberinde büyük bir ilerleme getirdiği ve insanlığa önemli hiz­metler yaptığı hususunda ekonomistler ara­sında -ki bunlara Kari Marx gibi kapitalizme muhalif olanlar da dahildir- genel görüş birli­ği vardır. Üretim arttırılmış, haberleşme vası­taları geliştirilmiş ve tabiî kaynaklar daha ge­niş ölçülerde işlenmiştir. Çalışan sınıfın hayat standardı, tamamıyla veya çoğunlukla tarıma bağımlı oldukları zamanki durumlarından da­ha yüksek düzeylere çıkarılmıştır.

Fakat bu parlak durum uzun sürmedi. Kendi­lerinin de söyledikleri gibi, kapitalizmin tabiî gelişimi, zenginliğin sermaye sahipleri elinde toplanmasına yol açarken, işçilerin mülklerin­de de izafî bir azalmaya sebep oldu. Bu du­rum, sermaye sahiplerinin, değişik malların üretimini arttırmada daha fazla işçi -ki, ko­münizme göre gerçek üreticiler bunlardır-kullanmalarını mümkün kılmıştır.

Ancak işçilere ödenen ücret, normal bir yaşa­yışa yetmeyecek kadar düşüktü. Çünkü bütün kân işverenler alıyor, sonra da bunları lüks ve sefih bir hayat sürmede harcıyorlardı.

Bunların yamsıra işçilere ödenen düşük ücret­ler, onların, kapitalist ülkelerin ürettikleri ürünlerin tamamını tüketememelerine sebep oldu. Bu da, tüketilememiş, fazla miktarda mal birikimine yol açtı. Bunun üzerine kapi­talist ülkeler ihtiyaç fazlası mallar için yeni pazarlar aramaya başladılar. Sömürgecilik ye­niden doğarken, çeşitli uluslar arasında pazar­lar ve hammadde kaynaklan üzerine bitmez tükenmez mücadeleler başladı. Bütün bu olayların kaçınılmaz sonuçlarını ise tahrip edici savaşlar oluşturdu.

Dahası, kapitalist düzen daima periyodik krizlerle yüzyüze gelir. Bu krizler, üretimdeki artışlara rağmen ücretlerin düşük kalmasın­dan ve dünya tüketiminin artmamasından İleri gelmektedir.

Bazı materyalistler, kapitalist düzenin bütün problemlerini, kötü niyetli, sömürü heveslisi kapitalistlerden çok bizzat sermayenin yapısı­na indirgerler. Böylesine garip ve basit muha­kemenin anlamı şudur: Duygulan ve düşün­celeriyle insan, ekonominin gücü karşısında elinden hiçbir şey gelmeyen çaresiz bir yara­tıktan başka bir şey değildir.

Kapitalizmin ilk devirlerinde gerçekleştirilen faydalı ve ilerlemeye yönelik başarıları, İslâm'ın da desteklediğinden kimsenin kuşku­su yoktur. Ancak İslâm, organizasyonu sağla­mak, kötü niyetli işverenler veya sermayenin esas yapısından kaynaklanacak sömürüleri önlemek için kapitalizmi kuralsız olarak ken­di başına bırakmayacaktı.

Bu meselede İslâm'ın vazettiği prensip, çalı­şanları sermaye sahibiyle beraber kâra ortak sayma esasıdır. Hatta, kimi Mâlikî fakihleri, çalışanlara kârın yansının verilmesinden ya-nadırlar. Onlara göre, işveren bütün sermaye­yi sağlarken, çalışanlar da işleri yaparlar; do­layısıyla iki çaba birbirine eşittir. Öyleyse her iki taraf kârdan eşit pay alma hakkına sahiptir.

Yukarıda zikredilen prensip, adaletin tesisine İslâm'ın ne kadar büyük Önem verdiğini gös­terir. Adaletin tesisine yönelik böylesi bir ilgi, İslâm tarafından gönüllü olarak gösterilmiştir. Ne ekonomik zaruretler, ne de belirli ekonomik ilişkilerin savunucularının kabul ettiği gi­bi sınıflararası mücadele bu konuda zorlayıcı olmamıştır.

Başlangıçta, sanayi, küçük işyerlerinde çalı­şan az sayıdaki işçiyi kapsayan, basit kol kuv­vetine dayanan işlerden oluşmuştu. Yukarıda­ki prensip emek ile sermaye arasında, Avru­pa'nın hiç bir zaman sahip olamadığı âdil te­melleri kuracaktı.

Ekonomistler, zararsız ilkel döneminden gü­nümüzdeki marazî kötülüklerle dolu dönemi­ne kadar kapitalizmin gelişmesinin, ferdî ve ailevî borçlar üzerinden ulusal borçlanmaya varan bir bağımlılığı beraberinde getirdiğini söylerler. Bundan, büyük kapitalizm faaliyet­lerini tanzim eden, elde ettiği kazanç ve 'fay­dalar' mukabilinde sermayeyi çalıştırmak maksadıyla maldan muhtaç olduğu şeyleri borç olarak almayı sağlayan son tüketim sis­temi doğdu.

Diğer yandan, kapitalizmin bir diğer özelliği olan rekabet, küçük şirketlerin batmasına ve­ya büyük şirketlerin eline geçmesine sebep olur. İslâm, topluma zararlı olması muhtemel tekelciliğin (inhisar) oluşmasına izin vermez. Rasûlullah, toplumun tümüne faydalı kay­nakların Özel mülkiyetine ve özel kontrolüne müsaade etmemiştir. îbni Abbas'ın rivayet et­tiği bir hadiste; "İnsanlar uç şeyde ortaktırlar: ot, su ve ateş" buyurulmuştur. Ebyaz b. Hamd Merbî, bütün müslümanlann yararına olduğu anlaşılınca, Rasûlullah'in kendisinden tuz madeninin mülkiyetini geri aldığını anlatır.

İhtikâr (istifçilik) da kapitalist toplumlarda sık görülen, aşın kâr elde etmek maksadıyla günlük kullanımı olan maddelerin fiyatlarım bir şekilde artırma yoludur Ma'mur b. Abdullah'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah: "Âsiden başkası ihtikâr yapmaz" buyurmuştur (Müslim). Rasûlullah ihtikârı ya­saklarken istifçinin (muhtekir) zihniyetini şu sözleriyle tasvir etmektedir: "Düşük fiyata yas tutan, yüksek fiyattan memnun kalan istifçi ne kötü bir insandır." (Buharî).

İslâm, faizi ve tekelciliği yasakladığı için, ka­pitalizmin İslâm'da ortaya çıkması, sömürü, sömürgecilik ve savaşlarla dolu günümüzdeki hâlini alması, tabiî olarak imkânsız bir hâdise olacaktı.