๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 01 Ağustos 2012, 13:17:20



Konu Başlığı: Kadın Ve Aile Hayatının Statüsü
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 01 Ağustos 2012, 13:17:20
Kadın Ve Aile Hayatının Statüsü

Hz. Muhammed'in Davetinin bir diğer em­salsiz yönü de kadına aile hayatında kocasına eşit ve daha katılımcı bir hayat vadetmesidir. Kadın Hıristiyanlarca aşağılanmış ve bu du­rum Bafı'da Avrupalıların uygulamalarına yansımıştır; Hindu felsefesinin kadını aşağı­laması ise uygulamasını Doğu'da bulmuştur. Hıristiyanlar evlenmemeyi büyük bir şeref saymışlar ve kadınları "Şeytan'ın âletleri" ve "kötülüklerin kaynağı" görerek onlardan bü­tün hakları esirgemişlerdir. Hindu'lar kadınların konumunu erkeklerin ayaklarının altına düşürmüşlerdir; erkek, kadınlar için tanrı ko­numuna getirilmiştir (Pati-Dev, "Tanrı-koca" anlamına gelmektedir). Ev halkının fert­leri olarak hiçbir hakları mevcut değildi.

Aile içinde eş, kızkardeş ve anne olarak ka­dınlara eşit hak ve imtiyazlar tanıma konu­sunda Hz. Muhammed Araplar'ın ilki omuştur. Onun yönetiminden önce İslâm Ön­cesi Araplar kadına köle muamelesi yapmak­taydılar. Ancak Hz. Peygamber evlilik ve boşanma haklarıyla ilgili olarak kadınları er­keklerle aynı seviyeye çıkardı (ve lehünne mislüllezi ala hinne bi'l-ma'rûf) (2: 228; 2: 187; 30: 21) ve kocalarına denk bir konuma getirdi (51: 49). Buna göre evlilik anlaşması bir ortaklıktı ve bu ortaklıkta eşler vazife ve haklan eşitlik ve adalet ilkesine göre paylaş­makta idiler (bi'l-ma'ruf). Eşlerin her ikisi de fıtrî kabiliyetleri, güçleri ve eğilimleri nis-betinde aile işlerine katılma ve sorumluluğu paylaşma hakkına sahip kabul edildiler ve ai­lede devamlılık, gelişme, mutluluk ve huzur için her ikisinin de varlığı aynı derecede za­ruri ve kaçınılmaz kabul edildi. Her ikisinin kendi tabiî sahalarında aileye katkılarının eş-derecede önemli ve değerli olduğu ve ailenin gelişmesi ve mutluluğunun eşlerin her ikisi ile de çok yakından ilgili olduğu ve belki de pek çok yönden aile içi olaylarda kadının da­ha önemli olduğu vurgulandı. Ancak mutlu bir ailenin bütünlük ve gelişmesi eşlerin her ikisinin karşılıklı sorumluluk içinde işbirliği yapmaları ile mümkündür.

Eşlerin her ikisine de aile hayatının mükemmelleştirilmesine tamamlayıcı katkıları bakı­mından ihtiyaç hissedilir ve her ikisi de aile içinde, modern liberal ve fıtrata aykırı Batı kaynaklı kadın hareketlerinin eşleri birbirine düşman ve rekabet halinde gören düşüncesi­nin aksine bu yolda birlikte çalışırlar. Kadın­lar cinsiyetlerinden kurtulmak ya da cinsî ko­nularda bağımsız olmak mı istemektedirler. Ya da cinsî arzularını fıtrata aykırı ve suni yollarla mı tatmin etmeyi düşünmektedirler? Ama onlar yine de aynı arzuları, dürtüleri ve duyguları taşıyan aynı kadındırlar. Fıtrata ay­kırı yollan takip edenler hiç bir zaman tabiat­larını yenemezler, bilakis uzun vadede yenil­giye uğrayanlar onlardır.

kendileri (enfûsikum), ana babaları (vâlîdeyn), akrabaları (akrabîn), zenginler (ganîyan) veya fakirler (fakir an) olsun farketmez (4: 135).

Adaleti uygulamanın en zor olduğu durum kişinin önüne ölümcül ve affedilmez bir düş­manının getirilmesi ve o kişinin onu cezalan­dırma konusunda tam yetkiye sahip olması ve düşmanının da çaresiz, mağlûp ve merhamet ister konumda bulunması durumudur. Tarih muzaffer olanın âlicenaplık göstererek düş­manlarının bütün suçlarını affetmiş olduğu durumlarla ilgili pek az örnek sunabilir. İşte Hz. Muhammed böylesi nâdir insanlardan birisidir. Düşmanlarına karşı bile mutlak adalet ilkesiyle muamele etmiştir. Kur'ân, Hz. Peygamber'in soylu ve faal düşmanla­rına bile eşit ve âdil muamele ilkesini sadece uygulamakla kalmayıp, bunu ashabına da ak­tardığına ebediyen şehadet etmektedir (5: 9).