Konu Başlığı: Jeoloji Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 08 Haziran 2012, 17:04:46 10- Jeoloji Jeoloji, yer kabuğunu, katmanlarını, onla-rın ilişkilerini ve değişikliklerini inceler. Daha Önce belirtildiği gibi, Hz. Muhammed'ın dünyaya getirmiş olduğu, Allah'ın en büyük, armağanlarından biri, doğruluğun araştırılması ve o konudaki çabaların desteklenmesi idi. Sonucun kendiniz, aileniz veya akrabalarınız için önemine aldırmadan, daima gerçeği aramalı ve onu her durumda desteklemelisiniz. Her çaba, herhangi bir meselenin gerçeğini bulmak ve sonra ona korkusuzca tâbi olmak için gösterilmelidir. Böylece insan, Bir Allah'ın varlığındaki kesin gerçeğe tâbi olup, Yaratılışının her alanındaki gerçeği arar. Ve bu gayret, insan için araştırma ve bilgi kapısını açar. Bu sebepten, Kur'an-ı Kerim çalışmaları, doğrulukları ve tabiattaki fiziksel olayların arkasındaki daha derin gerçekleri araştırmak için kuvvetli bir şevk sağlar; bu da jeoloji dahil olmak üzere doğal bilimler konusunda yeni bilgiler bulmaya götürür. Yerin yüzeyindeki büyük şekil değişimi, yapısı, havanın aşındırmaları, fosiller, kayalar vs. Müslüman bilim adamlarının, başından beri, diğer bilgi sahalarına dönmeden Önce, jeoloji çalışmalarına büyük ilgi ve heves duymaları, sürpriz değildi. Şu da Kur'an'ın et-kişiydi ki, müslüman jeologlar, Allah'ın mülkü dışında, katiyyen çalışmadılar. Bundan dolayı, Allah'la olan münasebetleri, bilgileri ve yeni jeolojik gerçekleri keşfetmelerinden Ötürü, oldukça kuvvetlenmişti. Onların, bilgisizliğin veya sekülaristlerin yaptığı gibi 'horizontal biyolojik evrim'in dar sokaklarında dolaşmalarına, "doğal nizamdan ilâhî Sebebi dışlayarak" (Islamic Science, s. 51-54) kendilerinin yarattığı boşluğu doldurmalarına ihtiyaçları yoktu. Onlar, Kur'an çalışmalarının ışığında biliyorlardı ki, gidişleri doğruydu ve araştırma istikametleri hakkında hiç şüpheye düşmediler, çünkü jeolojik bilgi, inandıklarını doğruladı ve bu münasebetle Allah'a ve O'nun getirdiği hayat tarzına imanını güçlendirdi. Kur'an-ı Kerim, yerkabuğunun genel stabi-litesinden şöyle bahseder: "Yoksa yeri, yaratıklarının oturmasına elverişli kılan ve aralarında ırmaklar meydana getiren, yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; çoğu bilmezler." (27: 61). Mülk Suresi'nde şunları okuyoruz: "Yeryüzünü, size boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın, Allah'ın verdiği rızık-lardan yiyin; sonunda dönüş O'nadır." (67: 15). Bu Kur'an ayetleri, bütün tabloyu idare eden emir ve kumandayı açıklar ve Allah'ın varlığı ve mevcudiyeti hakkında hiç şüphe bırakmaz. O aynı zamanda şu gerçeği de açığa kavuşturdu: İnsanlığın, korkusuzca ve huzur içinde yaşayabilmesi için, yeryüzünü sabit ve stabil yapan yalnız ve yalnız Allah'tır. Bu, aşağıdaki satırlarda daha fazla açıklanır: "Ardından yeri düzenlemiştir. Suyunu ondan çıkarmış ve otlak yer meydana getirmiştir. Dağlan yerleştirmiştir. Bunları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır?' (79: 30-33). Bu ayet, dağların pek çok faydasını ortaya koyar, çünkü dağlar insan ve davar hayatının esası olan suyun depolanması ve tedricen dağıtılması için ana biriktiri-ciler olarak görev yaparlar. Yine bu ayet, yeryüzündeki her şeyin, insanın rahatına ve ona bel bağlayan daha basit hayat şekillerine hizmet etmek için yapılmış ve düzenlenmiş olduğunu gösterir. Yine Allah'ın bir lütfü olan yeryüzü ve onun gerçek ve gizli kaynaklarından İnsanın zekâ ve girişimleriyle faydalanılır. (Yusuf Ali, The Holy Qur'an, s. 79). O, aynı zamanda Islâmî felsefe ve bilimin merkez noktasının, çalışmalarının her sahasında hakim kalması gerektiğini hatırlatır. Bu merkez noktası da, fiziksel dünyadaki bütün bu mucizelerin, bir Allah'ın yarattıkları olduğudur. Kur'an, dağların oluşumu sırasında, yer ka-buğundaki kıvrılma olaylarından da bahseder: "Yeryüzünde, sarsılmayasımz diye sabit dağlar, nehirler ve belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve işaretler meydana getirmiştir:1 (16: 15). Zariyat Suresi'nde: "Yeryüzünü Biz yapıp döşedik, ne güzel döşeyiciyiz." (51: 48). ayeti kerimesini okuruz. Nuh Suresi'nde ise şu sözler vardır: "Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için, onu size yayan O'durT (71: 19-20). Dağların, yer kabuğunun stabi-litesindeki bu fonksiyonu, aşağıdaki ayette daha açık bir şekilde açıklanır: "Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer direk kılmadık mı?" (78: 6-7). Kur'an-i Ke-rim'in bu ayetlerinde, bir konuşma şekli olarak çok güzel ve ince kelimeler kullanılmıştır: Yeryüzünden, ayaklarımızın altına serilmiş geniş bir halı olarak söz edilir; dağlardan da, halının (güneşin etrafında olduğu kadar kendi ekseni etrafındaki) hareketleri yüzünden sallanmasını veya yuvarlanmasını önlemek için, bir sabitleştirme vasıtası rolü oynayan 'kazıklar' diye bahsedilir. Kur'an-ı Kerim, bundan, Ğaşiye Suresi'nde de bahseder: "Dağlara bakmazlar mı, nasıl dikilmiş? Yere de bakmazlar mı, nasıl döşenmiş?" (88: 19-20). Aşağıdaki ayet, dağların gerçek fonksiyonunu belirtmesi açısından, daha da spesifiktir:" Yeryüzüne de sizi sarsmaması için büyük dağlar yerleştirdi." (31: 10). Bütün bu ayetlerde, insana, onlardan yararlanabilsin ve Rabbine şükretsin diye, Allah'ın lütuf ve ihsanları hatırlatılır. Eğer yeri oturulabilir ve dengeli yapmada ve gıdalarını temin etmede, Allah'ın rahmeti bu denli olmasaydı, insanların yeryüzündeki mevcudiyetleri, öyle rahat ve kolay olmayacaktı. Kur'an-ı Kerim, şu sözlerde, taşların bazı özelliklerini ve mahiyetlerini belirtir: "Sonra kalpleriniz yine taşlaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir." (2: 74). İsrâ Suresi'nde de lan okuruz: "De ki: îster taş veya demir ya da kalbinizde büyüttüğünüz başka bir yaratık olun, yine de dirileceksiniz." (17: 50-51). Ahzab Suresi'nde de şöyle belirtilir: "Doğrusu Biz, sorumluluğu göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da, onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insan ise onu yüklenmiştir." (33: 72). Fil Suresi'nde şunlar vardır: "Onların üzerine, sert taşlar atan sürülerle kuşlar gönderdi." (105: 3-4). Aşağıdaki ayet gösterir ki, taşlar, yanan bir ateşe konursa, ısı şiddeti kat kat artar: "Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı insanlarla taşlardır." (66: 6). Bazı taşlardan, kırıldıkları zaman sular çıkar: "Musa, milleti için su aramıştı; 'Asanla taşa vur' dedik; ondan on iki pınar fişkirdı.herkes içeceği yeri bildi." (2: 60 ve 7: 160). Kamer Suresi'nde de şunları okuruz: "Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık." (54: 12). Depremlerden de şu şekilde söz edilir: "Buyruğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik; üzerine de Rabbinin katından, işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırdık" (11: 82). Hicr Suresi'nde şunları okuyoruz: "Tanyeri ağarırken, çığlık onları yakalayıverdİ. Memleketlerini alt üst ettik, üzerlerine sert taş yağdırdık. Bunda görebilen insanlar İçin ibretler vardır." (15: 73-75) Zariyat Suresinde de şu sözler geçer: "Elçiler: 'Suçlu bir milletin üzerine, Rabbinin katından işaretli olarak, aşırı gidenlere mahsus sert taşlar göndermekle görevlendirildik' dediler." (51: 32-34). A'râf Suresi'nde de: "Bir zaman da üzerlerine dağı, bir gölge gibi kaldırmıştık, üstlerine düşecek sanmışlardı..!' (7: 171). Ankebût Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Kimine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini bir çığlık yok etti, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Onlara, Allah zulmetmiyordu; fakat onlar kendilerine yazık ediyorlardı." (29: 40). Kur'an-ı Kerim'de, dağlardaki taşların canlı olduğu ve yaşayanların yaptıkları gibi hissettikleri fikrini veren oldukça fazla pasaj vardır:"Muhammed)Eğer Biz Kur'an'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz." (59: 21). Sâd Suresi'nde şöyle buyurulur: "Doğrusu Biz, akşam-sabah onunla beraber teşbih eden dağları, kuşları da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik." (38: 18). Sebe Suresi'nde: " 'Ey dağlar ve kuşlar! Davud teşbih ettikçe siz de onu tekrarlayın' diyerek, andolsun ki ona katımızdan lütufta bulunduk." (34: 10). Ve yine Enbiya Suresi'nde: "Davud'la beraber teşbih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık." (21: 79). A'râf Suresi'nde: "Rabb'i dağa tecelli edince, onu yer ile bir etti." (7: 143). Ra'd Suresi'nde: "Eğer Kur' an ile dağlar yürütülmüş veya yeryüzü parçalanmış yahut ölüler konuşturulmuş olsaydı, kâfirler yine de inanmazlardı." (13: 31). İbrahim Suresi'nde: "Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular; oysa dağlan yerinden oynatacak olsa bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi." (14: 46). Meryem Suresi'nde de: "Rahman'a çocuk isnat etmelerinden ötürü, nerdeyse gökler paralanacak, yer yarılacak, dağlar göçecekti." (19: 90-91). Hesap gününde, yerle birlikte dağların da kesin sonu, Kur'an'da pek çok ıstırap veren ve dehşet saçan kelimelerle şöyle anlatılır:"(Ey Muhammed) Sana dağlan sorarlar; de ki: 'Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek; orada ne çukur, ne tümsek göreceksin.' " (20: 105-107). Nemi Suresi'nde: "Dağlan yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler" (27: 88). Meariç Suresi'nde: "Gök, o gün erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış pamuğa döner." (70: 8-9). Tekvîr Suresi'nde: "Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman; yıldızlar düşüp söndüğü zaman; dağlar yürütüldüğü zaman..." (81: 1-3). Kur'an'ın bütün bu ayetleri, dağların bugünkü şekillerinin nihaî yok edilmesine işaret eder. Bu yok edilişte, dağlar parçalara ayrılacak, toz veya pul haline dönüşecek ve bulutlar gibi geçeceklerdir. Bu, aynı zamanda dünyanın diğer bir sonsuz gerçeğini de belirtir. O gerçek, kâinat ve onun ihtiva ettiği her şeyin, dilediği zaman onu yok edebilecek ve ondan tamamen farklı diğer bir dünyayı yaratabilecek Yaratıcı'ya ait olduğudur. "Gökte olanın sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır." (67: 16). Bundan dolayı, İnsanın, Yaratıcının Kanunu içindeki kendi geçici ve hassas rolünü tamamen kavrayarak, bu dünyada yaşaması gereklidir. Kur'an-ı Kerim, yüksek rakımlarda hissedilen rahatsızlık ve zahmete benzer bir şeyden bahseder: "Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar." (6: 125). Kuran, yerkabuğunda azalma veya daralma gibi bazı değişikliklerden de söz eder: "Şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı?.." (21: 44). Biz, yer ve göklerdeki kaynakların, tamamen insanın emrine verildiğini ve kişinin onu kendi yararına kullanabilecek güç ve kabiliyete sahip olduğunu biliyoruz. Kaf Suresi'nde şöyle buyurulur: "Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda düşünen kimseler için dersler vardır." (45: 13). Lokman Suresi'nde şunları görüyoruz: "Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır!' (31: 20). Bu ayetler, gökler ve yerdeki her şeyin, Allah'a ait olduğunu ve onu, insanlığın kullanımına sunduğunu gün gibi açığa çıkarır. Görünen ve görünmeyen bütün kaynaklar, insanın kullanması ve ondan yararlanması içindir. Bununla beraber, kişi, sahip değil, yalnızca Sahib'in bir vekili olduğunu unutmamalıdır. Burada yaşamalı ve verilen şeyleri kullanmalı, fakat bu şeyler üzerinde kendi bağımsızlığını ve hâkimiyetini iddia etmeye kalkışmamalıdır. Bu çalışmalar, Allah'a doğru ibadet eden, efendisini ve O'nun yaratış mucizelerini müdrik, tanınmış bilim adamları üretti. Onlar tamamen anladılar ki: "Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu teşbih eder; O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların teşbihlerini anlamazsınız." (17: 44). Onlar, şunun da farkındadırlar ki: "Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Bütün işler Allah'a döndürülür." (57: 5). Meryem Suresi'nde buyurulur: "Göklerde ve yerde olan her şey Rahman'a baş eğmiş kul olarak gelecektir." (19: 93). Böylece; Kur'an, ihlasla kulluk etmenin yanında öğrenme kabiliyeti büyük insanları ortaya çıkarmıştır. Bunlar içinde el-Birunî, Celâleddin es-Suyutî, Abdüllâtif el-Sedenî, Zekeriyya el-Kazvinî ve İbni Sina gibi jeologlar bulunmaktadır. |