Konu Başlığı: İslâmî İlmin Yüksek İdealleri Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 06 Ağustos 2012, 11:51:25 İslâmî İlmin Yüksek İdealleri Seyyid Hüseyin Nasr İslâm ilimlerinin yük sek ideal ve amaçlarını şu sözlerle çok güze bir şekilde özetlemiştir: İslâm medeniyetindi ilim eserlerinin ve içlerinde resmedilen kar maşık makinalann oynadığı rolü araştırmak İslâm ilim ve teknolojisini anlamak için oldu ğu kadar, onların modem bilim ve teknolojiden farkını kavramak için de büyük önem taşır. Tabiî ki, bu risalelerin çoğu yel değir menleri, su değirmenleri, mimari elemanlar sulama problemlerini, damıtma ve diğer kim yasal süreçler, askerî teçhizat... vs. gibi pratik teknolojiyle alâkalıydı. Burada kaydedilmesi gereken esas nokta, onların uğraştığı teknolojinin, belirli bir çevrede beşerî minimum ölçüde zarara yol açacak tabiat kuvvetlerinden faydalanma prensibine dayanmasıy-di. Bazı belli başlı risalelerde, modern teknolojinin iki yüzyıldır geliştirdiğine oldukça benzeyen karmaşık makinalar resmedilmekteydi. Fakat bu Öyle bir teknoloji türüydü ki, asla müslümanlar tarafından ekonomik hayatı ve üretim vasıtalarını değiştirecek muhtemel araçlar olarak değerlendirilmedi. Bu risalelerin ürünü, karmaşık saatler ve âletlerin yapımı oldu. Müslümanlar âdeta karmaşık bir makinanın masum tek ürününün bir oyuncak olduğunu göstermek ister gibiydiler. İslâm medeniyeti karmaşık makinalar yapacak vasıtalara ve onları İslâm ümmetinin günlük problemlerine uygulama İmkânına sahipti. Fakat baruta elinde bulunduran, fakat asla ateşli silâhlar yapmayan Çinliler gibi, Müslümanlar da tabiî çevrenin uyumunu bozacak bir teknoloji üretme anlamına gelebİIecek adımı asla atmadılar. Onların makinalar hakkındaki eserleri, günlük hayatta kullanım yeri olan tarım ve nakil vasıtalarından başlayıp, halife ve emirlerin eğlencesi olan karmaşık saatlere uzanan, oradan en uç örnekleri büyüyle ve büyü teknikleriyle birleştirilmiş karmaşık aygıt ve âletlere kadar varan çok çeşitli alanları konu ediniyordu. Müslümanlar bu sahada bildikleri her şeyi uygulamaya koymadılar. Çünkü her ikisi de tabiî çevreye yabancı olan ve dolayısıyla nihai sonuçlan, İslâmi perspektifte merkezî bir yer işgal eden ve tahribi modern insan için benzeri bir felakete yol açmış bulunan tabiat dengesinin kaybedilmesine varacak teknoloji geliştirmenin tehlikesini sezmişlerdi. Bizzat fizikte müslümanlar bu ilimlerin muhtelif dallarına büyük katkılarda bulunmuşlardı. Bu katkılar Batılı bakış açılarıyla yazılmış her hangi bir fizik tarihinde değerlendirilmeyi beklemektedir. Fakat müslümanlann çalışmalarının İslâmî açıdan önemi, ancak İslâm'ın evrensel yapısı medeniyeti ışığında anlaşıldığında belirginleşebilir. Müslüman fizikçiler modern manada bir fizikçiden beklenen kesinlikle çeşitli hâdiseleri incelediler, fakat bunu yaparken kozmosu (kâinatı) dinî anlamından soyup sekülarize etmediler. Çünkü onlar parçanın bilgisini elde etmek için bütünü asla gözden kaçırmamışlardı. Onlar daha aşağı uğruna, daha yücenin asla kurban edilemeyeceğini, aksi halde bunun bedelinin zihnî ve ruhî bir intihar olacağını bilmekteydiler. Modern anlamdaki bilimin geleneksel bir kozmos içinde bir sonuç -ama yalnızca bir sonuç- hatırına geliştirilebileceğinin farkındaydılar. O sonuç şuydu: Bu bilim sınırını bilir ve tabiatı gereği sonlu olan bir varlık tabakası hakkında 'ilerleme' peşinde koşmaz. Onbeşinci yüzyılda yaşamış İran'lı sufû şair Abdurrahman Câmî, sanki manevî melekûtun ilmini kaybedip atom bilgisini elde etmenin peşine düşmüş insanın bugünkü durumunu sezmiş gibidir. Rubailerinden birinde şöyle demektedir: Yitirdim yüreğimi, zihnimi, dinimi ve ruhumu, Bileyim derken bütün mükemmeliyâtı ile atomu, Bilemez oysa hiç kimse atomun özünü Kimsenin bilemeyeceğini, kaç kere tekrar etmeliyim Öyleyse elveda! (İslamic Science, sh. 147 ve 150). |