๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Temmuz 2012, 12:18:47



Konu Başlığı: İslâmî Davetin Mahiyeti
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Temmuz 2012, 12:18:47
İslâmî Davetin Mahiyeti

Hürriyet
 
Hayat ve ölüm, ebedî mükâfat ya da azap, bu dünyada mutluluk ya da mutsuzluk, doğrunun aydınlığı ya da yanlışın karanlığı, fazilet ve ahlâksızlık gibi en Önemli iddiaları ele alma­ya bir davet olan misyon hem çağıran hem de çağırılanın tarafında mutlak bir bağlantıyla ilişkilendirilmelidir. Her iki taraf için de ka­zanç ya da menfaat sağlayarak veya bunları arzulayarak; tahakküm veya baskıyla, hakika­tin ortaya çıkarılması ve Allah'ın rızası dışın­da bir niyetle kullanarak bu münasebeti şekillendirmek davetin yapısını bozan ve onu ge­çersiz kılan büyük bir günahtır. İslâm'ın çağ­rısı kesin bir ciddiyet içinde yapılmalıdır ve her zaman için gerçeğe eşit derecede vâkıf olunarak anlaşılması ümit edilir. Davet edilen kendisini kesinlikle korku ve baskıdan uzak hissetmeli ve vardığı hükmün kendisine ait olduğundan emin olmalıdır.

O halde Müslümanlar kendilerini, insanları kolaylaştırılmış bir İslâm'a çağırmakla mü­kellef görmezler. Davetin şartları Allah tara­fından belirlenmiştir ve ancak davet emriyle belirlenmiş bir otoriteye sahiptirler. "Dinde zorlama yoktur. Artık hak ile bâtıl iyice ayrıl­mıştır ... artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin ... kim doğru yola gelirse kendi menfaa­tinedir, kim de saparsa ancak kendi zararına sapmıştır..." (2:256, 18:29, 39:41).

Davet, kesinlikle zorlama demek değildir. Aksine, gayesi ancak çağırılanın serbest ira­desiyle gerçekleşebilecek olan bir davettir. Amaç, çağırılanı Allah'ın âlemlerin Yaratıcı­sı, Rabbi, Mâliki ve Hâkimi olduğuna ikna et­mek olduğu için baskı altında verilen bir ka­rar bu mânâda bir çelişki ortaya çıkaracaktır. İnsan ahlâkı, baskı ile yapılan bir daveti in­sanın kişiliğinin bir ihlâli olarak görür. Bu husustaki İslâm'ın hükmü de daha ağırdır. Kur'ân bu sebeple ikna metodlarının kullanıl­masını tarif eder. Eğer konu Müslüman olma­yanlarla tartışılır ve onlar ikna olmazlarsa kendi hallerine bırakılmalıdırlar: "Rasul'e dü­şen, sadece duyurmadır..." (5:108), "İnkâra koşanlar seni üzmesin, onlar Allah'a hiçbir zarar veremezler... İman karşılığında inkârı satın alanlar... Onlar için acı bir azâb vardır." (3:176-177), "İnkâr edip (insanları) Allah yo­lundan çevirenler ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Rasûl'e eziyet edenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler. (Allah) onla­rın işlerini boşa çıkaracaktır." (47:32). Hz. Peygamber dahi insanları İslâm'a çağırır­ken bizzat uyarılmıştır (10:99). [Söz konusu âyet: "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar ihsanları sen mi zorlayacaksın." mealindedir. Burada Allah'ın insanoğluna bahşettiği, Kendisine inanıp-İnanmama özgürlüğüne atıf vardır. Yoksa, tüm insanları mü'min ve itaatkâr kullar olarak yaratması ve yeryüzünde hiçbir âsi veya kâfir kul bırakmaması işten bile değildi. Yahut da, Allah kolayca kullarını iman ve itaate çevirir­di. Fakat o zaman insanoğlunun yaratılması­nın altında yatan hikmet geçersiz hâle gelirdi. Ayrıca âyet mealini, Peygamber'in insanla­rı inanmaları için zorladığı mânasına alma­mak gerekir. Allah ondan bunu men etmiştir. Aslında Kur'ân, burada bir çok yerinde ifade ettiği gibi tebliğde tavsiye metodunu benim­semiştir. Şöyle ki; her ne kadar kelimeler Hz. Muhammed'in şahsına râci ise de gerçekte İnsanlarla ilgilidir. Denmek istenen şudur: "Ey insanlar, elçimiz hidayet ile dalâlet ara­sındaki ayrımı delilleriyle beyan etti. Öyleyse şimdi ister iman edin, ister etmeyin. Eğer di­yorsanız ki, birileri sizi Hak yola getirmek için zorluyor, şunu bilmelisiniz ki, biz elçimi­ze böyle bir görev vermedik. Allah dileseydi bunu bizzat yapardı, o zaman da size pey­gamber göndermeye gerek kalmazdı." (Mevdûdî, Tefhimu'l-Kur'ân, İnsan yayınla­rı, İstanbul 1986, c. II, sh. 340)]. Böylece bir peygamberin bile çağrının bütünlüğünü koru­yan kuralların dışına çıkamayacağı konusun­da bizlerin dikkati çekilmektedir. Buna ek olarak, sorulan şeyin ağırlığı, kararı verecek kişinin maddî, manevî ve sosyal açıdan bütün sonuçları tam bir şuurla değerlendirmesini gerektirir. Bu davet görevinde Müslümanların sonucu garanti etmek gibi bir yükümlülükleri yoktur; zira Kur'ân'da insanları İslâm'a dön­dürenin kendileri değil Allah olduğu beyan edilir. Bir kez İslâm'ı anlattıklarında iş Al­lah'a kalmıştır: "Gerçekten sen, sevdiğini hi­dayete eri süremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir." (28:56). Muhakkak ki Müslüman daveti tekrar denemeli, asla vaz­geçmemelidir, çünkü Allah o kulunu da hida­yete erdirebilir. Kendi hayatının örneği, inandığını söylediği değerlere yaklaşımı ve onlar­la meşguliyeti son sözü demektir. Eğer Müs­lüman olmayan kişi hâlâ ikna olmamışsa Müslüman artık onu Allah'a havale etmelidir. Peygamber de kendisi İslâm'ı anlattıktan sonra ikna olmayan Hıristiyanların inançlarım korumalarına ve evlerine onurlu bir şekilde dönmelerine izin vermiştir.