Konu Başlığı: İslâm Kültürü Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 09 Haziran 2012, 09:23:52 İslâm Kültürü Niteliklerini, özelliklerini ve değerini ileriki sayfalarda özetle anlatacağımız İslâm kültürü de, diğer kültürler gibi bu beş unsurdan meydana gelir. İslâm'ın Dünya Hayatına Bakışı. İnsan, bu dünya hayatı içerisinde, çeşitli ifrat ve tefritler arasında bocalamaktadır. Bazan kendisini aciz ve zavallı yaratık olarak kabul edip, her şeye "boyun eğmiş, bazan da Yaratıcısını dahi inkâr edip, gurura kapılmış ve kendisini her şeyin üstünde görmüştür. İslâm bu iki anlayışı da reddetmiş, insanın gerçek durumunu şu kelimelerle açıklamıştır: "Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. O, erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasından atılagelen bir sudan yaratılmıştır." (86: 5-7). Yine İnfitar Suresi'nde, "ey, insanoğlu! Seni yaratıp sana şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkip eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (82: 6-8) buyurulmaktadır. Bu ayet-i kerimede insanın düşük bir maddeden yaratıldığı, fakat ona ruhen yükselecek fevkalâde bir istidat verildiği açıklanmaktadır. İnsan, dünya ve ahiretİni kazanmasını sağlayacak zihnî ve ruhî melekelerle donatılmıştır. İnsanın Yeryüzündeki Konumu. İnsan değersiz bir maddeden yaratılmasına rağmen Allah tarafından bilgi zenginliği ve yeryüzünün halifeliği verilerek taltif edilmiş, şerefli kılınmıştır. "Rabbin meleklere; 'Ben balçıktan, işlenebilen kara topraktan bîr insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın' demişti." (15: 28-29). Cenab-ı Hak insanı böyle şereflendirdikten sonra göklerde ve yerde ne varsa her şeyi, faydalansın diye, onun emrine vermiştir. "An-dolsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık." (17: 70). Fakat, Allah'ın halifesi olarak yaratılan insan yeryüzünde başıboş bırakılmamış yine Allah tarafından gönderilen peygamberler aracılığıyla, yaptıklarından Ahiret günü hesaba çekileceği, amellerine göre mükâfat veya ceza göreceği bildirilmiştir. "Benim yoluma uyanlar için artık, korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir, înkar eden kimseler ve ayetlerimizi yalan sayanlar, cehennemlik olanlardır, onlar orada temelli kalacaklardır?' (2: 38-39). İnsanın kurtuluşu, yeryüzünde halifesi olduğu yaratıcısının emirlerine ne kadar uyduğuna bağlıdır. "Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helâl şeylerden yiyin, şeytana ayak uydurmayın, zira o sizin için apaçık bir düşmandır. Muhakkak size, kötülüğü,hayâsızlığı, Allah'a karşı da bilmediğiniz şeyi söylemenizi emreder." (2: 168-169İnsana dünyadan ve dünya zevklerinden elini-eteğini çekmesi değil, hayatını Allah'ın kanunlarına göre düzenlemesi ve dünya nimetlerinden faydalanması emredilmektedir. Kurtuluş, ancak onun koyduğu sınırlara uymakla mümkündür. "Rabbinizden refah istemenizde bir engel yoktur. Arafat'tan indiğinizde, Allah'ı meş'ar-ı Haram'da anın; O'nun size gösterdiği şekilde zikredin." (2: 198) Bu ayet-i kerimeler apaçık ortaya koymaktadır ki, dünya ve içindekiler insanın istifadesine sunulmuştur. Böylelikle insan sosyal, ekonomik ve kültürel yönden hayatını zengişleştirecek, fakat dünya zevklerine dalmayacak ve esas gayesini unutmayacaktır. Bu dünyanın zevklerinin geçici ve fani olduğunu daima hatırında tutacaktır. Kalıcı olan yalnız kalp temİzüği ve güzel amellerdir, "Ey insanlar! Sizi bana yaklaştıracak olan oe mallarınız ve ne de çocuklarınızdır; yalnız, inanıp yararlı iş işleyen kimselerin, işte onların yaptıklarına karşılık mükâfatlar kat kattır." (34: 37). Ve herkes bu dünyada ne iş-. Iemişse âdil olarak karşılığını görecektir. "Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür." (99: 7-8). O gün herkes yaptığından sorulacak, kimsenin bir başkasına faydası dokunmayacaktır. "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğu-lun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun." (31: 33). Yine aynı hakikat vurgulanarak: "Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. Yararlı iş işleyen kimseler, kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar." (30: 44) buyurulmaktadır. İslâm'ın Kendine Has Özellikleri. İslâm'ın dünya görüşü, hayatın aşırı noktalan arasında "Altın Orta YoP'u tutmaktır. İslâm, ne dünyanın kötülükleri sebebiyle çekilmeyi, ne de zevki sefaya dalıp her şeyin unutulmasını ister. Bu iki hareketin de yanlış ve insan fıtratına ters olduğunu söyler, çünkü bu dünya ne tamamen kaçılacak kadar kötü, ne de kutsal sayılacak kadar insanın kendini tamamen vermesi gereken bir yerdir. Keza, insan herşeye boyun eğmesi gereken sefil bir mahluk olmadığı gibi, ilâhlığını iddia edecek kadar güçlü, kuvvetli değildir. Ne dünyanın efendisi ve sahibidir, ne de bir uşak veya köledir. İnsanın yeri bu uçlar arasında orta bir yerdir, İnsanın yeryüzündeki gerçek konumunu, Allah'ın işareti ile belirten, Rasulullah'dır. İnsanın dünya ile münasebetlerinin nasıl olması gerektiğini, yeryüzündeki kaynakların nasıl kullanılacağını o açıklamıştır. İnsan, diğer mahlukattan farklı olarak, Kainatın Sahibi ve Yaratıcısı tarafından yeryüzünde halife kılınmış, göklerin ve yerin nimetleri, kaynakları istifadesine sunulmuştur. İnsan, Yaratıcısı'na bağlı olduğu nispette makbul addedilmiştir. Yeryüzüne, kâinatın kaynaklarını kendi yararına kullanmak için gönderilmiştir; fakat, Ahiret'te, bu dünyadaki yaptıklarından, Rabbi tarafından hesaba çekilecektir. Orada ameline göre mükâfat veya ceza görecektir. Bu sebeple, şu kısa dünya hayatını Allah'ın rızasına uygun geçirmek zorundadır. Müslümanlar, bu dünyayı Ahiret'in tarlası olarak kabul ederler. Öbür dünyada daha iyi bir hayat elde etmek için de var güçleriyle çalışırlar. Bu sebeple ne manastırlarına çekilmiş rahiplere, ne de her şeyin madde olduğunu iddia eden materyalistlere benzerler. Hiçbir kültürde görülmeyen dengeli bir hayat anlayışları vardır. Allah'ın Halifesi olarak yeryüzü nimetlerinden faydalanırken, yaptıklarından sorumlu olduklarının şuuru içindedirler. Yüklendikleri vazife sebebiyle izzet-i şeref sahibidirler. Fakat kibir ve gururdan uzaktırlar; çünkü, Allah kibirlenen-leri sevmez. Allah'ın emirlerini lâyıkıyla yerine getirebilmek için yeryüzündeki her şeyden faydalanmaya çalışırlar, fakat kendilerini kulluktan koparacak dünya zevklerine kapılmaktan, kaçınırlar. Rasulullah @'ın da buyurduğu gibi, bugün ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışırlar. Bugün müslüman toplumlarda görülen bütün bozulmalara rağmen, yine de İslâm'ın etkilerim görmek mümkündür. Müslümanlar halâ Allah'tan korkar, İlâh, Rab, Yaratıcı olarak yalnız O'nu tanırlar. Kendilerini ona karşı mesul ve bu dünyayı çalışma, ahireti de mükâfat yeri olarak kabul ederler. Hayatın Gayesi. Hayat görüşünden sonra, bir kültürün değerlendirilmesini yaparken, insanlarına verdiği ideale ve hedefe bakmak Önemlidir. Çünkü insanların bütün gayretleri bu hedefe varmak içindir; idealleri ne kadar asil ve doğru ise yaşama biçimleri ve uğraşları da o denli doğrudur. İnsanın hayatını ve düşüncesini şekillendiren, idealidir. Bu sebeple, bir kültür hakkında söz söylemek için, idealini ve gayesini Öğrenmek gerekir. İnsanlar değişik ideallere sahip olduklarını iddia edebilirler. Fakat aslında hepsinin de gayesi, emniyet, huzur, refah ve mutluluk içinde bir hayat sürmektir. Değişik kültürlerin hayat anlayışları esasta iki gruba aynlabilir. Birincisi, her şeye tamamen madde açısından bakan ve insanları hırslı, kıskanç yapan, birbirleriyle çatıştıran görüştür. Tek amaçları zengin ve güçlü olmak olan bu gibi insanların barış içinde yaşamaları hayal bile edilemez. İkincisi ise dünyayı tamamen reddeden ruhçu görüştür. Bu görüş, fertlere belli mutluluk ve huzur getirebilir; fakat, toplumu harekete geçirecek saiklerden mahrum olduğu için, ortak bir ideal veremez. Ruhçu görüş, bu dünyanın imarı ve ilerleme için gerekli tabiî unsurlardan uzaktır. İslâm Kültürünün Hedefi. Bir kültürün hedefi, hayat görüşü ile yakından ilgilidir. İnsanların dünya ve dünyadaki durumları hakkındaki görüşleri, tabiî olarak yaşama gayelerini oluşturacak ve bu uğurda gayret sar-fetmelerine sebep olacaktır. İslâm, insanı yeryüzünde Allah'ın halifesi olarak kabul eder. Böyle olunca, tabiatıyla, insanın bütün gayesi O'nun rızasını kazanmak için çalışmak olacaktır. İnsan var gücüyle Allah'ın emirlerine uyacak, yasaklarından kaçınacaktır. "Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Râbbi Allah içindir." (6: 162). Hayatlarını boşa harcayarak, Allah'ın gazabını kazananlar hakkında: "Bu, Allah'ı gazaplandıran şeye uymaları ve O'nun rızasından hoşnut olmamalarından ötürüdür. Allah da onların işlerini boşa çıkarmıştır." (47: 28) buyurulmaktadır. Allah'a karşı mesul olduklarının ve vazifelerinin şuurunda olanlar hakkında ise şöyle buyurulmakta: "Onlar, Rablerinin rızasını dileyerek sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizlice ve aşikâr olarak sarfederler; iyilik yaparak, kötülüğü ortadan kaldırırlar; işte onlara bu dünyanın iyi sonucu, girecekleri Adn Cennetleri vardır." (13: 22) Rasulullah İslâm'ın tüm ibadet ve amel anlayışını şu kelimelerle özetlemiştir: "Muhakkak ki Allah, sırf O'nun için, O'nun rızası gözetilerek yapılan işten başkasını kabul etmez." |