๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Haziran 2012, 19:57:13



Konu Başlığı: İslam Alimlerinin Faiz Hakkında Görüşleri
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Haziran 2012, 19:57:13
İSLÂM ÂLİMLERİNİN FAİZ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Ebu'l-A'la Mevdûdî ve Faiz Teorileri

Mevdûdî, faiz müessesesinin müsbet ve menfi yönlerini ayrıntılarıyla müzakere etmiş ve fai­zin asli kötülüklerini izah etmiştir. Burada onun görüşlerini özetlemekle yetineceğiz:

Faizin Menfi Yönü: Öncelikle karar vermek mecburiyetinde olduğumuz şey şudur: Faiz, mantıklı bir ödeme midir? Alacaklı, verdiği borcu için faiz istemekte haklı mıdır? Adalet, borçlunun muhakkak surette alacaklıya ana paradan fazla ödemesini gerektiriyor mu? Bu sorulara verilecek cevap meselenin önemli bir kısmını çözecektir. Şayet faizin ne adalet ve ne de mantıken tasdik edildiği gösterilemezse, o zaman neden böyle mantık dışı bir müesse­senin toplumda muhafaza edildiği sorulabilir.

Faiz teorilerinin taraftarları arasında daha fai­zin ne için ödendiğine dair büyük görüş fark­lılıkları vardır. Bazıları faizin bir fiyat olduğu iddiasındadırlar. Fakat neyin fiyatı? Alacaklı tarafından ödenen kıymetli şey nedir ki, ay­dan aya veya seneden seneye maddi bir karşı-lık talep etmektedir? Faiz müessesesinin taraf­tarları herhangi bir tarif üzerinde anlaşmakta güçlük çekmektedirler.

1- Alacaklının Riske Girdiği Düşüncesi: Bu görüş sahipleri alacaklının parasını vermekle riske girdiğini iddia etmektedirler. Borç veren ihtiyaçlarını, karşılamak için kendi isteklerini kısıtlamaktadır. Bazı kârlı teşebbüslere yatıra­cağı sermayeyi ödünç verir. Şayet borçlu, pa­rayı şahsi ihtiyaçlarını karşılamakta kullanı­yorsa, aynen bir evin kirası, mobilya veya va­sıta kirasını ödediği gibi bu sermayenin de ki­rasını ödemek zorundadır. Bu kira, alacaklı-

nın parası için bir karşılık olacağı gibi aynı zamanda alacaklının borçluya borç vermekle yüklendiği riskin bir tazminatı olacaktır. Eğer alacaklı bu parayı kârlı teşebbüslere yatırırsa, o zaman alacaklı bu kârın bir bölümünü iste­mekte haklıdır.

Risk tartışmasını inceleyelim. Alacaklının ris­ke girdiği ve borçluya parasını vermekle bazı imkanlardan fedakarlık ettiği doğrudur. Fakat bu hiç bir şekilde ona risk veya fedakârlık için yılda % 5 veya %10 gibi bir yüzde isteme hakkını vermez. Alacaklının, risk için borçlu­nun herhangi bir şeyini ipotek etmeye, temi­nat veya kefil istemeye haklı sebebi vardır. Eğer borçlu bunlardan hiçbirini yapmaya is­tekli değilse, alacaklı bir riske girmek isteme­yebilir ve borç vermeyi reddedebilir. Fakat risk haddi zatında ne fiyatı olabilecek bir tica­ri maldır, ne de kiraya değer bir ev, eşya veya nakil vasıtasıdır. Fedakarlığa gelince şu şekil­de telakki edilebilir; iş olarak kabul edilmedi­ği müddetçe -çünkü o hem bir iş, hem de fe­dakarlık olamaz- eğer birisi ahlâki bir davra­nış olarak fedakarlıkta bulunuyorsa, onun ahlâki sonuçlan vardır; doğru ve faziletli bir davranış sergilemiştir; ahlâki kazançlarıyla tatmin edilmelidir, şayet karşılıktan bahsedi­yorsa, o zaman fedakârlıktan bahsetmemelidir. Doğrudan doğruya iş yapmalıdır. Ve şa­yet alacaklı, borç para için aylık veya yıllık bir karşılık talep ediyorsa, böyle yapmasının sebeplerini söylemeli ve niçin buna hakkı ol­duğunu izah etmelidir.

Şimdi faizin ikinci yönünü tetkik edelim; erte­lemek için bir karşılık veya kira talebi. Faiz, kendi ihtiyaçlarını ertelemek için bir karşılık mıdır? Aslında, alacaklı ihtiyaç fazlası olan ve kullanmadığı miktarı borç olarak verir. Böyle olunca bir karşılık talep edebileceği herhangi bir şeyden çekinmediği için o bir karşılık ola­maz. O bir kira ücreti midir? Kira, kullanımı sırasında aşınan, kırılan ve değerinden bir şey kaybeden ev, mobilya veya nakil vasıtası gibi şeylerden alınır. Kira, bunların eskime, yıp­ranma ve bakımı için mantiki bir taleptir. Fa­kat, yiyecek maddeleri veya altın, gümüş ve para gibi mallar bu katagoride düşünülemez ve bunlar için kira anlamsızdır.

Alacaklının söyleyebileceği en fazla şey şu­dur: Alacaklı, borçluya kendi parasıyla kâr et­me fırsatı tanımaktadır ve böylece alacaklıya kârdan bir hisse verilmelidir. Fakat, tüketim için verilen borçlarda ise bu iddia geçerli de­ğildir. Çünkü genellikle borçlular zor zaman­lanın atlatmak için borç alan fakir halktır ve paylaşacak kârları yoktur. Üretim borçlarında ise, hem kâr, hem de zarar ihtimali vardır. Şa­yet borçlu işinde zarar ediyorsa, nasıl ve ne gibi haklı sebeplere dayanır, aylık veya yıllık olarak belirli bir gelir istemeye hakkı olur? Ve şayet kâr aylık ve yıllık faiz miktarına eşit ve­ya daha az ise, borçlu çok çalışmasına, zama­nını, emeğini, şahsi parasını sarfetmesine rağ­men hiçbir şey elde edemezken, alacaklı nasıl oluyor da hiçbir gayret sarfetmeden kendi his­sesini istemekte haklı olmaktadır?

Hatta borçlunun kârı faiz miktarından fazla bile olsa, ne mantık, ne adalet hissi ve ne de ticaret ve iktisat ilkeleri sermayedarların belir­li ve sabit faizi varken; zamanını, emeğini, ka­biliyet ve diğer meziyetlerini halkın ihtiyaçla­rını üretmek ve temin etmek için harcayan tüccar, sanayici, çiftçi ve diğer üretim faktör­lerinin ne miktarı belli, ne de sabit olan bir kâr elde etmesini haklı çıkarmaz. Bütün diğer üretim faktörleri riski göze alırken sermaye­darın belirli bir faiz garantisi vardır. Diğer un­surların kâr oranı fiyatlardaki değişme ile dü­şer veya yükselir, fakat sermayedarın faizi ön­ceden belirlidir ve aylık veya yıllık olarak ay­nı sabit oranda ödenir.

Şayet bir alacaklı sermayesini birşeyler kaza­nabileceği kârlı teşebbüslere yatırım yapmak istiyorsa, onun için yegane mantıklı ve tatbiki yol parayı faiz karşılığı borç vermek yerine bazı iş sahipleriyle ortaklığa girmektir.

2- Borçlunun Kâr Ettiği Düşüncesi:Bu dü­şünce ekolünün taraftarları, alacaklının "bek­leyerek" veya bir süre için "erteleyerek" ve kendi parasını bizzat ihtiyaçlarının karşılan­ması için tüketmeyerek, borçluya kendi para­sıyla kâr etmesi için "zaman" verdiğini iddia ediyorlar. Bu "zaman", sürenin artışıyla bir­likte artan bir fiyata sahiptir. Eğer borçluya, borç paranın kârlı yatırımlarda kullanılması için zaman tanınmazsa, hiç kâr edemez ve bütün işi de sermaye yokluğundan bozulabilir. Borçlu, borç parayı yatırımda kullanırken kendisi için kesin surette bir "fiyatı" vardır ve ondan kârlı şekilde faydalanmaktadır. Alacak­lının kâra iştirak etmemesi için hiç bir sebep yoktur. Hatta zamandaki artma ve azalma ne­ticesinde kâr imkanlarının yükseldiğini ve düştüğünü ve alacaklının, zamanın uzunluğu­na göre fiyatı talep etmemesi için hiç bir se­bep olmadığım ileri sürüyorlar.

Fakat yine de alacaklının nasıl ve hangi kay­naktan borçlunun kesin surette yatırımdan kâr edip zarar etmeyeceğine dair bilgiyi elde etti­ği hakkındaki soru akla gelmektedir. Alacaklı, borçlunun belirli bir büyüklükte edeceği kârı nasıl biliyor ve buna uygun olarak, kendi his­sesini tesbit edebiliyor? Borçlunun borç para­yı kullanırken belirli bîr miktarda kâr elde edeceğini ve böylece sermaye için aylık ve yıllık olarak sabit bir fiyat ödeyebileceğini na­sıl hesaplamıştır?

Bu faiz teorisinin savunucuları bu ve benzeri sorulara makul cevap verememektedirler.

3- Sermayenin Verimlilik Teorisi: Bu gö­rüş sahipleri de "sermayenin verimliliğini", borçludan onun kullanımı için faiz şeklinde bir karşılık talep etme hakkı veren ve serma­yenin tabiatından gelen bir özellik olarak be­lirtmektedirler. Üretimde sermayenin bu fonk­siyonel yönünü vurgulayan bir çok ekono­mistler vardır. Bu görüşe uygun olarak, ser­maye "verimli" diye isimlendirilir. Bu açıkça bizzat sermayenin müşahhas formları için ol­duğu gibi makinalann ve sermayenin diğer verimli hizmetleri için de bir piyasanın var ol­duğu anlamına gelir. Sermayenin verimli ol­duğu görüşü, sermayenin, sermaye olmadan üretilebilecek miktardan daha fazla malı üret­me gücüne sahip olduğu veya sermayesiz üre­tilebilecek malların kıymetinden daha fazla değerde üretim gücüne sahip olduğu, ya da sermayenin kendi kıymetinden daha fazla de­ğer üretme gücüne sahip olduğu şeklinde ele alınabilir. Faiz, üretim sürecinde sermayenin borçluya sağladığı verimli hizmetler için bir karşılıktır.

Fakat, verimliliğin sermayenin tabiatından gelen bir Özellik olduğunu ileri süren iddianın aslı yoktur. Zira sermaye, birileri tarafından kârlı işlerde kullanıldığında verimli hale gelir. Eğer tüketim gayesiyle kullanılırsa, böyle bir özelliği olamaz. Hatta, sermaye kârlı yatırım­larda kullanılsa dahi verimliliğin sermayenin aslından gelen bir özellik olduğunu ileri süre­bilecek kadar fazla kıymet üreteceği kesin de­ğildir. Özelikle islerin durgun olduğu zaman­larda daha fazla sermayenin kullanımı sadece kârları azaltmayıp gerçekte kârları zarar hali­ne getirdiği tecrübe edilmiştir.

Hatta, şayet kapitalin bu verimlilik özelliğine sahip olduğu varsayılsa dahi, aynı zamanda o diğer faktörlere de bağlıdır. Onun kârlı yatı­rımlarda kullanılması emek, kabiliyet, uzak görüşlülük ve onu kullananların tecrübeleri kadar ülkenin müsait sosyal, ekonomik ve si­yasi şartlarına da bağlıdır. Bunlar ve bunlara benzer daha bir çok unsur sermayenin kârlı sahalarda kullanımı için Önemli olan ön şart­lardandır. Şayet bu şartlardan biri yoksa, çoğu zaman sermayenin verimliliği şüpheli hale ge­lebilir, hatta zarara dönüşebilir.

Şayet verimlilik, sermayenin aslından gelen ve sahibini kârdan hisse almaya yetkili kılan bir özellik olduğu kabul edilse dahî, ödenecek olan yılhk veya aylık faiz oranı tesbit etmek için muhtemel kânn tam miktarını kesin ve hatasız olarak Önceden hesaplamanın bir yolu yoktur. Bununla birlikte on yıl-yirmi yıl son­rasının kapitalinin verimliliğini hesaplamanın veya tahmin etmenin ve böylece uzun vadeli faiz oranını tesbit etmenin bir usulü yoktur.

Bu sebepten dolayı, gelecekteki gerçek kâr oranı bilinmeyen on veya yirmi yıl vadeyle verilmiş olan belirli bir miktar para için sabit bir faiz oranı tesbit etmenin haklı bir tarafı gösterilemez.

4- Gelecekteki Malların, Bugünkü Değeri­ne Göre Gerçek Değerinden Az Gösteril­mesi Görüşü: Bazı ekonomistler insanların tabii olarak bugünkü ihtiyaçlarını ve onların tatminini gelecektekilere tercih ettikleri görü­şüne sahiptirler. Faiz olayım meşhur "gele­cekteki malların mevcut zamana göre değerin­den az gösterilmesi" formülleriyle izah etmeye çalışırlar. Kısaca, faiz mevcut malların ge­lecekteki mallarla değiştirilmesiyle elde edi­len bir para farkı olarak adlandırılabilir. Bu ekolün önde gelen temsilcilerinden Boonm, gelecekteki malların değerinden daha az gös­terilmesiyle ilgili üç sebep gösterir:

a- Şimdi elde edilecek kâr, kesin ve açık olmasına rağ­men, gelecekteki kâr insan hayatı ve istikbal­deki olayların belirsizliğinden dolayı şüpheli­dir,

b- Bir insan için hali hazırdaki ihtiyaçla­rının karşılanması, ileride olabilecek veya ola­mayacak bu nevi ihtiyaçların karşılanmasın­dan daha kıymetlidir,

c- Mevcut mallar pratik olarak daha faydalı ve kullanılabilir oldukları için, müstakbel mallara nazaran daha fazla kıymetli ve üstündürler.

Bu sebepler karşısında, bu ekolün temsilcile­rine göre, eldeki mevcut kâr, gelecekteki şüp­heli kâr üzerinde bir tercihe sahiptir; böylece bugün borçluya verilmiş olan borç paranın kıymeti onun İleri bir tarihte ödeyeceği para miktarından açıkça daha fazladır. Hakikatte faiz, Ödeme zamanında, borç miktarını esas borç paranın kıymetine müsavi kılmak için ilave olunan fazla kıymettir. Diğer bir ifadey­le faiz, hali hazır ve müstakbel malların de­ğerleri arasındaki (ekonomik değil, ancak psi­kolojik denebilecek) farktır.

Mesele şudur: Gerçekten insan tabiatı, mevcut ihtiyaçları müstakbel ihtiyaçlardan daha kıy­metli ve Önemli mî kabul ediyor? Eğer öyley­se, halk niçin gelirinin tamamını bugün harca-mayıp, bir kısmını gelecek için saklamayı ar­zu ediyor? Şayet araştırılırsa, çoğu halkın mevcut ihtiyaçlarım, gelecekteki görünmeyen ve beklenmedik olaylar İçin tatmin etmekten kaçındıkları görülecektir. Bugün bütün insani çabalar, İstikbaldeki hayatın daha mutlu ve müreffeh olması için, geleceği daha iyi yap­maya müteveccihtir. Geleceği pahasına, şim­diki hayatını daha mutlu ve müreffeh yapmak isteyen birisini zor gösterebilirsiniz.

Hatta bir süre için, bu böyle kabul edilse, yani geleceğini şimdiki rahatına feda eden birisinin olduğu kabul edilse dahi, faiz müsessesesinin üzerine bina edildiği ve onu haklı çıkaran mantık hâlâ doğru değildir. Bu mantığa göre, bir borçlu ile bir alacaklı arasındaki 100 lira tutarındaki bir borç muamelesi bir sene sonra (% 5'i faiz olan) 105 liraya eşittir. Bu, bir sene sonraki 105 lira, bir sene önceki 100 liraya eşit demektir. Şayet borç bir sene sonra öden­mezse, o zaman iki sene sonra geçmişin 100 lirası bugünün 100 lirasına denk olacaktır. Bu gerçek, uygulamada geçmiş ile şimdiki zama­nın değeri arasındaki bir oran mıdır? Ve "za­man yaşlandıkça kıymeti, şimdiki zamana kı­yasla artacak" gibi bir ilke geçerli midir? Bu sorulara inandırıcı hiçbir cevap verilememek­tedir.

Ebu'l-A'la Mevdûdî, faiz müessesesinin kötü­lüklerinin ve tehlikelerinin toplum için nasıl zararlı ve hatta yıkıcı olduğunu açıklamakta­dır. Şimdi bu ahlaki, kültürel ve iktisadi kötü­lükleri teker teker göreceğiz.

1-  Ahlakî ve Ruhî Kötülükleri: Faiz müesse­sesi, para sevgisi ve servet biriktirme arzusu aşılar. İnsanı bencil, cimri, dar görüşlü ve katı kalpli yapar. Hissizlik doğurur, hırsı teşvik eder, haset meydana getirir ve türlü türlü yol­larla cimriliği beraberinde getirir. Özetlemek gerekirse, toplumda zararlı olan sınırlan do­ğurur ve teşvik eder.

2- Kültürel ve Sosyal Kötülükleri: Toplum içinde husumet ve huzursuzluk tohumlan do­ğuran ve halka hizmet ruhunu yok eden düş­manlığı ve bencilliği yayar. Hakikatte faiz müsessesesi fertlerin kendi menfaatlerinin dışında münferit veya toplum olarak hiçbirşey yapmadıkları, birinin ihtiyacı başka biri için kâr etme fırsatı olan ve zenginin menfaatinin fakirin menfaatinin zıddı kabul edilen bir top­lumun büyümesine yardım eder. Böyle bir toplum kendi gelişmesi için lazım olan daya­nışma ve birliği elde edemez, er veya geç da­ğılır.

Aynı şey milletlerarası münasebetlerde de gö­rülür. Milletlerarasında düşmanlık meydana getirir ve savaş tohumlarını yayar. Mesela, İn­giltere, II. Dünya Savaşı yıllarında maddi güçlükler içindeydi, zengin dost ve müttefik­lerinden kendisine savaşta faizsiz fonlarla yar­dım talebinde bulundu. Ancak A.B.D buna yanaşmadı. Böylece İngiltere Bretton Wood Anlaşması olarak bilinen borç mukavelesinde

ileri sürülen şartlara uymak mecburiyetinde kaldı. İngiltere, borç sözleşmesindeki şartlan isteyerek kabul ettiyse de, savaş ihtiyaçlarının baskısı sebebiyle, bu durum onlar da Lord Keynes, Churchill ve Dr. Dalton'un yazılann-da da görülebileceği gibi kızgınlık ve istirab bıraktı. Churchill bunu "bir tüccar muamele­si" olarak değerlendirdi ve Dr. Dalton parla­mentoda şunu söyledi: "Faizsiz borç talep et­tik, fakat bize bunun uygulanabilir bir politika olmadığı anlatıldı."

3- iktisadî Kötülükleri:Faiz, borcun ve borç­lunun tabiatına göre muhtelif meselelere sebe­biyet veren farklı borç şekilleri üzerinden ödenir. Bu nedenle herbir borç çeşidini ayrı ayrı inceleyeceğiz:

a- Tüketim Borcu: Bu borçlar halk tarafın­dan kendi şahsi ihtiyaçları için alınır. Böyle borçlar özellikle gelişmemiş ülkelerde fakir ve orta sınıf halk arasında çok yaygındır. Bu halkın çoğu günlük ihtiyaçlannı karşılamak için borç alırlar. Onların gelirinin büyük bir kısmı kapitalistler tarafından faiz şeklinde ge­ri alınır. Geri kalmış ülkelerdeki milyonlarca insan hayatlannı, miras aldıkları borçlan öde­mekle tüketmektedirler. Onlann maaş ve üc­retleri o kadar düşüktür ki, faizi ödedikten sonra kalan para ancak günde iki öğün yeme­ğe yetecek kadardır. Bu daimi ağır faiz taksidi ödemeleri onlann hayat standardını ve çocuklarının eğitim standardını düşürmektedir. Bu­nunla birlikte sürekli endişe, sonunda ülkenin ekonomisini bozacak olan verimliliklerini dü­şürecek gibidir. Hatta bu durum zaten düşük olan çalışan sınıfın alım gücünü azaltır. Neti­ce olarak onlann mallara olan taleplerini dü­şürür. Böylece fakir ve orta sınıfın ihtiyaçları­nı karşılayan sanayiler talepteki düşüşün tesi­rini hissedeceklerdir. Bu hal tedricen fakat kat'i bir şekilde sinai gelişmeyi yavaşlatacak, böylece bir ülkenin iktisadi kalkınmasını dur­duracaktır.

b- Üretim Borçları:   Tüccar, sanayici ve çiftçiler tarafından üretim maksatlarıyla alı­nan borçlar bu grupta yer alırlar. Kapitalist yolsuzluklarıyla halkın ve dolayısıyla da top­lumun menfaatlerine zarar verir. Onun kötü niyetli planiarının menfi tesirlerinden bazıları aşağıda belirtilmiştir:

1- Topluluk sermayesinin büyük bir kısmı, kapitalistlerin faiz oranlarında bir yükselme umuduyla ellerinde tutmaları yüzünden atıl ve kullanılmaz bir halde kalır. Piyasada faydalı teşebbüsler ve sermaye için oldukça fazla ta­lep olmasına rağmen, kapitalist daha yüksek bir faiz oranı elde etmek için sermayeyi elinde tutar.

2- Sermayenin tabii ve hakiki talebi uygun olarak ticarete ve sanayie akmasına engel olan daha yüksek faiz hırsıdır. Kapitalist, kendi menfaatine göre para piyasasındaki fonları serbest bırakır ve ellerinde tutar.

3- Bu yolsuzluklar modern kapitalist top­lumlarda periyodik olarak vuku bulan ticaret dönemlerinin menfi tesirlerini şiddetlendirir ve ekonomide büyük zarara sebebiyet verir.

4- Sermaye, ekonominin menfaatine uygun ve faydalı olan, fakat kârlı olmayan teşebbüs­lere yatırılmaz.

5- Genellikle kapitalist, spekülasyondaki yüksek kârlar ve gelecekteki faizde bir yük­selme umudu sebebiyle ticaret ve sanayie uzun vadeli borçlar vermez. Kapitalistin fai­zin varlığı neticesindeki bu tavrı, özellikle ge­ri kalmış ülkelerde sanayiin gelişmesini en­geldir.

Bununla birlikte, uzun vadeli borçlar üzerin­deki sabit faiz, bazen kârların düşük olduğu zamanlarda, gelişen ve başarılı birçok teşeb­büsleri mahveden büyük bir beladır.

c- İdarenin Borçları: İdarenin borçları iki türlüdür: İç borçlar ve dış borçlar.

1- iç Borçlar: Bu borçlar savaş borçları gibi üretim için olmayabilir veya kanal, demiryo­lu, baraj projeleri gibi üretim için olan borçlar olabilir.

Üretici olmayan borçlarda âcil ve diğer du­rumları karşılamak için alınırlar. Mesela, kıtlık, deprem gibi afetlerde az çok insanlar tara­fından şahsi ihtiyaçlarım karşılamak için alı­nan borçların aynısıdır. Gerçekte, burada ka­pitalistin durumu ferdi borçlar durumundakin-den daha kötüdür. Kapitalist, kendisini koru­yan ve kendine bu durumu elde edebilmesi için imkanlar tanıyan yönetimden faiz isteye­cek kadar nankör ve bencil bir kimsedir.

Şayet sermaye, kârlı olmayan fakat halka ve aynı zamanda kapitalistin de menfaatine olan Şeyler kullanılıyorsa, faiz koyma haklı çıkarı­lamaz. Kapitalist, milletin hayatını ve kendi­nin ki de dahil olmak üzere bütün toplumun malını tehdit eden düşmanlarla bir ölüm-ka-hm savaşı yapılırken daha da affedilmez ve suçludur. Bütün herkes, hayatını ve mallarını, varlığım kurtarmak için feda ederken, bencil kapitalist savaş borçlan üzerinden faiz talep etmektedir. Diğer vatandaşlar kendi şerefleri­ni ve ülkelerini korumak için çocuklarının, kardeşlerinin, babalarının hayatlarını verirken, o faizin tek kuruşundan dahi vazgeçmek niye­tinde değildir. Bütün vatandaşlar acı çeker­ken, kapitalisti giderek artan faiz ödeyerek beslemenin ne kadar doğru ve âdil olduğu bu teorinin müdafileri tarafından cevaplandırılmalıdır.

Üretim veya üretim dışı borçlar üzerindeki fa­iz yükü doğrudan ve dolaylı yollardan fakir vergi mükelleflerinin üzerine düşmektedir. Sı­radan hayatı ihtiyaçlarını karşılayamayan, fa­kat kapitaliste oldukça fazla faiz ödemek mecburiyetinde olan milyonlarca fakir insan vardır.

2- Dış Borçlar: Üretim veya üretim dışı ga­yelerle alman bu borçlar şahsî ve millî borçla­rın bütün kötülüklerini ihtiva eder.

Bununla birlikte bunların çok önemli ve tehli­keli başka başka bir veçhesi vardır. Bunlar memleketin dahili ekonomisini mahvedebilir ve ülkeyi millletlerarası tartışmalara da kata­bilir. Dış borcun ağır yükü bir millet için sade­ce yıkıcı olmakla kalmayıp, milletlerarası sa­vaşla sonuçlanacak kin ve rekabet tohumları yayar. Dış borç aynı zamanda küçük ve ba­ğımsızlığını yeni kazanmış maddî ve siyasî açıdan kendi ayakları üzerinde duracak kadar

İslam Alimlerinin faiz hakkındaki uoruşlmki su güçlü olmayan devletlerin güvenlik ve emni­yetini tehlikeye düşürebilir.




Konu Başlığı: Ynt: İslam Alimlerinin Faiz Hakkında Görüşleri
Gönderen: Pelinay üzerinde 08 Nisan 2016, 22:12:40
Faizin dindeki hukmu kesin bir sekilde bellidir ve haramdir zaten.
Burda topluma v ekisiye versigi zararlar da teker teker ele alinmis.
Allah razi olsun payalsim icin.Rabbim gittikce yayilan bu harama bizleri bulasriemasin insallah.


Konu Başlığı: Ynt: İslam Alimlerinin Faiz Hakkında Görüşleri
Gönderen: Ceren üzerinde 08 Nisan 2016, 22:19:48
Aleykumselam.Rabbim razi olsun paylasimdan kardesim.Islam alimlerine gore faizin her turlu dinen yasak ve haramdir.Faizin bulustigi ticaretinde alis verisinde borcunda caiz olmadığı ve bereketi kacirdigi bildirilmiştir....


Konu Başlığı: Ynt: İslam Alimlerinin Faiz Hakkında Görüşleri
Gönderen: Ruhane üzerinde 09 Nisan 2016, 22:46:44
Aleykum selam.. Faiz sadece insanları değil ülkeleri bile bile yakar .. Faiz ile kazanılan kazanç insanın içine bir ateş gibi dolar ve bu dünyada huzursuz bereketsiz  bir yaşama sebep olur.. Ahiretimizde yanar ebedi hayatımızda mahvolur.. Rabbim sen bizleri haram olan işlerden kazançlardan koru..


Konu Başlığı: Ynt: İslam Alimlerinin Faiz Hakkında Görüşleri
Gönderen: Sevgi. üzerinde 10 Nisan 2016, 01:05:44
  Aleyna Ve Aleykümüsselăm.
Fâiz, yalnız İslâmiyet'te değil, semâvî dinlerin yâni daha önce gönderilen hak dinlerin hepsinde haram idi. Fâizin azı da çoğu da haramdır. En büyük günâhlardandır.
 Mevlam bizleri bu gibi kötü hallerden muhafaza eylesin inşaAllah..