Konu Başlığı: İslâm Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 26 Ağustos 2012, 13:29:57 4- İslâm Dördüncü metafizik inanç, peygamberler tarafından sunulan İslâm'dır. İslâm'a göre, küçük bir parçasını oluşturduğumuz şu kâinat kendisini yaratan ve ona şekil veren bir Hükümdarın Hâkimiyeti altındadır. Kâinatın tek idarecisi O'dur. Bunda hiçbir şey ortak değildir ve bütün yaratıklar O'nun Kanun ve Emirlerine uymak zorundadır. Bütün güç ve kudret O'nun elindedir. İnsan O'nun krallığında, kendine sorulmaksızın bir tebâ olarak doğmuştur. Bu hususta kendisine başka bir seçim hakkı tanınmamıştır. Bu yönetim sisteminde tabiî olarak insanın bağımsızlığına ve sorumsuzluğuna yer yoktur. Diğer canlılar gibi, insanın da doğuştan bir tebâ ve sistemin bir parçası olduğu için Allah'ın emirlerine itaat etmesinden başka bir çaresi yoktur. Başka bir hayat tarzı geliştirme ve kendi görevini tayin etme hakkına sahip değildir. İnsanın görevi Rabbinden gelen rehberliğe tâbi olmaktır. O Hükümdar'ın rehberliği vahiy şeklinde gelir; vahiy ise Allah'ın nebileri veya rasûlleri vasıtasıyla insanlara iletilir. Bununla birlikte Allah Teâlâ insanı imtihan etmek için çok ince bir yol izlemektedir. Zâtı görülmediği gibi hükümranlığının idare merkezi ve işleyişiyle ilgili yöntemlerini de gizlemektedir. Bundan dolayıdır ki, bu saltanatın başsız ve yöneticisiz olduğu izlenimi alınmaktadır. İnsan sadece kendi mevcudiyetini ve işleyen bir sistemi görebilmektedir. Sınırlı duyulan da bu fabrika içinde kendisinin kime bağlı olduğunu, kime hesap vermesi gerektiğini belirtmekten âciz kalmaktadır. Duyulan, görülen ve dokunulan şeylerden Alemlerin Rabbinin hükümranlığını ve O'na teslim olmaktan başka bir yol olmadığını ortaya koyan herhangi bir İşaret bulamamaktadır. Peygamberler gelmişse de kendilerine vahiylerin geldiğini alelade insanlar görememiş, bİleme-mişir. Bu hususta insanlar zora koşulmamış ve mutlaka peygamberlere itaate mecbur bırakılmamıştır. Ayrıca insana bir ölçüde hürriyet tanınmıştır. İsyan etmek istediği takdirde buna müsaade edilmiş, imkânlar tanınmıştır. Hatta isyan ve rezaletin son haddine kadar gitmesine bile izin verilmiş, başka ilâhlara kulluk etmek istediğinde, onlara tapınmasına, secde etmesine dahi mani olunmamıştır. Kendi hür iradeleriyle başkalarına tâbi ve mahkûm olabilmektedirler. Allah'a itaat veya isyan hâllerinde rızıkları kesilmemekte, hayatın bütün nimetlerinden ve bütün imkânlarından istifade edebilmektedirler. Lüks ve israf içinde yaşamalarına imkân tanınmakta, hatta ölünceye kadar böyle yaşamalarına müsaade edilmektedir. Allah'a isyan etmiş, itaatsizlikte bulunmuş hiç kimsenin rızkı, ceza olsun diye kesilmemektedir. Hayatın imkânları sadece isyanından dolayı kimseden geri alınmamıştır. Bunun sebebi, Allah'ın insanlara diğer yaratıklar üzerinde kullanmalarına izin verdiği akıl, mantık, irade ve hürriyeti nasıl kullanacağı konusunda imtihan etmesi içindir. Bu imtihanın tamamlanması ve sağlıklı bir sonuç verebilmesi için gerçekler insandan gizlenmiştir. Böylece insan aklı ve fikri ile karar verme gücü imtihandan geçirilmektedir. Ona seçme hürriyeti verilmiştir ki, Hakikati görüp, kendi istek ve arzusuyla, bir zorlama olmaksızın O'na tâbi mi olacağı, yoksa nefsinin arzularına uyup yüz mü çevireceğini görmek için İnsan imtihana tâbi tutulmuştur. Eğer insana gerekli güç vasıta ve fırsatlar ve-rİlmeseydi, doğruluğunu veya kabiliyetlerini nasıl kullandığı konusunda onu imtihan etmek imkânı olmayacaktı. Dünya hayatı bir imtihan dönemi olduğu için ne hesaba çekilme, ne mükâfat ne de cezalandırma vardır. Bu dünyada verilen şeyler iyi amellerimizin bir mükâfatı değil, bu imtihan için bir araç ve vasıta olarak düşünülmeli, aynı şekilde başımıza gelen musibetler de bir ceza olarak değil, dünyanın üzerine kurulu olduğu tabiat kanunlarının tabiî sonuçları olarak anlaşılmalıdır. Amellerimiz için hesap vereceğimiz son yer ve karar zamanı âhiret günündedir. Bu yüzden bu dünyada karşılaşılan nimet veya musibetler İnsanı cezalandırmak veya mükâfatlandırmak için değildir. Bu nimet ve belalar insanın doğruluk veya yanlışlık ve kötülüğüne bir ölçü olamaz. İnsan için esas ölçü âhiretteki akıbetidir. Ancak bu, dünyada cezalandırma veya mükâfatlandırmanın hiç uygulanmadığı manasına gelmez. Kastedilen, suçluların doğrudan ve derhal ce-zalandırılmamasıdır. Bu sebeple burada yapılan iş ve amellerin geçici sonuzlanna bakılarak hesap verme işleminin tamamıyla bittiği sanılmamalıdır. Çünkü, her ne olursa olsun, en son ve en âdil duruşma âhirette yapılacaktır. İyi ve kötü amellerin asıl muhasebesi bu dünyadaki imtihan süresinden sonradır. Dolayısıyla, dünyada olup bitenler, bazı insanların rahat yaşamaları, bazıların da güçlük çekmeleri, çıkan iyi ya da kötü sonuçlar, amellerin jyi ya da kötü oluşunun birer ölçüsü olamazlar. Bu dünyadaki hangi amellerimizin âhirette kötü veya iyi sonuçlar vereceği ancak Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği vahiylerden anlaşılabilir. Ayrıntılar ve önemsiz noktaları bir tarafa bırakılırsa, âhirette felah buima veya hüsrana uğramanın ölçüsü şunlardır: İlk olarak insanın akıl, mantık, görüş açısı ve muhasebe kabiliyetiyle Allah'ın hâkimiyetini ve O'ndan gelen hidayeti, Hakiki İlâhî Rehberlik olarak kabul etmesi. İkincisi, gerçeği öğrendikten sonra kendi isteği ve arzusuyla Allah'ın hâkimiyetine teslim olması ve Şer'î emirlere boyun eğmesidir. İnsanın yaratılışından beri Allah rasûllerinin insana sunduğu, temelinde dünyevî olayların kapsamlı ve mantıkî açıklamalarının verildiği tek anlayış budur. Burada dünyadaki bütün olayların yorumunu buluruz. Bu görüş hiçbir tecrübe ve gözlemden olumsuz yönde etkilenmez, zarar görmez. Bu anlayış yukarıda bahsedilen cahili sistemlerden temel olarak çok farklı, ebedî bir düşünce sistemi meydana getirmiştir. Kâinat ve bizzat insanın varlığıyla ilgili bilgi ve verileri belli bir düzene koyar. Bu düzenleme, cahiliyyenîn düzenleme ve yöntemlerinden tamamıyla farklıdır. Sanat ve edebiyatı kendine has metoduyla geliştirir, yönlendirir. Hayata bakışı, yaklaşımı-cahiliyyenin metodlanndan tamamen farklıdır. İslâm insana bütün meselelerinde yeni bir görüş açısı sağlar. Rızik açısından ve ruhen cahiliyye insanının görüş açısı ve amacıyla hiçbir alâkası olmayan yeni bir hayat hedefi tayin eder. İslâm cahili toplumlarınki ile alâkası olmayan ayrı bir ahlâk sistemine sahiptir. Bu ilmî ve ahlâkî temeller üzerine bina edilen sosyal yapı, cahilî toplum ve kültürlerden tamamen farklıdır. Böyle bir toplumu idare etmek için de diğer sistemlerin bütün eğitim öğretim kurallarını reddeden yeni ve farklı bir eğitim, öğretim sistemine gerek vardır. Kısacası bu medeniyetin ruhu ve özü, "Tek İlâh"ın hâkimiyetini, âhiretin varoluşunu ve insanın Allah'a bağlı ve sorumlu oluşunu kabul etmektedir. Cahiliyye medeniyetlerinin temelinde ise bunun aksine, bağımsız ve hiçbir kuvvete karşı sorumlu olmayan bir ruh tipi mevcuttur. İlâhî Rehberliğin ışığı altında yetişmiş insan türüyle, her yönüyle cahiliyye sistemi içinde yetişmiş insan türü arasında her açıdan farklılıklar olmasının sebebi budur. Bu yüzden bu temeller üzerine kurulan kültür ve medeniyet bir bütün olarak diğer kültür ve medeniyetlerin sunduğu dünya görüntüsünden en ufak ayrıntılarda bile ayrılır: Yiyecek, giyecek, günlük yaşantı, şahsî karakterler, çalışma hayatı, alış veriş, evlilik, aile hayatı, âdetler, gelenekler, beşerî ilişkiler, ticaret, servet dağılımı, yönetim, devlet düzeni, hükümet yapısı, şûra, yönetici ve liderin durumu, hukuk sistemi, kanun ve kurallar, adlî düzen, emniyet teşkilâtı, vergi sistemi, maliye, gümrük usûlleri, bayındırlık ve kamu hizmetleri, sanayi ve ticaret, haberleşme, ordunun eğitimi, savaş ve barış ile ilgili meseleler, uluslararası ilişkiler ve dış politika. Kısacası insanı ilgilendiren büyük-küçük bütün konularda İslâm farklıdır. İslâm her parça ve ayrıntının kendisini diğer kültür ve toplumlardan ayıran belli özellikleri ve işaretleri olan ayrı bir sistemdir. Başlangıçtan sona İslâm'ın her unsurunda doğrudan Allah'ın hükümranlığına bağlı hususî bir bakış açısı, özel bir hedef ve ahlâk anlayışı mevcuttur. İnsanın hesaba çekilmesi, ceza ve sorumluluğunun nihai sonucu, bu dünya yerine âhirete havale edilmiştir. |