๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Haziran 2012, 06:08:00



Konu Başlığı: İnfâkı Teşvik
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Haziran 2012, 06:08:00
İnfâkı Teşvik

Her şeyden önce, insanlar artan servetlerini fa­kirlere vermekle emrolunmuşlardır. Daha son­ra, ekonomik sistemin sağlam bir temelde sar­sılmaz bir şekilde durabilmesi için servetlerini kamu menfaati uğruna cömertçe sarfetmelerinin önemi vurgulanmıştır. Eğer herhangi bir toplumda zenginler infak etmek yerine servet istiflemeye başlarlarsa, sefalet çok çabuk yayı­lır, servet eşitsizlikleri artar ve servet birkaç el­de toplanır; bu da geniş kitlelerin alım gücünü azaltır ve ekonomik sistemi çökertir.

İslam, insanları, servetlerini toplum hizmetinde harcamaya teşvik için aşağıdaki adımlan atar:

a- Allah Salih Ameli Emreder: Allah, kulla­rına yetenek ve kudretleri oranında bütün yara­tıklara İyİ davranmalarını ve karşılığım yalnız­ca kendinden beklemelerini ister. Kur'an-ı Ke­rim bütün Müslümanların iyiyi işlemelerini şu sözlerle gerekli kılmaktadır: "Allah'ın sana yap­tığı iyilik gibi, sen de iyilik yap." (28:77). Ve yine Nahl suresinde şu ayet vardır: "Allah şüphe­siz adaleti, iyilik yapmayı emreder." (16: 90).

Bu ayetler iyiliğin değişik derecelerini kapsam­lı olarak ele alır. İyiliğin en düşük derecesi adi olarak isimlendirilir. Buna, iyiliğe karşı iyilik yapmak da denebilir. Ancak bu derece, sadece adaleti ihtiva etmekle kalmaz, bütün vazife ve yükümlülüklerin yerine getirilmesini de kapsar. Çünkü bunlar az-çok iyiliğe karşı iyilik yapmak demektir. İyiliğin daha yüksek derecesi ihsan­dır. Bu, insanın hiçbir karşılık görmeksizin iyi­lik yapmasıdır.

İyiliğin en üst mertebesi ise insanın fıtratının iyiliğe meyilli olmasıdır, Öyle ki İyilik yapmak için bir gayret sarfetmek zorunda değildir; her­kese sıradan bir insanın kendi yakınlarına yapa­cağı şekilde iyilik yapar. Hakikatte o bütün top­lumu kendi akrabası olarak görür.

Bu, İslam'ın mensuplarının zihnine nakış ettiği bir ruhtur. Böylece Müslümanlar sadece Allah Rızası için ve hiçbir karşılık beklemeksizin iyi­lik yaparlar.

Yine Bakara suresinde, müminlere servetlerini infak etmeleri şu ayetle emredilmiştir: "Ey ina­nanlar! Alış-verişin, dostluğun, şefaatin olma­yacağı günün gelmesinden önce sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin." (2:254). Bura­daki "enfigû" (sarftâin) kelimesi, sadaka olarak verin, veya iyi işlerde kullanın, fakat istifleme­yin anlamına gelmektedir. İslam'da iyi işler, komşu veya yabancı, ihtiyaç içindeki herhangi bir kişinin iyiliğini sağlayan herşeyi ihtiva eder. Toplumun ve hatta Allah'ın kendisine nimet vermiş olduğu kişinin iyiliğini sağlayan şeyler de iyi işlerdendir. Fakat iyilik hakikaten yerinde olmak; içine kibir, yanlış, iptilalar, aylaklığın teşviki ve insanları birbirine düşürmek gibi ba­yağı motifler karışmamalıdır. (A. Yusuf A1İ, The Meaning of the Rustrious Quran, sh. 102).

Birkaç ayet sonra aynı kelime şu sözlerle tekrar­lanmıştır: "Ey inananlar! Kazandıklarınızın te­mizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamıyacağmız pis şeyle­ri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin." (2: 67).

Bu ayetlerde sadaka verilirken en iyiyi verme­nin önemi üzerinde durulmuştur. Çünkü, bu, in­sanın gelişmesi ve selameti için bir araç olarak kabul edilmektedir. Burada milletlerin yükseliş ve düşüşlerinin bağlı bulunduğu "tabiat kanu­nuna bir atıf vardır; serveti rahatlıkla ve bolca infak eden topluluğun selamete ereceğini ve ilelebed yaşayacağım; infakda cimrilik edenlerin ise hür bir millet olarak var olmasının mümkün olmayacağını göstermektedir.

Müslümanlara, adaleti tesis etmek ve ayakta tutmak İçin gönderildiklerinden dolayı Allah rı­zası için ve dünyada adalet ilkesini ayakta tut­mayı mümkün kılacak olan ekonomik sistemle­rini sürdürüp korumak için infak etmenin de kendi üzerlerine düştüğü söylenmektedir. Bu, mesela Bakara suresinde şu sözlerle ifade edil­miştir: "(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin, doğrusu Allah iyilik edenleri sever." (2: 195).

b- İnfak İyiliği Besler: Kur'an, insanlara, yük­sek manevi duygulara sahip olmanın, muhtaçla­rın yardımına koşmanın ve faziletli bir hayat sürmenin yollarını gösterir. Bunların, ferdin iç­ten geldiği gibi yapmasını, tabii bir davranış ha­lini almasını sağlar. İslamın talim ve terbiyesi ile müminler başkalarının hayatlarından da me­sul olacaklarının şuuruna ererler. Bu şuur infak ilkesinin temelidir. Müslümanlar servetlerini Allah yolunda sarfetmedikçe iyiliğe erişemeye­cekleri gerçeğinin şuurundadırlar. Bu Kur'an-ı Kerim'in şu ayetiyle sabittir: "Sevdiğiniz şey­lerden sarfetmedikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarfederseniz, şüphesiz Allah onu bilir." (3: 92).

Bu ayet toplumun menfaati için kişinin sevdik­lerinden mesela servetinden, şahsından sarfet-mesini iyiliğe erişmek için bir şart haline koy­maktadır. Bakara suresinin şu ayeti de aynı hu­susu dile getirir: "Yüzlerinizi doğu ve batı tara­fına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve Peygamberlere inandı. Al­lah nzası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere mal verdi; namazı kıldı, zekatı verdi... İşte doğru olanlar onlardır,  (Allah'ın azabından) korunanlar da onlardır." (2: 177).

Bu, müminlere merasimlerin zahiri ayrıntıları İçin dinin özünü feda etmek gibi evvelki millet­lerin düşmüş bulunduğu hataya düşmemeleri konusunda bir uyarıdır. Burada bize dinin özü­nün Allah'a iman ve insanlara karşı fedakarlık olduğu hatırlatılmaktadır. Bununla birlikte in­sanların iyiliğe erişecekleri amellerden birinin de servetlerini Allah yolunda sarfetmelerİ oldu­ğu vurgulanmaktadır.

Kur'an'ın aşağıdaki ayet meali iyi olanların va­sıflarından birini ele almaktadır: "O (takva sahi­bi ola)nlar bollukta ve darlıkta Allah için harcar­lar, öfke(lerİn)i yutkunurlar, insanları affeder­ler. Allah da güzel davrananları sever." (3: 134). Burada takva sahibi kişilerin vasıfları anlatıl­maktadır. Onlar servet üzerine servet katmak­tan uzak, sadece durumları iyi olduğu ve iyilik yapmaları kolay olduğu zaman değil, kendileri güçlük içinde iken dahi diğer insanlar daha sı­kıntılı haller içinde olabileceği için mallarından ve nefislerinden seve seve infak ederler. Sıkın­tılı zamanlarda telaşa kapılmazlar. Başkalarının kötü davranışlarında veya kendi İşleri yolunda gitmediğinde kızmazlar, Öfkelerini tutarlar. Gayretlerini iki misline çıkarırlar. Sabrederler. Sıkıntılı anlarda sadaka veya salih amelin öne­mi daha da artar.

c- İnfak Allah'ın Sevgisini Kazandırır: Al­lah yolunda sarfetmek o derece önemlidir ki, şu Kur'an ayetinde ifade edildiği üzere Allah'ın sevgisini kazandınr: "O (takva sahibi ola)nlar bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfke(lerin)i yutkunurlar, insanları affederler. Al­lah da güzel davrananları sever." (3:134). Kişi­nin servetini infak etmesi, Allah'ın sevgisini ka­zandıran iyi bir amel olarak tarif edilmektedir. Allah'ın sevgisini arzu eden her kimse servetin­den toplumdaki fakir ve muhtaçların ihtiyaçları için sarfetmeye başlamalıdır. Başkalarına iyilik yapmak, büyük bir haslet olmak yanında, başarı için çok lüzumlu olan birlik bağlarını da kuvvet­lendirir.

Bakara suresinde yer alan şu ayetle de infak tav­siye edilmektedir; "Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Eğer onları gizleyerek fakirlere ve­rirseniz, bu, sizin için daha iyidir ve sizin günah­larınızdan bir kısmını kapatır. Allah yaptıkları­nızdan haberdardır." (2:.271). Fakir ve muhtaç­ların ihtiyaçları için harcandığı sürece servetin gizli veya açık sarfedilmiş olmasının bir önemi yoktur. Bu, Allah tarafından iyilik ve dürüstlük belirten bir amel olarak kabul edilecek ve O'nun rızasını ve sevgisini kazanacaktır.

d- İnfak Mükafatlandırılır: Allah, servetleri­ni yalnız kendi rızasını kazanmak için insanla­rın menfaatine harcayan kimselerin gayret ve fedakarlıklarının layıkıyla mükafatlandırılaca­ğım belirtmektedir. Allah adına infak etmek ha­kiki müminin bir hasletidir ve şu ayetlerde ifade edildiği gibi kesinlikle karşılıksız bırakılmaya­caktır: "Allah'a ve Rasulüne inanın ve (O'nun), sizi hakim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden (Allah için) harcayın. Sizden, inanan ve (hak rızasına) harcayanlar için büyük müka­fat vardır." (57:7). "Mallarını gece gündüz, gizli

Elhamra'nın iç duvar tezyinatından bir detay  ve açık (Allah yolunda) verenlerin mükafatı Rab'leri yanındadır. Onlara korku yoktur ve on­lar üzülmeyeceklerdir." (2: 274).

Müslümanlara, insanların kurtuluşu için feda­karlık yaparlarsa, çabalarının boşa gitmeyece­ği, ferdi refah ve sosyal gelişme şeklinde fazla­sıyla mükaf atlandinlacaklanna dair bir hadis de vardır.

e- İnfak Serveti Çoğaltır: İnsanlar, toplumun ortak menfaati için daha da fazla infak etmeye teşvik edilmektedirler. Onlara böyle yaparlarsa Allah katında servetlerinin azalmayacağı, bila­kis çoğalacağı sözü verilmektedir. Her iyilik in­sanlar arasında sevgi ve birlik bağlarım güçlen­dirmeye yardım edecektir. Ticaret ve sanayi ge­lişecek, iş sahaları artacak ve toplumun menfaa­ti için servetlerini sarfedenler dahil herkes bu durumdan fayda görecektir. Hepsinin ötesinde, bu dünyada ve ahirette Allah'ın rahmetine nail olunacaktır.

Teğabun Suresinde yer alan şu ayette servetleri­ni Allah yolunda harcadıklarında insanlara re­fah sözü verilmektedir: "Eğer Allah (nzasın)a güzel borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah karşılık veren­dir, halimdir (ceza vermekte aceleci değildir)." (64:17). TMgndu" (verirseniz-takdimde bulu­nursanız) kelimesi toplumun ortak menfaati için infak etmek anlamına gelmektedir. Eğer in­sanlar arasında böyle bir ruh yayılırsa toplumun gelişim hızını çoğaltacağına ve milli refahı art­tıracağına şüphe yoktur.

Hadid suresinde de benzer ifadeler geçmekte­dir: "Sadaka veren erkekler ve sadaka veren ka­dınlar ve Allah'a güzel borç verenler (Allah rıza­sı için yoksullara borç verenler, yahut mallarım Allah için uygun yerlere sarfedenler), işte onla­ra, (verdikleri), kat kat yapılır (kendilerine, ver­diklerinin kat kat fazlası ödenir)ve onlar için (ayrıca) şerefli birmükafat da vardır." (57:18).

Ayet, eğer bütün toplum birbirine yardım konu­sunda dayanışma içine girerse, Allah'ın, onların bu gayretlerini herkesin menfaatine olacak bir refah artışıyla nimetlendireceğini söz konusu etmektedir. Diğer bir deyişle, eğer toplum fakir ve zayıf üyeleri ile ilgilenirse, gayretleri Allah tarafından misliyle karşılık görecektir.

Allah'ın bu va'di Bakara suresinde geçen ayette de tekrarlanmaktadır: "Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfü geniştir, O her şeyi bilendir." (2: 261).

Hakikat davası yolunda sarf edilen servetin tahıl hasadının artışıyla mukayese edilmesi şunları göstermek içindir: Birincisi, her toplum gibi İs­lam toplumunun gelişmesi de fertlerin yaptıkla­rı fedakarlıklara bağlıdır. İkincisi; infak, emek­le desteklenmelidir. Çünkü emekle desteklen­meden tarlaya ekilen tohum büyümeyecektir. Böylelikle bir toplumun sürekli refahı ve geliş­mesi için hem para, hem de zamandan fedakar­lık şarttır.

Sonra ayetlerde Allahu Teala şöyle buyurmak­tadır: "Allah'ın rızasını kazanmak ve kalplerini sağlamlaştırmak için mallarını sarfedenlerin durumu, yüksekçe bir tepede bulunan bol yağ­mur aldığında yemişlerini iki kat veren, bol yağ­mur yağmasa bile çisintisi düşen bir bahçenin durumu gibidir..." (2:265). Bu da, yaptıkları fe­dakarlıkların meyvelerini toplayacak olan mü­minlerin durumudur. Onlardan Allah'ın rızasını kazanmak için sarfedenler olarak bahsedilmek­tedirler, çünkü onların bütün gayreti hakikati hakim kılmak ve "maneviyatlarını güçlendir­mek" içindir, yaptıkları her fedakarlık hakikatin nihai galibiyetini daha bir kesinleştirmekte, bu da müminlere daha fazla fedakarlık yapmak için güç vermektedir.

Aynı surede, müminlere servetlerini Aliah yo­lunda'sarfetmeleri ve O'nun bu serveti kat kat arttıracağı ifade edilmektedir: "Allah'a -kat kat karşılığını arttıracağı- güzel bir ödünç takdi­minde kim bulunur? Allah hem darlaştınr, hem bollaştırır." (2: 245). "Vallahu yegbidu veyebsuutu " (Allah hem darlaştırır, hem bollaştırır) sözleri Allah rızasını gözeterek toplumun men­faati için zaman veya para alarak yapılacak fe­dakarlıkların O'nun tarafından kat kat mükafat­landırılacağım açıkça göstermektedir. Sözkonusu ayetlerde geçen bu kelimeler çok önemli­dir. Çünkü her iki dünyada da mükafat sözü vermektedir. İnsanlar bu dünyada servetlerinin ve refahlarının artması şeklinde karşılık görecek­ler, ahirette ise karşılıkları Allah rızası ve Cen­net bahçelerinde mutlu ve huzurlu bir hayat ya­şamaları olacaktır.

Verilen "söz" şu ayette tekrarlanmaktadır: "Al­lah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz bir sadaka sevablan kat kat arttırır." (30:39). Bu ayet kişi­nin insanlara sadaka vermesinin önemini vur­gulamaktadır. Müslümanlardan, fakir kardeşle­rine yardım ederek, mallarında artış beklemele­ri istenmektedir. Eğer böyle yaparlarsa birşey kaybetmeyecekleri, aksine, Allah'tan bol bol karşılık alacakları temin edilmektedir. Sadaka miktarı ne kadar önemsiz olursa olsun Allah ta­rafından mükafatlandırılacaktır. Peygamber bu hususu şu hadisleriyle daha vazıh bir hale ge­tirmiştir: "Bir kimse helal kazancından -ki, Al­lah ancak tayyib olanı kabul eder- bir hurma miktarı tasadduk ederse T \ ] 1 ah o sadakayı kabul eder, sonra onu sizden birinizin tayını büyüttü­ğü gibi ihtimamla sadaka sahibi için büyütür, hatta dağ gibi olur."

Bakara suresinde yer alan bir başka ayet vardır: "Sarfettİğiniz iyi şey kendinizedir, zaten ancak Allah'ın rızasını kazanmak için sarfedersîniz. Sarfettİğiniz iyi bir şeyin karşılığı -haksızlığa uğratılmaksizin- size verilir." (2: 272).

Burada sadakaların karşılıksız kalmayacağına dair söz verilmektedir. Yaptığınız güzel şeyle­rin boşa gideceğini ve haksızlığa uğratıldığını sanmayın. Rahat olun, size söz verildi, karşılı­ğını tamamen göreceksiniz. Ayrıca, sizin sada­kanız servetler arasındaki eşitsizlikleri gider­meye ve dünyada "adil bir yönetime" yardımcı olacak ve sizin de diğer insanlarla birlikte böyle iyi bîr sistemin faydalarından hisseniz olacak.

Fatir suresinde iyilerin olumlu vasıfları anlatı­lırken şu da belirtilmiştir: "Kendilerine verdiği­miz rızıktan gizli ve açık sarfedenler, tükenme­yecek bir kazanç umabilirler. Çünkü Allah bu kimselerin ecirlerini tam verir. Lütfü ile arttı­rır." (35: 29-30). Buradaki ticarette bir ödünç verme durumu vardır. İyi insanın verdiği sada­ka sadece fazla servetinden değil aynı zamanda Allah'ın ona bahşettiklerindendir. Bu sebeple infak eden kişi iki hususu kabul eder:

1-  Serveti mutlak olarak kendisinin değildir. Onu kendisine Allah vermiştir, ve

2- Bunun bir kısmını kendisi için harcamamalıdir. Tıpkı servetinin bir kısmını sermaye ola­rak bir kenaraayıran tüccar gibi. Ancakiyi İnsa­nın ticareti hiçbir zaman iflas etmez ve istikrar­sızlık göstermez. Çünkü onun karşılığını öde­yeceği ve hatta lütfundan daha fazlasını da ekle­yeceğini Allah taahhüt etmektedir." (A. Yusuf Ali, The Meaning of the Illustrious Quran, sh. 1161).

Böylece, bu ayette sadaka olarak verdiğinin karşılığını tam olarak alacağını ve hatta fazlası­nı da elde edeceği konusunda teminat verilmek­tedir. Bu, hakikatte, hayatın katı gerçeklerine bir atıftır ve insanların toplumda "adil bir idare­nin" tesisiyle kazanacaklarının sadaka olarak verdiklerinden çok çok daha değerli olduğunu ima etmektedir. Böylece bütün insanlar idare­den eşit şekilde faydalanacak ve ne dilenciler ne de müî ti milyarderler olacaktır.

f- İnfak Saadet Getirir: İnsanlar, insanlığa, Allah rızasını kazanmak için hizmet etmeye de­vam ederlerse İnfak onlara diğer şeylerin yanın­da saadet de kazandırır. Bu, insan suresinde şu şekilde İfade edilmiştir: "Onlar yiyeceği Allah rızası için yoksula, öksüze ve esire yedirirler... Allah da onları bu yüzden o günün fenalığından korur; onların yüzüne parlaklık ve neşe verir." (76:8-11).

"Yiyeceği yoksula yedirirler" sözü burada in­sanlara hizmette bulunmak anlamında söylen­miştir. Böyle iyi ameller İşleyen insanlar Hakk'a hizmetle halka hizmeti birleştirirler. Al­lah rızası için (veya O'na olan sevgilerinden do­layı) sözlerinin de bu ayetlerde infak etmenin insanların Allah'ı sevmelerinin bir sonucu oldu­ğunu belirtmek için kullanıldığı aşikardır. İnsan Allah'a, Allah'ı sevdiği için ibadet etmektedir; Kur'an insanların Allah'ı sevdikleri için insanla­ra da hizmet etmelerini gerekli kılmaktadır.

Leyi suresinde şu ayetler yer almaktadır: "Elin­de bulunandan verenin, Allah'a karşı gelmekten sakınanın, en güzel söz olan Allah'ın birliğini doğrulayanın işini kolaylaştırırız." (92: 5-7). Burada kişinin servetini Allah yolunda harca­masından iyi amel olarak bahsedilmektedir. Böylece insanlara hizmet ederek iyiliğe eriş­mek mümkündür. Ve böyle insanlar için Allah huzur ve mutluluk sözü vermektedir.

g- Saadet Teminatı: Kur'an-ı Kerim servetle­rini Allah yolunda sarfedenlere mutlu ve huzur­lu bir son vadetmektedir.

Bakara suresinde müminlere fedakârlıklarının karşılığı olan saadetin müjdesi verilmektedir: "Onlar gaybe inanırlar, namazı kılarlar, kendi­lerine yerdiğimiz rızıktan yerli yerince sarfederler... İşte Rablerinin yolunda olanlar ve sa­adete erişenler bunlardır." (2:3,5). Bu ayet çok açık kelimelerle inanan, namaz kılan ve infak edenlerin saadete erişeceğini açıklamaktadır. Saadete hem bu dünyada hem de Ahirette erişe­ceklerdir. Buradaki müflihun kelimesi hem bu dünyadaki hem de Alıiretteki saadeti kapsa­maktadır.

Daha sonra Kur'an-ı Kerim insanlara Allah'ın rıza ve rahmetini kazanmak istiyorlarsa malla­rından infak etmelerini Rum süresindeki şu ayetle söylemektedir: "Yakınlığı bulunan, yok­sula, yolda kalmışa (zekat ve sadakadan) hakkı­nı ver. Allah'ın rızasını dileyenler için bu daha hayırlıdır, İşte onlar saadete erenlerdir." (30: 38).

Burada, Müslümanlardan, servetlerini akraba­larına, ihtiyaç sahiplerine ve yolculara açık tut­maları istenmiştir. Çünkü ihtiyaç içindeki her­kesin toplumun zengin fertlerinin servetinde bir payı vardır. Daha sonra Müslümanlara ser­vetlerini bu faydalı amaçlar için harcarlarsa, bu dünyada ve ahirette gerçek saadete erecekleri söylenmektedir.

Fıtrat dininin iki ilkesinden biri olan infak, in­sanların kardeşliği fikrinin uygulamaya yansı­mış şeklidir. İslam kardeşlik düşüncesini pratik bir düşünce haline getirdiğinden Kur'an'da da daima insanlara, kardeşlerine yardım etmeleri emredilmektedir.

Tevbe suresinde Allah müminlere her iki dün­yada da mutluluk vadetmektedir: "Allah şüphe­siz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürü­len müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak-Cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Al­lah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yap­tığınız ahş-verişe sevinin; bu büyük başarıdır." (9:111). Allah, müminlere, onlar Allah yolunda canları ve mallarıyla mücahede ettikleri takdir­de rahmet ve bereketim bağışlama sözü vermiş­tir. Toplumun ortak menfaati için sadece Allah rızasını gözeterek zamanını ve parasını sarfe-den herkes bu ifadenin kapsamına girmektedir. Bu alış veriş öyle karlıdır ki, buna sevinmeleri istenmektedir.

Bir milletin basan ve saadet anahtarının o mille­tin mensuplarının toplumun müşterek menfaa­tinin önemini anlamaları olduğu bir vakıadır. Yalnızca Allah'ın rızasını gözeterek insanlara hizmet etmek için zamanlarım ve servetlerini sarfeden kimselere şüphesiz ki Allahu Teala ebedi kazançlar ve nimetler verecektir.

h- Zaman Geçirmeden İnfak Etmek: Kur an-ı Kerim, müminleri, sevretlerini insanların yararına zaman geçirmeden harcamaları husu­sunda uyarıyor. İnsanlara gecikmeksizin başka­larına iyilik yapma fırsatım kullanmaları söy­lenmektedir. Bu uyan şu ayetlerde ifadesini bulmaktadır: "Ey inananlar! Ne alışverişin, ne dostluğun ve ne de iltimasın olmadığı gün gel­mezden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcayın. Kafirler, zalimlerin ta kendileri­dir." (2: 254). "Birinize ölüm gelip de: 'Rabbim, (ne olur) beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım' deme­sinden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah) için harcayın." (63: 10).

Burada müminlere Allah rızasını kazanmak için en iyi yolun O'nun kullarına yardım etmek olduğu "söylenmektedir. O'nun kullarına hiç yardım etmeyerek bu fırsatı kaçılmasınlar. Za­man kısa, vakit çok geç olmadan mutlaka infak konusunda bir şeyler yapmalıdırlar.

i- Ana-Babanın ve Diğer İnsanların Hakkı: Kur'an-ı Kerim, ana-babanın, yakınların, kom­şuların ve muhtaçların toplumdaki zenginlerin serveti üzerindeki haklarına büyük önem ver­miştir. Zenginlere, bu kişilere yardım etmeleri sürekli hatırlatılmıştır.

Isra suresinde yer alan bir ayet bu husustadır: "(Seninle) akrabalığı olana, yoksula ve yolcuya hakkını ver, (malını gereksiz yere) saçıp savur­ma. " (17:26). Bakara suresinde de benzer ifade­lerle bir ayet yer alır: "...Asıl iyilik, o (kimsenin iyiliğindir ki,.... Allah rızası için yakınlara, ye­timlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencile­re ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere verendir..." (2: 177).

Bu satırlarda yakınlara, fakir ve muhtaçlara maddi yardım sağlamak iyilerin bir ameli ola­rak ifadesini bulmaktadır. İnfak etme kaynağı­nı başka bir motifden değil, sevgiden alırsa bir değer ifade eder. Bu bakımdan, vazifelerimiz değişik mertebelerde değişik şekiller alır. (A. Yusuf Ali; a.g.e., c. I).

Yine Nisa suresinde şu ayet dikkatimizi çek-' mektedir: "Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya, akrabaya, öksüz­lere, yoksullara, (nesep yahut evce) yakın kom­şuya, yahut uzak komşuya, yanında bulunan ar­kadaşa (yahut zevceye), yolcuya, ellerinizin al­tında bulunanlara iyilik edin. Allah, kurumlu, böbürlenen insanları sevmez." (4: 36). Bu ayet ihtiyaç İçinde olduklarında yardım edilecek İn­sanlar arasına ana-babadan ve akrabalardan başka komşuları, arkadaşları ve yolcuları da da­hil etmektedir.

İnsan süresindeki ayetler de şöyledir: "Yoksula, yetime ve esire O'nun sevgisi için yemek yedi-rirler: 'Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz suratsız, çok katı bir gün(ün aza­bından ötürü Rabbimizden korkarız.' (derler)." (76: 8-10). Bu sözlerin ille de lafzen söyleniyor olması gerekmez. Faziletli ve ihlaslı infakın gerçek saiklerini ifade etmektedir. Bu satırlarda müminlerin, fakirlerin ihtiyaçlarım temin etme­leri üzerinde durulmakla birlikte tarihte bir eşi olmayan yüksek bir manevi terbiye de veril­mektedir. "Onlar, yoksulu bir karşılık bekle­meksizin, ancak Allah rızası İçin doyururlar." Bu manevi terbiye insanlar arasında karşılıklı yardım, şefkat ve kardeşlik ruhunu geliştirir. Ayrıca ekonomik yapının kuvetlenmesine, tak­viye ve tesis edilmesine yardımcı olur. "Allah da onlan, o günün şerrinden korumuştur ve on-lar(m yüzlerin)e bir parlaklık ve (gönüllerine) bir sevinç vermiştir." (76: 11).

j- Bu Dünyada İyilik ve Refah: Hayır ve infa­kın sadece ahirette mükafatlandırıldığı ve bu dünyada hiçbir kazanç getirmediği doğru değil­dir. Kur'an, her iyi ameli (veya Allah yolunda yapılan her harcamanın), hatta daha bu dünyada güzel bir şekilde mükafatlandınldığım açıkça ortaya koymaktadır. İşte Nahl suresinin ilgili ayeti: "Erkek ve kadından her kim inanmış ola­rak iyi bir işi yaparsa, onu (dünyada) hoş bir ha­yatla yaşatırız (daima huzur içinde bulunur, ha­linden memnun olur. Ahirette ise onların ücre­tini yaptıklarının en güzeliyle veririz." (16:97). Bu ayet bütün iyilik işleyenlere bu dünyada saa­det dolu ve müreffeh bir hayat sürecekleri ve Ahirette de ebedi bir mutluluk içinde yaşaya­cakları sözünü vermektedir. Bütün infak ve Al­lah rızası için yardım fiillerinin, İslam'da iyilik ve takva işareti olduğunu burada belirtmemize gerek yoktur.

Yapılan iyi ve hayırlı amellerin yalnızca Al­lah'ın rızasını ve rahmetini kazanmak için ya­pıldığı doğrudur. Ve şüphesiz İslam her iyilik yapanın karşılığının Ahİret gününde verilmesi­ne büyük önem atfeder. Fakat bu ideallerin, bu dünyadaki hayatta, maddî sahada getirdiği bü­yük kazançları ve kapsamlı müsbet tesirleri de vardır. İnfakı teşvik bile başlıbaşına gizli bir ni­mettir. Çünkü üretimi hızlandırır, İş sahalarını artırır, vs. Hud suresinde yer alan; "Ey kavmim! Rabbi-nizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin (O'na yönelin) ki gökten üzerinize bol bol rah­met göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suç işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin!" (11: 52) ayetiyle İnsanların Kaderlerinin manevi esaslar doğrultusunda belirlendiği açıkça belirtilmek­tedir. Manevi esasları kabul eden ve hayatları­nın sosyal ve ekonomik yapısını onlar üzerine inşa eden kişiler bu dünyada mutlu ve başarılı bir hayatla nimetlendirilirler. Ve bu kişiler ha­yatlarında iyiliği sürdürdükleri müddetçe bu müreffeh hayatlan kuvvetlerine kuvvet katıla­rak devam eder.

Yine aynı surede şu ifadeleri okumaktayız: "Ve Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O'na tevbe edesiniz ki, size belirtilmiş bir süreye ka­dar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem)ini versin..." (11: 3).

Fazi kelimesi bu dünyanın maddi menfaatlerini olduğu kadar Ahiret nimetlerini de kapsar. Çün­kü ferdi ve sosyal hayatlarını ebedi manevi esasların üzerine bina etmiş bulunan hayır sahipleri­ne bu dünya hayatında "iyi bir geçim" sözü ve­rilmiştir. Kendilerine bolluk ve refah dolu bir hayat verilecek, hepsinin üzerinde Allah'ın rah­metine nail olacaklardır. Bu iyi insanlar zengin­leştikçe iyilik ilkelerine daha bîr bağlanırlar. Bu dünyanın bolluk ve servetleri onları iyilik ve doğruluk yolundan uzaklaştırmaz. Gerçekte, onlara Rableri tarafından bağışlanan "güzel ge­çim" işte budur. Diğer yandan, bu dünyada "kö­tü geçimlik" verilen insanlar vardır. Bu onlara bütün manevi kaideleri unutturur. Görünürde onlar hayatın bütün lüksünden faydalanmakta­dırlar. Fakat bütün zenginlik ve refahları Al­lah'ın rahmetinden ve bereketinden yoksundur. Çünkü tamamı yanlış manevi kurallar üzerine bina edilmişlerdir. Bu insanlar Allah yolunda harcanan malı israf ve kayıp sayarlar. Halbuki Kur'an "bu daha iyi ve kârlı bir alış veriştir" der. Onlar maddi kazançları İnsan faaliyetlerinde "her şeyin başı ve sonu" sayarlar. Halbuki Kur'an bunu insan hayatının sadece bir yönü olarak değerlendirir. Hayatta maddiyat kadar önemli diğer başka şeyler de vardır.

Kur'an-ı Kerim, iyilik ve doğruluk ilkelerini iz­leyerek bu dünyanın maddi menfaatlerini kay­betmeyeceğiniz, bilakis her iki dünyada da gü­zelden ve iyiden faydalanacağınız gerçeğini vurgulamaktadır. Kur'an'ın aşağıdaki ayetleri insanın gayretlerinin hiçbir şekilde karşılıksız kalmadığını göstermektedir:"... Allah yolunda sarfettİğiniz herşey size haksızlık yapılmadan, tamamen Ödenecektir." (8:60) ve"... onların ya­rarlı bir iş yaptıkları mutlaka yazılır. Doğrusu Allah iyilik yapanların ecrini zayi etmez." (9:120).

Bu ayetler Allah rızası için insanlara hizmet yo­lunda harcanan servet için tam bir mükafat va-detmektedİr. Ve insanların bu gayretleri bu dünyada bile karşılığını görecek ve zayi olma­yacaktır. Toplumun bütün üyelerini zenginleş­tiren bol infaktan kaynaklanan büyük ekono­mik kazançlar kat kat olur ve iyilik sahibi de bu bolluktan yararlanır.

k- Servetini Diğer İnsanlara Açık Tut: İs­lam, herkesin fakir ve muhtaçlara yardım etmek istediği, insanların servetlerini yalnız kendi arzulannı tatmin için değil, bir kısmını ana-baba-sı, yakınları, komşuları fakirler ve muhtaçlar için ayırdığı bir toplum istemektedir. Ve dolayı­sıyla infak evden başlar; insanlar yaşlılıklarında mali yardıma ihtiyaç duyabilecek olan ana-ba-balanna yardım etmekle mükelleftirler; sonra yardıma ihtiyacı olabilecek fakir akrabalar ge­lir; daha sonra fakir komşular ve bundan sonra da toplumdaki fakir ve muhtaçların haklan ge­lir. Bu sebeple, hakiki mümin, ailesinin ihtiyaç­larını karşıladıktan sonra yardıma ihtiyacı olan herkese bu yardımı yapmaya daima hazır olma­lıdır.

Kur'an-ı Kerim bu ilkeyi ayakta tutmuş ve mü­minlerden toplumdaki fakir ve muhtaçlara yar­dım için yapabildiklerinin en iyisini yapmaya gayret etmelerini istemiştir. Servetini Allah yo­lunda harcamadıkça kimsenin doğruluğa erişe­meyeceğini önemle belirtmiştir. Bundan da öte kişinin artan serveti üzerinde ana-babasmın, ya­kınlarının, komşularının ve muhtaçların bir hakkı olduğunu vurgulamıştır. Gerçekte zen­ginlerin artan servetinde bütün toplumun hakkı vardır ve eğer Allah'a ve ahiret Gününe inanı­yorlarsa bu hakkı yerine getirmek zenginlerin üzerine bir vecibedir. Eğer bu vecibeyi hakça yerine getiremezlerse Ahiret Günündeki ceza­lara hazırlıklı olmalıdırlar.

Böylelikle bütün İslam toplumu sevgi, inanç ve kardeşlik bağlarıyla bir araya gelmiş olmakta­dır. Bugün sizde varsa, olmayanlara yardım edersiniz, eğer yarm sizde veya çocuklarınızda olmazsa, olanların yardımına nail olursunuz. Bu ruh, Kur'an'ın ayetleri ile yayılmaktadır: "Rabbin, yalnız kendisine tapmanızı ve ana-babaya iyilik etmeyi buyurmuştur... Yakınma, düşküne, yolcuya, hakkını ver..." (17: 23, 26).

Burada Müslümanlara üç şeyin emredildiği be­lirtilmelidir:

a- Yalnızca Allah'a ibadet etmek,

b- Ana-babaya İyilik etmek; ve

c- Fakirlere, yakınlara vb. haklarını vermek.

Böylece ana-babaya, yakınlara ve diğer muhtaç ve fakirlere yardım Allah'a itaatten hemen sonra yer alan görevler olmaktadır. Diğer bir ifadeyle, birinci şık, son ikisini de ihtiva etmektedir. Ana-babaya iyilik yapmak ve yakınlara ve muhtaçla­ra paylarını vermek hakikatte, Allah'a itaatin bir parçasıdır. Allah'a itaatkar olanlar zaten ana-ba­baya iyilik yapar, yakınlara ve muhtaçlara hak-lanm verirler. Eğer bir kimse Allah'akulîuk etti­ğini iddia ediyor, fakat ana-babasma iyi davran­mıyor ve yakınlara ve muhtaçlara haklarını ver­miyorsa yalancıdır ve gerçekte Allah'a değil şeytana uymaktadır.

Fakat bütün bu insanların haklarının eşit olma­dığı da belirtilmelidir. İlk önce ana-babanın hakkı gelir, daha sonra hanım ve çocukların. Peygamber insanlara ilk planda ana-babalarına ve çocuklarına harcamalarını tavsiye et­miştir: "Bakmakla mükellef olduklarının ihti­yaçları karşılanmamışken (diğerlerine) sarfeden kimse ıyalinin hakkına tecavüz ediyor de­mektir." "Servetinizi en ziyade hak edenler ıyalinizdir." (Buhari ve Müslim).

Üçüncü sırada yakınların hakkı gelmektedir. Peygamber, insanlardan imkanları nisbetin-de akrabaya maddi yardım y apmalarmı İstemiş­tir. Buna büyük Önem vermiş ve "Bir kimse rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini ister­se, akrabasını görüp gözetsin" buyurmuştur. (Mişkat).

Elhamra'nın girişinden. Dördüncü hak komşunımkidir. Peygamber komşunun canının, malının, ırzının korunması­nın üzerinde durmuş ve müminlere servetlerin­den bir kısmını komşularına vermelerine söyle­miştir. Ve bir keresinde; "Komşusu açken kar­nını doyuran kimse kamilen iman etmemiştir" buyurmuştur. Diğer bir hadise göre Cebrail, Peygamber'a komşuya iyilik etmeyi Öylesine tavsiye etmişti ki Peygamber komşunun komşuya vâris kılınacağını zannetmişti. (Mişkat).

Daha sonra yetimlerin, dulların, muhtaçların, yolcuların, kölelerin, arkadaşların ve toplumun genelinin haklan gelmektedir. Gerçekte, İslam her Müslümana din kardeşlerinin haklarına say­gı duymayı ve bu hakları korumayı emretmek­tedir. Ve Peygamber müminlerin hasletlerini tarif ederken şöyle buyurmuştur: "Müminler, birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve yekdiğerini korumakta bir vücud gibidir. Vücu­dun herhangi bir uzvu rahatsız olursa, sair azala­rı da bu yüzden humma ve uykusuzluğa tutulur­lar." Peygamber bir diğer hadisinde şöyle bu­yurmuştur: "Mümin mümine karşı, parçalan birbirini bağlayıp tahkim eden bina gibidir." (Buhari).

Bu davranışların sadece Müslümanlara hasredilmeyip bütün insanları kapsadığını da belirt­meliyiz. Hayvanlara bile kötü davranılmasına tahammül edemeyen Peygamber, insanlara kötü davranılmasına nasıl razı olurdu? Bir kere­sinde Nebi son derece zayıf bir devenin ya­nından geçiyordu. Ashabına şöyle buyurdu: "Bu zavallı hayvanlarla ilgili olarak Allah'a kar­şı olan vazifelerinizde dikkatli olun. Onlara kuvvetleri yerinde iken binin. Kesip yemeniz gerekiyorsa, onları (zayıf veya hasta iken değil) sağlam iken kesin."

1- Sadece Allah Rızasını Gözetmek: Son ola­rak, Kur'an-ı Kerim Allah yolunda sarfeden kimseler için bazı manevi esaslar belirtmiş ve bu kişilerin sadakayı alanlardan boşuboşuna karşılık beklememelerini ve böylece infakın ga­yesini yok etmemelerini sağlamıştır. Basit dü­şüncelerden siynlabilmeleri için insanlara çok yüksek manevi terbiye verilmiştir. Peygamber müminlere sadakalarının ecrini zayi etmemelerini şu ayetlerle hatırlatmaktadır: "Ey ina­nanlar! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, in­sanlara gösteriş için malını sarfeden kimse gibi, sadakalarınızı başakakmak ve eza etmekle boşa çıkarmayın." (2: 264).

"Mallarını Allah yolunda sarf edip, sonra sarfettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eza et­meyenlerin ecirleri Rablerinin katındadır. On­lara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Güzel bir söz (söylemek) ve affetmek, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Al­lah, müstağnidir, Halimdir." (2: 262-263).

Müslümanlara burada sadaka vermeleri fakat fakirlere eza edip, incitmemeleri tavsiye edil­miştir, çünkü fakirlere birkaç güzel söz söyle­mek eza ve azarlamanm takip ettiği bir sadaka vermekten daha iyidir. Müminlerden gösteriş için değil, sadece Allah rızası için sarfetmeleri istenmektedir. Ve gösteriş için verilen sadaka­nın boşa gideceği söylenmektedir. Böylelikle, infak için çok yüksek bir ölçü konulmuştur. (A. Yusuf Ali; The Meaning of the Illustrious Qu-ran, c.I).

Bu ölçülere göre infak (a) Allah yolunda yapıl­malı, (b) karşılığında bu dünyada bir mükafat beklenmemeli, (c) yapılan infakı hatırlatma ve ima yapılmamalı (d) sadakayı alan bu sebeple rahatsız edilmemeli ve incitil memeli. Bilakis insanların hata ve eksikliklerini görmezlikten gelmek, affedici olmak iyiliğin ruhu ve infakm özüdür. Bu davranışlar, eğer sadaka, kişilere za­rar verecek tavırlarla başa kakılacaksa sadaka­dan daha iyidir.

Bu yüksek manevi terbiye insanların mükem­mel bir karakter geliştirmelerini sağlar. Öyle ki, bu insanlar yardım ettikleri insanları herhangi bir yükümlülük altında bırakmayı istemeksizin onların ihtiyaçlarını karşılamakla kalmazlar, kendilerini bildirmeden ve ön plana çıkarma­dan bütün servetlerini toplumun menfaatlerine harcarlar. Bu fiili dahi, vazifelerini yapabilme­leri için kendilerine (Allah tarafından) tanınan fırsata minnettarlık duyarak yaparlar. Peygam­ber sadakalarım gizleyen insanları şu sözleri ile takdir etmiştir: "Sadaka veren ve bunu gizle-ydn bir adem vardır ki, sağ elinin verdiğini sol eli bilmez." Gerçekte Peygamber'in niyeti insanların sadece Allah rızasını arayarak harca­maları hususunu sağlamak İçin insanların ser-vetleriyle gösteriş yapmalarını önlemekti.

Kısaca, İslam inananlara arasında öyle bir ruh geliştirir ki, bu müminler, insanlara Allah rızası için bol, tabiî ve kendiliklerinden infakta bulu­nurlar. Hiçbir karşılık ve fayda beklemeksizin diğer insanlara istekle yardım ederler. Birbirle­rine sadece Allah rızasını kazanmak için yar­dımda bulunurlar.

İslam, bu manevî tâlim ve terbiyesi yoluyla, ılımlı ve dengeli, komünizmin ve kapitalizmin aşırılıklarından uzak bir ekonomik sistem oluş­turmak istemiştir. İslam, inananlar arasında çok yüksek manevi ölçü oluşturmuş ve onları ebedi manevi değerlerle donatmıştır. Bunun sonucu olarak, müslümanlar toplumun diğer üyelerine karşı yardım, işbirliği, fedakârlık, sevgi ve şef­kat gibi yüksek hasletler kazanır ve geliştirirler. Ve toplumun öyle sorumlu ve şuurlu fertleri ha­line gelirler ki aralarında zengin olanlar servet­lerini lüks ve israfla harcamak yerine fakir ve muhtaçların İhtiyaçlarının karşılanmasına çalı­şırlar, fakir olanlar ise sıkıntı zamanlarında ken­dilerini Sırat-ı Müstakim'den ayırmadığı için Allah'a hamdeder ve zenginlere karşı nefret ve düşmanlık hislerinden uzaktırlar.

Ayrıca, zenginler kendilerine çok sevgili olan servetlerinden Allah yolunda sarfettikçe, zihin­lerinde para sevgisiyle gelişmiş derin pas temiz­lenir ve cimri tavırları tedavi olur. Para sevgisi bastırılır. Bir karşılıklı yardım ruhu gelişir. Egoizm yerini toplumun menfaati için fedakar­lık hasletine bırakır. Ve bütün bunlar adil, eşit­likçi ve dengeli bir ekonomik sistemin yapısının temelini oluşturur. Bu sistem, kapitalizmin kö­tülüklerinden ve baskıcı bir rejim olan komü­nizmden uzaktır.