๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 09 Haziran 2012, 09:12:33



Konu Başlığı: İlim Ve Kültür
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 09 Haziran 2012, 09:12:33
2- İlim Ve Kültür

Maddî dünyanın, Yaratıcısı ile olan ilgisi hakkında açık bir anlayışa sahip olmadan, ilim ve insan kültürü arasındaki ilişkiyi ta­mamıyla kavramak imkânsız olmasa bile, zordur. Maddî dünyanın dış görünüşü ve muazzam yapısı içinde insan hiçbir önemi ol­mayan aciz bir mahluk olarak görünmekte­dir. Etrafımıza baktığımızda akıllara durgun­luk veren büyüklüğüyle güneş, ay, yıldızlar ve bütün kâinatın, Yaratan'ın Azamet, Haş­met ve Kudretini haykırdığım görürüz. "Gaybın anahtırları O'nun katındadır, on­ları ancakO bilirJCarada ve denizde olanı bi­lir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı-kuruyu —ki apaçık kitaptadır— ancak O bilir." (6: 59). Başka bir deyişle, kü­çük veya büyük, kâinatta olup biten her şey O'nun bilgisi dahilindedir. O'nun bilgisi ve azmi dışında hiçbir şey meydana gelemez.

Cenab-ı Hak dış görünüşlere bakmaz. Kü­çük önemsiz denilip ihmal edilmemiş, her şe­ye gereğince değer verilip, zikredilmiştir. "Al­lah sivrisineği ve onun üstününü misal ola­rak vermekten çekinmez." (2: 26). Allah ka­tında, onlar O'nun yarattığı nizâm içinde yer alan, kâinatın muazzam yapısının birer par­çasıdır.

O'nun Bilgisi ve İradesi olmadan bir zerre dahi meydana gelemez. Allah'ın yarattığı bu nizam ve disiplin, İslâmî ilimlerin metodu­nu oluşturmuştur. En önemsiz görünen şey­ler dahi, tüm gelişme ve büyüme evreleriyle dikkate alınır. Bu da, insan zihninin daima uyanık olmasına ve mübağalaya, yalan ve safsataya kapılmamasına da yardım eder.

Bu maddî dünya başka bir maksada daha hizmet eder. Bir yandan Allah'ın Kudretine, Hikmetine, her şeye Hâkim olduğuna işaret ederken, öte yandan yaratılış büyüme ve ge­lişme hadiselerini açıklamaktadır. Bunda maksat, insanın müşahade etme, anlama his­lerine hitap ederek, insan yararına ilmî araş­tırmalarda bulunmasını sağlamaktır. Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın yaratış nizamı belir­tilerek şöyle buyurulmaktadır, "Yerde olan­ların hepsini sizin için yaratan O'dur. Son­ra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak on­ları düzenlemiştir. O her şeyi bilir." (2: 29). Yunus Suresi'nde ise şöyle denilmektedir: "Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan, yılların sa­yısını ye hesabı bilmeniz için aya konak yer­leri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır; bilen millete ayet­leri uzun uzadıya açıklıyor." (10: 5). Teğabün Suresi'nde ise şunları okumaktayız: "Gök­leri ve yeri gerektiği gibi yaratmıştır. Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır. Dö­nüş O'nadır." (64: 3).

Bu ayette fikirlerin, hadiselerin ve bütün maddî şeylerin Allah'a döneceği açıklanmak­tadır. Her şey O'ndan gelmiştir ve O'na dö­necektir. Böylece Kur'an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk'in ihtişamını maddî dünyayı mükem­mel bir şekilde anlatarak ortaya koymakta­dır. Böylece insana kâinatın maddî yapısı ar­dındaki gerçeği görerek İlerleme, büyüme ve gelişme kaydetmesinin gerekçesini öğretmek­tedir." İnsanın tabiattaki sırları keşfetme ve bunlardan faydalanmada Kur'an-ı Kerim'in yol göstericiliğine ihtiyacı vardır. Yaratan, in­san aklına doğru yolu gösterirken, maalesef modern bilim halâ hayatın sırlarıyla şaşkın, maddî dünyanın sınırları arasında sıkışıp kal­mış, ardındaki gerçekten uzak bir hâldedir. Kur'an-ı Kerim insana şunu hatırlatmakta­dır: "Göklerin ve yerin yaratılması, insan­ların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (40: 57) Sâffât Suresi'nde ise şöyle buyurulmaktadır:

"(Ey Muhammed)Allah'a eş koşanlara sor: Kendilerini yaratmak mı daha zordur, yok­sa Bizim yarattığımız gökleri yaratmak mı? Aslında Biz kendilerini özlü ve yapışkan ça­murdan yaratmışızdır. (Ey Muhammed)Evet; sen onlara şaşıyorsun, onlar da seni alaya alı­yorlar." (37: 11-12).

Bu ayet-i kerimede insanın bayağı bir mad­deden yaratıldığı, fakat Allah'ın rahmeti ve lütfü ile yükseldiği hatırlatılmaktadır.

Bu gerçeğin ışığında insan nasıl olur da Hakikat'i alaya alabilir, inanacağı yerde inkâr eder? Bilmezler mi ki, "Gökleri ve yeri yok­tan var eden Allah'tır. O, bir işin olmasını dilerse, ona ancak 'Ol' der ve olur." (2: 117) İnanan bir kişi Hak yolu takip eder ve Kur'an-ı Kerim'in gösterdiklerinden ayrıl­maz. Bütün hayatın Allah'ın dilemesi ile mümkün olduğuna ve O'nun dilemesi ile sonlanacağına inanır.

Alelade bir maddeye hayat vermesi de yine Allah'ın kudretinin bir eseridir. Bu, insanı Allah'ın büyüklüğünü düşünmeye ve O'nun her şeye kadir olduğunu itiraf etmeye götür­melidir. İnsanı şekilden sekile sokup, sonra onu soylu ve yüksek bir hâle getiren O'dur.

Burada bir başka anlamsız düşünceye de işa­ret edilerek hiçbir şeyin boş ve değersiz ol­madığı, yerli yerince yaratıldığı belirtilmek­tedir. "Göğü, yeri ve ikisinin arasında bulu­nanları boşuna yaratmadık. Bunun boşuna olduğu, inkâr edenlerin sanısıdır. Vay ateşe uğrayacak inkarcıların haline!" (38: 27).

İnanan bir insan asla Allah'ı anmadan bir şeyi aklından geçirmez, Allah'ın yarattıkla­rının hepsinin faydalı olduğuna inanır. "On­lar ayakta iken, otururken, yan yatarken Al­lah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını dü­şünürler; 'Rabbimiz! Sen bunu boşuna ya­ratmadın. Sen münezzehsin. Bizi ateşin aza­bından koru.' derler." (3: 19i).

Hiç şüphesiz, cansız bir maddenin hayat ka­zanarak insan haline gelmesi tabiat fenomeni içerisinde hayret verici harika bîr hadisedir. Hem ilime inanan insan, hem de dine ina­nan insan için bu da Yaratıcı'nın bir eseri­dir, çünkü küçük veya büyük her şeyi yara­tan O'dur.

Kur'an-ı Kerim her şeyin görünen ve görünmeyen gerçeklerini açıklar ve inananların ka­falarında hiçbir şüphe bırakmaz. Bilime ina­nan insan ise her şeyi Allah'ı düşünmeden çözmeye çalıştığı ve yorumladığı için, işin İçinden çıkamaz.

Bütün hayret verici ve dikkate değer yanıyla insanın yaratılışı da Allah'ın tüm yarattık­larının bir parçasıdır ve aralarında fark ol­maksızın küçük, büyük, maddî manevî her şey kainatın muazzam birliği içinde yer alır. Hayvanlar, bitkiler ve İnsan dahil kâinatta­ki yaratılış bütün çeşitliliğiyle devam etmek­tedir. Çeşitlilik içinde, yaratılışlar arasında benzerlik görmekte mümkündür. Kur'an-ı Kerim'de bu hususta şöyle buyurulur: "Yer­de yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer topluluktur­lar. Kitap'ta Biz hiçbir şeyi eksik bırakma­dık. Onlar sonra Rablerine toplanacaklar­dır." (6: 38). Bu ayet-i kerime, her ne şekilde olursa olsun, bütün hayatın kâinatın birliği­nin bir parçası olduğunu ve Hâkim-i Mut­lak olan Yaratanın koyduğu kanuna göre de­vam ettiğini apaçık ortaya koymaktadır. {67: 1-3). Yaratılış ahirette de devam edecektir. "Kupkuru gördüğün yeryüzünün, Biz, ona su indirdiğimiz zaman harekete geçmesi, ka­barması, Allah'ın varlığının belgelerindendir. Ona can veren Allah şüphesiz ölüleri de di­riltir. Doğrusu O her şeye kadirdir." (41: 39).

İnsanı diğer varlıklardan üstün kılan ve yük­selten, bilgidir. Öğrenmek, araştırmak, çalış­mak ona şeref ve kıymet tacını giydirir; bun­ları bırakır cehalete saparsa kıymetini kay­beder. (96: 15). Bilgi insanı faziletli ve güçlü kılar, cehalet ise alçaltır. Kur'an-ı Kerim'e gö­re üstünlük, bilgisiyle (öğrenmeyle)dİr. İnsan bilgiyle kendini İspatlar ve bilgiyle Allah'ın varlığına deliller bulur. Yine, insanın bütün hakikati ve kâinatın gerçeğini bulması, ah­lâkın ve düşünmenin değerini anlaması, ta­biatın sırlarım ve onlardan nasıl faydalana­bileceğini öğrenmesi ancak bilgi ve araştır­ma ile mümkündür.

İnsanların önceden hiç bilmediği tabiatın sırlarını ve harikalarını öğretmek Rasulullah 'ın insanlık kültür ve medeniyetine en bü­yük hediyesidir. Bu bilgi ile insan hem güç, hem de fazilet sahibi olmuştur.

Maddî dünyadan faydalanarak güç kazanan insan, manevî yönünü de tanıyarak fazilet sa­hibi olur. Diğer bir deyişle, mâna ve madde­nin bir bütün olduğu inancı ile hem nefsine, hem de maddeye hâkim olur. Nefsine hâkim olması ruhunun arınmasına sebep olurken, madde üzerindeki hâkimiyeti onun tabiat güçlerini kontrolü altında tutmasını sağlar. Malesef, Batı kültürü tabiat güçlerine nasıl hâkim olacağını öğrenirken madde ötesindekini tanımamıştır. Ne yazık onlara ki, Allah1 in mülkünden faydalanmak için gerekli güç­lere sahip olmuşlardır; fakat mülkün sahibi­nin hâkimiyetini tanımamaktadırlar.

Allah'ın yarattıklarından faydalanmakta ama, üzerlerine düşen vazifeyi yapmamak­tadırlar! Fakat Yaratan'a karşı bu küstahlık­larını ne kadar sürdürebileceklerdir! "İnsa­nı nutfeden yaratmıştır. Öyleyken o nasıl da açıkça karşı koymaktadır." (16: 4). Allah'ın bu önemsiz yaratığı şimdi Rabbine karşı gelmekte, kendi yanlış iddialarını öne sürmek­tedir. Oysa aciz olarak yaratılan sonra bü­yütülen bu insan, Yaratıcısına isyandan vaz­geçmeli ve Rabbini tanımalıdır. "Onlar, Ya­ratan olmaksızın mı yaratıldılar yoksa yara­tanlar kendileri midir? Yoksa gökleri ve yeri kendileri mi yarattılar? Hayır, Allah'a kesin olarak" inanmıyorlar." (52: 35-36) Kur'an-ı Kerim, reddedilmesi imkânsız, güçlü deliller ortaya koyarak inanmayanların, eğer söyle­dikleri doğru ise, tüm yaratılış hadisesini ve hayatın gayesini açıklamalarını teklif etmek­tedir. Bunu öğrenmenin en iyi yolu, madde perdesini aralayarak, kâinatın Yaratıcısını ve O'nun vahyettiklerini anlamaya çalışmaktır; çünkü O'nsuz hiçbir şey mümkün değildir. İlim sahibi insanın vazifesi artık düşünmek, çalışmak ve hayatın gerçeklerini araştırarak Allah'ın yarattığı harikaların tabiatını ve şe­killerini anlamaktır. "Musa: 'Rabbimiz, her seve avrı bir özellik veren, sonra doeru yola eriştirendir.' dedi." (20: 5jO).

Yetiştirdiği insan tipi ve mesajının ruhunun meydana getirdiği kültürel yapıya bakarak, Rasulullah'in bir peygamber ve bir insan olarak ne büyük bir şahsiyet olduğunu an­lamak mümkündür. İnsanı safsatalardan, bâtıl inançlardan kurtarmış, ona kâinatın müşahhas gerçeklerini öğretmiştir. Bu alışıl­madık yönüyle Peygamber 'ın mesajı İs­lâm kültürünün özünü oluşturmuş ve mo­dern kültürün çoğu sahalarında temelini at­mıştır. Eski Yunan'ın statik felfesesine karşı çıkan bu düşünüş yüzünden, kendini, mate­matik, tıp, fizik, astronomi, vs. dahil her alanda göstermiştir. İslâm, spekülatif Yunan felsefesine karşı tenkidî müşahade anlayışı­nı geliştirmiş ve bununla bilgi alanında dev­rime yol açan daha emin bir metot meyda­na getirmiştir. İslâm kültürünün özü, insa­nın kendi nefsinde, tabiatta (Afak) ve tarih­teki gerçekleri müşahade ederek bilgi edine­bileceğidir.

Görünen âlemin ardındaki perdeyi aralaya­rak İnsana madde ötesi gerçekleri bildiren yi­ne insan zihninin gücüdür. Kur'an-ı Kerim­de bu hususta şöyle buyurulmaktadır: "Ey cin ve insan toplulukları! Yerin ve göklerin çevresini aşıp, geçmeye gücünüz yetiyorsa ge­çin! Ama Allah'ın verdiği bir güç olmaksı­zın geçemezsiniz ki!" (55: 33). Bu ayet-i ke­rime insana meydan okumakta ve maddî sı­nırları aşmasının, ancak, Allah'ın inayeti ile mümkün olabileceğini belirtmektedir. İnsa­nın hedefinin ay ve yıldızlarla sınırlı olma­masını, kâinat içinde Allah'a yakınlaşması­nı buyurmaktadır. "O, senden, sen de Ondan hoşnut olarak Rabbine dön! Ey can! İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir." (89: 28-30). Bu yol uzun ve çetin olabilir, fa­kat kararlı bir şekilde mücadele edenlerin ulaştığı yere varacağı kesindir. (Allame M.îk-bâl, The Reconstruction of Reliğious îhoughts in islam, sh. 124-151).

Bu yüzden İslâm kültürü tarihinde İnsanın gayesinin ebedî hayatı kazanmak olduğunu görürüz. Tüm uğraşısı, mücadelesi Rabbine ulaşmak içindir (2: 156). Böyle yüksek bir ga­yeye sahip olan bu kültürde zaman ve me­kân problemi bir hayat ve ölüm problemi ha­line gelmektedir. İslâm'ın bu anlayışı Eski Yunan'ın statik görüşüne karşı kâinatın de­vamlı hareket içinde, genişleyen, değişen bir yapısı olduğunu ortaya koymaktadır. Kâina­tın sürekliliği, büyümesi içinde insana dina­mik bir rol vermektedir. İslâm düşüncesi bü­tün hatları ile kâinatın dinamik yapısına işa­ret eder. Tarihî perspektiften, Kur'an-ı Kerim dinamik bir yaklaşım ile zamanın ve haya­tın tabiatı hakkındaki temel fikirler üzerin­de gerçekçi bir bakış ortaya koyar. Bunlar Kur'an öğretisinin verdiği iki temel düşün­cedir. (Allame M. İkbal, a.g.e.)

Şüphe yok ki Rasulullah'dan çok önce hı-ristiyanlık tüm insanlığın tek bir vücut ol­duğu mesajını vermişti. Fakat, hıristiyan Av­rupa, insanların eşit olduğu fikrini tam ola­rak kavrayıp benimsememiştir. Bu anlayışın hakikatim kesin olarak ortaya koyan, Muhammed'dır, İnsanların tek vücut oluşu felsefî bir düşünüş, bir hayal değil, yaşayan, yaşanılan bir gerçektir. Bu gerçeğe Kur'an-ı Kerim'deşöyle değinilmektedir: "Ey insan­lar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle, bir dişi­den yarattık. Sizi kavimler ve kabileler hali­ne koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz. O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır." (49: 13). Aynı hakikat Mekke'nin fethi sırasında Rasulullah ta­rafından da belirtilmiştir. "Sizi kötülükten ve cehaletin kibrinden çekip çıkaran Allah'a hamdolsun. Ey insanlar! Bütün insanlık yal­nız iki gruba ayrılır: Birisi Allah katında şe­ref sahibi, iyi amel işleyenler; diğeri ise nefs-lerine düşkün, kötü amel sahipleri ki, Allah katında hiçbir değerleri yoktur; yoksa bütün insanlar Adem'in çocuklarıdır, Adem ise top­raktan yaratılmıştır."

Yine, Veda Hacc'ında verdiği hutbede Rasu­lullah şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar dikkatli olun! Rabbiniz  olmayana, Arap olmayanın Arap'a, beyazın siyaha, siyahın beyaza takvadan başka bir üs­tünlüğü yoktur. Allah katında en şerefliniz, en doğruolanınızdınSöy leyin Allah'ın mesa­jım size ulaştırdım mı?" Herkes tek ses ha­linde: "Evet, Ey Allah'ın Rasulü," dediler. "Öyleyse burda bulunanlar, bulunmayanla­ra sözlerimi iletsin." buyurdu. Bir rivayete göre şöyle buyurmuştur: "Hepiniz Adem1 in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yara­tılmıştır. Ey insanlar! Atalarınızla övünme­yi bırakın, aksi halde Allah katında en dü­şük bir böcek kadar bile değeriniz olmaz. (Monem Khallaf, Islamic Materialism and its Dimensions, sh. 88-109). Bu hayat anla­yışı insanlığın birliğini ve eşitliğini yerleştir­miş ve sürekli kılmıştır.(Muhammed İkbâl, a.g.e.)

Ortaya konulan ikinci bir gerçek, hayatın, za­mana bağlı olarak, sürekli oluşudur. Bu an­layış İslâm kültüründe esaslı bir Öneme sa­hiptir. Zaman içinde yaratılışın önceden planlanıp bitmediği ve sürekli olduğu düşün­cesine yeni bir yön vermiş ve dinamik bir güç eklemiştir. Bu da insan kültürünün büyüme, gelişme ve ilerlemesine yeni boyutlar getir­miştir. Bunun anlamı şudur; kültürel yönüyle İslâm Eski Yunan'in statik dünya görüşünü ortadan kaldırmış, kâinata yeni, dinamik bir bakış getirmiştir. İnsanlarda, kan bağına da­yanmayan, bir birlik anlayışı ortaya koymuş­tur. İnsanların birliğini sağlamada psikolo­jik temelin önemini ve gereğini vurgulamış, tüm insanların aynı ruh kökünü taşıdıkları­nı belirtmiştir. Böyle bir anlayış hiçbir dış zorlamaya gerek kalmaksızın insanlar arasın­da sağlam bir sadakat ve kardeşliğin oluşma­sını sağlar.

Hıristiyanlık pratik hayata böyle bir anlayış getirememişti ve dünya, insanlığı birleştire­cek, aynı zamanda yaratıcı bir esas ve ses ge­tirecek bir kültürün gelmesini bekliyordu. (Allame M. İkbâl, The Reconstruction of Religious Thoughts in islam, sh. 124-151).

Yeni kültür; dünyanın birliğini, Muhammed'ın sade ve anlaşılır bir şekilde açıkladığı tevhid inancında bulmuştur. Bu inanç İslâm dininin temelini oluşturur. İnsanların düşün­celerine ve pratiklerine hayat verir. İslâm'da bütün ibadet ve taat hiçbir maddî varlığa de­ğil, Allah içindir. 'Allah bütün hayatın Mut­lak Sahibi ve Yaratıcısı olduğu için Allah'a itaat etmek, insanın (yaratılışının gereğini ye­rine getirmesi) kendi ideal tabiatına itaat et­mesi demektir. Böyle bir realite anlayışı esa­sına dayanan bir toplum, değişim içinde sü­rekliliğini korumalıdır." (M. ikbâl,The Reconsturction of Religous Thoughts in Is -lam^h.l50).Diğer bir deyişle, içtimaî hayatı prensipleriyle düzenlerken, devamlı, "tabi­atı gereği değişim içinde olan şeyleri engel­lememeli." Kur'an-ı Kerim tabiattaki çeşitli­liği ve değişimi Allah'ın en büyük "ayetleri" olarak belirtmektedir.

Değişim fenomeni içinde yeteneklerini en iyi şekilde kullanarak en faydalı ve kullanışlı olanı bulup, onu İslâm'ın ölümsüz prensiz-lerine uygun hâle getirmek insanın vazifesi­dir ve bu halde insan daima Allah'ın yardı­mını yanında bulacaktır."Ama Bizim uğru­muzda cihad edenleri elbette yollarımıza eriş­tireceğiz. Allah şüphesiz iyi davrananlarla beraberdir!' (29: 69). İnsanlığın ilerlemesi için toplumun bozulmuş ve eskimiş yanları, bi­len insanlar tarafından devamlı yenilenmesi gereklidir. Böylece insana yeni bir ruh veri­lerek yeni bilgiler edinmesi ve sistemini ge­liştirmesi sağlanır. İnsanlığı etkileyen İslâm kültürünün ardındaki hayat anlayışı işte bu­dur.

Özetlersek, Dr. İkbaPin deyişiyle İslâm kül­türü yaratıcı anlayışları olarak üç temel ger­çeğe açık olarak işaret etmektedir. Birincisi, İnsanlığın birliği, hepsinin aynı baba ve ana­dan, Adem ile Havva'dan geldiği; ikincisi in­sanlığı maddî ve manevî kaynaştıracak olan bir Allah inancı; bu iki anlayış insanlığın bir­leşmesine yardım eder, insanlık kültürünün gelişmesi, zenginleşmesi için bir ses, yaratıcı bir esas ortaya koyar; üçüncüsü kâinattaki müşahhas gerçekler —dış dünyadaki değişim ve çeşitlilik, tarihî olaylar ve İnsanın nefsi— Bu üç bilgi kaynağı kültüre yeni boyutlar ge­tirerek İslâm kültürüne dinamik ve yaratıcı bir canlılık, güçlülük sağlarken, insanın ölümsüz prensipleri de bu kültürün büyüme ve gelişmesinin kalesini meydana getirmek­tedir. (Allame M. İkbâl, a.g.e.)

Tevhid inancı, kâinatın bütün bir yapıya sa­hip olduğu gerçeğini de ortaya koymaktadır. Bütün kâinatın yaratıcısı, bir olan Allah'tır. Ve kâinatta O'nun kanunu geçerlidir. Diğer bir deyişle, kâinatı, insan hayatının dünya­daki ve ahiretteki durumunu konu edinen bi­lim, bir bütündür.

Bilim ve din kâinatın birer parçalarıdır ve birbirlerinden ayrı tutulamazlar. Kur'an-ı Ke­rim, insanın mücadelesine bu perspektiften bakmakta (2: 201), bilim ve din arasında fark ve ayrılık olmadığını hiçbir şüpheye meydan vermeyecek şekilde ortaya koymaktadır. Çünkü ikisi de tenkidî analize sahiptir. İs­lâm, ilmî düşünmeyi araştırma yapmayı teş­vik eder. Bilimin kendisi için en büyük delil olduğunu kabul ederek, müslümanların bil­gilerini arttırmalarını, âlimlere saygı duyma­larını emreder.

Rasulullah'a inen ilk vahiy, bilimin kapı­sını aralamış ve Allah'ı tanımayı öğretmiş­tir Bilim ve din arasında hiçbir çatışma yok­tur. İslâm'da bilim ve din birbirlerini tamam­layan iki unsurdur. Cenab-ı Hak bütün se­beplerin Sebeb'idir. İnsan, O'nun yarattık­larının hakikatini ne kadar çok kavrarsa, Rabbine o kadar çok yakınlaşır. İlim insa­nın bu yakınlaşmasına yardım eder.

Kur'an-ı Kerim en iyi ve en ikna edici bir şe­kilde hayatın açıklamasını, ilmî olarak yapar ve insan aklını tabiat fenomenini müşahade etmeye ve çalışmaya, bu gerçekleri anlama­ya çağırır. Şimdi kâinat ve kozmik bilim, Kur'an'jn hakikatine en sağlam delili ver­mektedir. "Sana Kitab'ı indiren O'dur. On­da Kitab'm temeli olan kesin anlamlı ayet­ler vardır, diğerleri de çeşitli anlamlıdırlar.

Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkar­mak, kendilerine göre yorumlamak için on­ların çeşitli anlamlarına uyarlar. Oysa, on­ların yorumunu ancak Allah bilir. İlim'de de­rinleşmiş olanlar: 'Ona inandık, hepsi Rabbimiz'in kalındandır! derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilir." (3: 7).

Bilen bir insan hem muhkem, hem de müte-şabih ayetlere olduğu gibi inanır. Muhkem ayetler açıktır ve İslâm prensiplerinin esası­nı kesin hatlarıyla ortaya koyar. Müteşabih ayetler ise mecazî mânaya sahiptirler. Her ikisi de Allah kelamıdır. Buradan, İslâm'ın önemli bir anlayışını daha çıkarmaktayız, o da İslâm'ın maddî ve manevî olanlar arasın­da fark gözetmemesidir. İslâm, maddenin (müşahhas olanın) Önemli ve değerli oldu­ğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Allah'ın yarattıklarının ne kadar mükemmel olduğu­nu kâinattaki hadiseleri müşahade ederek ve araştırarak anlayabiliriz. İslâm'da madde gö­rüşü de Allah inancına bağlıdır. İnsan ger­çek huzura Allah'ı anmakla kavuşur (13: 28) ve inkârın oluşturduğu büyük boşluk ve hu­zursuzluktan kurtulur.

Allah ilk büyük entellektüel (zihnî) gerçek­tir ve bu gerçeğe inananlar kâinatın yaratılı­şı ve kâinat ile ilgili şüphe ve sorularına ko­layca cevap bulurlar.

Kur'an-ı Kerim, müminlerin faydalanması için, Allah'ın herşey üzerindeki gücünü ve yarattıklarının ihtişamını anlatır. İnsanı dün­yadan faydalanmaya ve kâinatı müşahade ederek, Allah'ı tanımaya davet eder. "Yuka­rıdan size su indiren O'dur. Ondan içersiniz; hayvanları otlattığınız bitkiler de onunla bi­ter. Allah onunla size ekinler, zeytin ve hur­ma ağaçlan, üzümler ve her türlü ürünü ye­tiştirir. Düşünen kimseler için bunda ders vardır" (16: 10-11). Sonra insana, bu maddî vasıtaların faydalanılmak için yaratıldığı, on­lardan faydalanılması söylenmektedir. "Ge­ceyi gündüzü, güneşi ayı sizin istifadenize vermiştir. Yıldızlar da O'nun buyruğuna bo­yun eğmiştir. Bunlarda akleden kimseler için dersler vardır... Taze et yemeniz, takındığı­nız süsleri edinmeniz ve Allah'ın bol nime­tinden faydalanmanız için denize —ki gemi­lerin onu yara yara gittiğini görürsün— bo­yun eğdiren de O'dur. Artık belki şükreder­siniz... Yeryüzünde, sarsılmayasınız diye sa­bit dağlar, nehirler ve belki yolunuzu bulur­sunuz diye yollar ve işaretler meydana getir­miştir. Onlar yıldızlarla da yollarını bulur­lar." (16: 12, 14-16).

Güneşte, ayda, gündüz ve gecedeki Allah'ın ayetlerini işaret ettikten sonra Kur'an-ı Ke­rim tabiattaki renklerin çeşitliliğine ve deği­şik şekillerine dikkat çeker. "Allah'ın gök­ten su indirdiğini görmez misin? Biz onunla türlü türlü renkte ürünler yetiştirmiş; dağ­larda da, beyaz, kırmızı, siyah ve türlü renkte yollar varetmişizdir. İnsanlar, yerde yürüyen­ler ve davarlar da böyle türlü türlü renkte-dirler. Allah'ın kulları arasında O'ndan kor­kan, ancak bilginlerdir. Doğrusu Allah güç­lüdür, bağışlayandır." (35: 27-28). Yine insa­nın dikkati bitkilerin yetişmesİndeki tabiat fenomenine çekilerek şöyle buyurulmakta-dır: "Allah'ın gökten bir su indirip, onu yer­deki kaynaklara yerleştiren, sonra onunla çe­şitli renklerde' ekinler yetiştiren olduğunu görmez misin? Sonra onları kurutur —ki sende onları sapsarı görürsün— sonra da çer-çöpe çevirir. Şüphesiz bunlarda, akıl sahip­leri için Öğüt vardır." (39: 21). Böylece Kur'an-ı Kerim İnsanı, kâinatın müşahhas gerçeklerini müşahade etmeye, çalışmaya ve yeni bilgiler edinerek faydalanmaya, teşvik etmektedir.

Kâinatın büyüklüğü ve genişliği ile bir bü­tünlük, düzen ve birlik içinde olduğu gerçe­ği de işaret edilmektedir. Onda ne bir çelişki ve de bir çatışma vardır. "Gökleri yedi kat üzerine yaratan, O'dur. Rahman'ın bu yarat­masında bir düzensizlik bulamazsın. Gözü­nü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık bulm'ak için gözünü tekrar tek­rar çevir bak; ama göz aradığını bulamayıp bitkin ve yorgun düşer." (67: 3-4). Kâinatta­ki uyum, kararlılık ve süreklilik mükemmeldir; çünkü her şey ölçülü ve uygun yaratıl­mıştır. Bütün kâinat ve her şey bir gerçeği —Tevhidi— işaret eder. Bir mümin, Allan­ın yaratılışındaki harika ve mucizevî hadise­leri görmekten büyük haz duyar. Çünkü onun inancı bilgiye ve ilme dayanmaktadır.

Bilen insanla, bilmeyen arasında büyük bir fark vardır (39: 9). İnanan bir kiş Allah'ın, kâinatın hâkimi olduğunu görür ve anlar; bir materyalist ise kâinatın maddî-yapısında ta­kılır kalır. Göklerin ve yerin dış görünüşle­rinin ötesini göremez, onları sonsuz ve de­vamlı olarak kabul eder. Öte yandan âlim bir insan, ebedî olanın ancak kâinatın Yaratıcı­sına ait olduğunu bilir. "O, her şeyden ön­cedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kal­mayacağı sondur; varlığı.aşikârdır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bilir." (57: 3). Böylece, Kur'an-ı Kerim bu dünya­nın fani; ebedî olanınsa yalnız Yaratıcı oldu­ğunu açıklayarak, kâinattaki evvel ve ahir ha­kikatin Allah olduğunu vurgulamaktadır.

Bu şekilde, Kur'an-ı Kerim insanı kâinatın bütüncül yapısını müşahade etmeye çağır­makta bazı ipuçları vererek, insan aklını, ta­biatın fizikî fenomeni üzerinde derin bir şe­kilde düşünmeye teşvik etmekte, dünyevî ve uhrevî bilimlerden faydalanmaya davet et­mektedir (55: 33). Kur'an-ı Kerim, bilgisiyle insanın bütün yaratıkların en üstünü oldu­ğunu belirtir (2: 30). Fakat Allah'ın ayetle­rini görmeyen, düşünmeyen ve O'nu inkâr edenler kör olarak tanımlanmaktadır. "Yer­yüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanla­rı akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüs­lerde olan kalpler de körlesin" (22: 46). As­lında "İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta da­ha da sapıktırlar; çünkü ne işitirler, ne de gö­rürler." (7: 179). Böyle olunca, görenle gör­meyen (35: 19, 13-16), inananla kötülük işle­yen nasıl eşit olur? (40: 58). Gören ve Allah1 in ayetlerini düşünenler emeklerinin karşılı­ğını alacaklar, diğerleri ise hüsrana uğraya­caklardır (6: 104).

Tarih, tabiattaki fizikî yapının gerçeğini kav­ramaktan ve anlamaktan uzak, hayatın mü­şahhas yapısının ötesine geçememiş ve dış görünüşe takılıp kalmış insanların örnekle­riyle doludur (30: 7). Böyleleri aradıklarını bulmuş, fakat her iki dünyanın da nimetle­rinden mahrum kalmışlardır (2: 200). Kur'an-ı Kerim'in diğer bir mucizevî yönü, açık ve anlaşılır olmasıdır. Her yaştaki dü­şünen insanı, âlimi olduğu kadar, sokaktaki insanı da tatmin etmektedir. Her ikisi de Kur'an-ı Kerim'i anlar. Sıradan bir kişi, Kur'an-ı Kerim'deki gerçekleri görür, işitir ve hem bu dünya, hem de ahiret ile ilgili her şeye inanır. Keza, büyük düşünürler de müşahe­de ederek ve akıl yürüterek aynı sonuca va­rırlar; aslında bir resmin görünmeyen yanı­nı zihinleriyle tamamlarlar. Madde ve mad­de ötesini tam olarak anlar ve "üç zihnî me­lekenin —düşünmek, tasdik etmek, inan­mak—' bir araya geldiği dinin bilim, bilimin de din olduğu fikrini desteklerler.

Kur'an-ı Kerim'in bu metodolojisinin büyük bir avantajı, müslüma'n düşünürlerin zihnî veya psikolojik olarak Kur'an-ı Kerim'in ha-kikatları üzerinde fikir yürütmeye peşin hükümlü veya reddedici bir şekilde yaklaş­mamalarıdır. Batı, Kur'an-ı Kerim'in bu me­todolojisini almış, fakat İslâm'ı bir bütün olarak tanımadığı için, ötesinde ne olduğu­nu bilmeden, hatta farkına bile varmadan, materyalizmin kucağına düşmüştür.