๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Haziran 2012, 10:58:45



Konu Başlığı: İddet
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Haziran 2012, 10:58:45
İddet (Bekleme Dönemi)

İddet,  boşanmasından veya kocasının ölü­münden sonra kadının beklemesi İslam Hukuku'nca gerekli kılman belirlenmiş sabit bir sü­redir. O, karı kocanın boşanmanın neticelerini yeniden düşünmelerine fırsat veren ve kadının da hamile olup olmadığının anlaşılmasını sağ­layan bir çeşit intikal müddetidir. Boşanmanın ya da kocanın ölümünün sarsıntısından sonra yeni şartlara alışması için kadına zaman ka­zandırır. İslam, müslümanlara boşanmayla il­gili hususlarda çok sabırlı ve düşünceli olma­larını tavsiye edip hayatları boyunca pişman olabilecekleri aceleci adımlar atmamalarını tenbih eder. Bu konuda, hanımlarının iddeti tamamlanana kadar beklemelerini emreder. Şüphesiz kadınların bu bekleme döneminin sebeplerinden birisi de her iki tarafa da mese­leyi tekrar düşünüp gözden geçirerek ihtilafla­rı gidermeye çalışmaya imkan verilmesidir.

İddet konusu Kur'an-ı Kerim'de şu ifadelerle yer alır: "Ey Nebi, kadınları boşayacağınız vakit iddetlerine doğru boşayın. O iddeti de sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkup sakının. Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar; ancak apaçık çirkince bir hayasızlık göstermeleri başka. Bunlar Allah'ın sınırlan­dır. Kim Allah'ın sınırlarını çiğnerse, gerçek­ten o, kendi nefsine zulmetmiş demektir." (65:1). "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç kur' (hayız ve temizlenme) müddeti bekler­ler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlar­sa Allah'ın rahimlerde yarattığını saklamak onlara helal olmaz" (2: 228). Bu ayet-i keri­meler bekleme dönemiyle ilgili kaideleri açık­lamaktadır. "Kadınlar için belirlenen süre hem kadının-kocanın, (eğer varsa) doğmamış ço­cuğun menfaatine, hem de insan fıtratındaki cinsel kurallara uygun olduğundan, pak ve saf insan toplumunun başlangıç prensiplerinden­dir, ingiliz hukukundaki "decree nisİ" (bozul­masını gerektirecek bir sebep çıkmadığı tak­dirde belirli bir süre sonra kesinleşecek olan boşanma karan) ile "decree absolute" (kat'İ boşanma karan) arasındaki altı aylık fasıla dolaylı yoldan aynı maksada hizmet eder." (A. Yusuf Ali, "The Holy Quran", sh. 1562) Zikredilen ayetler boşanma usulünü ve kadın­ların bekleme sürelerinin hikmetini tesbit et­mektedir. Kadınlar, kocalan kendilerini boşadıktan sonra beklemekle emrolunmuşlardır. Fatıma binti Kays kocası tarafından üç kez boşandıktan sonra Rasulullah (5)'a gitmiş, Rasul-ü Ekrem de ona yeniden evlenmeden önce iddetini beklemesini emretmiştir. (Buhari). Rasulullah, Fürey'a binti Malik b. Sinan'a da takdir edilen müddet bitene kadar evinde kalma emrini yermiştir. (Ebu Davud, Tirmizi, Malik, Nesei, İbn-i Mace ve Darimi).

Tesbit Edilen Süre: Boşanmış bir kadın için bekleme süresi üç kur'luk dönemdir. İmam Ebu Hanife'ye göre bu süre üç hayız müddeti iken İmam Şafii'ye göre bu süre üç tuhurâut. (Tuhur hayızlar arasındaki temizlik dönemidir ki Şafiiler indinde boşanmanın vaki olduğu temizlik dönemi de kuru'ya dahildir. Yani üç tuhur iki hayız ve üç temizlik dönemi üçüncü hayız başladığında süre tamamlanmış olur.) Bu yüzden iddet müddeti sabit sayıda gün. ve­ya ay değildir, kadının üç hayızı yahut üç tu-huru tamamlayacağı periyodu kapsayan dö­nemdir. İmam Ebu Hanife'nin kanaatine göre iddet, hayızla başladığından, hanımını boşa­maya karar veren koca o tuhur (temizlik) dö­neminde karısıyla ilişkide bulunmamalı ve aynı temizlik dönemi sonunda talakı beyan et­melidir. İmam Şafii'ye göre ise iddet tuhur ile başladığından koca, beyanı temizlik dönemi­nin başlangıcında yapmalıdır. Kur'an-ı Kerim müslümanlara, "onlan iddetlerine doğru boşa-yın" (65:1) emrini verir. Diğer bir ifadeyle; bekleme dönemlerini, bu yüzden de sıkmtıla-nnı gereksiz yere uzatmayacak bir anda boşa­maları emredilir. Şayet kadın hayız halinde iken boşanmışsa iddet süresi bu hayızla başla­yacaktır.

Temizlik döneminde ilişkide bulunurlar ve kadın hamile kalırsa iddet müddeti, kadının eziyetini arttırarak çocuğun doğumuna kadar uzar. Bu yüzden İslam Hukuku boşanmaya karar veren erkeklerin tuhur döneminde ha-nımlan ile ilişkide bulunmalarını yasaklar. Bununla birlikte, koca, üçüncü talakın beya­nından önce evlilik ilişkisini yenileyerek ilk haline döndürebilir, ancak son talakın ardın­dan iddet müddeti başladığı vakit bu hakkını kaybeder. "Fakihler bu ayetin (2: 228) tefsiri hakkında ihtilaf etmişlerdir. Hanefi fakihler, kadın üçüncü hayızından yıkanarak temizle­nene kadar kocanın onunla tekrar birleşme hakkına sahip olduğu görüşündedirler. Bu, Ebu Bekir. Ömer, Ali, İbn-i Abbas, Ebu Musa el-Eş'ari, İbn-i Mes'ud'un da görüşüdür. Şafiî ve Malikî fakihler ise kadının üçüncü adetini görmesiyle kocanın onunla tekrar birleşme hakkım kaybedeceği görüşündedirler. Hz. Ai-şe, İbn-i Ömer ve Zeyd b. Sabit de bu görüşü paylaşırlar. Kocanın hanımını bir veya iki kez boşadığı zaman tekrar birleşme hakkına sahip olduğu, ancak talakı üçüncü kez beyan etti­ğinde bu hakkını kaybettiği hususu iyice anla­şılmalıdır." (Ebu A'la Mevdudi, The Meaning of the Qur'an, c. I, sh. 166-167). Bir sonraki ayette (2: 229) bulunan "boşanma iki defadır" ifadesi kocanın yeniden birleşme hakkını, "(sonrası ise) ya iyilikle tutmak ya da güzel­likle bırakmadır" lafzı ise talak üçüncü kez ilan edilmeden önce muhtemel olan bir uzlaş­maya işaret etmektedir.

Ayet-i kerimede bulunan "iyilikle tutmak" ifadesi iki kez talak beyan edenlerin bekleme süresince ikinci bir nikaha gerek duymadan ilk evlilikleri üzerine yeniden hanımlanyla bir araya gelebileceklerini göstermektedir. Yine, şayet hanımıyla güzel bir ilişkiyle ve huzur içerisinde yaşamaya niyetlenirse kocanın onu geri alabileceğini aksi takdirde iddet müddeti­ni tamamlaması için onu bırakması gerektiği­ni de İhtar ederek açıklamaktadır. Ayetin ikin­ci kısmı, iddetin bitiminden sonra ek veya üçüncü bir talaka yahut bir başka bir harekete lüzum duyulmadığını belirtmektedir; zira ka­dına dönmeksizin yalnızca iddet müddetinin tamamlanması evlilik ilişkisini sonlandırmak için yeterlidir. "Ya da güzellikle bırakın" söz­leri bu hususu beyan etmektedir. Ayetle orta­ya konan diğer bir nokta, tıpkı nikah iyi niyet ve letafetle kıyıldığı gibi her iki tarafın payına aynı hisle sonlandmlmasıdır; anlaşmayı de­vam ettirmemeleri bahtsızlıktır, ancak ona nefret, kavga ve düşmanlıkla son verilmeme­lidir. Bu, nezaket, şeref ve iffetin de bir gere­ğidir. Ayette üçüncü talakın ilanı menfi kılın­maktadır, zira koca, bunu kullanmakla iddet müddetinin bitiminden önce geri dönme hak­kına son vermektedir. Bu ise gerçekten her yönüyle gereksiz ve istenilmeyen bir davra­nıştır.

Hayız göremeyecek kadar yaşlı kadınların ya da olgunluk yaşma henüz ulaşmamış genç kızların söz konusu olduğu vakalarda, adet veya temizlenmekle (tuhur) periyodlan olma­dığından iddet konusunda bunlara itibar edile­mez. Bunların iddet müddetleri aylarla hesap­lanır ve üçüncü ayın sonunda boşanma işlerlik kazanır. Farklı oldukları diğer bir husus, ha­yız görmediklerinden her vaziyette, her za­man -kendileriyle temasta bulunulduktan sonra bile- boşanabilrneleridir.

Kur'an-ı Kerim müslümanlara emreder ki; "O iddeti de sayın" (65:1). Tayin edilmiş bekle­me süresini kusursuz bir şekilde hesaplama mesuliyeti, kullanılan arapça kelimenin müzekker olmasına rağmen, eşit oranda kadın ve kocanın her ikisinin üzerine düşer. Keza koca­lar "onları evlerinden çıkarmayın" (65: 17) ile emrolunurlar. Bu emir kanunen onların ha­nımları oldukları müddetçe kadınların onların evlerinde kalma hakkına sahip olduklarını ve kocaların kadınları evlerinden çıkaramıyacak-larmı bütün açıklığı ile göstermektedir. Onla­rı evlerinde barındırmak erkeklerin payına şefkat ve cömertlik değildir; aksine onlardan hukuken ayrılana kadar hakikatte kocaların ahlâki ve hukukî vazifeleridir. Kadınların bu hakkı talakın ilanı ile neticelenemez ve kadın iddet müddeti bitinceye kadar bu evinde yaşa­ma hakkını kullanır. İddet müddeti tamamlan­madan önce kadını dışarı bırakması koca adı­na açık tecavüz ve zulüm olacaktır. Mamafih, şayet kadın aşikâr uçarılıkla mücrim ise iddet müddetinin bitmesini beklemeden önce bile koca onu uzaklaştırma selahİyetine haizdir.

İddet müddeti sona ererken her iki tarafa da yeniden düşünmeleri, ayrılıklarını çözüme ka­vuşturmaları, yakınma ve öfkelerini unutma­ları tavsiye edilir. Çünkü hâlâ barışma fırsatı­na sahip oldukları sınırlı zaman kısa bir süre sonra dolacaktır. "Sonra (üç iddet bekleme) sürelerine ulaştıkları zaman, artık onları ma­ruf (bilinen güzel bir tarz) üzere tutun, ya da maruf üzere onlardan aynim" (65: 2). Artık bu yeniden barışmayı ciddi olarak yeniden düşünüp değerlendirecek son fırsattır; ancak koca, hâlâ ısrarlıysa, o zaman hanımından adıl ve güzel bir tarzda aynlmalıdır. Geri almak veya aynlmak, her iki durumda da Kur'an-ı Kerim "âdil ve maruf şartlar üzerinde ısrar eder. Koca, eğer ona geri dönmeye karar ve­rirse bu, lütuf ve hikmet hislerine kapılmadan, nafakanın kadına göre yeterli olması gibi ada­let üzre olmalıdır; ve eğer ondan ayrılmayı kararlaştirirsa, yine bu da adilane temeller üzerine olmalıdır. "Olabilir ki Allah, bunun arkasından (barışmak için yeni) bir durum oluşturabilir" (64:1) ayeti Allah'ın çiftler ara­sına sulh hasıl edebileceğini hatırlatmaktadır.

Bu ayet-i kerime, kendisinden sonra gelen ve İçerisinde 'tutmak' ve 'ayrılmak' hakkının ko­caya verildiği açıklanan ayeti teyid eder mahi­yettedir. Bu yüzden talağın sert ve kaba söz­cükler ya da Kur'an-ı Kerim'de, "Yine eğer kadını (üçüncü kez) boşarsa artık (kadın) onun dışında bir başka kocayla nikâh-lanmadikça ona helal olmaz" (2: 230) ifade­siyle açıklanan "geri dönüş" kapısını kapata­cak herhangi bir lisan kullanmadan; hayli mu­tedil, yumuşak ve zarif kelimelerle beyan edilmesi gereklidir.

İddet müddetinin sonunda koca ister onu tut­maya isterse ayrılmaya karar versin, her iki durumda da çift iki şahit hazırlamalıdır: "İçi­nizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun. Şahidliği Allah İçin dosdoğru eda edin" (65:1-2). Şahidler, dürüst ve güzel ahlaklı olmalıdır. Bu, her iki tarafın da menfaatlerinin korunma­sı için gereklidir. (Mevlana Müfti Muhammed Şafii, "Mu'arif al-Quran", c. I ve VIII).

İddet Müddetinin Meseleleri: Kocasından boşandıktan sonra, başka biriyle evlenmeden önce kadın belirli bir süre beklemek zorunda­dır. Ebu Amr b. Hafs b. El-Muğire Yemen'de bulunduğu halde hanımı Fatıma binti Kays'ı gaibâne talâk-ı betinle boşamış ve ona Ebu Ayyaş ez-Zurâkî vasıtasıyla beş ölçek arpa göndermişti. Fatıma buna gücenmiş ve koca­sının, "Vallahi sana hiç borcum yoktur" de­mesi üzerine Peygamber'a gelerek mesele­yi anlatmıştı. Rasulullah kendisine, "Senin onda nafaka hakkın yoktur" buyurmuş ve ye­niden evlenmeden önce Ümmü Şerik'in evin­de iddet beklemesini söylemiş ancak daha sonra, "Bu kadın ashabımın ziyaret ettiği bir kimsedir. Sen İbn-i Ümmü Mektum'un yanın­da iddetini bekle, zira o ama bir adamdır, onun yanında örtünü bırakırsın. Yeniden ni-kahlanacak hale geldiğinde bana haber ver" buyurmuştur. Fatıma şöyle demiştir: "İddetimi bitirerek nikah İçin helal olduğumda Rasu­lullah'a Muaviye b. Ebu Süfyan ile Ebu Cehim'in beni istediklerini söyledim. Rasul-ü Ekrem'de cevaben: "Ama Ebu Cehim sopasını omuzundan bırakmaz, Muaviye'ye gelince; o da yoksuldur, hiçbir malı yoktur. Sen Üsame b. Zeyd'le evlen" buyurdular. Ben ona razı ol­madım; fakat tekrar, "Üsame ile evlen" buyur­dular. Ben de onunla evlendim. Allah onda hayır halketti, artık ona gıpta eder oldum." Diğer bir rivayette, kocasının Fatıma'yı üç ta­lakla boşadığı ve kadının başvurusu üzerine Rasulullah'ın, "Hamile olmadıkça ondan nafakan yoktur" buyurduğu ifade edilir. (Müs­lim). Hz. Aişe'ye göre, Fatıma binti Kays ıs­sız bir bölgede yaşamakta ve bulunduğu ma­hal açısından korkuyu bağnnda barındırmakta idi. Bu yüzden Rasulullah ona başka bir yere taşınması için izin vermiştir. (Buhari). Said b. el-Müseyyeb'e göre, kocasının akraba-lanna karşı söyleyeceği çok şey olduğundan Fatıma'ya yer değiştirttirilmiştir. (Şerhü's-Sünne).

Cabir'in rivayetine göre; "Teyzem üç talakla boşandı, müteakiben hurmasını devşirmek is­tedi. Derken onu bir adama (dışarıya ) çık­maktan men' etti. Bunun üzerine o da Rasul-ü Ekrem'e geldi, Rasulullah, 'Hayır sen hurmanı devşir; zira belki tasadduk eder, hayırda bulu­nursun' buyurdu." (Müslim).

Misver b. Mahreme'den rivayet olunduğuna göre, Eşlem kabilesinden Sübey, kocasının vefatından birkaç gece sonra nifas görmüş ve Rasulullah'a gelerek kocaya varmak için ondan izin istemişti. Rasulullah kendisine izin vermiş, o da evlenmiştir. (Buhari).

Rasulullah'ın zevcelerinden Ümmü Sele-me'den varit olan rivayete göre, bir kadının gelerek, "Ya Rasulullah, kızımın kocası öldü, kızımın gözleri de rahatsız. Gözlerine sürme çekebilir miyiz?" demesi üzerine Rasulullah, "Hayır, hayır. Dört ay on gün bekledikten sonra yapabilirsiniz. Siz cahiliye devrinde en kötü elbiselerinizle evinizin en fena kısmında bir sene bekliyordunuz da, şimdi dört ay on gün bekleyemiyor musunuz?" buyurmuştur. (Buhari ve Müslim).

Fürey'a binti Malik'den rivayet edildiğine gö­re, kölelerini aramaya çıkan kocasının köleler tarafından Öldürülmüş olması sebebiyle Beni Hudrİ arasındaki halkına dönmek için Rasul-ü Ekrem'den izin istedi. Fürey'a demiştir ki, ko­cam bana malik olduğu ne bir mesken ne de nafaka bırakmadığından ailem nezdine dön­meyi Rasûlullah'a sordum. Nebi, "Evet" dedi, ancak avluya geldiğimde beni çağırarak, "Takdir edilen süre bitene kadar evinde dur" buyurdu. Fürey'a dört ay on gün iddet bekle­diğini eklemiştir. (Malik, Tirmizi, Ebu Da-vud, Nesei, İbn-i Mace ve Darimi).

Ümmü Seleme nakleder ki, Ebu Seleme vefat ettiği zaman, Rasûlullah beni ziyaret etti. Gözlerime san sabır suyu koymuştum. Rasû­lullah sorarak ne olduğunu öğrenince, "Şüphesiz ki san sabır yüze renk verir, sen onu yalnızca geceleyin sürün ve gündüzün çı­kar; rayiha veya kına ile taranma, çünkü bo­yadır." buyurdu. Ben "ne ile taranayım?" de­diğimde, "sidirle" cevabını verdi. (Ebu Davud ve Neseî). Yine Ummü Seleme'den nakledilir ki, Rasûlullah: "Kocası ölen kadın ne saf­ran renkli veya kırmızı elbise giyebilir, ne de ziynet takabilir; o kına da yakamaz, sürme de çekemez." buyurmuştur (Ebu Davud ve Neseî).

Önceki Kocanın Hakkı: İslam, evlilik ilişki­sinin bağlarını koruyup devam ettirmek için mümkün olan her vasıtayı dener; bu yüzden de evli çifte üçüncü talakın ilanından önce ba­rışma fırsatı tanır. "Bu süre içerisinde "barış­mak isterlerse, kocalan onları geri almada (herkesten) daha çok hak sahibidirler." (2: 228).

Ma'kıl b. Yesar'dan rivayet olunmuştur ki; "Kız kardeşim (Cüheyl binti Yesar) bir erle evli idi. Bu kişi hemşiremi boşadı, iddeti ta­mam oluncaya kadar bekledi de sonra gelip onu yine istedi. Bende kibirim yüzünden öf­kelenerek, 'Sana vaktiyle kız kardeşimi tezvic etmiş ve onu sana (bir aile) fıraşı yapmıştım. Fakat sen kardeşimi boşayıp ondan uzak dur­dun. Şimdi de gelmiş onu yeniden istiyorsun. Hayır, kardeşim sana vallahi ebedi dönüp va­ramaz' dedim. Ancak adam iyi bir kişi idi, kardeşim de kocasına varmak istivordu. Bunun üzerine Allahu Teala el-Bakara Suresinin 232. ayetini inzal buyurdu. Ayet-i kerf meyi Rasûlullah'ın bana okuması üzerine 'Ya Rasûlullah, şimdi ne yapayım?' dedim' Rasul-ü Ekrem, 'Hemşireni eski kocasına tez­vic et' buyurdu. Ben de kibirimi yenip Al­lah'ın hükmüne teslim oldum." (Buhari) Bı nakil, kocaların üçüncü ve son kez talakı ilan etmeden önce iddet müddeti esnasında boşa dıklan hanımlarını geri alma hakkına sahip olduklarını göstermektedir. "Mamafih, koca­nın hanımını bir veya iki kez boşadığı zaman tekrar birleşme hakkına sahip olduğu, ancak talakı üçüncü kez beyan ettiğinde bu hakkını kaybettiği hususu iyice anlaşılmalıdır." (Ebul A'la Mevdudi, "The Meaning of the Qur'an c.I, sh. 166-167).

Dulların İddet Müddeti: Dulların da yeniden evlenmeden önce beklemek zorunda oldukla­rı hükme bağlanmış iddetleri vardır. Kocalarının ölümünden sonra dört ay on gün bekle­mekle emrolunmuşlardır. Emir şu ayetle veril­miştir: "İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıkları eşler, kendi kendilerine dört ay on (gün) beklerler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onlann kendileri hakkında meşru bir şe­kilde yaptıklarından dolayı size günah yoktur." (2:234).

Bu tayin edilmiş bekleme süresi henüz koca­sıyla ilişkide bulunmamış olan dullara da tat­bik edilir. Gebe dullar bu kural için istisna oluştururlar. Hamile dulların iddeti ister koca­nın ölümünden hemen sonra, isterse aylarca sonra olsun doğum yapmasına kadar sürer. Dul kadınlar "bu süre içerisinde yeniden evlenemezler ve herhangi bir şekilde kendilerini süsleyemezler." Rasûlullah, dul kadınların iddet müddetince ziynet eşyaları takmalarını ve renkli-canlı elbiseler giymelerini yasakla­mıştır.

Ümmü Atıyye'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah, "Allah'a ve ahiret gününe ina­nan bir kadının, kocasına tuttuğu dört ay on gün müstesna hiçbir meyyit için üç günden fazla yas tutması helal olmaz" buyurmuştur. (Buharî ve Müslimj. Rasûlullah'in; "Koca­sı ölen kadın ne safran renkli veya kırmızı el­bise giyebilir, ne de ziynet takabilir; o kına da yakamaz, sürme de çekemez." buyurduğunu Ümmü  Seleme  nakleder.  (Ebu  Davud ve Nese).

Bununla birlikte, dul kadının emredilen iddet dönemini merhum kocasının evinde mi geçi­receği konusunda farklı fikirler vardır. Aişe, İbn-i Abbas, Ali ve diğer güzide fakihlerin bazıları kadının bu müddeti nerede isterse geçirmekte özgür olduğu görüşündedirler. An­cak Ömer, Osman, İbn-i Ömer, dört imam ve seçkin fakihlerin cumhuru dul kadının, rah­metli kocasının evinde ikamet etmesi gerekti­ği görüşündedirler.

Süt Emme ve Sütten Kesme: İslam, hem ço­cuğun hem de ebeveynin faydasına olarak ço­cuğun süt emme ve sütten kesme dönemleri için de kurallar belirlemiştir. Kur'an-ı Kerim bu kuralları şu ifadelerle zikreder: "Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. (Bu hüküm) Emzirmeyi tamamlamak isteyen(ler) içindir. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği bilenen (örf)e uygun olarak, çocuk kendisinin olan (babaya) aittir. Kimse güç yetireceğinden faz­lasıyla mükellef tutulmaz. Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuk kendisinin olan baba da çocuğu sebebiyle zarara uğratılmasın;_mi-rascıya düşen (sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rıza ve müşavere ile (çocuğu iki yıl tamamlamadan) sütten ayırmayı isterlerse ikisinin üzerine de vebal yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz, örfe uygun su­rette vereceğiniz (emzirme ücretin)i ödemek şartıyla yine uhdenize vebal yoktur." (2: 233). Bu kurallar, ister boşanma, ister hulu, isterse mahkeme kararı ile olsun karı ve kocanın ay­rıldığı ve çocuğun hâlâ emzikte olduğu bütün vakalara tatbik edilir.

Kadın Tarafından Boşanma (Hulu') İle İl­gili Kurallar: İslam evlilikte kadına eşit hak­lar vermiştir. Kadınlar, artık kocalarıyla daha fazla yaşayamayacaklarını düşündükleri za­man onlardan boşama isteyebilirler. Bu boşa­ma türü İslam Hukuku'nda hulu olarak adlan­dırılır ve Kur'an-ı Kerim'in ifadelerinden kay­naklanır: "Onlara verdiklerinizden bir şeyi ge­ri almanız sizin için helal değildir; ancak er­kek ve kadının Allah'ın sınırlarım ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları (başka). fiğer ikisinin Allah'ın sınırlarını muhafaza edemeyeceklerinden korkarsamz, o zaman (kadının) ayrılmak için fidye vermesinde ikisi için de günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın sınırlandır, onlara tecavüz etmeyin. Kim Al­lah'ın sınırlarına tecavüz ederse, onlar zalim­lerin ta kendileridir."(2: 229).

Dolayısıyla, kocasına bir miktar tazminat ve­rerek kadının ondan boşanması mümkündür. Bu, eşlerin karşılıklı anlaşmasıyla olabilir ve iki şahidin önünde ayrılma gerçekleştirilir; şa­yet çiftler bir anlaşmaya ulaşamazsa kadın ay­rılmak için mahkemeye başvurabilir. Nakledi­lir ki, Sabit b. Kays'ın hanımı Rasulullah'a gelip kocasından ayrılmayı talep etmiş, Rasul-ü Ekrem'de kadına, "Sana mehİr olarak verdi­ği bahçeyi ona iade eder misin?" diye sormuş, kadının olumlu cevap vermesi üzerine Rasu­lullah , Sabit'e; "Ey Sabit, bahçeyi kabul et ve hanımını boşa" buyurmuştur. (Buhari).

Raşid halifelerden Ömer, hulu'ya yetkililerin izni olmadan bile müsade ederdi; Osman ise, hulu davalarında kocasının talakı vermesine karşılık kadının saçını bağladığı kurdele dı­şında herşeyi almasına razı olurdu.

Nafaka: Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir ki, Ebu Süfyan'ın karısı Hint binti Utbe, Peygam­ber'in yanma gelmiş ve; "Ey Allah'ın Rasu-lü, Ebu Süfyan bana ve çocuklarıma yetecek kadar maişet vermeyen gerçekten pek cimri bir adamdır. Ancak onun haberi olmaksızın malından bir şey alırsam o başka. Acaba bun­da bana bir günah var mıdır?" demiş, Rasulul­lah da cevaben, "Onun malından sana ve çocuklarına yetecek kadarını ma'ruf veçhile al" buyurmuştur. (Buhari ve Müslim). Nakle­dilir ki, adamın birinin gelip, "Ben varlık sa­hibi birisiyim, babam da benim malıma ihti­yaç duymaktadır" demesi üzerine Rasulullah, "Sen ve senin mal varlığın babana aittir. Çocuklarınız ise kazandıklarınızın en hayırlıları arasındadır. Öyleyse, çocuklarınızın kazan­dıklarını yiyiniz" buyurmuştur. (Ebu Davud ve İbn-i Mace). Bir rivayete göre adamın biri Rasulullah'a gelerek, "Malı olmayan fakir biriyim. Yanımda gözettiğim yetim bir çocuk var. Onun malından yiyebilir miyim?" diye sormuş, Rasul-ü ERrem , "Müsrif olmamak, ihtiyaç duymadan almamak ve bir köşeye bi­riktirmemek kaydıyla ondan ma'ruf bir tarzda faydalanabilirsin" buyurmuştur (Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mace).