Konu Başlığı: Hz. Muhammed in Statüsü Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Haziran 2012, 18:09:28 HZ. MUHAMMED'IN FERD VE RASÜL OLARAK STATÜSÜ Genel kabul görmüş hususlardan birisi de, Rasulullah'ın yalnızca elçi sıfatıyla ortaya koyduğu kavlî ve amelî uygulamalarının müminler için yükümlülük ifade ettiğidir. Bir ferd olarak yaptıkları ve söyledikleri mutlaka hürmetle karşılanır, ancak İslam Şeriati'nin bir parçası olmadığından uymak mecburiyeti yoktur. İmam Müslim Sahih'inde Rasulullah'ın hayatının bu yönü üzerine ayrı bir bölüm açmıştır. Kitabında, dinle ilgili bütün meselelerde Rasul'ü izlemenin mecburi olduğunu; ancak hakkında genel bir prensibin bulunmadığı aile olaylarında veya teknikle alakalı konularda kişinin kendi görüşüne göre hareket etmekte serbest olduğunu ısrarla belirtir. Musa b. Talha, Rafi' b. Hadic ve Enes tarafından rivayet olunur ki, Allah'ın Rasulü Medine'ye geldiğinde, hurma ağaçlarının üzerine çıkmış ve aşılamakla meşgul kişilerin yanından geçerken; "Bu insanlar ne yapıyorlar?" diye sordu. Sahabelerden bazıları aşılama yaptıklarını böylece daha fazla meyve elde ettiklerini ifade ettiler. Bunun üzerine Rasulullah, "Bir faydası olacağım zannetmem" diyerek fikrini belirtti. Bu sözü duyan insanlar aşı uygulamasını terkettiler. Sonraları ürünlerin azaldığından haberdar edilen Rasulullah; "Şayet onlara bunun bir faydası varsa, yapsınlar. Ben ancak bir tahminde bulundum. Şahsî görüşümden dolayı beni izlemesinler. Fakat size Allah adına bir şeyi haber verirsem, onu mutlaka alın. Çünkü ben Allah'a asla yalan isnad etmem" buyurur. (Müslim). Bedir Savaşı'nda, savaş alanının seçimi ile ilgili olarak Hübab b. Münzir, Rasulullah'a, "Burası, sana emredilen bir yer midir? Yoksa şahsi bir görüş ve askeri bir taktik mi?" sorusunu yöneltti. Bunun yalnızca kişisel bir görüşten ibaret olduğu Peygamber tarafından beyan edilince Hübab, olmadığını; düşmana en yaxm su Kaynağına kadar ilerlemeleri ve orada konaklamaları gerektiğini; bu su kaynağının ötesindeki kuyulan tıkayıp kendileri için de sarnıç oluşturduktan sonra artık içecek suları kalmayacak olan düşmanla savaşmaları fikrini teklif etti. Rasulullah bunun mükemmel bir plan olduğunu ifade etti ve plan hemen uygulanmaya başlandı. (İbn-i Ishak, "Seerah"). Aile meseleleriyle ilgili olarak şu misaller verilebilir: Rasulullah, Zeyd b. Harise'ye hanımını boşamamasını öğütledi, ancak o bu öğüdü kabul etmeyip hanımını boşadı. Berire, hürriyetine kavuştuktan sonra kocasıyla kalmayı reddetti. Rasul, kocasının Berire'ye olan sevgisi ve eşlerin sahip oldukları çocuklar nedeniyle kadına kocası Mugiyş'le birlikte kalmasını tavsiye etti. Berire bunun emir olup olmadığını sorduğunda Peygamber, "Hayır; bunu nasıl emredebilirim, ben sadece şefaat ediyorum" buyurdu. Berire de artık kocasına ihtiyacı bulunmadığını belirtti (Buharı). Rasulullah'a itaat her müslüman için zorunlu olmakla birlikte, O'nun Peygamber ile insan statüleri arasında ayırım yapmak; bir davranışın nebi vasfıyla yapıldığına -dolayısıyla itaat etmemiz gerektiğine- ve diğer bir davranışın insan vasfıyla yapıldığına -dolayısıyla izlemekle kayıtlı olmadığımıza- karar vermek ne kişi için pratikte mümkündür ne de kişinin hukuki yükümlülükleri arasındadır. Bu ayıtımı yapabilmenin tek yolu konunun ya Rasulullah tarafından, ya da Kur'an ve sünnetten çıkarılan şeriat prensiplerince vuzuha kavuşturulmasıdır. Bunun birçok örneği Rasulullah döneminde bulunmaktadır. Ashab, kendi fikirlerini öne sürmeden önce, söz ve davranışlarının Allah'ın hükmü üzerine mi kurulu olduğunu, yoksa kendi kişisel görüşü mü olduğunu daima Peygamber'dan sorarlardı.O'nun şahsi görüşü olduğunu anladıklarında da kendi tekliflerini ortaya koyarlardı. Bu olaylardan bir kaçı yukarıda zikredilmiştir. Burada bir misal daha gösterelim: Ahzab Savaşı sırasında Rasulullah'ın Beni Gatafan ile sulh andlaşması teklifi üzerine, Sa'd b. Mu'az ve Ca'd b. Ubade kendi görüşlerini açıklamadan önce kararın vahye mi dayandığı, -ki bu durumda bir şey söylemeye yetkili olmayacaktı- yoksa Nebi'nin kendi şahsi görüşü mü olduğu hakkında sualler yöneltmişlerdir. Bazen de problemin kendisi, kararın O'nun şahsi görüşü olduğunu ortaya koymaktadır. Zeyd b. Hari-se'nin boşanması hususunda olduğu gibi. Bunlar Rasulullah'ın hayatında yer alan ve O'nun tarafından vuzuha kavuşturulan misallerden bir kısmıdır. Ancak bazı problemler de vardır ki ayırım ancak şeriat prensiplerinin ışığında yapılabilir. Yiyecek ve giyecekler konusunu ele alalım. O'nun yiyecek ve giyeceklerle ilgili hayatının bir yönü, Arabistan halkınca yaygın olarak kullanılan hususi giyim tipi ve sitili ile kendi kişisel üslubunun O'nun giyiminde rol oynamasıdır. Benzer şekilde, ferdi zevkinin de pay sahibi olduğu o dönemin Arab malikanelerinde çoğunlukla pişirilen yiyecekleri yemesidir.İkinci yönü ise, söz ve davranışlarıyla şeriat ve İslam ahlakının giyecek ve yiyecek hususundaki sınırlarını öğ-retmesidir. Rasulullah tarafından öğretilmiş olan şeriat düsturlarından biliyoruz ki, ilki onun şahsi davranışlarını, ikincisi ise Nebi olarak hareketlerini gösterir. Bu, Allah'ın Ra-sulü'nü öğretmekle yükümlü olarak gönderdiği Şeriat'ın, insan hayatının bir cephesiyle ilgili olarak onların yemeklerini nasıl pişireceklerini yahut giyeceklerini nasıl ve ne türde yapacaklarını muhtevi olması nedeniyledir. Mamafih, meşru-gayri meşru, helal-haram sınırlarını belirlemek ve insanlara inananların ahlak ve kültürüne uygun tavır ve itiyatları öğretmek onun sınırları arasında yer alır. (Ebu'l A'la Mevdudi; Sunnat-i Nabawi ki Qanuni Hafhiyat, Sayyarah Digest, Rasûl özel sayısı, c.II, 1973). İster Rasulullah'ın açıklamalarıyla isterse O'nun tarafından öğretilen şeriat prensipleriyle vuzuha kavuşturulmuş olsun; bilginin kaynağı, Nebi'nin eğiticiliği-öğreticiliğidir. Diğer bir ifadeyle, O'nun şahsi hareketlerini belirleyebilmek için, sahip olduğu nübüvvet vasfıyla O'na yönelmek zorundayız. Nübüvvet vasfı bir tarafa bırakılacak olursa, O'nun şahsi yönüyle müminlerin uygulamaları arasında doğrudan hiçbir ilişki yoktur. Hz. Muhamnıed'ın bu iki konumu arasında ayrım yapmak ne müminlerin kaygısına ne de yükümlülüklerine dahildir. Bütünüyle uygulamaya yönelik bakış açısından, O, yalnız bir konuma sahiptir: Allah'ın Rasulü'dür. Bir insan olarak hareketleri İle Allah'ın elçisi olarak emirleri arasını ayırmaktan ve zaman zaman O'nun şahsi hareketlerinden haberdar edilmişsek, bu, bizzat Rasulullah'ın izahı sebebiyledir. Diğer bir ifadeyle, bu tür kayıtlamaları belirleyen de, bu hareket serbestliğini kullanmayı öğreten de Rasulullah'dır. Rasulullah'ın konumunu bütün açıklığıyla ortaya koyan ve Ebu Hüreyre'den rivayet olunan bir hadiste O; "Her kim bana itaat ederse, Allah'a itaat etmiştir. Her kim bana isyan ederse Allah'a isyan etmiştir. Emir'e itaat eden bana itaat etmiştir, emre asi olan bana asi olmuştur. Emir, kavgaya tutuşmuş ve sığınak arayanlar için sadece bir kalkandır. Bu yüzden, eğer Allah'dan korkup sakınır ve adaletle hükmederse mükafatla karşılaşacaktır. Fakat başka bir bakışa sahipse bu hususta sorumlu tutulacaktır" buyurmuştur. (Buhari ve Müslim). |