Konu Başlığı: Hulu' Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Haziran 2012, 11:09:56 Hulu' (Kadının İsteği Üzerine Boşanma) Koca, nasıl hoşlanmadığı ve birlikte yaşayamadığı hanımını boşama hakkına sahipse, hemen hemen benzer şekilde kadın da hoşlanmadığı ve birlikte yaşayamadığı kocasıyla hulu' yapma hakkına sahiptir. Kadının bu hakkının ahlakî ve hukukî olmak üzere iki veçhesi vardır: Ahlâkî Yönü: Çaresiz kalmış ve başka bir seçeneği de olmayan ferd için, ister erkek olsun isterse kadın, boşanma veya hulu' yoluyla ayrılma son çözümdür. Ferd bu seçeneği sadece kendi zevki için kullanmamalı, huluyu alay konusu ve oyuncak edinmemelidir. Rasulullah bu hususu bir çok hadisiyle kati surette anlaşılır kılmıştır. Şöyle buyurmuştur: "Evlenin, boşanmaym; zira Allah, şehvetleri peşinde koşan kadın ve erkeklerden hoşlanmaz.", "Şehvetlerini tatmin için sık sık boşanan çeşnici erkeklere ve çeşnici kadınlara Allah lanet eder" ve "Geçerli sebebi olmadan zevcinden hulu' İsteyen kadına Allah ve melekleri lanet eder; huluyu istihza konusu yapan kadınlar münafıktırlar." (Hukuku'l Zevceyn). Hukukî Yönü: İslam hukuku insanların hak ve sorumluluklarını belirler. Konuya yalnızca erkeğin boşama hakkı olduğu görüş açısından bakmaz, kadına da hulu hakkı vererek kan ve koca olarak birlikte yaşamalan imkansız hale geldiğinde her ikisinin de ayrılmak için benzer haklara sahip olmasını sağlar. İslam Hukuku, sadece taraflardan birinin haklarmı kullanmakta diğerine karşı adaletsizlikte bulunduğu an müdahale eder ve meseleyi ıslah edip düzelterek rencide olmuş tarafın hususi haklarını hukukun sınırları içerisinde mümkün olduğunca iade edip eski haline koymaya çalışır. Ancak ferdin, erkek ya da kadın, haklarını doğru yahut yanlış tarzda kullanması tama-miyle o ferdin Allah'tan korkup sakınmasına ve adalet idrakine bağlıdır. Kişinin yetkilerini adilane mi yoksa nefsani arzularına bağlı olarak mı kullandığına diğer insanlar hakkıyla karar veremez. Hukuk, bu tabii hakkı tanıdıktan sonra, ancak diğer taraf aleyhine haksız ve kanunsuz kullanımını kontrol edebilmek için belirli sınırlamalar getirebilir. Erkeklere boşanma hakkının muayyen kayıtlarla verildiğini boşanma başlığı altında zikretmiştik. Burada yeniden misal vermek gerekirse, koca, hanımını hayız döneminde iken boşayamaz, her talakı ayrı ayrı üç temizlenme döneminde ilan etmelidir, iddet müddetince hanımını yanında bulundurmalıdır, üç talakla kati boşanmadan sonra eski hanımıyla yeniden evlenebilmesi kadının ikinci bir kocaya varması ve yeni kocanın onu boşamasıyla mümkündür... Aynı şekilde, kadına da hulu hakkı muayyen kayıtlamalarla verilmiştir. Kur'an-ı Kerim bu hususu şu ifadelerle zikreder: "Onlara verdiklerinizden bir şeyi geri almanız sizin için helal değildir; ancak erkek" ve kadının Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları (başka). Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını muhafaza edemeyeceklerinden korkar-sanız, o zaman (kadının) ayrılmak için fidye vermesinde ikisi için de vebal yoktur." (2: 229). Bu ayet-i kerime şu hükümleri ihtiva eder: a- Hulu', Allah'ın hudutlarını ihlal etme korkusu olduğunda uygulamaya konmalıdır. "Bir vebal yoktur" ifadesi, hulunun boşanma gibi kötü ve istenilmeyen bîr şey olmasına rağmen Allah'ın sınırlarına riayet edememe korkusunun bulunduğu durumlarda huluya başvurmakta bir günah olmadığı hakikatine şehadet eder. b- Kadın kendisini evlilik bağlarından kurtarmak istediğinde bir kısım zenginliğini feda etmelidir, tıpkı kendi isteğiyle erkeğin hanımını boşadığında mal varlığının bir kısmını feda edeceği gibi. Boşanmayı erkek tarafı yaptığında kadına vermiş olduklarından hiçbir şeyi geri alamaz. Benzer şekilde, aynlmayı kadın isterse kocasından kendisine ulaşan zenginliğin bir kısmından yahut tamamından vazgeçmek zorundadır. c- Verilecek miktar hususunda alanın da bütünüyle muvafakati olmadıkça yalnızca verenin dileği kafi değildir, uzlaşma sağlanamaz. Bu, zenginliğinin bir parçasını kocasına vermesiyle kadının hemencecik ayrılamayacağı anlamına gelir. Ayrılık için kocanın, kadının verdiğini kabul etmesi ve sonra onu boşaması kesinlikle gereklidir. d- Mehirin bir kısmını ya da tamamını boşanmak için kadının kocasına vermesi, kocanın bunu kabulü ve onu boşaması hulu için yeterlidir. "O zaman (kadının) ayrılmak için Jldye vermesinde İkisi jçin de vebal yoktur" ifadesi, hulu'un çiftin karşılıklı anlaşmaları ile tamamlanacağına delalet eder. Bu, mahkeme kararını hulu'un gerçekFeşmesi için bir ön şart sayan kişilerin görüşlerini reddetmektedir. Zaten İslam, evde karşılıklı hürmetle karara bağlanabil iyorsa meselenin yargı organına götürülmesini gerekli görmez. e- Şayet teklif ettiği bedeli kocası kabul etmezse, "Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını muhafaza edemeyeceklerinden korkarsanız" ifadesinden de anlaşıldığı üzere kadın mahkemeye başvurma hakkına haizdir. Ayet-i kerimedeki "korkarsanız" hitabı müslümanlar arasındaki emir sahiplerine (ulu'l emr)dir; zira onların aslî görevleri Allah'ın sınırlarını korumaktır. Bu münasebetle, ne zaman Allah'ın sınırlarını ihlal korkusu varsa bu hudutların muhafazası için devreye girmeli ve kadının, Allah'ın kendisine vermiş olduğu haklarını düzeltip iade etmelidirler. (Ebul A'la Mevdudi, Towards Understanding islam). Kısacası, tesbit edilmiş emirler vardır, fakat bu emirler hangi keyfiyetlerin Allah'ın sınırlarını ihlal etme korkusunu barındırdığını özellikle tayin etmez. Ödenecek olan fidyenin kesin miktarı nedir? Kadın fidyeyi ödemeye razı. anrak kocası kabul etmiyorsa, bu şartlar atında mahkeme nasıl bir hareket tarzı benimsemelidir? Bütün bu benzeri problemlerin ayrıntıları, kendisine kadınlarca hulu' davalarına bakarken Rasulullah'ın verdiği hükümlerde mevcuttur. Rasulullah'dan Misaller: En meşhur hulu' davaları, kocalarının görünüşünden hoşlanmadıkları için Sabit b. Kays'ın iki hanımı tarafından Rasulullah'a getirilen davalardır. Onlardan biri şikayetlerini şu sözlerle sunmuştur: "Ey Allah'ın Rasulü, başım ebediyyen Sabit'in başıyla bir araya gelmeyecek. Zira, çadırın kenarını kaldırdım da onu bir cemaatin önünde gelirken gördüm. Bir de baktım ki, o , cemaatın en karası, boyca en kısası ve yüzce en çirkinidir. Allah'a yemin ederim ki, onu ahlak ve din hususunda ayıplamıyorum, ancak onun çirkin görünüşünden hoşlanmıyorum. Allah'a kasem ederim ki, eğer Allah'tan korkuyor, olmasaydım yanıma girdiği zaman yüzüne tükürürdüm." (İbn-i Cerir). "Ya Rasullu-lah, ne kadar güzel olduğumu görüyorsunuz, oysa Sabit öyle çirkin görünüşlü ki." (Fethü'l Bari'de Abdürrezzak). "Sabit'i ahlak ve din hususunda ayıplamıyorum. Lakin ben (kocaya itaat ve onun hanımı iken namus ve iffeti korumak hususlarında Allah'ın hududlarını aşmak korkusuyla) İslam'da küfürden ikrah ediyorum." (Buhari ve Nesei). Rasulullah bu şikayetleri dinledikten sonra, "Ona bahçesini iade eder misin?" diye sormuş, kadın, "Evet ya Rasulullah, şayet daha fazla isterse ziyade de veririm" deyince Ra-sul-ü Ekrem, "Ziyade kabul olunmaz, ancak bahçesini geri vermen gerekir" buyurmuş ve Sabit'e bahçeyi kabul edip hanımını boşamasını emretmiştir. (Buhari ve Nesei). Sabit'in diğer hanımı Habibe b. Sehl el-Ensari'nin şikayetleri ise şu şekilde idî: Birgün Rasulullah hücre-i saadetlerinden çıktığında Habibe'yi dışarıda bekler bulmuş, meselenin ne olduğunu öğrenmek istediğinde Habibe, "Sabit ve ben birlikte yaşayamıyoruz" demiş, Sabit geldiğinde Rasul-ü Ekrem kadının söylediğini ona aktarmıştır. Sonra Habibe, "Ey Allah'ın Rasulü, Sabit'in verdiği her şey be-nimledir" demiş, Rasulullah da Sabit'den bunları almasını ve hanımını bırakmasını istemiştir. (Malik ve Ebu Davud). Bu olayı Hz. Aişe de şu ifadelerle rivayet eder; "Sabit, hanımı Habibe'yi o derece dövmüştü ki neredeyse kemikleri kırılacaktı. Bunun üzerine Habibe, Rasulullah'a yakınmış ve Nebi de kadından bir parça mal almasını ve ondan ayrılmasını Sabit'e emretmiştir." (Ebu Davud ve İbn-i Mace). Nitekim Habibe'nin İbn-i Mace tarafından aktarılan sözleri, onun da Sabit'in ilk hammıyla aynı şikayetlerde bulunduğu ve konunun dövülmek değil, kocanın çirkin görünüşü olduğunu göstermektedir. İlginçtir ki Habibe'nin sözleri Sabit'in ilk hanımı olan Ha-mile'nin sözleriyle tam bir benzerlik göstermektedir. (İbn-i Mace). Ömer b. Hattab'a geçimsizlikle ilgili bir dava getirilmişti. Ömer kadına nasihat edip kocasıyla kalmasını Öğütledi, ancak kadın kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer, kadını çöp dolu bir odaya kapattı. Üç gün sonra odadan çıkartılan kadına Ömer tarafından nasıl olduğu sorulunca, "Allah'a yemin ederim ki bu geceler boyunca gerçek rahatlığı tattım" cevabını verdi. Bu sözleri işiten Ömer, kocaya küpelerin karşılığında bile olsa kadına hulu vermesini emretti. Rabi'a binti Muavviz b. Hadira bütün varlığı karşılığında kocasından boşanmak istemiş, ancak kocası kabul etmemişti. Mesele Osman b. Affan'a sunulduğunda, Osman, kocaya gerekiyorsa kadının bütün varlığını, hatta kadının saçlarını bile almasını, fakat kadına hulu vermesini emretti. Hulu' İle İlgili Hükümler: Yukarıda zikredilen deliller şu hususları ortaya koymaktadır: a- Kur'an-ı Kerim'in, "Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını muhafaza edemiyeceklerinden korkarsanız" ifadesi üzerine yapılan izahlar ve Rasulullah'a sunulan olaylar göstermektedir ki, kadının kocasından nefret ettiği ve onunla onun hanımı olarak yaşayamadığı kesinlik kazanırsa çiftin ayrılmasını sağlamak daha faydalıdır. Bu haldeki bir kadını kocasıyla birlikte zorla tutmak; din, ahlak ve kültür açısından kadının boşanmasını sağlamaktan daha kötüdür. İlk zikredilen durumun, şeriatın gerçekleşmesini istediği hakiki gaye ve hedefleri tehlikeye atması muhtemeldir. Bu yüzden, kadının kocasından nefret ettiği ve onunla yaşamak istemediği kuşkusuz ortaya çıktığında hulu yolu kullanılmalıdır. b- Ömer b. Hattab'ın hareketi, kadı ve hakimin kadının kocasından gerçekte ne kadar nefret ettiğini ortaya koymak için uygun tedbirleri benimseyebileceğini göstermektedir. Ta ki evli çiftin birlikte yaşayamayacağı şüpheye mahal bırakmayacak tarzda tayin edilebilsin. c- Ömer b. Hattab'ın davranışı, nefretin sebebini bulmanın gerekli olmadığını da tesbit etmektedir. Diğer İnsanların önünde açıklanamayan ancak husumete yol açan birçok sebep vardır. Başkaları tarafından yeterince değerlendirilemeyen fakat kocayla bütün gün ve gece boyunca yaşayan kişinin kalbinde husumet oluşturan sebep bu türe dahil olabilir. Bu yüzden kadı yahut hakimin görevi yalnızca kadının gönlünde kocasına karşı husumet olup olmadığını ortaya çıkarmaktır; kadının gösterdiği delillerin kin oluşturmak için yeterli olup olmadığına karar vermek hakimin ne işi, ne de görevidir. d- Kadı veya hakim nasihat ve tavsiye yoluyla kadını kocasıyla birlikte tutmayı elbette deneyecektir. Ancak kadını arzusu hilafına zorlayamaz, zira hulu Allah tarafından kadına verilmiş bir haktır. Şayet kadın kocasıyla birlikte yaşamakla Allah'ın sınırlarını muhafaza edemeyeceğinden korktuğunu ifade ederse Allah'ın hudutlarını çiğnemek pahasına onun kocasıyla kalması gerektiğini söyleme hakkına artık hiç kimse haiz değildi. e- Hulu davasında, kadının huluyu haklı sebeplere dayanarak mı aradığım, yoksa sadece arzularını mı tatmin etmek istediğini tesbit etmek imkansızdır. İşte bu yüzden Rasulullah ve O'nun raşid halifeleri hulu davalarını mütaala ederken yukarıdaki soruyu önemsememişlerdir. Zaten ilk olarak, bu tür bir soruyu tahkik etmek hakim için mümkün değildir. İkinci olarak, hulu kadına, erkeğe tanınan müşabih boşama hakkına karşılık Allah tarafından verilen bir haktır. Evlilik hususunda çeşni ve haz aramak kadın ve erkeğin her ikisine de şamildir. Kocaya tanınan boşama hakkı hukuken bu tür bir şartla kayitlanmamıştır, bu hakkını çeşni ve haz sebebiyle (hukuken) kullanabilir. Bunun için, kadının hulu hakkı, hukuki hakkının ilgili olduğu kadarıyla, herhangi bir ahlaki kayıtla tahdit edilmemelidir. Üçüncü olarak, hulu arayan kadın şu iki halin birinden müstağni değildir: O, ya bunun için gerçekten meşru bir ihtiyaç hissetmektedir, ya da yalnızca haz ve çeşni peşinde koşmaktadır Şayet ilk faktör geçerliyse kadının isteğini geri çevirmek ona zulmetmek olacaktır. Ve eğer ikinci faktör geçerliyse hulu vermekten imtina etmek şeriatin önem addettiği hedefleri tehlikeye atabilir; çünkü kadın mizacen şehvet peşinde koşan biri ise, şehvetini tatmin etmek için çeşitli planlar tasarlayacaktı Şayet bunu meşru yollarla sağlamasına izin verilmezse mizacının gereklerini haram yollarla karşılama gayretine girişecektir ki bu da huludan çok çok beter olacaktır. Kadının birbiri peşi sıra elli kez kocasını değiştirmesi, izdivaç halinde iken bir kez zina yapmasından daha hayırlıdır. f- Şayet kadın hulu ister de kocası razı olmazsa, hakim, kocaya hanımım bırakmasını emreder. Bu tür bir davada Rasulullah ve O'nun raşid halifeleri, kocaya, kadının verdiği bedeli kabul edip onu boşama emri vermişlerdir. Ve davalının, hakimin emrine uyması gereklidir; öyle ki uymayacak olursa bu itaatsizlik için hapsedilebilir. İslam Şeriatı'nda kadı veya hakimin konumu, kararları davalının kabul veya reddedebileceği tarzda tavsiye niteliği taşıyan bir damşman-müşavir mevkisi değildir. Eğer hakimin konumu bu tarzda bir danışmanlık olsaydı, insanların meşru şikayetleri ile mahkemeye başvurmalan fikri abes hale gelirdi. g- Rasulullah'ın izahlarına göre hulu usulü kati talaka eşittir ve huludan sonra kadının id-deti müddetince koca uzlaşma selahiyetine haiz değildir. Zira bu tür bir selahiyet hulunun gayesini hükümsüz kılar. Kadın evlilik bağlarından azade olmak için kendi mal varlığının bir kısmını kocasına verir, koca da bu varlığı kabul eder, fakat hanımını salıvermez ise bunun adı yalnız ve yalnızca hile-dolandırıcılık -ki İslam haram kılmıştır- olur. Ancak kadın, kocasıyla yeniden evlenmek isterse, evlenebilir. Çünkü hulu ile gerçekleşen ayrılık; kendisinden sonra tek bir yolla -kadım n başka bir erkekle evlenmesi, evliliklerinin temasla tamamlanması ve sonra bu erkeğin kendi İsteğiyle kadını boşaması (tahlil) yoluyla- çiftlerin yeniden evlenebilmeleri helal olan muğal-la türü bir boşanma değildir. h- Allah, hulu' için tazminat miktarının tesbiti üzerine bir kayıt koymamıştır. Taraflar arasında karşılıklı olarak hangi miktarda anlaşılmışsa, hulu o miktar üzerinden gerçekleşir. Bununla birlikte, Rasulullah, hanımına verdiği mehirden fazlasını hulu olarak alan kişiden hoşlanmazdı. Ali b. Ebu Talib bunu tiksindirici ve çirkin (mekruh) görürdü. Bütün seçkin fakihler bu hususta müttefiktirler. Şayet kadm huluyu kocasının tecavüz ve zulmü hasebiyle istiyorsa, az da olsa bir miktar malı kocanın kabul etmesi daha da kerih görülmüştür. : Bu açık ifadelerin ışığında İslam Hukuku'nun bir prensibi olarak şu kural istihraç edilebilir: Hulu' isteyen kadın, kocasının kendisine karşı husumet ve antipati beslediğini ortaya koyabilirse, yahut hakem indinde gerçekten makul benzeri sebepler gösterebilirse mehrinin küçük bir kısmını veya yansım iade ederek hulu sağlayabilir. Ancak kocasının husumet ve an-tipatisini ispat edemez yahut makul sebepler gösteremez ise hulu için mehir miktarının büyük bir kısmım veya tamamını iade etmeli-dir.Bununla birlikte, tavır ve davranışlarından kadının haz peşinde koştuğundan kuşkulanması için hakimin haklı nedenleri varsa ceza olarak kadını mehilinden fazlasını ödemeye zorlayabilir. Hulu'da Hâkimin Yetkisi: Müteakip Kur'an-ı Kerim ayeti hulu prensibini izah etmektedir. "Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını muhafaza edemeyeceklerinden korkarsanız, o zaman kadının ayrılmak için fidye vermesinde ikisi için de vebal yoktur." (2: 229). Ayet-i kerimedeki "korkarsanız"' ifadesi müslüman emir sahihlerine (mahkeme vs. gibi yetki sahibi kurumlar dahil) hitap etmekte olup İslam Hukuku'nun bu alandaki şu ilkesini hatırlatmaktadır: Şayet evli çift hulu üzerinde anlaşamazlarsa yargı organına yönelmelidirler. Bu ilke, kadınların davalarını Rasulullah @'a ve O'nun raşid halifelerine götürmeleri; şikayetlerinin Nebi ve raşid halifelerce dinlenip karara bağlanması gerçeği ile de ispat edilebilir. Rivayetler, eğer taraflar hulu hususunda karşılıklı mutabık kalmazlarsa kadının mahkemeye yönelmesi gerektiğinin açık delilleridir. Burada yeniden belirtilmelidir ki, hakim yalnızca davayı dinlemekle selahiyetli sayılıp kocanın razı olmadığı durumlarda kararını uygulatmak için onu icbar edici güç kendisine verilmemişse, hakimi insanların müracaat edebilecekleri bir mevkiye koymak son derece saçma olacaktır. Bu maksatla, hakimin hulu davalarında gerçekten yetkisiz olup olmadığını anlamak için hadislere bakılması gereklidir. Rasulullah ve O'nun raşid halifelerinin verdiği kararları aktaran ifadeler ya "Ona talakım ver" , "Ondan ayrıl" ve "Onu terket" gibi emir kipi taşımaktadır, ya da kocaya bu sayılanlardan birini yapmasını "Rasulullah emretti" şeklindedir. İbn-i Cerir'in İbn-i Abbas'dan rivayete göre, Rasul-ü Ekrem "Ondan ayrıl" buyurmuştur. Hamle binti Ali SelüTden yapılan nakil de aynı sözleri içerir. Bunlardan sonra hakimin hulu davasında emretme hak ve yetkisine haiz olduğu hususunda herhangi bir şüphe kalmamaktadır. Ne Rasulullah, ne de râşid halifeler döneminde, herhangi bir ferdin mahkeme kararını kabul etmeyi reddetmeye cesaret edebildiği bir olay vuku bulmamıştır. Ancak, Ali b. Ebu Talib'in inatçı kocaya söylediği şu sözlerle kıyas yaparak konuyu aydınlatabiliriz: "Hakemlerin hükmüne hanımının razı olduğu gibi razı olana kadar salınmayacaksın." Eğer hakim, kişiyi hakemlerin hükmünü kabul etmemesi yüzünden tutabiliyorsa, bizzat kendi hükmünü yürütmek için kuvvet kullanmaya daha fazla yetkili demektir. Hakimin bu hak ve yetkisinden dünyanın tüm problemleri içerisinden yalnızca hulu meselesinin istisna kılınması için hiçbir sebep yoktur. Hâkimin hükmüne rağmen kocanın karısını boşamak istemediği durumlarda, hakimin evli çifti ayıracak yetki ve güce sahip olduğunu gösteren örnekler fıkıh kitaplarında mevcuttur. Öyleyse hakim, hulu' konusunda da aynı yetkiye neden sahip olmasın? Ürkeğin kocalık görevini yapamadığı iktidar-sıiölma, erkeklik uzvunun kesik olması, cüz-zam, lökoderma veya deliliğe müptela olma, hıyar-ı buluğ (reşidlik çağına ulaştıktan sonra evlilik bağım geri alma hakkı) ve içtihadın yapıldığı benzeri durumlarla ilgili hususlarda İslam Hukuku'nda var olan tüm davalar karşısında, hakimin kadına hulu sağlayacak yetkilerle donatılmış olması mutlaka gereklidir. Aksi takdirde, günümüz kadınlarının durumları ya bütün hayatlarını ıstırap içinde sürdürmek, intihar etmek ya da nefislerinin arzularıyla zorlanarak düşük bir hayata müptela olmak, irtîdat ile kendilerini evlilik bağlarından kurtarmaya çalışmak olacaktır. Boşanma veya hulu' meselesinin müzakeresi bu kuralların şu genel prensipten istidlal edildiğini açıkça gösterir: Eğer korunabilecekse, Allah'ın sınırlarının muhafazası için kan ve koca arasındaki evlilik ilişkisi Kur'an-ı Kerim'de "imsak bi'l maruf kavramıyla çok geniş ve anlamlı ifadelerle karşılandığı üzere Çift arasında karşılıklı sevgi ve lütufla korunmalıdır. Bu yolla birlikte yaşamaları mümkün değilse güzellikle ayrılmalıdırlar (teşrih bi ihsan). Diğer bir ifadeyle, birlikte iffet, şeref ve dayanışma ile yaşayamayan kan ve koca birbirinden güzellik ve sükunetle, tartışmadan ayrılmalıdır. Hem ruh sağlıklarını, huzurlarını bozup kendi yaşantılarını bedbaht yapacak, hem de aileleri arasında kin ve husumet oluşturacak, toplumda kötülüğü yayacak ve hatta gelecek nesillere bile münkeri bulaştıracak olayları oluşturmaktan kaçınmalan gerekir. İslam Hukuku, toplumda bu tür kötülüklere bir son vermek amacıyla erkeğe boşama (talak ) kadına ise hulu hakkı verir, ta ki insanlar Kur'an tarafından verilen öğüt, (teşrih bi ihsan) üzere hareket edebilsinler. Ancak, hem "imsak bi'l maruf " hem de "teşrih bi ihsan "a uygun hareket etmeyen kavgacı insanlar da vardır. Bazen de, ya iki taraf arasında kendi hakları ile ilgili görüş farklılıkları ortaya çıkar yahut taraflar "imsak bi'l maruf ve "teşrih bi'ihsan" öğütlerinden birine uygun davranmayı güç bulur. Bu yüzden, haklarla ilgili ihtilafı çözmek ve Allah'ın sınırlarını muhafaza etmek için İslam Hukuku boşama (talak) ve huluya ek olarak "kada' sar'i " (mahkeme kararı ile ayrılığa hükmetme) diye adlandırılan üçüncü bir metod daha vazetmiştir. Diğe] bir ifadeyle, yukarıdaki niteliklere sahip heı anlaşmazlık için müslümanlar Şer'î Kanuna göre yargı organlarının kararına başvurmalıdırlar |