๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Haziran 2012, 11:09:56



Konu Başlığı: Hulu'
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Haziran 2012, 11:09:56
Hulu' (Kadının İsteği Üzerine Boşanma)

Koca, nasıl hoşlanmadığı ve birlikte yaşaya­madığı hanımını boşama hakkına sahipse, he­men hemen benzer şekilde kadın da hoşlan­madığı ve birlikte yaşayamadığı kocasıyla hu­lu' yapma hakkına sahiptir. Kadının bu hakkı­nın ahlakî ve hukukî olmak üzere iki veçhesi vardır:

Ahlâkî Yönü: Çaresiz kalmış ve başka bir se­çeneği de olmayan ferd için, ister erkek olsun isterse kadın, boşanma veya hulu' yoluyla ay­rılma son çözümdür. Ferd bu seçeneği sadece kendi zevki için kullanmamalı, huluyu alay konusu ve oyuncak edinmemelidir. Rasulul­lah bu hususu bir çok hadisiyle kati surette anlaşılır kılmıştır. Şöyle buyurmuştur: "Evle­nin, boşanmaym; zira Allah, şehvetleri peşin­de koşan kadın ve erkeklerden hoşlanmaz.", "Şehvetlerini tatmin için sık sık boşanan çeş­nici erkeklere ve çeşnici kadınlara Allah lanet eder" ve "Geçerli sebebi olmadan zevcinden hulu' İsteyen kadına Allah ve melekleri lanet eder; huluyu istihza konusu yapan kadınlar münafıktırlar." (Hukuku'l Zevceyn).

Hukukî Yönü: İslam hukuku insanların hak ve sorumluluklarını belirler. Konuya yalnızca erkeğin boşama hakkı olduğu görüş açısından bakmaz, kadına da hulu hakkı vererek kan ve koca olarak birlikte yaşamalan imkansız hale geldiğinde her ikisinin de ayrılmak için ben­zer haklara sahip olmasını sağlar. İslam Hu­kuku, sadece taraflardan birinin haklarmı kullanmakta diğerine karşı adaletsizlikte bulun­duğu an müdahale eder ve meseleyi ıslah edip düzelterek rencide olmuş tarafın hususi hakla­rını hukukun sınırları içerisinde mümkün ol­duğunca iade edip eski haline koymaya çalı­şır. Ancak ferdin, erkek ya da kadın, haklarını doğru yahut yanlış tarzda kullanması tama-miyle o ferdin Allah'tan korkup sakınmasına ve adalet idrakine bağlıdır. Kişinin yetkilerini adilane mi yoksa nefsani arzularına bağlı ola­rak mı kullandığına diğer insanlar hakkıyla karar veremez. Hukuk, bu tabii hakkı tanıdık­tan sonra, ancak diğer taraf aleyhine haksız ve kanunsuz kullanımını kontrol edebilmek için belirli sınırlamalar getirebilir. Erkeklere bo­şanma hakkının muayyen kayıtlarla verildiği­ni boşanma başlığı altında zikretmiştik. Bura­da yeniden misal vermek gerekirse, koca, ha­nımını hayız döneminde iken boşayamaz, her talakı ayrı ayrı üç temizlenme döneminde ilan etmelidir, iddet müddetince hanımını yanında bulundurmalıdır, üç talakla kati boşanmadan sonra eski hanımıyla yeniden evlenebilmesi kadının ikinci bir kocaya varması ve yeni ko­canın onu boşamasıyla mümkündür...

Aynı şekilde, kadına da hulu hakkı muayyen kayıtlamalarla verilmiştir. Kur'an-ı Kerim bu hususu şu ifadelerle zikreder: "Onlara verdik­lerinizden bir şeyi geri almanız sizin için helal değildir; ancak erkek" ve kadının Allah'ın sı­nırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları (başka). Eğer ikisinin Allah'ın sınır­larını muhafaza edemeyeceklerinden korkar-sanız, o zaman (kadının) ayrılmak için fidye vermesinde ikisi için de vebal yoktur." (2: 229). Bu ayet-i kerime şu hükümleri ihtiva eder:

a- Hulu', Allah'ın hudutlarını ihlal etme kor­kusu olduğunda uygulamaya konmalıdır. "Bir vebal yoktur" ifadesi, hulunun boşanma gibi kötü ve istenilmeyen bîr şey olmasına rağmen Allah'ın sınırlarına riayet edememe korkusu­nun bulunduğu durumlarda huluya başvur­makta bir günah olmadığı hakikatine şehadet eder.

b- Kadın kendisini evlilik bağlarından kurtar­mak istediğinde bir kısım zenginliğini feda et­melidir, tıpkı kendi isteğiyle erkeğin hanımını boşadığında mal varlığının bir kısmını feda edeceği gibi. Boşanmayı erkek tarafı yaptığın­da kadına vermiş olduklarından hiçbir şeyi geri alamaz. Benzer şekilde, aynlmayı kadın isterse kocasından kendisine ulaşan zenginli­ğin bir kısmından yahut tamamından vazgeç­mek zorundadır.

c- Verilecek miktar hususunda alanın da bü­tünüyle muvafakati olmadıkça yalnızca vere­nin dileği kafi değildir, uzlaşma sağlanamaz. Bu, zenginliğinin bir parçasını kocasına ver­mesiyle kadının hemencecik ayrılamayacağı anlamına gelir. Ayrılık için kocanın, kadının verdiğini kabul etmesi ve sonra onu boşaması kesinlikle gereklidir.

d- Mehirin bir kısmını ya da tamamını bo­şanmak için kadının kocasına vermesi, koca­nın bunu kabulü ve onu boşaması hulu için yeterlidir. "O zaman (kadının) ayrılmak için

Jldye vermesinde İkisi jçin de vebal yoktur" ifadesi, hulu'un çiftin karşılıklı anlaşmaları ile tamamlanacağına delalet eder. Bu, mahke­me kararını hulu'un gerçekFeşmesi için bir ön şart sayan kişilerin görüşlerini reddetmekte­dir. Zaten İslam, evde karşılıklı hürmetle ka­rara bağlanabil iyorsa meselenin yargı organı­na götürülmesini gerekli görmez.

e- Şayet teklif ettiği bedeli kocası kabul et­mezse, "Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını mu­hafaza edemeyeceklerinden korkarsanız" ifa­desinden de anlaşıldığı üzere kadın mahkeme­ye başvurma hakkına haizdir. Ayet-i kerime­deki "korkarsanız" hitabı müslümanlar arasın­daki emir sahiplerine (ulu'l emr)dir; zira onla­rın aslî görevleri Allah'ın sınırlarını korumak­tır. Bu münasebetle, ne zaman Allah'ın sınır­larını ihlal korkusu varsa bu hudutların muha­fazası için devreye girmeli ve kadının, Al­lah'ın kendisine vermiş olduğu haklarını dü­zeltip iade etmelidirler. (Ebul A'la Mevdudi, Towards Understanding islam).

Kısacası, tesbit edilmiş emirler vardır, fakat bu emirler hangi keyfiyetlerin Allah'ın sınırla­rını ihlal etme korkusunu barındırdığını özel­likle tayin etmez. Ödenecek olan fidyenin ke­sin miktarı nedir? Kadın fidyeyi ödemeye razı. anrak kocası kabul etmiyorsa, bu şartlar atında mahkeme nasıl bir hareket tarzı benim­semelidir? Bütün bu benzeri problemlerin ay­rıntıları, kendisine kadınlarca hulu' davalarına bakarken Rasulullah'ın verdiği hükümlerde mevcuttur.

Rasulullah'dan Misaller: En meşhur hu­lu' davaları, kocalarının görünüşünden hoşlan­madıkları için Sabit b. Kays'ın iki hanımı tara­fından Rasulullah'a getirilen davalardır. Onlardan biri şikayetlerini şu sözlerle sun­muştur: "Ey Allah'ın Rasulü, başım ebediyyen Sabit'in başıyla bir araya gelmeyecek. Zira, çadırın kenarını kaldırdım da onu bir cemaa­tin önünde gelirken gördüm. Bir de baktım ki, o , cemaatın en karası, boyca en kısası ve yüz­ce en çirkinidir. Allah'a yemin ederim ki, onu ahlak ve din hususunda ayıplamıyorum, ancak onun çirkin görünüşünden hoşlanmıyorum. Allah'a kasem ederim ki, eğer Allah'tan kor­kuyor, olmasaydım yanıma girdiği zaman yü­züne tükürürdüm." (İbn-i Cerir). "Ya Rasullu-lah, ne kadar güzel olduğumu görüyorsunuz, oysa Sabit öyle çirkin görünüşlü ki." (Fethü'l Bari'de Abdürrezzak). "Sabit'i ahlak ve din hususunda ayıplamıyorum. Lakin ben (kocaya itaat ve onun hanımı iken namus ve iffeti ko­rumak hususlarında Allah'ın hududlarını aş­mak korkusuyla) İslam'da küfürden ikrah edi­yorum." (Buhari ve Nesei).

Rasulullah bu şikayetleri dinledikten sonra, "Ona bahçesini iade eder misin?" diye sor­muş, kadın, "Evet ya Rasulullah, şayet daha fazla isterse ziyade de veririm" deyince Ra-sul-ü Ekrem, "Ziyade kabul olunmaz, an­cak bahçesini geri vermen gerekir" buyurmuş ve Sabit'e bahçeyi kabul edip hanımını boşa­masını emretmiştir. (Buhari ve Nesei).

Sabit'in diğer hanımı Habibe b. Sehl el-Ensari'nin şikayetleri ise şu şekilde idî: Birgün Ra­sulullah hücre-i saadetlerinden çıktığında Habibe'yi dışarıda bekler bulmuş, meselenin ne olduğunu öğrenmek istediğinde Habibe, "Sa­bit ve ben birlikte yaşayamıyoruz" demiş, Sa­bit geldiğinde Rasul-ü Ekrem kadının söy­lediğini ona aktarmıştır. Sonra Habibe, "Ey Allah'ın Rasulü, Sabit'in verdiği her şey be-nimledir" demiş, Rasulullah da Sabit'den bun­ları almasını ve hanımını bırakmasını istemiştir. (Malik ve Ebu Davud). Bu olayı Hz. Aişe de şu ifadelerle rivayet eder; "Sabit, hanımı Habibe'yi o derece dövmüştü ki neredeyse ke­mikleri kırılacaktı. Bunun üzerine Habibe, Rasulullah'a yakınmış ve Nebi de kadından bir parça mal almasını ve ondan ayrılmasını Sabit'e emretmiştir." (Ebu Davud ve İbn-i Mace). Nitekim Habibe'nin İbn-i Mace tara­fından aktarılan sözleri, onun da Sabit'in ilk hammıyla aynı şikayetlerde bulunduğu ve konunun dövülmek değil, kocanın çirkin gö­rünüşü olduğunu göstermektedir. İlginçtir ki Habibe'nin sözleri Sabit'in ilk hanımı olan Ha-mile'nin sözleriyle tam bir benzerlik göster­mektedir. (İbn-i Mace).

Ömer b. Hattab'a geçimsizlikle ilgili bir dava getirilmişti. Ömer kadına nasihat edip koca­sıyla kalmasını Öğütledi, ancak kadın kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer, kadını çöp dolu bir odaya kapattı. Üç gün sonra odadan çıkar­tılan kadına Ömer tarafından nasıl olduğu so­rulunca, "Allah'a yemin ederim ki bu geceler boyunca gerçek rahatlığı tattım" cevabını verdi. Bu sözleri işiten Ömer, kocaya küpelerin karşılığında bile olsa kadına hulu vermesini emretti. Rabi'a binti Muavviz b. Hadira bütün varlığı karşılığında kocasından boşanmak is­temiş, ancak kocası kabul etmemişti. Mesele Osman b. Affan'a sunulduğunda, Osman, ko­caya gerekiyorsa kadının bütün varlığını, hat­ta kadının saçlarını bile almasını, fakat kadına hulu vermesini emretti.

Hulu' İle İlgili Hükümler: Yukarıda zikredi­len deliller şu hususları ortaya koymaktadır:

a- Kur'an-ı Kerim'in, "Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını muhafaza edemiyeceklerinden korkarsanız" ifadesi üzerine yapılan izahlar ve Rasulullah'a sunulan olaylar göstermekte­dir ki, kadının kocasından nefret ettiği ve onunla onun hanımı olarak yaşayamadığı ke­sinlik kazanırsa çiftin ayrılmasını sağlamak daha faydalıdır. Bu haldeki bir kadını koca­sıyla birlikte zorla tutmak; din, ahlak ve kül­tür açısından kadının boşanmasını sağlamak­tan daha kötüdür. İlk zikredilen durumun, şe­riatın gerçekleşmesini istediği hakiki gaye ve hedefleri tehlikeye atması muhtemeldir. Bu yüzden,   kadının kocasından nefret ettiği ve onunla yaşamak istemediği kuşkusuz ortaya çıktığında hulu yolu kullanılmalıdır.

b- Ömer b. Hattab'ın hareketi, kadı ve haki­min kadının kocasından gerçekte ne kadar nefret ettiğini ortaya koymak için uygun ted­birleri   benimseyebileceğini göstermektedir. Ta ki evli çiftin birlikte yaşayamayacağı şüpheye mahal bırakmayacak tarzda tayin edi­lebilsin.

c- Ömer b. Hattab'ın davranışı, nefretin sebe­bini bulmanın gerekli olmadığını da tesbit et­mektedir. Diğer İnsanların önünde açıklana­mayan ancak husumete yol açan birçok sebep vardır. Başkaları tarafından yeterince değer­lendirilemeyen fakat kocayla bütün gün ve gece boyunca yaşayan kişinin kalbinde husu­met oluşturan sebep bu türe dahil olabilir. Bu yüzden kadı yahut hakimin görevi yalnızca kadının   gönlünde  kocasına  karşı   husumet olup olmadığını ortaya çıkarmaktır; kadının gösterdiği delillerin kin oluşturmak için yeter­li olup olmadığına karar vermek hakimin ne işi, ne de görevidir.

d- Kadı veya hakim nasihat ve tavsiye yoluy­la kadını kocasıyla birlikte tutmayı elbette de­neyecektir. Ancak kadını arzusu hilafına zor­layamaz, zira hulu Allah tarafından kadına ve­rilmiş bir haktır. Şayet kadın kocasıyla birlik­te yaşamakla Allah'ın  sınırlarını  muhafaza edemeyeceğinden  korktuğunu  ifade   ederse Allah'ın hudutlarını çiğnemek pahasına onun kocasıyla kalması gerektiğini söyleme hakkı­na artık hiç kimse haiz değildi.

e- Hulu davasında, kadının huluyu haklı se­beplere dayanarak mı aradığım, yoksa sadece arzularını mı tatmin etmek istediğini tesbit et­mek imkansızdır. İşte bu yüzden Rasulullah ve O'nun raşid halifeleri hulu davalarını mütaala ederken yukarıdaki soruyu önemsememişlerdir. Zaten ilk olarak, bu tür bir soru­yu tahkik etmek hakim için mümkün değildir. İkinci olarak, hulu kadına, erkeğe tanınan mü­şabih boşama hakkına karşılık Allah tarafın­dan verilen bir haktır. Evlilik hususunda çeşni ve haz aramak kadın ve erkeğin her ikisine de şamildir. Kocaya tanınan boşama hakkı huku­ken bu tür bir şartla kayitlanmamıştır, bu hakkını çeşni ve haz sebebiyle (hukuken) kulla­nabilir. Bunun için, kadının hulu hakkı, huku­ki hakkının ilgili olduğu kadarıyla, herhangi bir ahlaki kayıtla tahdit edilmemelidir. Üçün­cü olarak, hulu arayan kadın şu iki halin birin­den müstağni değildir: O, ya bunun için ger­çekten meşru bir ihtiyaç hissetmektedir, ya da yalnızca haz ve çeşni peşinde koşmaktadır Şayet ilk faktör geçerliyse kadının isteğini ge­ri çevirmek ona zulmetmek olacaktır. Ve eğer ikinci faktör geçerliyse hulu vermekten imtina etmek şeriatin önem addettiği hedefleri tehli­keye atabilir; çünkü kadın mizacen şehvet pe­şinde koşan biri ise, şehvetini tatmin etmek için çeşitli planlar tasarlayacaktı Şayet bunu meşru yollarla sağlamasına izin verilmezse mizacının gereklerini haram yollarla karşıla­ma gayretine girişecektir ki bu da huludan çok çok beter olacaktır. Kadının birbiri peşi sıra elli kez kocasını değiştirmesi, izdivaç ha­linde iken bir kez zina yapmasından daha ha­yırlıdır.

f- Şayet kadın hulu ister de kocası razı ol­mazsa, hakim, kocaya hanımım bırakmasını emreder. Bu tür bir davada Rasulullah ve O'nun raşid halifeleri, kocaya, kadının verdiği bedeli kabul edip onu boşama emri vermişler­dir. Ve davalının, hakimin emrine uyması ge­reklidir; öyle ki uymayacak olursa bu itaatsiz­lik için hapsedilebilir. İslam Şeriatı'nda kadı veya hakimin konumu, kararları davalının ka­bul veya reddedebileceği tarzda tavsiye niteli­ği taşıyan bir damşman-müşavir mevkisi de­ğildir. Eğer hakimin konumu bu tarzda bir da­nışmanlık olsaydı, insanların meşru şikayetle­ri ile mahkemeye başvurmalan fikri abes hale gelirdi.

g- Rasulullah'ın izahlarına göre hulu usulü kati talaka eşittir ve huludan sonra kadının id-deti müddetince   koca uzlaşma selahiyetine haiz değildir. Zira bu tür bir selahiyet hulunun gayesini hükümsüz kılar. Kadın evlilik bağla­rından azade olmak için kendi mal varlığının bir kısmını kocasına verir, koca da bu varlığı kabul eder, fakat hanımını salıvermez ise bu­nun adı yalnız ve yalnızca hile-dolandırıcılık -ki İslam haram kılmıştır- olur. Ancak kadın, kocasıyla yeniden evlenmek isterse, evlenebi­lir. Çünkü hulu ile gerçekleşen ayrılık; kendisinden sonra tek bir yolla -kadım n başka bir erkekle evlenmesi, evliliklerinin temasla ta­mamlanması ve sonra bu erkeğin kendi İste­ğiyle kadını boşaması (tahlil) yoluyla- çiftle­rin yeniden evlenebilmeleri helal olan muğal-la türü bir boşanma değildir.

h- Allah, hulu' için tazminat miktarının tesbiti üzerine bir kayıt koymamıştır. Taraflar ara­sında karşılıklı olarak hangi miktarda anlaşıl­mışsa, hulu o miktar üzerinden gerçekleşir. Bununla birlikte, Rasulullah, hanımına ver­diği mehirden fazlasını hulu olarak alan kişi­den hoşlanmazdı. Ali b. Ebu Talib bunu tik­sindirici ve çirkin (mekruh) görürdü. Bütün seçkin fakihler bu hususta müttefiktirler. Şa­yet kadm huluyu kocasının tecavüz ve zulmü hasebiyle istiyorsa, az da olsa bir miktar malı kocanın kabul etmesi daha da kerih görülmüş­tür.                                                     :

Bu açık ifadelerin ışığında İslam Hukuku'nun bir prensibi olarak şu kural istihraç edilebilir: Hulu' isteyen kadın, kocasının kendisine karşı husumet ve antipati beslediğini ortaya koyabi­lirse, yahut hakem indinde gerçekten makul benzeri sebepler gösterebilirse mehrinin kü­çük bir kısmını veya yansım iade ederek hulu sağlayabilir. Ancak kocasının husumet ve an-tipatisini ispat edemez yahut makul sebepler gösteremez ise hulu için mehir miktarının bü­yük bir kısmım veya tamamını iade etmeli-dir.Bununla birlikte, tavır ve davranışlarından kadının haz peşinde koştuğundan kuşkulan­ması için hakimin haklı nedenleri varsa ceza olarak kadını mehilinden fazlasını ödemeye zorlayabilir.

Hulu'da Hâkimin Yetkisi: Müteakip Kur'an-ı Kerim ayeti hulu prensibini izah etmektedir. "Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını muhafaza edemeyeceklerinden korkarsanız, o zaman ka­dının ayrılmak için fidye vermesinde ikisi için de vebal yoktur." (2: 229). Ayet-i kerimedeki "korkarsanız"' ifadesi müslüman emir sahihle­rine (mahkeme vs. gibi yetki sahibi kurumlar dahil) hitap etmekte olup İslam Hukuku'nun bu alandaki şu ilkesini hatırlatmaktadır: Şayet evli çift hulu üzerinde anlaşamazlarsa yargı organına yönelmelidirler. Bu ilke, kadınların davalarını Rasulullah @'a ve O'nun raşid halifelerine götürmeleri; şikayetlerinin Nebi ve raşid halifelerce dinlenip karara bağlanması gerçeği ile de ispat edilebilir. Rivayetler, eğer taraflar hulu hususunda karşılıklı mutabık kal­mazlarsa kadının mahkemeye yönelmesi ge­rektiğinin açık delilleridir. Burada yeniden belirtilmelidir ki, hakim yalnızca davayı dinlemekle selahiyetli sayılıp kocanın razı ol­madığı durumlarda kararını uygulatmak için onu icbar edici güç kendisine verilmemişse, hakimi insanların müracaat edebilecekleri bir mevkiye koymak son derece saçma olacaktır.

Bu maksatla, hakimin hulu davalarında ger­çekten yetkisiz olup olmadığını anlamak için hadislere bakılması gereklidir. Rasulullah ve O'nun raşid halifelerinin verdiği kararları aktaran ifadeler ya "Ona talakım ver" , "On­dan ayrıl" ve "Onu terket" gibi emir kipi taşı­maktadır, ya da kocaya bu sayılanlardan birini yapmasını "Rasulullah emretti" şeklindedir. İbn-i Cerir'in İbn-i Abbas'dan rivayete göre, Rasul-ü Ekrem "Ondan ayrıl" buyurmuş­tur. Hamle binti Ali SelüTden yapılan nakil de aynı sözleri içerir. Bunlardan sonra hakimin hulu davasında emretme hak ve yetkisine haiz olduğu hususunda herhangi bir şüphe kalma­maktadır.

Ne Rasulullah, ne de râşid halifeler döne­minde, herhangi bir ferdin mahkeme kararını kabul etmeyi reddetmeye cesaret edebildiği bir olay vuku bulmamıştır. Ancak, Ali b. Ebu Talib'in inatçı kocaya söylediği şu sözlerle kı­yas yaparak konuyu aydınlatabiliriz: "Hakem­lerin hükmüne hanımının razı olduğu gibi razı olana kadar salınmayacaksın." Eğer hakim, kişiyi hakemlerin hükmünü kabul etmemesi yüzünden tutabiliyorsa, bizzat kendi hükmünü yürütmek için kuvvet kullanmaya daha fazla yetkili demektir. Hakimin bu hak ve yetkisin­den dünyanın tüm problemleri içerisinden yalnızca hulu meselesinin istisna kılınması için hiçbir sebep yoktur. Hâkimin hükmüne rağmen kocanın karısını boşamak istemediği durumlarda, hakimin evli çifti ayıracak yetki ve güce sahip olduğunu gösteren örnekler fı­kıh kitaplarında mevcuttur. Öyleyse hakim, hulu' konusunda da aynı yetkiye neden sahip olmasın?

Ürkeğin kocalık görevini yapamadığı iktidar-sıiölma, erkeklik uzvunun kesik olması, cüz-zam, lökoderma veya deliliğe müptela olma, hıyar-ı buluğ (reşidlik çağına ulaştıktan sonra evlilik bağım geri alma hakkı) ve içtihadın yapıldığı benzeri durumlarla ilgili hususlarda İslam Hukuku'nda var olan tüm davalar kar­şısında, hakimin kadına hulu sağlayacak yet­kilerle donatılmış olması mutlaka gereklidir. Aksi takdirde, günümüz kadınlarının durum­ları ya bütün hayatlarını ıstırap içinde sürdür­mek, intihar etmek ya da nefislerinin arzula­rıyla zorlanarak düşük bir hayata müptela ol­mak, irtîdat ile kendilerini evlilik bağlarından kurtarmaya çalışmak olacaktır.

Boşanma veya hulu' meselesinin müzakeresi bu kuralların şu genel prensipten istidlal edil­diğini açıkça gösterir: Eğer korunabilecekse, Allah'ın sınırlarının muhafazası için kan ve koca arasındaki evlilik ilişkisi Kur'an-ı Kerim'de "imsak bi'l maruf kavramıyla çok ge­niş ve anlamlı ifadelerle karşılandığı üzere Çift arasında karşılıklı sevgi ve lütufla korun­malıdır. Bu yolla birlikte yaşamaları mümkün değilse güzellikle ayrılmalıdırlar (teşrih bi ih­san). Diğer bir ifadeyle, birlikte iffet, şeref ve dayanışma ile yaşayamayan kan ve koca bir­birinden güzellik ve sükunetle, tartışmadan ayrılmalıdır. Hem ruh sağlıklarını, huzurlarını bozup kendi yaşantılarını bedbaht yapacak, hem de aileleri arasında kin ve husumet oluş­turacak, toplumda kötülüğü yayacak ve hatta gelecek nesillere bile münkeri bulaştıracak olayları oluşturmaktan kaçınmalan gerekir. İslam Hukuku, toplumda bu tür kötülüklere bir son vermek amacıyla erkeğe boşama (ta­lak ) kadına ise hulu hakkı verir, ta ki insan­lar Kur'an tarafından verilen öğüt, (teşrih bi ihsan) üzere hareket edebilsinler. Ancak, hem "imsak bi'l maruf " hem de "teşrih bi ihsan "a uygun hareket etmeyen kavgacı insanlar da vardır. Bazen de, ya iki taraf arasında kendi hakları ile ilgili görüş farklılıkları ortaya çıkar yahut taraflar "imsak bi'l maruf ve "teş­rih bi'ihsan" öğütlerinden birine uygun dav­ranmayı güç bulur. Bu yüzden, haklarla ilgili ihtilafı çözmek ve Allah'ın sınırlarını muhafa­za etmek için İslam Hukuku boşama (talak) ve huluya ek olarak "kada' sar'i " (mahkeme kararı ile ayrılığa hükmetme) diye adlandırılan üçüncü bir metod daha vazetmiştir. Diğe] bir ifadeyle, yukarıdaki niteliklere sahip heı anlaşmazlık için müslümanlar Şer'î Kanuna göre yargı organlarının kararına başvurmalı­dırlar