Konu Başlığı: Hicrî Dördüncü Asırda İçtihad Ve Taklid Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 13 Ağustos 2012, 15:25:00 Hicrî Dördüncü Asır Öncesi Ve Sonrasında İçtihad Ve Taklid Hicrî dördüncü asırdan önce Müslümanlar belli bir mezhebi taklit etme üzerinde hemfikir değillerdi. Ebû Tâlib el-Mekkî (ö. 386/996) Kûtu'l-kulûb adlı eserinde şöyle demektedir: "Kitaplar, mecmualar sonradan ortaya çıkmıştır. Birinci, ikinci asırlarda âlimlerin içtihadlarıyla hüküm vermek, âlimlerden birinin mezhebine göre fetva vermek, onun görüşlerini kabul edip bir meselede onları nakletmek ve onun mezhebine dayanmak diye bir şey halk arasında mevcut değildİ." Ancak dördüncü asırda dahi insanlar, tek bîr mezhebe bağlı kalmak, sırf onu taklit etmek, fıkhı sadece o mezhep üzere öğrenmek, sadece o mezhebin görüşünü nakletmek gibi bir düşünce üzerinde görüşbirliği etmiş değillerdi. Nitekim araştırmalar bunu göstermektedir. Aslında insanlar iki kısımdır: Halk ve âlimler. 1- Halk: Bunlar, Müslümanlar arasında veya müçtehitlerin ekserisi arasında ihtilafsız olan, icma edilmiş olan meselelerde sadece şeriat sahibini taklit ediyorlardı. Abdestin alınış şeklini, guslün nasıl yapılacağını, namaz ve zekatın hükümlerini ve benzerlerini atalarından veya memleketlerindeki âlimlerden öğrenmekteydiler. Onlar bu minval üzere yürüyorlardı. Nâdir olan bir olay ortaya çıktığı zaman mezhep tayin etmeksizin hangisi olursa olsun, buldukları müftiye, o olay hakkında fetva sorarlardı. 2- Âlimler. Bunlar da iki kısımdı: a- Ehl-i hadis: Bunlar sürekli hadisle meşgul olmaları sonucunda, konuyla ilgili bir başka şeye ihtiyaç duymayacak biçimde, bazı fakihlerce de amel edilmiş, terki mazur görülmeyecek olan, feyiz alınacak veya sahih hadise sahip olurlardı, veyahut sahabenin ve tabiînin çoğunluğuna ait, muhalefeti hoş karşılanmayacak güçlü görüşlere ulaşırlardı. Eğer mesele hakkında, naklin birbirine zıtlığı, tercih İmkânının bulunmaması gibi sebeplerle kalbi mutmain kılacak bir şey bulamazlarsa, o zaman daha önce geçmiş olan fukahadan bazılarının görüşlerine başvururlardı. Şayet iki görüş bulurlarsa, bunlardan daha güçlü olanını tercih ederlerdi; görüş sahibinin Medine veya Küfe okulundan olması farketmezdi. b- Ehl-i tahrîc: Bunlar, sarih olarak bulamadıkları şeyleri-tahrîc yoluyla çıkaran ve mezhep içerisinde içtihadda bulunan kimselerdi. Bunlar, imamlarının mezhebine nisbet edilerek anılırlardı. Meselâ, "falan şâfiîdir, filan hanefîdir..." denilirdi. Görüşlerinin çokça muvafık düşmesi hâlinde, hadis âlimleri de bu şekilde belli bir mezhep imamına nisbet edilebilirdi. Neseî ve Beyhakî'nin Şafiî mezhebine nisbet edilmeleri gibi. Kaza ve iftâ görevini ancak müçtehid olanlar üstlenirdi. Ancak müçtehid olan kimseye fakih denirdi. |