๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 30 Temmuz 2012, 18:09:14



Konu Başlığı: Giriş
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 30 Temmuz 2012, 18:09:14
CEZA HUKUKU (I)

Giriş
 
Kur'ân-ı Kerîm'in, emir ve yasakları açıklar­ken, özellikle suç ve ceza ile ilgili emirlerin izahında kendine has bir yol izlediğine şahit oluruz. Böylelikle insanların zihinlerinde ay­dınlık bir inkılâbın oluşmasına çalışılmakta­dır. Kur'ân, kendini dünyanın beşerî ceza (ta'zîr) kanunları gibi sadece suçu ve cezayı belirtmekle sınırlamaz. Aynı zamanda insan­ların dikkatini Allah korkusuna ve Hüküm Günü'nün dehşetine yöneltir; böylece suçlu­nun zihnini arıtmada ve onu eğitmede bilinen bütün diğer metodlardan daha etkili olur. Kur'ân'ın bu hikmetli ve derin metodu dün­yada büyük bir inkılâb meydana getirdi. Mer­hamet ve doğrulukta eşsiz ileri bir toplum te­sis etti.

İslâm Ceza Hukukunu incelemeye geçmeden önce hakkında birkaç hususu açıklamak ye­rinde olacaktır. Beşerî hukukun genel kav­ramlarında bütün cezaların suçlarına hangi suçla ilgisi olduğuna bakılmaksızın ta 'zîr de­nir. Fakat İslâm Şeriatında, suçlar için verilen cezalar üç kategoriye ayrılır: Hudud, kısas ve tâ'zir. Bu kavramların mânasını izah etme­den önce, bir kaç noktayı anlamak gereklidir.

tik olarak; diğer fertleri inciten ya da onlarda yara açan bütün suçlar insanlara zulüm ve Yaratıcının sınırlarına tecavüzdür. Bundan dolayı bu çeşit suçlara hem Allah'ın hakkı hem de ferdin hakkı dahil edilir; çünkü böyle bir fiilin faili her ikisine de mütecavizdir. An­cak bazı konularda ferdin hakkı, diğer bazıla­rında da Allah'ın hakkı ön plandadır. Ceza­landırmada İslâm Şeriatının emirleri hangi hakkın üstün olduğuna dayalıdır.

ikinci olarak; belirli bir kaç suçu hâriç tutar­sak, İslâm Şeriatı hiçbir sabit ceza belirlememiş, fakat onu her suçun zamanına, yerine ve tatbikatına göre hâkimin ihtiyarına bırak­mıştır. Ancak yönetim, bütün ülkede geçerli olmak üzere standart bir ceza sının getirmek veya yer ve zamanın ihtiyaçlarına uygun ola­rak hâkimlerin gücüne tahdit koymayı talep eder. (M. Müfti Muhammed Safi, Ma'arif ü'l-Qur'an,c.m,sh. 115-137).

Kur'ân ve Sünnet'te cezalan belirlenmiş suç­lar iki çeşittir: Allah'ın Hakkının başta geldiği yerde, cezaya hadd (çoğulu hudud), ve fer­din hakkının başta geldiği yerde cezaya kısas denir. Kur'ân hudud ve kısas için cezaları açıkça belirtmiş, Rasûlullah de söz ve fiil­leriyle onları izah etmiştir. Hukuk dilinde hu­dud; Allah Hakkı için kanun tarafından belir­lenmiş cezayı ifade eder. Haddi tesis etmenin esas gayesi, insanlann mütecaviz fiillere kal­kışmalarını engellemektir Diğer taraftan ta'zîr, kanun tarafından derecesi belirlenme­miş bir cezayı ifade eder. Bu işlenen suç, Al­lah'ın veya ferdin haklarına taalluk edebilir; ancak sözle veya fiilen yapılan bu tecavüz için hiçbir haddin belirlenmemiş olması hâlinde ta'zîre karar verilebilir. Ferdin hakla­rını ilgilendiren suçların cezalarına da kısas denir. Kur'ân ve Sünnet tarafından tesbit edilmemiş, fakat hâkimlerin reyine bırakılmış cezalara ta'zir denir.

Ta'zîr cezalan çok hafif veya çok ağır olabi­lir ya da cezadan vazgeçilebilir. Bu dâvalarda hâkimlerin yetkileri çok geniş ve şümullüdür, fakat hududdâ hiç bir hâkimin veya yönetici­nin ya da devletin daha yüksek bir yetkilisi­nin Kur'ân ve Sünnet'te belirtilen cezalan en ufak bir şekilde değiştirmeye, eksiltmeye ve­ya artırmaya hakkı ve selâhiyeti yoktur. Za­manın, mekânın ve durumun değişmesi bile cezayı etkilemez ve hiç kimse onu affetmeye yetkili değildir.

İslâm hukukunda hadler sadece beş suçta uy­gulanır. Yol kesmek, hırsızlık, zina ve kati için cezalar Kur'ân'da belirlenmiştir. Beşinci­si içki içmektir ki, cezası Rasûlullah tara­fından tesbit edilip bütün sahabilerce tasdik edilmiştir. Tevbe bile bu hadlerin cezalannı azaltamaz; yalnız yol kesme babında, şakiler yakalanmadan evvel tevbe ederler ve hâkim­ler tevbelerinin samimiyetine inanırsa ceza uygulanmayabilir. Fakat yakalandıktan sonra yapılan tevbe ne itimada şayandır ve ne de kabul edilebilirdir; ceza yerine getirilir.

Peygamber devlet tarafından hukuken ha­yatlarına son verilebilecek olan diğer iki suç­luyu zikretmiştir. Bunlar evli olmasına rağ­men zina eden ile müslüman olduktan sonra İslâm'ı terkeden mürteddir. Rasûlullah'in "dininden döneni katledin" buyurduğu riva­yet edilmektedir (Buhari).

İslâm devletinde isyan çıkaran, Allah ve O'nun Rasûlü'ne karşı savaşan kimseler de Rasûlullah tarafından ölüme mahkûm edi­lirdi. Usâme b. Şerik, Allah'ın Elçisinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ortaya çıkıp üm­metim arasında fitne çıkaran kimsenin başını kesin" (Nesei). Enes, Rasûlullah'in (Al­lah'a ve O'nun Rasûlüne karşı savaşıp İslâm'dan dönen) Urayna kabilesine mensup adamların ellerini ve ayaklarını kestirdiğini ve onlar ölene kadar da (kanayan uzuvlarını) dağlamadığını rivayet etmiştir (Buhari). Rasûlullah, evliyken zina edenler hakkın­da da ölüm cezası (recm) vermiştir.

Bütün ta'zîr cezalarında, samimi ve dürüst bir şekilde tevbe edenler için af söz konusu olabilir. Fakat hadlerde tamamen yasaktır. Hadlerde cezalar oldukça ağır ve yerine geti­rilmesini icap ettiren hükümler son derece kat'idir. Ancak, cezaların ve uygulamanın ağırlığı arasında bir denge kurmak üzere, su­çun isbatı için gereken şehadetin kabulünde sıkı şartlar konulmuştur. Şartlardan herhangi birinin yokluğu, belirtilen cezayı ilga edecek­tir; meselâ şahitlikte en ufak şüphe olması bi­le onu hükümsüz kılacak ve mütecavizin ce­zasını iptal edecektir. Şüphenin sanığın lehi­ne olması İslâm şeriatının ana esaslarından-dır. Fakat böyle vak'alarda hâkimler genelde fizikî cezalar olan ta'zîr cezaları vermeye yetkilidirler. Mesela, zinada dört yerine sade­ce üç şahit bulunmuşsa ve şahitler dürüst ve güvenilir iseler hadd cezası tatbik edilmeye­cektir. Ancak hâkim belirli sayıda değnek vurma şeklinde uygun bir ta'zîr cezası vere­cektir. Buna benzer olarak hırsızlıkta şayet gereken şartlar sağlanamadı ise, hadd (elin kesilmesi) tatbik edilmeyecek, fakat tazir ce­zası hâkim tarafından, değnek vurulması şek­linde verilebilecektir. (M. M. Safi, a.g.e., c. III, sh. 115-137).

Kısas cezası da hudud gibi Kur'ân'da belir­lenmiştir; cana can, zarara eşit şartta zarar (2: 178). Yalnız, ikisi arasındaki fark şudur; hu­dud Allah'ın hakkı olarak hükmedilmiştir; onu hiç kimse değiştiremez veya affedemez. Mesela, bir hırsızlık olayında, dâvâcı (malı Çalınan kişi) sanığı affetse ve dâvayı geri alsa bile, suçun cezası yerine getirilir ve ceza ilga edilemez. Diğer taraftan, kisasda Kur'ân ve Sünnet tarafından kişi hakkı en başta tanın­mıştır. Bu sebeple kati suçu işlendikten sonra Ölenin yakınları diyeti kabul edebilirler veya mütecavizi affedebilirler.

Yine bunun gibi, yaralanma olaylarındaki kısasda da tazminat kabul edilebilir veya yara­lanan taraf suçu bağışlayabilir. Ancak bu olaylarda bile, devlet, yaralanan taraf affet­miş olmasına rağmen, salt diğer insanların

Uluğ Bey Medresesi ve Minaresi, Semerkant.

haklarını korumak için bu mütecavizlere tazir cezası vermeye yetkilidir. Bazen ülkede hu­zur ve nizamı tesis ve temin için bu olaylara ta'zîr cezalan vermek gerekli olmaktadır. Ancak, normal şartlarda yaralanan taraf sa­nıktan tazminat kabul ettiğinde veya onu af­fettiğinde, devlet adaletin şer'i hükümlere gö­re uygulanması keyfiyetine karışmaz ve sanık serbest bırakılır. (M. M. Safı, a.g.e).