๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 22 Haziran 2012, 17:49:28



Konu Başlığı: Gelir Dağılımında Adalet
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 22 Haziran 2012, 17:49:28
Gelir Dağılımında Adalet

Peygamber , toplumda eşit olmayan gelir dağılımının sebep olacağı kötü sonuçlara yeri geldikçe ifade etmiştir. Bir yandan aşın zengin­lik müslümanlarm iman ve ahlâklarını zayıfla­tırken, diğer yandan fakirlik de onları inançsızlığa sürükleyebilir. Bu, doğrudan top­lumdaki çürüme ve ifsadın asıl sebeplerinin ekonomik dengesizlikler olduğu ve nihayetinde toplumun yıkımına sebep olacağı anlamına gel­mektedir.

Enes b. Mâlik'in rivayetine göre; "Bir defasında birkaç sahabe gündüzleri devamlı oruç tutma­ya, geceleri uyumayarak ebedî namaz kılmaya, et ve benzeri bazı şeyleri yememeye, kadınlar­dan uzak kalıp evlenmemeye niyet ettiler. Peygamber onların yanına gelerek: 'Ben böyle hareketle emrolunmadım. Vallahi ben sizin en ziyade Allah'tan korkanınızım. Ancak ben na­maz da kılıyorum, uyku da uyuyorum. Bazı günler oruç tutar, bazı günler tutmam, et ve yağ da yerim, kadınlarla da evlenirim. Şu halde kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değil­dir. "Daha sonra şöyle buyurmuştur: "Bazı kim­selere ne oluyor ki, kendilerine kadını, güzel yi­yecekleri, kokuyu, uykuyu ve bu dünyanın te­miz ve güzel şeylerini yasaklamışlardır. Ben si­ze riyazeti benimsemenizi öğretmedim; benim dinimde kadınlardan ve temiz yiyeceklerden kaçınmak, ruhbanlık veya riyazet yoktur. Nef­sini dizginlemek için oruç vardır. Cİhad, riyaze­tin bütün iyi yanlarını bünyesinde toplar. Al­lah'a ibadet ediniz ve emrolunduğunuz vazife­lerinizi yerine getiriniz. Hacc, namaz, zekat ra­mazan ayında oruç sizler için farzdır, önceki milletler nefislerine pek çok zorluk yükledikleri için helak oldular. Ve sonunda sünnetullah on­ları yakaladı. Riyaziye (ruhbanlar) onların to­runlarıdır." (Buhari).

Bu hadis İslamın dünyevi şeylerden belirli sınırlar içinde zevk alınmasını caiz gördüğünü ifade etmektedir. İnsana ifrata düşmemesi şartı­yla bunlardan her şekilde faydalanması izni ve­rilmiştir. İmkânları nisbetinde ancak lükse kaç-maksızın servetini ihtiyaçlarını karşılamak için harcayabilir. Ancak dikkat edeceği husus her zaman diğer insanlara zarar vermemesi ve on­ların haklarına tecavüz etmemesidir.

Bu hadis müslümanlara hayatta gerçek denge ve adaleti sağlamaları, aksi takdirde geçmiş milletler gibi felakete uğrayacakları konusunda bir uyarıdır. İnsanların felaketini getiren şeyin daima onların ekonomik ve ahlaki sapmaları ol­duğu hakikatine de değinilmiştir. Felaha erişen milletler adil prensiplerin yol gösterdiği ve sos­yal sistemlerini adalet, ahlâk ve ekonomik esas­lar üzerine İnşa eden milletlerdir. Dengeleri bo­zulur bozulmaz ekonomik üstünlükleri yok olur ve siyasi tesirleri zayıflar.

Aynı prensip Peygamber'in bir diğer hadisin­de- şöyle tekrarlanmıştır: "Sizin en hayırlınız ahireti için dünyayı, dünyası için ahîreti terket-meyen ve başkalanna yük olmayandır."

Peygamber burada hayatın ahlaki ve ekono­mik yönlerinin ahengini insanların zihnine yer­leştirmek istemiştir. Bir insan ne hayatın maddi araçlarının elde edilmesi uğraşında bu dünya hayatına tamamen kendini kaptırmak ve Allah'ı (onun hayatla ilgili emirlerini) unutmalı ve ne de ekonomik alanı görmezlikten gelecek kadar manevi hayata eğilntelidir. "Başka insanlara yük olmamalıdır" buyurmakla Peygamber İslamın, çalışmayıp başkalarına bağımlı olan kimseleri tasvip etmediğini açıkça belirtmekte­dir. İnsana kendi ihtiyaçlarını karşılamak veya başkalarının ihtiyaçlarında kullanmak üzere servet elde etmek için çalışmayı öğretmekte­dir.

Peygamber'in; "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın" buyurduğu rivayet edilmiştir. Bu hadis­te peygamber müslümanlara doğru ve orta yollu bîr hayat seyrini benimsemelerini, böyle­ce maddi ve manevi ihtiyaçları arasında ahenk sağlamalarını tavsiye etmektedir. Bir tarafı ih­mal edip diğer tarafa yönelmemelidir. Çünkü madde ve mana eğit derecede öneme sahiptir. Bunların her İkisi bir arada olmadığında insan hayatı eksiktir. Bu şekildeki bir terbiye insanın hayatında aşırılıklardan uzak, orta bir yol tut­masını mümkün kılar.

Peygamber, insanların kendileri için oluştur­dukları her türlü yanlış din telakkilerini reddet­miş ve dinin insanlara bu dünyadan nefret etme­yi öğretmediğini, dünyadan nefretin bir insanı muttaki yapmayacağını belirtmiştir. Peygamber müminlerin ekonomik refahı için şu şekilde niyazda bulunmuştur: "Ey Rabbim! Bu insanlar çıplaktırlar; onları giydir. Ey Rabbim! Bu in­sanlar açtırlar; onları doyur." (Ebu Davud).

Münzir b. Cerîr'in rivayetine göre; "Bir öğle vakti ashabı, Rasulullah'ın huzurunda iken Mudar kabilesinden aç, çıplak bir fakirler kafi­lesi gelmişti. Bunları derin bîr yoksulluk içinde .gören P-eygamber @'ın müşfik siması birden değişmişti. Bilâl'e ezan okumasını ve kamet et-. meşini emreyledi. Öğle namazını kıldıktan son­ra irâd ettiği beliğ bir hutbesinde ashabını sada­kaya yardım ve dayanışmaya teşvik buyurdu, ilk önce Ensardan bir zât, eli ile taşıyamayacak derecede ağır     para İle dolu bir torbayla geldi.

Bundan sonra yiyeceğe ve giyeceğe dair kesretli ve önemli iki küme mal bunu takip etti. Bu olayda Rasulullah'ın mübarek yüzünü, altın yaldızlı gümüş bir levha gibi parlar surette gördüm. Bunun üzerine Rasulullah Ensardan ilk ve mühim yardımda bulunan zâtı kastederek onun hem kendi yardımından, hem de şu hayırlı yardımların hepsinden sevâb alacağına işaret buyurdu." (Buharı ve Müslîm).

Peygamber insanî ihtiyaçların karşılanması­na, maişet temini için çalışmayı Müslümanlar için hemen hemen farz görecek kadar Önem ver­miştir. Peygamber'ın: "Yoksulluk insanı küfre yaklaştırır." (Müslim) ifadesi de bizim, insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasının gerekli olduğu görüşümüzü kuvvetlendirir. Çünkü bu İstek ve ihtiyaçlar karşılanmazsa ni­san manevi yönünü koruyamaz. Diğer bir de­yişle, İslâm, mensuplarının temel ihtiyaçlarını gidermeyen toplumları tasvip etmez.

Böylelikle, İslâm, insan hayatının maddî ve ma­nevî yönleri arasında bir denge kurmaya çalışır; zira birindeki eksiklik diğerinde de eksikliğe yol açar. İslâmın öngördüğü sistemde insanı, bir yandan maddî kazancıyla meşgul, diğer yandan kulluğunun şuurunda bir hâlde buluruz: "Öyle mü'minler vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir alış veriş Allah'ı zikretmekten, namazı gereği gibi kılmaktan, zakâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalblerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar." (24:37).

Kur'an ayetİyle; Peygamber'dan ve sonra bütün mü'minlerden nasıl davranmaları gerek­tiği hususu belirtilmiştir: "Nefsini, sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine yalvaranlar­la beraber tut(onlarla beraber bulunmağa can­dan sabret). Gözlerin, dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbi­ni bizi anmaktan alıkoyup nefsinin arzusuna uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itaat etme." (18:28).

İşte bu gerçek, Kur'anî telakkidir. Müslümanla­ra hayatlarında gerçek ahengi sağlamalarını söylemektedir; bu dünyaya ne çok muhabbet beslemeli, ne de nefret etmelidir. İslam, insan­ların ahlâkî ve manevî olgunluğu İçin ekonomik yeterliliği bir ön şart kabul etmektedir. Çünkü ortalama bir insanın temel ihtiyaçları karşılan­madığı sürece ne İyi bir vatandaş olabilir, ne de manevî seviyesi yükselebilir. Aşırı yokluk için­deki insanların dinî ve ahlâkî değerleri olama­yacağı da bilinen bir gerçekliktir. Dolayısıyla, Islâmî sistemde her ferdin ihtiyaçlarının karşılanmasına büyük önem verilmiştir. Rasulullah'ın "Yoksulluk insanı küfre yaklaştırır" hadisi her ferdin bu belirli temel ihtiyaçlarına atıftır.

Kur'an ve Sünnetin ortaya koyduğu bu ekono­mik yapıyı Peygamber'ın ilk dört halifesi bütünüyle tatbik etmiştir. İlk halife Hz. Ebu Bekr halifelik siyasetini şu sözlerle ifade et­miştir: "Ey insanlar! Sizin en iyiniz olmadığım halde başınıza geçmiş bulunuyorum. Vazifemi yollu yolunda ifa edersem bana yardım ediniz, yanılırsam bana doğru yolu gösteriniz. Doğru­luk emanet, yalancılık hiyanettir. İçinizde zaif, hakkım alıncaya kadar benim nazarımda kuv­vetlidir. İçinizde kuvvetli, ondan başkasının hakkını alıncaya kadar zayıfdır. Bir millet Allah yolunda cihaddan geri kalırsa, o millet zillete duçar olur.."

Bu sözleriyle Hz. Ebu Bekr toplumdaki eşitsiz­likleri kalıcı bir şekilde sona erdirmek için bir yol göstermiştir. Zayıfın hakkı yerde kalmaz; kuvvetli görünende olsa da derhal hakkın ge­reği ifa edilir. Bu sistemde fazlalıklar, bunları gayri âdil ve hileli yollardan elde eden kişiler­den alınır ve kendi haklarına düşen hisseyi tam olarak alamayanlara hisseleri teslim edilir. Böylece toplumda ekonomik adalet ve ahenk temin edilir.

Önünde Peygamber ve ilk halife Hz. Ebu Bekr örnekleri olan ikinci halifenin on yıllık döneminde Arabistan'da o güne kadar görülme­miş bir refah yaşanmıştır. Beyt'ül Mâl'e akan sa­vaş ganimeti, şahıs vergisi, toprak vergisi (ha­raç) ve öşr, zekât, gümrük resmi hemen ekono­minin damarlarına zerkediliyordu. Hz. Ömer, kamu hazinesine gelen herşeyin sandıkları dol­durmak yerine halkın refahını arttırmakta kul­lanılması gerektiğine inanıyordu. Devlet hazi­nesinin yönetici kesimden ayn tutulduğu bu sis­tem, belki de hiçbir ideolojik sistemin, ulaşamadığı ideal bir durumu gerçekleştirebil­mişti. Her ne suretle olursa olsun, mevcut pa­ranın kamu yararına ve gerçek ihtiyaç duyulan yerde kullanılması gerekiyordu. Ordunun maaşı aylık ve yıllık olarak veriliyordu. Beyt'ül Mâl'den her vatandaşa aylık bağlanmıştı. Ka­dınların ve yeni doğmuş bebeklerin bile maaşı vardı. Devlet bütün bunları temin edebiliyordu. Ayrıca herkes ticaretle ve tarımla uğraşarak ve­ya orduya yazılarak geçimini rahatlıkla temin edebiliyor, gelir düzeyini yükseltebiliyordu. Topluma genel bir mutluluk havası hâkimdi.

Bu sistem, ekonomik eşitliğin korunabilmesi ve sınıfsal farklılaşmaların ortaya çıkmaması için zengindeki fazlalığın alınıp yoksula dağıtılması temeline dayanıyordu. Sistemin uy­gulamasına Peygamber'in hayatta olduğu dönemde başlanmıştı. Fakat bu dönemde Müslümanlar İslam'ı Arap yarımadasının dört bir yanına yaymakla ve kendilerini savunmakla meşgul oldukları için bu ekonomik yapmm ayrıntıları ile sistemleşmesi zaman almıştı. Keza Hz. Ebu Bekrin hilâfeti dönemi de irtidat hadiseleri ve yalancı peygamberlerin çıkardığı ayaklanmaları bastırmakla meşgul olduğundan İslam ekonomi sistemini geliştirmeye zaman ayıramamıştı. İslâm için gece gündüz çalışarak, kendi zamanında ve daha sonra başarıyla uygu­lanmış olan ve toplumun refahını gaye edinen bu büyük ekonomik sistemi ortaya çıkarmak ve uygulamak ikinci halife Hz. Ömer'e nasip ol­muştu.

Bu, kapitalizmde olduğu gibi kişilere sayısız kişisel haklar tanımayan ve sosyalizmdeki gibi smıflararası düşmanlık ortamı oluşturmayan ve aynı zamanda ayrıcalıklı sınıfların mevcut ol­madığı bir sistemdir. Rasulullah'ın tabiriyle "vasat ümmet", ancak Kur'an'ın adalet ve herke­se fırsat eşitliği tanıyan prensiplerine dayalı bu sistemiyle ortaya çıkar.

Şah Veliyullah Dehlevî bu hususta şunları söylemektedir: Şu önemli nokta hatırlanmaya değerdir. Allah rızâsına, hayat mücadelesinden kaçınılarak ulaşılamaz. Peygamberden hiçbirisi bunu tavsiye etmemiştir. Mağaralara ve ma­nastırlara çekilip barbarlar gibi münzevi bir ha­yatı benimseyen insanlar Allah tarafından se­vilmezler. Onların bu fiilleri Peygamber'in tebliğlerine aykırıdır. Ashabdan bazıları inziva hayatı yaşamak istediklerinde Peygamber onlan bu fiillerinden alıkoyarak: "Ben riyaziye­yi vazetmek için değil, dininde zorluk olmayan İbrahim'in yolunu tebliğ için gönderildim." bu­yurmuştur. Peygamber mevcut toplumsal sistemi ıslâh etmekle emrolunmuşlardır. Eğer insanlar sisteme herhangi bir ahenksizlik sok-muşlarsa peygamber ahengi geri getirmeye çalışır. Allah, insanların bütün mücadelesinin maddî kuvvet elde etmek olduğu sistemleri de sevmez. Hakikatte Allah, lüks içinde bir hayat yaşanmasını da, riyazeti de sevmez. Her iki yönü de gözönüne alarak peygamberlere orta yolu benimsemeleri ve böylece insan hayatının maddî ve manevi yönleri arasında denge kur­maları buyrulmuştur." (Şah Veliyullah Dehlevî, Hujjatullah al-Baligh, c.I, sh. 104 ve c.II).

İnsana, manevi hayatını geliştirmesi için maddî hayatını da imar etmesini öğretmiş olması, her­kesin bildiği gibi, İslamm en önemli katkılarındandır. Hayatın bu ahlâkî telakkisi, birbirine zıt sistemler arasında pratik bir köprü oluşturur. Bir yandan yeryüzündeki herşeyin insanın ta­sarrufu için olduğu ifade ediliyor, diğer yandan insana, kendisinden, ailesinden, yakınlarından, içinde yaşadığı toplumundan ve insanlıktan so­rumlu olduğu söylenerek mesuliyetlerine büyük önem veriliyor. Kendisi, servetinden faydalandığında yine aynı şekilde başkalarının da ondan istifade etmesine rıza göstermelidir.

İnsanın bencilliğini diğer kanallara çevirerek ve materyalizmle riyaziye arasında dengeyi göze­terek İslâm, en karmaşık ve müşkil mesele için pratik bir çözüm önermiştir. Bu çözüm insanın, adalet ve eşitliğe dayanan bir sosyal sistem kur­mak için hayatın maddî ve manevî yönlerinden faydalanmasını mümkün kılmaktadır. Bu gaye Öylesine yalın bir tarzda gerçekleşmektedir ki, fert, şuurlu veya şuursuz, ekonomik sistemin faydalı bir parçası hâline gelmektedir.