Konu Başlığı: Fıtrî Yol Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 28 Temmuz 2012, 10:25:46 Fıtrî Yol Hayatî meselelerle ilgilenirken insan fıtratında doğuştan varolan fıtrî kanun ve prensipler ile çatışmamak İslâm'ın esas bir hareket noktasıdır. Bu fıtrî yoldan ne zaman bir sapma meydana gelirse İslâm bu sapmayı yeniden aslî yoluna döndürür. İslâm'ın bütün sosyal ve iktisadî ıslahatlarım üzerine bina ettiği ikinci önemli prensibi şudur: Sosyal ve iktisadî sistemdeki sadece birkaç dış düzenlemeye müdahale yeterli değildir. İnsanlar arasında doğru ahlâkî davranışların oluşturulması için ahlâkî İnkılâba fevkalâde önem verilmelidir. İnsanın zihninde var olan kötülük, kaynağında yok edilmelidir. İslâmî sistem tarafından ortaya konulan üçüncü prensibe göre; otorite, kanunî baskı ve devletin ezici gücünün kaçınılmaz olmadıkça kullanılmamasıdır. Bu prensipleri ileri sürerken İslâm, insanın hayatın İktisadî yönü üzerindeki tabiî yönlendirmelerini kabul eder; yanlış ve haksız prensipleri, devletin zorlayıcı gücü vasıtasıyla değil, bilakis ahlâkî eğitim ve zahirî kuvvetin ufak bir tedbiri yoluyla fesheder. İnsanın geçimi için uğraşırken serbest olduğu; kendi emeğiyle kazandığı ne olursa olsun onun üzerindeki mülkiyet hakkını elinde bulundurması gerektiği ve eşitliğin, farklı insanlar arasında muhtelif kabiliyetlerine ve durumlarına göre mecburî olduğu prensibi -insan fıtratıyla uyumlu olduğu ölçüde- İslâm tarafından kabul edilmektedir. İdarenin sınırlaması ancak, bu prensibin kötüye kullanılması suretiyle toplumun daha zayıf kesimlerinin sömürü ve zulüm vasıtası hâline getirilmeye çalışılmasında kendini gösterir. İnsanlar, hayatın sayısız hileli yollarında kaybolduklarında Allah, elçileri vasıtasıyla onlara doğru yolu göstermiştir. Cenab-ı Hak peygamberlerini, mahlûkatına, haktan sonra bâtıl yollara sapmasınlar diye, adalet ve doğruluğun yolunu göstermeleri için göndermiştir. Rasûlullah'ın da gönderiliş gayesi, toplumda dengeli ve âdil bir sistemin yeniden tertip ve tesisidir. (Ebû'1-A'lâ Mevdûdî, Economic Problem of Man and its Islamic Solution, 1955,%. 45-47). îslâm'ın toplumda tesis etmek istediği iktisadî sistem; insanlara şahsî teşebbüs ve özel mülkiyet hakkı tanımakta, fakat aynı zamanda hürriyet ve nizamı koruyacak tedbirler ve dengeler oluşturmaktadır. İslâm, kapitalizmin ."laissez faire - bırakınız yapsınlar" anlayışına, ahtapotvârî kollarını ferdin hayatına onun şuurunu boğacak derecede yayan totaliterizme olduğu kadar karşıdır. İslâm'da özgürlük sadece fertlere değil, bütün sosyal yapıyı zehirleyecek alışkanlıklara müptelâ olmamaları şartıyla, bütün topluluklara kendi hayat tarzlarını takip etmeleri için verilen bir haktır. İslâm, eşitlikçi temayülleri hiç şüphesiz içinde barındırır. Fakat bütün farklılıkları kuvvet yoluyla düzeltmeye de inanmaz. İnsanların yetenekleri oranında -meşruiyet dairesinde-serbestçe düşünmelerine, inanmalarına, hareket serbestiyetine ve servet edinmelerine izin verilir. Açıktır ki, fertlerin serbest fiillerinin bir sonucu, başarı ve maddî kazançlar bakımından, tabii ki bir takım farklılıklar meydana getirecektir. Eğer genelde toplum veya toplumun bir bölümü ciddî bir sefalet veya aşırı yoksulluk içinde bulunmuyorsa, meşru yoldan kazanılan ve dürüstçe kullanılan servette farhlık olmasının bir sakıncası yoktur. (Halife Abdu'l-Hakim, islam and Communîsm, 1962, sh. 168-169). İslâm bir kimsenin kendi bilgisi, emeği ve ustalığı ile -topluma karşı olmayan ve gayri ahlâkî metodlan kullanmaksızın- sahip olabildiği kadar servet edinmesine izin verir. Maddî ve sosyal mükâfatlan açısından eşitsizlikle sonuçlanması mutlak fıtrî enerji ve kabiliyet farklılıklarını gözden uzak tutmaz. Fakat toplum tek bir organizma olduğundan islâm, servetin birkaç elde toplanmasına sebep olan bütün yöntemleri yasaklar: İktisadî hayatın, servetin özel hazinelerde kilitli kalmayacağı bir şekilde düzenlenmesi Kur'ânî "ir emirdir. Bütün dinler gibi İslâm, hayırseverliği teşvik eder. Fakat bunun herhangi bir inanç olmasından daha da ileri giderek, bir sene boyunca az sayıda elde âtıl kalan tüm üretim fazlası üzerine sermaye vergisi koyar. Ayrıca İslâm'ın Mîras Hukuku (feraiz); sermayenin dağıümı ve bir yerine, belirli sayıda fertlerin, hayata kendi şahsî teşebbüs ve gayretleri ile başlamasında fırsat eşitliği sağlamak suretiyle bir yöntem olarak kullanılmıştır. (Halife Abdu'l-Hakim, a.g.e.). Mevlânâ Ebu'l-Kelâm Azad'ın sözleriyle: "Eğer toplumda islam'ın öngördüğü sistem tesis edilir ve bütün kurumlar yerli yerinde düzenlenirse, ne büyük zenginler olur, ne de fakir ve muhtaç kimseler bulunur. İnsanların büyük çoğunluğunun maddî durumu İyi hâle gelir." (Terjamanu'I- Qur'an, c. II, sh. 132). |