Konu Başlığı: Farklılık Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Temmuz 2012, 15:58:44 Farklılık İslam'ın önemli farklı bir yanı, onun uygulanabilir bir din olduğu kadar tabii bir din olması, hatta insan tabiatını gerekli ölçüde dikkate almak için hazırlayan ve asla bu tabiatın tabii yönelişini değiştirmek hususunda onu zorlamaya veya ona karşı bir çabaya girmemesidir. Çünkü bu husus, ne insan tabiatındaki bir değişmeyi tam olarak sağlamakta ve ne de insanlığın refahı için faydalı ve mümkün görünmektedir. İslam, erkek ve kadın meselesinde, insanın yaratılışını gözönüne alan pratik bir yol üzerinde hareket eder. Bu politika, onlar arasında tabii faktörlerin gerektirdiği bu tür farklılıkları tabii bir zeminde eşit bir şekilde kabul eder. Bu noktayı önemle ele almak için İslam şeriatından birkaç örnek alalım: 1- Miras: Kur'an, kadın ve erkek arasındaki mirasın paylaşılmasını şu ifadelerle farklı hale getirir: "Erkeğin hissesi, iki kadının hissesi kadardır..." (4:11). Bu husus son derece tabii ve adaletli görünmektedir. Çünkü erkek, ailenin bütün mali yükümlülüklerini ve iktisadi sorumluluklarını tek başına omuzunda taşır. Kadın, bunun herhangi bir parçasını taşımak veya kendi şahsı için olanı müstesna, herhangi birşey harcama mecburiyeti altında değildir. İslam hukuku, kadına sadece onun kendi şahsı için harcamak üzere miras kalan mülkten 1/3'ini vermektedir. Halbuki erkeğe verilen 2/3'lik mirastan, onun karısı, ailesi ve çocuklarının bütün mali sorumlulukları karşılanmak zorundadır. Normal şartlarda erkek, karşısındakiler de dahil olmak üzere bütün mali sorumlulukları yüklenir. Fakat, erkek onun rızası olmaksızın karısının mülkünden hiçbir şey alamaz. Zaten kadın, erkekten zengin olsa bile bütün şartlar altında erkekten bir nafaka tahsis etmesini isteyebilir. Sanki, kadın hiçbir şeye malik değilmiş gibi itibar olunur ve ona bakmak erkeğin vazifesi olduğundan, vazifesinden sarf-ı nazar eden erkek aleyhine şeriat, ya nafaka veya ayrılma ile hükmeder... Bu yüzden gerçek manada bu miras bölünmesi son derece tabii ve adildir. Aynı zamanda İslam, kendi pratik ve günlük ihtiyaçlarına göre kadın ve erkeğin payları arasında haklı bir biçimde farklılık yaptı: "Herkese ihtiyacı kadar..." Bununla beraber, işaret edilmelidir ki, ihtiyaç ölçüsü, yapmakla mükellef oldukları vazife ve sorumlulukların getirdiği harcama nisbetidir. Kazanılan mala gelince; ne iş karşılığında alınan ücretlerde, ne ticari kazancında ve ne de arazi ve benzeri mülklerin akar ve gelirlerinde kadın ile erkek arasında ayırım yoktur. Çünkü bu husus emek ve karşılık arasında eşitlik prensibi diye ifade edilen başka bir Ölçüye tabidir. O halde islam'ın bu ölçüsünde gayri adil bir durumun olmadığı ortaya çıkmaktadır. 2- Şahitlik: İki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine itibar olunması da hiçbir vakit kadının erkeğin yarısına eşit olduğuna delil olmaz. Çünkü bu, sadece şahitlikte, yani her türlü teminatın bulunmasına önem verilmiş olan hukuki sahada bir tatbikattır. Bu şahitlik ister İtham olunanın aleyhine, isterse lehine olsun farketmez. Daha önceki bölümlerde bahsedildiği üzere kadın, kendi eğilimleri sebebiyle çabuk heyecanlanan ve merhamet tarafı üstün gelen; davanın şart ve sebeplerinin etkisi altında kalması mümkün olup böylece haktan sapması ihtimallerini üzerine çeken bir yaratılışa sahiptir, işte bu sebepten dolayı kadının şahitliğinin tam olması için yanında başka bir kadının bulunmasına önem verilmiştir."... Ta ki kadınlardan biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatsın.." (2:282). Lehinde veya aleyhinde şahitlik yapacağı şahıs, şahit kadının kıskançlığını celbedecek güzellikte bir hemcinsi olabilir. Veya tabii içgüdülerini ve analık şefkatini harekete geçiren bir genç olabilir... Kendisinde bu eğilimler bulunan kadının iradeli veya iradesiz olarak yanlış yola sapması mümkündür. Fakat, bir toplulukta iki kadın bulunduğu zaman birisinin gizlediğini diğerinin açığa vurması tabii, bunun aksine olarak sahte ve uydurma bir konuda ikisinin birden ittifak etmeleri cidden nadir hallerdendir. Bununla beraber kadının bilgili sayıldığı sahalarla kadınlara ait işlerde bir kadının şehadeti de muteberdir. 3- Boşanma: Yukarıda birden fazla yerde işaret edildiği gibi, kadına kendi evliliğini serbestçe bozmasına imkan vermek, bundan dolayı mükellefiyetlerden kurtulmak hususunda pratik bir yol temin eden ayrılığa gelince, onu güven altına almak için üç yol vardır. a- Kadının boşanma hakkını kendi eline alması. Her ne kadar kadınlardan pek azı o hakka sanlırsa da, bu hususu İslam Hukuku açıklıkla ifade etmiştir. Bu, kadının dilediği zaman kullanacağı hususi bir haktır. b- Kocasına olan nefreti ve onunla yaşamaya tahammülü olmadığı sebep ve gerekçesi ile boşanmayı istemesi. Bu, Rasulullah @'ın ikrar ettiği ve bizzat tatbik ettiği sarih bir kuraldır, İslam kanunundan bir cüz'dür. Onun tek şartı, evlenme yoluyla sahip olduğu, mehir gibi, şeylerden kadının vazgeçmesidir. Bu, adil bir şarttır. Çünkü koca, karısını boşadığı zaman evlenmek suretiyle ona vermiş olduğu her şeyi kaybeder. Yani boşanma olayına sebep olan taraf, erkek olsun kadın olsun, evlilik bağını çözmesine karşılık maddi bir zarar yüklenir. c- Kötü muamele ve zarar verme bulunduğu takdirde, kadın bunu isbat etmek şartıyla mallarını ve nafaka alma hakkını muhafaza etmekle beraber boşanmayı talep etme hakkı kendine verilir. Önlerine gelen davaların çoğunun karşılıklı hilelere sahne olduğunu bildikleri için mahkemeler bu hususta dikkatlidirler. Mahkeme, kadının iddialarının meşruluğu neticesinde evlilik akdini bozacaktır. Bu hususlar, erkeğin kadın üzerinde sahip olduğu otoriteyi tam bir şekilde dengeler. Kadın ve çocukların başıboş, bakımsız bırakılmasından, mahkemeler bitmeye doğru yaklaşırken yeniden başlayan nizalaşmalardan ve boşanmaktan doğan elem verici hadiseleri pek çoğumuz işitmişizdir. Kadın evinde sakin, huzurlu veya yorgun ve kederlidir. Çocuğunun birini emzirir, başka bir çocuğun isteklerini yerine getirmeye çalışır. Bunların yanında fazladan kocasının istirahatini temine çalışır. Yaşantıları bu minval üzere giderken kadın, hiç beklemediği ve önceden de hiçbir uyarma ve ikaz olmaksızın boşanma kağıdıyla karşılaşır. Ne olmuştur?.. Erkek, geçici bir tamaha gönlünü kaptırmış, rastladığı bir kadını daha güzel sanmış veya evliliğin tekdüze seyrinden bıkarak bir değişiklik istemiş veya karısından kendini tatmin etmesini İstemiş, o da ya reddetmiş veya yorgun olduğu bahanesiyle ilgisiz kalmış., işte sebeplerin hepsi bu kadar. Erkeğin sadakatine bağlılığı oranında başvurabileceği; sakin ve sabırlı bir kadının şahsiyeti, huzurlu bir yuva ve küçük yavruları bekleyen mutlu bir istikbal ile oynadığı bu tehlikeli silahı yok edecek bir çözüm bulunabilir mi? Bu perişanlıkların temelinde boşanmanın yattığı açıktır. Fakat çıkış yolu nedir? Erkeğin boşanma hakkını ortadan kaldırabileceğimizi söyleyebilir miyiz? O zaman, boşanmayı yasaklamaktan doğacak başka kötülükler hakkında ne yapabiliriz? Mesela., boşanma prensibini kabul etmeyen katolik devletlerin pek iyi bildiği kötülükler?.. Bilindiği gibi katoliklerde, taraflardan birinin veya ikisinin diğerinden nefret ettiği hallerde bile evlilik bağı devam eder. Böylece biribirine zıt insanların yuvası olur evlilik müessesesi. Çünkü, onlarda boşanmak imkansızdır. Bu sistem, tarafları kötülüğe sürüklemez mi?.. Erkek, cinsi ihtiyaçlarına cevap veren bir metres tutmaz, yalnız bırakılmış kadın da aynı yolu seçmez mi?.. Bu gibi yürekleri törpüleyen karanlıklarla örtülü bir hava içinde yetişmeleri çocuklara fayda verir mi?.. Zira mühim olan sadece çocukların ana-baba himayesinde yetişmeleri değildir. Gerçekte mühim olan onların içinde yaşadıkları atmosferdir.. Eğer böyle olmasaydı, kavgaları bitmeyen, birbirine düşman ana ve baba ile beraber büyüyen çocuklar, bir takım sapıklık ve anormallikler yüklenip taşımazlardı. Aynı şekilde, erkeğin boşanma konusundaki hakkı sımrlanmalıdır, diye bir istek öne sürülebilir. Bu sınırlama, erkek tarafından onun isteğinin yerine getirilmesi biçiminde anlaşılmamalıdır. Erkeğin "boş ol" demesiyle boşanma gerçekleşmez. O, ancak mahkemede tahakkuk eder. Mahkeme, kadının yakınlarından birisiyle erkeğin yakınlarından birisini hakem olarak gönderir. Onlar konuyu inceler, erkeğe müracaat ile nasihatta ve barıştırma denemesinde bulunurlar. Umulur ki, bu gayretler erkeği yanlış tutumundan vazgeçilir, aileye ve evlilik müessesesine karşı yeniden ilgisinin devamını sağlar. Barıştırma çabası bir fayda vermediği takdirde işte ancak o zaman erkeğin eliyle değil, hakimin eliyle boşanma (talak) hükme bağlanır. Tarafların yakınlarına müracaat ve uzlaştırma gayesiyle İslam hukukunun tavsiyelerinden bir cüz'ünün tatbik edildiği bu uygulamada bir mani göremiyorum. Fakat ben her ne kadar bunların bir fayda sağlayacağına inanmıyorsam da ıslahatçıların irade buyurdukları İhtiyati tedbirler bir mahkemeye muhtaç olmaksızın İslam dünyasında bilfiil mevcuttur. Farzedelim ki, erkek, kadını boşadı ve şeriatın nassı ile boşanma gerçekleşti. O zaman erkeğin ehliyle kadının ehlinin, tarafları barıştırmaya teşebbüs etmelerine, yeni bir durum meydana gelmeden derhal kadının kocasına döndürülmesine engel olacak bir durum var mıdır?.. Eğer ikinci defa bir anlaşmazlık vücut bulur ve talak da vaki olursa, bu durum karşısında taraflardan bir rağbet veya evlilik müessesesinin devamında bir fayda umulduğu zaman ceza yoluna giderek bir takım yeni icraat ve yeniden mehir verdirmek suretiyle tarafların uzlaştırılması imkansız mıdır? Şüphe yoktur ki, barışmaya karşı istek olunca mahkemenin müdahalesine muhtaç olmaz. Fakat banşma imkansız olduğu zaman akraba ve dostlarının sahip olduğu şeylerden fazla olarak kadı (hakim) neye maliktir?.. Yeryüzünde İslam kanunları ile hükmetmeyen birçok devlet var. Oralarda boşanma ancak mahkeme ile tamamlanır. Tabii mahkeme, hükmünü vermeden önce nasihat, irşat ve uzlaştırma çabalarım dener. Acaba bunlardan sonra o ülkelerde boşanma nisbeti kaça ulaşmıştır?.. Mesela bu nisbet Amerika'da % 40'a varmıştır. Kusurlu olanın ancak kadın olduğu ve bu yüzden onunla yaşamanın imkansız bulunduğu, hakimin nazarında kat'iyyetle sabit olduğu vakit ancak, boşanma karan verilmesini isteyen zihniyetliler acaba bu yoldan kadın için hangi haysiyet ve şerefi ümid ederler?.. Kadın için, kendisinden nefret eden, evinde kalmasını istemeyen bir adamın yanında kalmakta hangi fayda vardır?.. Öyle bir erkek ki, akşam-sabah kadına, herhangi bir sevginin olmadığını, kalbinde onun için sevgi mahalli bulunmadığını acıkÇa söyler. Bundan başka kadını yalnız bırakır- Onun bilgisine rağmen başka kadınlarla münasebet kurar. Kadın bu hilelerin içinde orada kalmak zorunda mıdır?-- Bu, kanunun ısrar etmesi istenilen bir hedef midir?.. Veya aldatmanın tek yolu, erkek istemediği halde, kadının sulta ve haysiyeti zedelenmiş olarak beraber kalmaları mıdır?.. Yoksa çocukların terbiyesi için mi, kadın istemediği halde evde kalmalıdır?.. Çocukların anneleriyle beraber evden ayrılmaları, gece, gündüz devam eden bu karanlık ve nefret dolu hava içinde bulunmalarından daha iyi ve terbiyeleri için daha faydalıdır. Bütün bu problemlerin çözümü ancak ruh, ahlak ve kültür bakımından toplumun tamamının seviyesini yükseltmek suretiyle ve terbiye duygularını güzelleştirmekle hallolur. Yeter ki, hayatta galip olan ancak hayır, asıl olan da ancak sevgi olsun. Kişinin evlilik müessesesine mukaddes bir bağ nazariyle bakmayı itiyad edinmesi, en basit arzular için bu müessesenin emniyetini ihlal etmemesi gerekir. Terbiye ilacı güç, tedavisi uzun ve tesiri yavaş bir yoldur.. Bu, evde, okulda, sinemada, radyoda, gazetelerde, kitaplarda, camilerde., devamlı bir şekilde emek ve gayret sarfına muhtaçtır. Bu kadar uzun ve sahası geniş olmakla beraber garantili olan tek yol budur. Kanuna gelince onun vazifesi sadece her iki tarafa hakkını vermek hususunda adaleti temin etmektir. Erkekle beraber yaşamasının evlilikte başarıya varmayacağım gördüğü zaman kadına da ayrılma hakkını verir. Bu itibarla, "Allah'ın insanlara müsaade ettiği halde en hoşlanmadığı şeyin boşanma olduğunu" hatırlamak durumundayız. 4- Liderlik: Ailenin liderliği. Şüphesiz bu konu ailenin iktisadi sorumlulukları ile bundan nasıl olan hizmet mükellefiyetlerini, erkek, kadın ve çocuklardan oluşan ailenin işlerini gözetmek için bir idareciyi gerektirir. İnsanlar bütün düzen ve idarelerinde mutlaka sorumlu Dır başın bulunması lazım geldiği kanaatine varmışlardır. Aksi halde bütün açıklığıyla bir karmaşa ortalığı kaplar, böylece hüsran herkese şamil olur.. Ailede mesuliyet bakımından üç durum düşünülebilir. Birincisi erkeğin, ikincisi ise kadının aile reisi olması, üçüncüsü ise her ikisinin de aile reisliğini paylaşması. İlk olarak ilk iki ihtimali aklımıza getirelim: Birçok mesuliyetleri ile beraber aile reisliğine ve kumanda vazifesine iki taraftan hangisi daha layıktır, fikir kaynağı olan akıl mı, yoksa temayüller menbaı his mi? Tabiatiyle sorunun fazla yorulmağa ihtiyaç göstermeyen cevabı, kumandaya layık olanın, akıl olduğudur. Çünkü çok defa düşünceye zarar vermeden, insanı doğru yoldan saptırmadar, heyecanlardan uzak olarak işleri tedvir eden, akıldır. O halde münakaşaya mahal kalmadan mesele hallolmuştur. Zira erkek, heyacanlı tabiatiyle değil, düşünen, mücadele yapmağa muktedir, sinirleri mücadelenin netice ve mesuliyetlerini yüklenmeğe mütehammil olarak yaratılmış olması hasebiyle eve ve aileye reislik işinde kadından daha elverişlidir. Hatta bizzat kadın da, kendisine itaat eden ve arzularına boyun eğen erkeğe saygı göstermez. Çünkü kadın, yaratılışı icabı o türlü erkeği küçümser ve ona hiçbir suret ve şekilde itibar etmez. Eğer bu davranış, damgasını şuur altında bırakan ve habersizce kadının duygularını niteleyen eski terbiyenin tesirindendir, denirse cevaben deriz ki, işte tamamıyle erkeğe eşit olduktan ve kendisinin müstakil oluş ve hassasiyeti bulunduktan sonra Amerikan kadını bu eşitlik haklarından vazgeçti ve dönüp kendini erkeğe teslim etti. Böylece neticede erkeğe ilan-ı aşk etmeye, erkeği memnun etmek için ona karşı lütufkar davranmaya, erkeğin kuvvetli adalelerini ve geniş göğsünü temaşa etmeye, sonra kendine nisbetle onun kuvvetli ve üstün olduğunu anlayınca erkeğin kucağına kendini atmaya başladı. Her ne kadar kadın, evliliğin ilk zamanlarında çocuklardan ve onların vücudu ve sinirleri yıpratan terbiye külfet ve mesuliyetlerinden uzak iken emrinin nafiz olmasına can atarsa da, o meşguliyetler gelip çatttığı zaman sür'atle bundan vazgeçer. İşte o zaman kadın, fikir ve düşünce stokunda annelik sorumluluğundan daha fazlasına tahammül edecek kuvvet ve kudbunun manası hiçbir vakit erkeğin, kadının veya evin idaresinde diktatörlük etmesi değildir. Sorumluluğu hakkiyle yüklenen aile reisi hiçbir zaman istişare ve yardımlaşmayı ortadan kaldırmaz. Zira muvaffak aile reisliği, ancak karşılıklı tam anlaşma ve devamlı sevgi üzerine teessüs eden reisliktir. İslamın bütün emirleri aile yuvasında bu ruhun icadını, anlaşmazlık ve ayrılıklara karşı anlaşma ruhunun galib gelmesini hedef tutar. Kur'an-ı Kerim buyurur ki: "Onlara iyilikle muamele edin." (4:91) Rasulul-lah der ki: "Sizin en hayırlınız, ehline (ailesine) en çok hayırlı olanınızdır." (Tirmİzi). Böylece İslâm erkekteki iyilik ölçüsünü ailesine karşı muamele tarzında arar. Bu adaletli doğru bir ölçüdür. Hiçbir normal erkek hayat ortağına kötü muamele etmez. Ancak İçte, yani ruhundaki iyilik yapma düzenini bozan veya onu iyiliğe koşmaktan alıkoyan çeşitli sapıklıkların yerleşmiş olması buna sebep olur. |