๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:54:02



Konu Başlığı: Fakir Ve Muhtaçlar
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 24 Temmuz 2012, 12:54:02
Fakir Ve Muhtaçlar

Hz. Peygamber fakirlerin ve muhtaçların gerçek dostu idi. Sözleri ve fiilleri ile ashabının dikkatini bu konuya çekmiştir. Fakirlere karşı çok düşünceli ve yardımcı idi; ashabının da öyle olmasını istemiştir. Kur'ân fakirlerin ve muhtaçların durumları ile ilgilenmeyi ve onlara ellerinden geldiğince yardım etmeyi mü'minler üzerine farz kılmıştır. Kefaret ka­bul edilen her küçük veya büyük günaha kar­şılık müslümanlardan fakirleri doyurmaları istenmiştir (2: 184).

Oruç tutamayan yaşlı kimselerin de fidye ola­rak fakirleri doyurmalarına izin verilmiştir; zihar işleyen kişiler de kefaret olarak 60 faki­ri doyurmak zorundadırlar (58: 4). Yeminden dönmenin* kefareti (5: 92) ve ihramda iken Allah'ın yasaklarını çiğneyerek av için hay­van öldürenin kefareti de (5: 98) fakirleri do­yurmaktır. İslâm'da yoksullara yardım etmek o kadar önemlidir ki, Hesap Gününde kâfirler için "onlar ne yoksulu doyurur ve ne de buna teşvik ederlerdi" denilerek "o kâfirlerin ce­henneme atılacakları" haber verilmektedir (69: 34; 74: 44; 89: 18). Yoksulun hakları ile ilgilenmemek Kur'ân'da kâfirlerin temel özel­liklerinden biri olarak tarif edilmektedir (107: 3).

Müslümanlara, miras paylaşılırken eğer fakir­ler orada bulunuyorsa onları da nasiplendir­meleri tavsiye edilmiştir (4: 8). Yine yoksul­lara karşı iyi ve cömert olmak Allah'a itaatkâr olmak, ana babaya, akraba ve yetimlere iyi davranmak emirlerinden sonra Müslümanla­rın yerine getirmek zorunda oldukları dördün­cü bir emirdir (4: 36). Farz olan zekattan (9: 60) ve savaş ganimetlerinden (8: 41) fakirlere de bir pay. vardır. Sadaka verirken fakirleri gözetmek Müslümanlann vazifesidir (2: 215). Fakirlere yapılan yardım toplumun zengin ke­siminin onlara karşı bir lûtfu değil, zenginlik­lerinden fakirlere giden mecburi bir hissedir (17: 26). Rum sûresinde yer alan âyette şöyle buyurulmaktadır: "...yoksula, yolcuya (zekat ve sadakadan) hakkını ver. Allah'ın yüzünü (rızasını) İsteyenler için bu, daha hayırlıdır ve onlar kurtuluşa erenlerdir." (30: 38). Yine Kur'ân'da mü'minlerin bir özelliği olarak fa­kiri yalnızca Allah rızası için doyurduklarından bahsedilmektedir (76:8). Kıtlık veya yok­luk dönemlerinde, mal azlığı ortaya çıktığın­da bu emirler daha da bağlayıcı hâle gelmek­tedir. Bu hâl karşısında mü'minler fakirleri doyurmak için servetlerinden daha çok harca-mahdırlar (90: 16).

Kur'ân, toplumun fakir üyelerine yardım ko­nusuna büyük önem vermiştir. Çünkü bu on­ların zenginler üzerindeki hakkıdır. Hz. Pey­gamber daima fakirlere ve muhtaçlara yar­dım eder, onlann ihtiyaçlarını karşılamak için elindeki herşeyi harcardı; öyle ki, kendisine ve ailesine bile yiyecek kalmazdı. Hz. Pey­gamber'in ev halkının, fakirlere ve muh­taçlara verildiğinden dolayı yiyeceksiz ve aç kalması nadiren vâki olan bir olay değildi. Hz. Peygamber, sefaletlerini hissettirme­mek için fakirlere büyük bir şefkat ve merha­metle yaklaşırdı.

Abdullah b. Amr el-Âs şöyle rivayet etmiştir: "Bir gün Mescid-i Nebevî'de otururken fakir muhacirler de bir başka köşede halka şeklinde oturuyorlardı. Bir müddet sonra Rasûlullah gelerek içlerine oturdu. Onu görünce ben de onlara dahil oldum. Rasûlullah : 'Fakir mu­hacirlere müjdeler olsun. Onlar cennet bahçe­lerine zenginlerinden kırk yıl önce girecek­ler.' buyurdu. Bunları duyanların sevinçten parlayan yüzlerini görünce ben de onlardan biri veya onlarla olmayı arzuladım" (Buhari ve Müslim).

Peygamber "Allah'ım, beni yoksul olarak yaşat, yoksul olarak öldür ve yoksullarla haş-reyle" diye dua edince Hz. Aişe; "Niçin, ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordu. O da; "Çünkü onlar cennete zenginlerden önce girecek" bu­yurdu. Peygamber daha sonra şöyle dedi: "Ey Aişe! Hiçbir zaman muhtaç birini kapın­dan boş çevirme. Verebileceğin yarım bir hurma dahi olsa. Aişe! Fakirleri sev, onları yakınma al ki, Allah da kıyamet gününde seni yakınına alsın." (Tirmizi, Beyhaki ve İbni Mâce).

Bir grup fukara Peygamber'e gelerek dedi­ler ki: "(Ey Allah'ın Rasûlü!) Servetü sâmân sahihleri en yüksek dereceleri (kazanıp ve) naim-i mukim (devletine ermek fazilet ve sa­adetin)! alıp gittiler. (Hem) bizim kıldığımız gibi namaz kılıyor, bizim tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. (Hem de) onlann fazla malla-n var da onunla sadaka veriyorlar." Rasû­lullah buyurdu ki: "Size bir şey haber ve­reyim mi? Ki, onu yaptığınız takdirde hem (bu hususlarda) sizi geçmiş olanlara yetişesiniz, hem de sizden sonraya kalanlardan hiç kimse size yetişemesin. Ve içlerinde bulundu­ğunuz cemaat içinde en hayırlı siz olasınız." Fukara, "söyle yâ Rasûlullah!" dediler. Pey­gamber; "Her farz namazdan sonra 33 kere subhanallah diyerek teşbih, 33 kere elham­dülillah diyerek tahmid eder ve 33 kere Alla-hüekber diyerek tekbir edersiniz" buyurdu. Bir kaç gün sonra bu fakir sahabiler Peygam­ber'e gelerek; "Ey Allah'ın Rasûlü! Zengin kardeşlerimiz de bu vazifeyi öğrendiler, bi­zim yaptığımızı yapmaya başladılar" dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah; "Bu dediğiniz Allah'ın bir fazl-u ihsanı ki dilediğine verir" buyurdu (Buhari ve Müslim).

Hz. Peygamber zekatın her kabile ve kasa­banın zenginlerinden toplanması ve bu belde­nin fakirlerine harcanması ile ilgili emirler vermiştir. Ashab bu emirlere sıkı sıkıya uy­muş ve hiçbir zaman bir beldenin zekatını di­ğer bir beldeye göndermemişlerdir (Ebu Davud).

Bir gün Hz. Ebû Bekir, fakir muhacirlerden Selmân ve Bilâl'i azarladı. Onlar bunu Rasûlullah'e şikâyet ettiler. Peygamber Ebu Bekir'e: "Onları kırmadın değil mi?" di­ye sordu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir gidip onlardan özür diledi. (Mİşkat). Medine yakın­larında fakir bir kadın yaşıyordu. Bu kadın hastalandı ve şifa burmasından hemen hemen ümit kesildi. Her an ölmesi bekleniyordu. Peygamber, bu kadının cenaze namazını kendisinin kıldıracağını söyledi, Tevafuken hasta gece vefat etmişti ve gece defnedilmişti. Sabahleyin Peygamber'e haber verilince: "Bana vefatım niçin bildirmediniz" ihtarında bulundu. "Gece karanlığında sizi rahatsız et­mek istemedik", diye cevap vermişlerdir. Bu­nun üzerine Peygamber kabrini ziyaret edip namaz kılmıştır (Buhari).

Ibni Cerir'in rivayetine göre; "Bir gün Rasûlullah ile beraber mescidde otururken bir kabile geldi. Hâlleri ve görünüşleri çok kötüydü. Üstlerinde yırtık pırtık bir paçavra ancak vardı, yan çıplak-yalın ayak bir deri bir kemik kalmış, kılıçlan boyunlarına asılmış sersefil bir vaziyetteydiler. Onları bu halde gören Rasûlullah çok müteessir oldu. Yü­zünün rengi kaçtı ve zihni altüst olarak içeri girdi. Sonra dışarı çıkarak Bilâl'e ezam oku­masını söyledi. Namazdan sonra halka hitab ederek bu kabileye yardım etmelerini istedi." (Müslim).

Hz. Peygamber'e bir adam geldi ve birşey-ler dilendi. Peygamber o an elinde bir şeyi olmadığını, fakat onun için ödünç alıp adama vereceğini söyledi. Bunun üzerine Ömer Fa­ruk; "Allah, kullarına taşıyabileceklerinden ağır yük yüklemez" deyince Peygamber sükût etti. Orada oturan bir Ensârî; "Yâ Rasûlullah! Ona 'Rabbimiz Allah'tır, yoksul­luk korkusu yoktur', diye cevap ver" deyince Peygamber tebessüm etti, yüzünde saadet emareleri belirdi ve "evet, ben bununla emrolundum" dedi (Tirmizi).

Bir keresinde Hz. Peygamber bir dilenci için yarım vesk buğday ödünç aldı. Alacaklı alacağını istemeye geldiğinde Rasûlullah  şöyle buyurdu: "Ona bir vesk buğday veriniz; yarısı borcumuz için, diğer yansı ise iyi niyet ve cömertliğimizin bir işareti olarak."

Hz. Peygamber'in elinin fakirlere ve muh­taçlara vermede esen bir rüzgâr gibi olduğu rivayet edilmiştir. Hiç kimse isteyip de eli boş dönmemiştir. Ne zaman muhtaç biri gelse yi­yecekte olduğu kadar giyecekte de onu kendi­sine üstün tutmuştur.

Kûfî hatla bezenmiş bir mezar taşı.

Ebû Hureyre'den rivayetle Rasûlullah; "Yaşlılar ve fakirler için çalışan Allah yolun­da cihad etmiş gibidir" ve yine "namaza du­ran ve hiç yorulmak bilmeyen veya sürekli oruç tutan kişi gibidir" buyurmuştur (Buhari ve Müslim).

Ebu Hureyre'den rivayetle Rasûlullah; "Dul kadınlarla miskinlerin işlerine koşanlar, Allah yolunda cihad etmiş gibi ecirlenirler. Bilemeden gece ibadet eden, iftar etmeden gündüzleri oruç tutan gibidir" buyurdu. (Bu­hari ve Müslim).

Yine Ebu Hureyre, Rasûlullah'den şöyle nakleder: "Bir zamanlar bir ormanda bir bu­luttan 'falanca kişinin arazisini sula' sözünü işiten bir kişi vardı. Bulut hareket etti ve taş­lık bir arazi üzerine sularını boşalttı, öyle ki ırmaklar suyla doldu. Bulutu takip eden o zât bahçesinin başında duran ve akarsuyun yönü­nü çeviren başka birine rastladı. Onun ismini sordu ve buluttan duyduğu ismi cevap olarak aldı. Bahçenin sahibi o zâta niçin kendi ismi­ni araştırdığını sordu. O zât da cevap olarak 'senin bahçenin üzerine yağan şu buluttan sanki biri buluta gitmesini ve senin bahçeni sulamasını söylüyormuş gibi bir ses duydum. Rahmeti ve Nimeti için Allah'a nasıl şükredi­yorsun?' sualini yöneltti. Bahçe sahibi 'bah­çenin mahsulüne dikkat ederim. Onun üçte birini sadaka olarak fakirlere veririm, üçte bi­rini aileme harcarım, diğer üçte birini ise bah­çem için kullanırım.' Bir başka rivayette ise 'üçte birini fakirlere, dilencilere ve yolculara veririm' dedi." (Müslim).

Hz. Peygamber'in "sadaka vermek herkese farzdır" buyurduğu rivayet edilmiştir. Halk verecek birşeyleri olmadığında ne yapacakla­rını sorunca Peygamber "ellerinizle kaza­nın, kendinizi faydalandırın ve sadaka verin" buyurdu. Halk "bu da mümkün değilse?" de­yince Peygamber "sıkıntı içindeki muhtaç­lara yardım edin" buyurdu (Müslim).

Muaz b. Cebel'den rivayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Size Cennetin padişahlarının kim olduğunu söyleyeyim mi? İnsanla­rın hiçbirisinin gözetmediği yırtık ve eski el­biseler giyen zayıflar ve yoksullar. Allah'a olan imanlarından ve ümitlerinden dolayı Al-lah'dan dilekte bulunurlarsa Allah dileklerini yerine getirir." (İbni Mâce).

Harise b. Vehâb'dan rivayetle Rasûlullah; "Size cennet halkının fakirler ve çaresiz kim­seler olduğunu söyleyeyim mi?" buyurmuştur (İbni Mace).

Sehl, bir adam yanlarından geçerken Hz. Pey­gamber'in ashabına "bu adam hakkında ne düşünüyorsunuz?" dediğini rivayet etmiştir. Ashab; "Ey Allah'ın Rasûlü! Bu öyle bir adamdır ki, kiminle evlenmek istese o kişi müşerref olur; kime aracılık yapsa kabul olur; konuşması ilgiyle dinlenir" dedi. Bir süre sonra yanlarından bir başka adam geçti. Pey­gamber ashaba, "bu adam hakkında ne dü­şünüyorsunuz?" diye sordu. Onlar da; "Bu, fakir muhacirlerden biridir. Evlilik için teklif gönderse kimse kabul etmez; tezkiyesi dikka­te alınmaz; birşey söylemek istese dinlen­mez" dediler. Peygamber: "Bütün dünya ilki gibi zenginlerle dolu olsa bile bu adam hepsinden daha iyidir" buyurdu, (İbn-i Mace)

Ebû Hureyre, Cafer b. Ebû Tâlib'in fakirleri sevdiğini ve onlarla beraber oturduğunu riva­yet etmiştir. Bu sebepten Hz. Peygamber ona "Ebû'l mesâkin (miskinlerin babası)" der­di (İbni Mace). Habbab, "Sabah akşam Rab'lerinin rızasını isteyerek, O'na yalvaran­ları kovma..." (6:52) ayet-i kerimesinin tefsi­ri ile ilgili şu rivayette bulunmuştur: "Bazı kabile reisleri (Akra' b. Habis Ternimî ve Ay­niye b. Hatan el-Fesarî) Hz. Peygamber'i görmeye geldiklerinde Suheyb, Habbab, Bilâl, Ammar gibi diğer bazı yoksul müslü-manlar da Hz. Peygamber ile beraber otu­ruyorlardı. Bu kişileri gören kabile reisleri, Hz. Peygamber'den böyle kişilerin yanında olmadığı bir başka vakit tayin etmesini söyle­diler. Böylelikle Arablar onların soylu oldu­ğunu anlayabileceklerdi. 'Sana Araplardan pekçok kafile geliyor. Eğer bu kafileler bizi kölelerle otururken görürlerse utanç y Onun İÇ*11 geldiğimizde onları geri çevir, biz gittikten sonra onları geri çağırabi­lirsin' dediler. Peygamber bunu duyunca 'Evet mümkündür' dedi. Bunun üzerine kabi­le reisleri 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bununla ilgili bir de yazı yazılırsa uygun olur' dediler. Pey­gamber kâğıt istedi ve Hz. Ali'ye bunu yazmasını söyledi." Habbab, Cebrail gelip yukarıdaki ayeti vahyettiğinde kendilerinin bir köşede sabırla oturmakta olduklarını da söylemiştir.

Daha sonra Allahu Teâlâ, Akra' ve Ayniye hakkında "Böylece biz onların kimini kimi ile denedik ki: 'Allah, aramızdan şunlara mı lûtfu lâyık gördü?' desinler. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil mi?" (6: 53) ve "(Ey Muhammed!) Âyetlerimize inananlar, sana geldikleri zaman: 'Size selâm olsun' de, Rabb'iniz, rahmeti kendi üzerine yazdı..." (6: 54). Habbab bu ayetler nazil olurken Hz. Pey­gamber'e çok yakın oturduklarım, öyle ki, Peygamber'in dizinin kendi dizine değdiği­ni söylemiştir. Peygamber onlarla beraber oturmaya devam etti ve gitmeye niyetlenince kalktı; onların ayağa kalkmalarını bekleme­den gitti. Daha sonra şu âyet geldi: "Nefsini, sabah akşam rızasını isteyerek Rab'lerine yal­varanlarla beraber tut..." (18: 28). Habbab, âyetin sonunda geçen furuten kelimesi ile bu iki kabile reisine işaret edildiğini söylemekte­dir. Allahu Teâlâ onlara şu âyetleriyle de değinmektedir: "Onlara şu iki adamı misâl ola­rak anlat..." (18: 32) ve "Onlara dünya haya­tının, tıpkı şöyle olduğunu anlat..." (18:45).

Habbab, bu olaydan sonra Peygamber'in kendileri kımıldamadığı müddetçe birlikte oturduğunu, önce kendilerinin kalkarak Pey­gamber'den ayrıldıklarını söylemiştir (İbni Mace).

Peygamber sık sık fakirlerle oturur ve on­larla meseleleri hakkında konuşurdu. Haki­katte, Islâmı en önce kabul edenlerin çoğu fa­kir ve muhtaç kimselerdi. Peygamber on­lara çok iyi davranmıştır. Bir gün Mekke'nin ileri gelenleriyle oturmuş, onları İslâm'a davet ediyorken fakir ve âmâ olan Abdullah b. Ümmi Mektûm çıka geldi ve Rasûlullah'e bir-şey sormak istedi. Mekkeli liderlere hararetle İslâm'ı anlatmaya dalmış olan Rasûlullah, Ümmi Mektûm'un daha sonra gelerek mese­lesini arzedebileceğini, gerçekten âcil bir me­selesi olmadığını düşünerek onu ihmal etti. Bu olay üzerine Yüce Allah Abese sûresini vahyetti (Tirmizi):

"Surat astı ve döndü; kör geldi diye. Ne bilir­sin belki o arınacak? Yahut öğüt dinleyecek de öğüt, kendisine yarayacak. Kendisini zen­gin görüp tenezzül etmeye gelince; sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sana ne? Fakat koşarak sana gelen, (Allah'tan) kor­karak gelmişken, sen onunla ilgilenmiyorsun. Hayır (olmaz böyle şey); o (öğüt, inen Kur'ân âyetleri), bir hatırlatmadır. Dileyen onu düşü­nüp alır." (80: 1-12).

Bundan sonra Peygamber fakirlere ve muhtaçlara daha çok önem verdi. Fakirler Peygamber ile beraber Kabe'de namaz kı­larlarken Mekke'nin ileri gelenleri onları ala­ya alır ve dış görünüşlerine bakıp "mü'minle-rin mümtazlarından olan, Allah'ın nimet ver­diği şu ve şu insanların geçmiş hayatına bir bakın" diyerek gülüp eğlenirlerdi. Bu ve ben­zeri tahkîr edici sözler Kureyş'in reisleri tara­fından sürekli sarfediliyordu. Rasûlullah bu sözlerin hiçbirini nazarı itibare almayarak fakir ve zayıf Müslümanlara olan yardım ve dostluğunu devam ettirmiştir.

Sa'd b. Ebû Vakkas mîzaç olarak biraz kibirli ve kendisini yoksullardan üstün gören biri idi. Rasûlullah ona; "Sahip olduğun maişet ve başarıyı fakirler(in çalışmasın)e .borçlusun." buyurdu (Müslim).

Ebû Hureyre'den rivayetle Rasûlullah; "Yemeklerin en kötüsü, zenginlerin çağrılıp da fakirlerin unutulduğu velime (düğün ye­meğedir" buyurmuştur (Buhari ve Müslim). Ebu Derda'nm rivayetine göre Rasûlullah: "Bana, aranızdaki fakirleri arayıp bulun; çün­kü siz ancak fakirleriniz sayesinde yardım gö­rür ve rızıklanırsınız" buyurdu (Ebû Davud).

İbni Ömer'den rivayetle Hz. Peygamber: "Müslüman müslümanın kardeşidir... Bir müslüman, kardeşinin bir sıkıntısını giderirse Allah ahiret gününde onun bir sıkıntısını gi­derir" buyurmuştur (Buhari ve Müslim).

Enes'ten rivayetle Rasûlullah; "Beni mem­nun etmek isteyen, ümmetimden birinin ihti­yacını karşılasın; beni memnun eden Allah'ı memnun etmiş olur; Allah'ı memnun eden de Allah tarafından Cennete dahil edilecektir" buyurmuştur. Rasûlullah yine şöyle buyur­muştur: "Darda kalana yardım eden için, Al­lah 73 kere mağfiret eder. Birini dünyadaki refahı için ayırır, 72'sini de, kıyamet gününde o kişinin derecesi kılar" (Beyhaki, Şuub-el İman).

Hz. Peygamber'in fakirlere ve muhtaçlara karşı olan cömert ve iyi davranışlarına işaret eden pek çok hadis vardır. Fakirlerle ve ihti­yaçlarıyla her zaman ilgilenmiş, ashabına sözleri ve fiilleri ile fakirler ile ilgili ayrıntılı emirler bırakmıştır, insanların gözünde fakir­lerin konumunu yükseltmiş; fakirliğin ne bir günah ve ne de bir suç olduğunu önemle vur­gulamıştır. Hz. Peygamber'e göre fakirlik sadece bazı kişilerin hayatlarını kazanamamalarından dolayıdır ve bunları gözetmek toplu­mun sorumlulukları içindedir. Durumu müsa­it olanların toplumun fakirlerinin ihtiyaçlarını gidermesi farzdır.

Yetimler ve dullar: Hz. Peygamber fakir­ler ve muhtaçlarla olduğu kadar yetimler ve dullarla da İlgilenmiştir. Gerçekte O, her za­yıf ve muhtaç insanın dostu olmuş ve onların rahatı için herşeyi yapmak istemiştir. Kur'ân ve Sünnette yetimlere ve dullara yardım ko­nusunda pekçok emir vardır. Yetimlere yar­dım etmek her müslümana farzdır. (4: 36) ve mü'minler "...yoksullar da (miras) tak-sim(in)de hazır bulunursa bir şeyler vererek onları da ondan nzıklandırmakla (gönüllerini hoş etmekle) ve onlara güzel söz söylemekle" (4:8) emrolunmuştur.

İnsanlara ölümlerinde, ailesi ve çocukları muhtaç kalacak diye korkmalan hatırlatılarak şu âyet nazil olmuştur: "Kendileri, geriye za­yıf çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri nice olur) diye korkanlar, (öksüzlerin hakkına dokunmaktan çekinip) titresinler. Allah'tan korksunlar ve doğru söz söylesinler." (4: 9).

Yetimlerin dertleri daha ciddî ve âciliyet kesbettiğinden zekattan ayrılan pay konusunda onlara fakir ve miskinlere nazaran öncelik ta­nınmıştır. Ganimetlerden de payları vardır (8: 41).

Müslümanlara, Allah yolunda infakta buluna­cakları zaman yetimler için de bir şeyler ayır­maları, çünkü onların (fakir) ana baba ve ak­rabadan sonra yardıma en lâyık oldukları dai­ma hatırlatılmıştır. Zengin olan kardeşlerinin yetimlere yardım etmesi, yetimlerin onlar üzerinde olan bir hakkıdır ve yetimlere yapı­lan yardımlar asla bir lütuf değildir. Bu se­beple müslümanlar yetimlere haklarını verme ve bu konuda ihmalkâr davranmamakla yolunmuşlardır. Yetimlerin doyurulmasına valnızca Allah rızası için yardım etmek ve hiçbir dünyevî menfaat ya da nam gözetme­mek muttaki müslümanlann görevidir (76: 8-û) Kur'ân'da yetimleri itip-kakan ve onlara güçlüklerinde yardım etmeyenler şiddetle ye-rjlmiştir (107: 2). Fazilet ve iyilik yolunun zorluklarla dolu olduğu da bir hakikattir; bu yola ulaşmak için maddî olduğu kadar şahsî fedakârlıklarda da bulunulmalıdır: "Ona iki tepe (iki hedef: hayır ve şer yolunu) göster­dik. Fakat o (hedefe varmak, yapılan iyilikle­re şükretmek için) sarp yokuşu geçemedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bile­ceksin? Bir boynu (kölelik zincirinden) çöz­mek, yahut doyurmaktır: açlık gününde, akra­ba olan yetimi, yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu." (90:10-16).

Hz. Peygamber'in, yetimlere yardımın ne kadar elzem olduğunu belirten pek çok hadîsi vardır. Sehl b. Sa'd, Rasûlullah'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yetimin işle­rini deruhde eden kimse ile cennette (şehadet parmağıyla orta parmağını işaret ederek) şöy­lece beraber bulunacağız." (Buhari). Ebu Hu-reyre'nin rivayetine göre Rasûlullah: "Kim, dul kadınların veya fakirlerin işine ko­şar, gayret ederse, Allah yolunda cihad etmiş gibi ecir alır" buyurmuştur.

Yine Ebû Hureyre'nin bir rivayetinde Rasû­lullah; "Müslümanlann evleri arasında en iyi ev, içinde iyi davramlan bir yetim olanı­dır, müslümanların evleri arasında en kötü ev ise içinde kötü davramlan bir yetim olanıdır" buyurmuştur (İbni Mace).

Ebû Ümâme'nin rivayetine göre Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Kim Allah rızası için bir yetimin başım okşarsa, elinin değdiği her saç için sevap alacaktır" dedikten sonra elinin iki parmağını birleştirerek; "Ve kim vesayetindeki kız veya erkek yetim çocuğa iyi davranırsa, o ve ben bu iki parmak gibi cen­nette beraber olacağız" (Ahmed ve Tirmizi).

Ibni Abbas'tan rivayetle Peygamber; "Eğer bir kişi bir yetimin yiyeceğini ve İçeceğini te­min ederse, affedilmeyecek bir günah işleme­dikçe Allah ona cenneti vâcib kılar. Ve eğer bir kişi üç tane kızı veya kızkardeşe bakar, onları terbiye eder ve Allah onları fazlından zengin edene kadar onlara iyi davranırsa Al­lah ona cenneti vâcib kılar" buyurmuştur. Ebû Hureyre'nin rivayetine göre birisi Pey­gamber'e katı kalpli olarak şikâyet edildi­ğinde: "Yetimlerin başım okşayın ve fakirleri doyurun" buyurdu (Müsned-i Ahmed).

Çocuklar: Hz. Peygamber bütün çocukları çok severdi ve yolu üzerinde ne zaman bir ço­cuğa veya çocuklara rastlasa onlarla konuşur ve onları dizine alırdı. Bir seferden dönerken yolda çocuklarla karşılaşırsa bineğinden aşağı iner, onları öper ve bineğiyle gezdirirdi. Ço­cuklarla karşılaştığında selâmı önce o verirdi (Ebu Davud). Bundan dolayı bütün çocuklar onu çok sever, geldiğini görünce muhabbet ve iştiyakla O'na doğru koşarlardı. O çocukla­rın sâdık bir dostu idi. Hz, Aişe'den şöyle de­diği rivayet olunmuştur: "Bir kere Peygamber'e bedevî bir Arap gelip; 'Ya Rasûlullah! Siz çocuklarınızı Öper (sever) misiniz? Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız' demişti. Rasûlü Ekrem: 'Allah senin gönlünderı mer­hamet ve şefkati çekip çıkarmıştır, ben ne ya­pabilirim?1 diye cevap verdi." (Buhari).

Bir gün Hâlid b. Said küçük kızıyla beraber Hz. Peygamber'in yanına geldi. Kızı kırmı­zı bir elbise giymişti. Hz. Peygamber ona "Sene" dedi. Hesne Habeşistan'da doğmuştu. Habeş dilinde "Sene", "Hesne" demekti. Kü­çük kız Hz. Peygamber'in sırtında bulunan nübüvvet mührüyle oynamaya başladı. Hâlid, kızını azarlayınca Peygamber onu sustura­rak çocuğun oynamasına müsaade etti (Buha­ri).

Bir salıabi çocukluğunda Ensâr'ın bahçelerine giderek hurma ağaçlarını taşladığını ve hur­malarını yediğini rivayet etmiştir. Peygamber'e getirildiğinde "niye taş atıyorsun?" diye soruldu. Çocuk "hurma yemek için" dedi. Da­ha sonra Rasûlullah; "toprağa düşen hur­maları ye ve taş atma" buyurarak çocuğun ba­şını okşadı ve ona duada bulundu (Ebu Da-vud).

Hz. Peygamber, çocuklanna karşı müşfik ve onlara düşkün olan kadınları takdir etmek suretiyle kadınları şefkatli olmaya teşvik et­miştir. Bir seferinde iki çocuğundan birini sır­tına' almış, diğerini de elinden tutmuş olduğu halde huzuruna gelen bir kadına, diğer bir se­ferinde de Hz. Aişe'nin ikram ettiği üç hurma­dan ikisini beraberindeki iki çocuğuna birer tane verip üçüncüsünü kendine ayırdığı halde az sonra üçüncüyü de çocuklanna yarımşar veren kadına bu şefkatinden dolayı takdîr ve senalarda bulunmuştur (İbni Mâce).

Rasûlullah: "Allah'ın kendisine çocuk sev­gisini takdir ettiği kimse farzlarını yerine ge­tirirse cehennemden uzak kain"" buyurmuştur. (Buhari)

Çocuk ağlaması duyduğunda namazı kısa kıl­dırmak Peygamber'in mutad bir davranışı idi (Buhari)

O'nun sevgi ve şefkati sadece mü'minlerin çocuklanna mahsus değildi. Müşriklerin ço-cuklan da dahil bütün çocuklara karşı aynı duyguyu taşırdı. Bir savaşta, savaşan kuvvet­ler arasında bulunan çocuklar da öldürülmüş­tü. Olayı öğrendiğinde Rasûlullah çok ke­derlenmiş ve üzülmüştü. Birisi "Ey Allah'ın Rasûlü, onlar müşriklerin çocuklanydı" de­yince O; "Çocuklar müşriklerin de olsa siz­den iyidirler. Sakın çocukları Öldürmeyin! Sa­kın çocukları öldürmeyin! Her kişi İslâm fıt­ratı üzerine doğar" buyurdu (Müsned-i Ahmed).

Mevsimin ilk meyvesi veya başka bir mahsûl getirildiğinde bunu topluluğun en küçüğüne vermek onun sünnetiydi (Mucemu's-Sağir). Hz. Peygamber çocuklarla ne zaman karşı-laşsa onlan Öper ve severdi. Bir keresinde torunlarından birini öperken Peygamber'i gören Akra' b. Habis bunu garip karşılayarak; "Benim on çocuğum var, hiçbirini de Öpme­dim" dedi. Hz. Peygamber  ona şu cevabı verir: "Şefkatli olmayana merhamet edil­mez." (Buhari, Tirmizî, Ebû Davud).

Hicret esnasında Hz. Peygamber Medi­ne'ye girerken Ensâr'ın küçük kızlan evlerin­den dışarıya çıkarak neşeyle şarkılar söylü­yorlardı. Önlerinden geçerken Peygamber; "Küçük kızlar, beni seviyor musunuz?" diye sordu. Hepsi birden "Evet, ey Allah'ın Rasûlü!" dediler. O da; "Ben de sizi seviyo­rum" buyurdu.

Hz. Aişe genç yaşta evlenmişti, daha evlen­meden az bir zaman önce mahallesindeki kız­larla oyun oynardı. Hz. Peygamber  evleri­ne geldiğinde kızlar O'ndan çekinerek köşele­re, oraya buraya saklanırlardı. Hz. Peygamber onlan rahatlatır, oyunlanna devam etmele­rini söylerdi (Ebu Davud). Hayatı boyunca gösterdiği davranışlar Hz. Peygamber'in çocuklara olan sevgi ve şefkatinin pekçok mi­salleri ile doludur. O çocuklara karşı çok müşfik ve merhametli idi. Ashabına sık sık çocuklara karşı merhametli olmalarını tavsiye ederdi. Şöyle buyurmuştur: "Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize hürmet göstermeyen bizden değildir" (Tirmizi, Ebû Davud).

Enes, çocuklara karşı Rasûlullah'dan daha müşfik davranan kimse görmediğini söyle­miştir. (Müslim). Yine Enes, kendisi henüz bir çocukken Rasûlullah'in onlara geldiğini ve kendisine selâm verdiğini rivayet etmiştir (İbni Mace).

Hz. Peygamber çocuklara sevgisini izhar­da, durumu icabı onları bineğine de almıştır. Hadis ve Sünnet kitaplarında, Hz. Peygamber'in çocuk sevgisini ve çocuklara olan alâkasını gösteren yukarıdakilere benzer daha pekçok olay rivayet edilmiştir.

Köleler: Hz. Peygamber kölelerin ve diğer mazlum insanların en büyük dostu ve yardım­cısı idi. Onları bulundukları menfî konumdan kurtarıp toplumda daha iyi bir yere ulaştırmak için çok gayret gösterdi. Zamanında pek çok köle ve cariye hürriyetlerine kavuştular. O kölelerin haklarının en büyük savunucusu idi. Dinî vazifelerin yerine getirilmesi gibi konu­larda hataların kefareti olarak köle âzad edil­mesi şartını getirmiştir. Bu, kefareti ödeme­nin ilk ve öncelikli yolu idi, fakat eğer kişi fa­kir ve bunu karşılayamayacak durumda ise ancak o zaman başka kefaret yollarını kullan­masına izin verilirdi. Meselâ, bir mü'minin kazaen öldürülmesi durumunda suçlu, bir kö­leyi hürriyetine kavuşturması ve diyet ödeme­si karşılığında salıverilir (4: 92). Kişinin, işle­diğinde fakirleri doyurmakla ya da köle âzad etmekle emrolunduğu daha başka dinî ve ahlâkî vecibelere ilişkin hatalar da vardır (5: 92).

Ayrıca Müslümanlar gerçek takvaya (birr) ulaşmak için kazançlarını hayır yolunda infak etmek ve köle âzad etmek gibi müşahhas iyi­likler yapmakla emrolunmuşiardır (2: 177).

Köleleri âzad etmek ve dünyanın değişen şartlarının kurbanı olan bu ve benzer insanla­rın durumlarını düzeltmek için zekat müesse­sesi de vardır (9: 60). Servetini fakirleri do­yurmak ve köleleri âzad etmek için harcaması kişinin nefsine zor gelir. Kur'ân'da, hayatın bu katı gerçeğine, Müslümanların dikkati çok çarpıcı ve dramatik bir şekilde çekilmiştir: "Ona iki tepe (İki hedef: hayır ve şer yolunu) gösterdik. Fakat o (hedefe varmak, yapılan iyiliklere şükretmek için) sarp yokuşu geçe­medi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bİr boynu (kölelik zincirinden) çözmek, yahut doyurmaktır: açlık gününde, akraba olan yetimi, yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu." (90:10-16).

Rasûlullah ashabına köleleri için; "Onlar sizin kardeşlerinizdir, yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin" buyurmuştur. Kölele­rin kendilerine "köle" denmesinden utandık­larını bildiği için ashabına "kölem" veya cariyem" yerine "oğlum" veya "kızım" diye hitap etmelerini tavsiye ederdi. Her zaman kölelere karşı şefkatli olan Rasûlullah'in vefatından önceki son vasiyeti; "Köleler hu­susunda Allah'tan korkun" olmuştu.

Bu paragrafta, Hz. Peygamber'in, insanlı­ğın dikkatini bu talihsiz kölelik olayına çek­mesi izah edilmiştir. İnsan haysiyeti ve şerefi kölelik yoluyla alçaltılmışti; kadınlar ve erkekler hayvanlar gibi hatta daha da beter bir şekilde zincire vurulmaktaydı. Bu sebeple Hz. Peygamber her fırsatta köleleri âzad etme olayına büyük önem vermiştir.

Hürriyet akdi (mukâtebe): Bu yönde Hz. Peygamber ilk olarak "hürriyet akdi" kav­ramını ortaya koymuştur. Bu akde göre köle, efendisine belli bir zaman dilimi içerisinde belli bir miktar parayı ödemeyi ve yahut ön­ceden belirlenmiş bir iş veya hizmeti yapmayı taahhüt etmekte ve bundan sonra sahibi tara­fından serbest bırakılmaktadır. Böyle bir du­rumda Şeriatın emri kölenin mııkâtib yapıl­masıdır. İslâm âlimleri genellikle bu emri tav­siye edilebilir ve arzu edilir bir emir olarak kabul etmişlerse de Ömer, İbni Sîrin ve Da-vud bunu mecburi bir emir olarak telakki et­mişlerdir. Onlar, böyle bir köleyi mukâtib yapmaya efendisinin mecbur olduğu görüşün­dedirler. Bu emrin durumu göstermektedir ki burada kölenin efendisinin konumu, bağımsız bir sahip gibi değil, daha çok anlaşmanın ta­raflarından biri olarak tebarüz etmektedir. Ar­zu edilen şey bu meseleyi kölenin ve efendi­sinin kendi aralarında halletmeleridir; şayet bir anlaşmazlık başgösterirse bu, toplumun sorumlu kişilerince giderilir. Ve en son çare olarak İse mesele mahkemeye götürülebilir.

Kur'ân'da bundan şu ifadelerle bahsedilmek­tedir: "...Ellerinizin altında bulunan (köle ve câriye)lerden, mukâtebe (akdi) yapmak iste­yenler (çalışıp belli bir para ödemek karşılı­ğında hürriyetlerini kazanmak isteyenlerde -eğer kendilerinde bir iyilik görürseniz-mükâtebe yapın. Ve Allah'ın, size verdiği ma­lından onlara da verin..." (24:33).

Buradaki iyilik kelimesi üç şeyi îma etmekte­dir: (a) Kölenin hürriyet bedelini çalışarak ka­zanmaya muktedir olması. Hz. Peygamber, "mukâtebeyi, kölenin gereken miktar parayı kazanabileceğinden emin olunca yapın; onun gidip insanlardan buna sebep dilenmesine izin vermeyin" buyurmuştur (İbni Kesir), (b) Kölenin anlaşma şartlarını yerine getirmesi için namuslu, dürüst ve güvenilir olması ve kazanç için eline geçen fırsatları en iyi şekil­de değerlendirerek kazançlarını israf etmeme­si gerekmektedir, (c) Kölenin sahibi, kölede gayri ahlâkî eğilimler olmadığına ve İslâm'a veya Müslümanlara karşı düşmanca hisler beslemediğine, ayrıca onun serbestliğinin Müslüman toplumun menfaatlerine zarar ge­tirmeyeceğine emin olmalıdır. Diğer bir ifa­deyle, köle, Müslüman toplumun sâdık ve mü'min bir mensubu olduğunu ispatlamalıdır. Bu tedbirlerin özellikle köle yapılan savaş esirleri söz konusu olduğunda muhakkak sü­rekli olduğu belirtilmelidir. (The Meaning of the Qur'an, c. VIII, sh. 143-144).

Burada şu hususu belirtelim; âyetteki "iyilik" şartı hiçbir şekilde dürüst ve muktedir bir kö­lenin hürriyetini engellemek için kullanıla­maz, çünkü kölenin muktedir olup olmama­sıyla ilgili en son kararı mahkeme verir. Ayrı­ca Kur'ân'da Müslümanlar böyle kişilerin hürriyetlerini kazanmasına yardım etmeye teşvik edilmişlerdir. Böyle kölelere beytü'l-mal'dan da yardım edilmesi mümkündür. Ayetin son kısmındaki "Ve Allah'ın, size ver­diği malından onlara da verin" ifadesi köle sahiplerine, Müslümanlara ve İslâm devletine yöneltilmektedir. Bu âyette, ilk olarak köle­nin sahibinden, bedelin bir kısmını affetmesi istenmektedir. Ashabın, bedelin büyük kısmı­nı kölelerine bağışladıklarını doğrulayan pek çok hadîs vardır. Hz. Ali bedelin dörtte birini bağışlar ve başkalarını da aynı şeyi yapmaya teşvik ederdi. (İbni Cerir).

İkinci olarak, Müslümanlardan, yardım iste­yen bu durumdaki kölelere yardım yapılması istenmektedir. Zekat verilecek yerlerden biri de âzad edilecek köleyedir (9:60). Bir hadîse göre, bir bedevi Hz. Peygamber 'e geldi ve cennette bir yere sahip olabilmesi için ne yap­ması gerektiğini sordu. Peygamber; "en önemli şeyi en kısa şekilde sordun. Köle âzad etmelisin ve onların hürriyetlerine kavuşma­larına yardım etmelisin" buyurdu (Beyhaki). Ve üçüncü olarak; İslam devletinin, zekat ge­lirlerinden bir bölümünü kölelerin âzad edilmesi yolunda harcaması istenmektedir. (The Meaning ofthe Qur'an, c. VI, sh. 144).

İnsanları teşvik etmek ve işin derecesini belir­lemek için Hz. Peygamber 63, Hz. Aişe 67, Abbas 70, Hâkim b. Hizam 100, tbni Ömer 1000, Zu'l-Kela Himyerî 8000 ve Ab-durrahman b. Avf 30.000 köle âzad ettiler. Aralarında Hz. Ebu Bekr ve Hz. Osman'ın da bulunduğu diğer sahabeler de pekçok köle âzad ettiler. İnsanlar, Allah'ın rızasını kazan­mak için sadece kölelerini âzad etmekle kal­madılar, ayrıca başkalarından köle satın alıp onları da âzad ettiler. Mukâtebe hakkı cariyeler için de söz konusu idi.

Hz. Peygamber'in köle âzad etmeye teş­vikleri ve hürriyetlerini kazanmaları için kö-lelelere verdiği maddî desteklerini gösteren pek çok hadîs vardır. Ebû Hureyre'den riva­yetle Peygamber: "Her kim kölesinden hissesini âzad etse, o kimseye kendi malından (vererek) köleyi (tamamen, diğer ortakların­dan da) halâs etmesi vâcib olur. Şayet köle sahibinin malı yoksa kölenin kıymeti takdir olunur. Sonra köle (diğer ortağın hakkı için) meşakkatsiz çalıştırılır" (Buhari). Yine Ebû Hureyre'den rivayetle Hz. Peygamber: "Bir oğul babasım esir bulup da, satın alıp azad etmedikçe ona karşı borcunu ödeyemez" buyurmuştur (Müslim).

Hz. Peygamber: "Eğer bir kişi mahremi olan bir yakınının sahibi olursa bu kişi hür olur" buyurmuştur. (Tirmizi, Ebu Davud ve İbni Mace). İbni Abbas'tan rivayetle Peygam­ber (§>: "Bir kişinin cariyesi ona çocuk doğu­rursa, o kişinin ölümünde o câriye âzad olur" buyurmuştur (Darimi). Abdû'l-Melik baba­sından rivayetle şu hadisi nakletmiştir: Ada­mın biri bir köle üzerindeki hissesini bağışla­dı. Durum Peygamber'e arzedildiğinde O; "Allah'ın ortağı yoktur" buyurdu ve kölenin âzad edilmesine karar verdi (Ebu Davud). Se-fine'den rivayetle: Ümmü Seleme'nin cariyesi idim. O bana, "seni serbest bırakırım, fakat yaşadığın müddetçe Allah'ın Rasûlüne hizmet etmen şartını koşarım" dedi. Ben de, "sen şart koşmasan dahi ben yaşadıkça Allah'ın Rasûlü'nden ayrılmam" dedim (Ebu Davud ve İbni Mace).

Hz. Peygamber, "hürriyetini kazanmak için bir anlaşma yapan köle, anlaşılan bedelin ödenmedik bir dirhemi kaldıkça köledir" bu­yurmuştur (Ebu Davud). Ümmü Seleme'den rivayetle Peygamber; "Siz kadınlardan bi­rinin bir kölesi âzad olmak için mukâtabe ya­pıp bedelinin tamamını ödeyebilecek durum­da ise, o kadın kendini ondan gizlemelidir" buyurmuştur (Tirmizi, Ebu Davud ve İbni Mace). İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Mükâtib, bir hadde uğrar veya mirasa vâris olursa âzad edildiği kadarına vâris olur." (Ebu Davud ve Tirmizi). Tirmizî'deki diğer bir şekle göre ise bir mukâtibin diyeti vârislerine hür bir ada-mınki kadar ödenir, henüz borçlu bulunduğu sahibine ise köle diyeti ödenir.

Abdurrahman b. Amr el-Ensârî, annesinin bir köleyi azad etmeye niyetlendiğini, bu işi sa­baha ertelediğini, ancak o sabah öldüğünü nakletmiştir. Bunun Üzerine Amr el-Ensârî, Hz. Peygamber'e köleyi annesi nâmına âzad ederse, annesinin bundan ecir kazanıp kazanmayacağını sorduğunda, Peygamber  kazanacağını söyledi (Mâlik). Abdurrahman b. Ebu Bekr Öldüğünde, kız kardeşi Aişe Köle âzad etmek Allah'ı hoşnut edecek ve Cennette yer kazandıracak bir ameldir. Ebû Zerri'l-Gıfârî'den şöyle dediği rivayet edil­miştir: Bir kere Rasûlullah'a "Ya Rasûlullah! Hangi ibadet efdaldir?" diye sor­dum. O, "Allah'a iman ve Allah yolunda cihad" buyurdu. (Yine) ben "Hangi esir veya köle (yi âzadlamak) efdaldir?" diye sordum. Rasûlullah: "Kıymeti yüksek ve sahibi ya­nında rağbeti çok olan" buyurdu (Buhari ve Müslim).

Berâ b. Azib'den rivayetle, bir bedevi Hz. Peygamber'e gelerek "beni cennete götüre­cek bir amel söyle" demiştir. Hz. Peygamber "çok büyük bir şeyi bir kaç kelimeyle sor­dun. Köle azad et ve köle azad ettir" buyur­muştur. Adam ikisinin aynı şey olup olmadığ-nı sorduğunda Hz. Peygamber "hayır, bir adamı azad etmen, işi bizzat kendinin yapma­sıdır, azad ettirmek ise onun bedeline katkıda bulunmaktır" buyurmuştur (Beyhaki).

Amr b. Abse'den rivayetle Hz. Peygamber; "Kİm içinde Allah'ın anılacağı bir mescid bi­na ederse, onun için cennette bir köşk bina edilecek ve kim bir MüslÜmam (köle) âzad ederse bu, cehennemden kurtulması için fidye olacaktır" buyurmuştur, (Şerhü's-Sünne).

Vasile b. Eskâ (belki kazaen) bir cinayet işle­yerek (cehennemi) hak eden bir arkadaşları için Allah'ın RasûlÜ'ne gittiklerini ve O'nun "eğer arkadaşınız nâmına bir köle bağışlarsa­nız, Allah onun her bîr uzvunu diğerinin her bir uzvuna karşılık cehennemden âzad ede­cektir" buyurduğunu nakletmiştir (Ebu Davud ve Nesei). Hz. Peygamber: "En güzel sa­daka, bir kölenin âzad edilmesine vesile ol­maktır" buyurmuştur (Beyhaki).

Yedi kardeşin hizmetini gören bir hizmetçi vardı. Bunlardan biri hizmetçiyi tokatladı. Rasûlullah bunu öğrenince "onu âzâd edin" buyurdu. Onlar, "bizim ondan başka hizmetçimiz yoktur" dediler. Rasûlullah: "Hi/metçi onlara ihtiyaçları bitene kadar hizmet etsin. İhtiyaçları kalmayınca da onu âzad etsinler" buyurdu (Ebu Davud).

Bir adamın sürekli haklarında şikâyetçi oldu­ğu iki kölesi vardı. Onları döver, eziyet eder lâkin köleler bildikleri yoldan dönmezlerdi. Adam Rasûlullah'a geldi, kölelerim şikâyet ederek bu derdin çaresini sordu. Rasûlullah; "Eğer verdiğin ceza suçlarına eşitse mese­le yok, aksi takdirde Allah seni onlara verdi­ğin fazla ceza miktarınca cezalandırır" buyur­du. Bunu duyan adam üzüntüsünden ağlama­ya başladı. Rasûlullah, Kur'ân'dan "Kıya­met günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz" (21: 47) âyetini okudu. Bunun üzerine adam "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben onları kendimden ayırsam daha iyi ederim. Şâhidimsin, onlan âzad ettim" de­di. (Siret'ün-Nebi, c. U, sh. 383-86)

İnsanlar kölelerini evlendirirlerdi. Fakat iste­dikleri zaman da zorla ayırırlardı. Adamın bi­ri kölesini cariyesi ile evlendirmişti. Sonra da onları ayırmak istedi. Köle bu durumu mescidde vaaz eden Rasûlullah'e şikâyet etti. Rasûlullah orada bulunanlara hitaben; "İn­sanlar neden köleleri önce evlendirir, sonra da ayırırlar? Evlenme ve boşanma hakkı sa­dece kan-kocaya aittir" buyurdu (İbni Mace)

Ebû Hureyre'den rivayetle Hz. Peygamber; "Kim bir köleyi masum olduğu halde zina ile suçlarsa Allah ona kıyamet gününde haddini uygulayacaktır, çünkü yalan yere suçlama o günahı işlemek gibidir" buyurmuştur (Tirmizi).

Kölelere karşı olan müşfik davranışlarından dolayı pek çok müşriğin kölesi kaçarak Pey­gamber'e geliyor ve O da onlan âzad edi­yordu (Ebu Davud). Savaş ganimetleri payla­şıldığında köleler de haklarım alırlardı. Yeni azad edilmiş kölelerin herhangi bir gelir kay­nağı olmadığı için, her yeni zekat veya gani­met alındığında Hz. Peygamber onlardan ilk payı azadlı kölelere verirdi.

Hz. Peygamber; "Kişi, cariyesini siizel bir surette terbiye ve güzel bir şekilde talimine ihtimam eder, sonra da onu âzadlayarak nikâh edip evlenirse, o kimseye iki ecir vardır" bu­yurmuştur (Buhari).

Hz. Peygamber kendisi de Cüveyriye ve Safiye'yi âzad etmiş ve sonra onlarla evlen­miştir. Ebu Bekir Sıddık'dan rivayetle Pey­gamber: "Kötü huylu insan cennete gire­mez" buyurdu. Sahabe: "Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bize bu ümmetin çoğunluğunun köle ve yetimler olduğunu söylemedin mi?" diye sor­duklarında Peygamber; "Onları kendi ço­cuklarınız gibi gözetin, yediğinizden yedirin" buyurdu. Daha sonra; "Ey Allah'ın Rasûlü! Bize faydalı olacak bir ibadet söyle" dediler. O da: "Eğer cihad için bir at besler ve onun üzerinde cihada giderseniz, bu size yeter. Yi­ne köleniz (eğer onu âzad ederseniz cennete girmeniz için) size yeter ve eğer o (devamlı) namaz kılıyorsa (müslamansa) o halde sizin kardeşinizdir. (Herkesten daha fazla azad edilmeye lâyıktır)" buyurmuştur (îbni Mace). Peygamber Veda Haccında da müslüman-lann her halükârda yerine getirmekle yüküm­lü oldukları köle haklarından bahsetmiştir (Müslim).

Ebu Hureyre'den rivayetle Peygamber: "Köle ve cariyelerinize (toplumun) âdetlere göre yedirin ve giydirin, güçlerinin üzerinde iş yüklemeyin" buyurmuştur (Mâlik). Yine Peygamber'in yaşı küçük kölelere iş veril­memesini buyurduğu nakledilmişitir (Mâlik). Selmâ binti Muâkil, amcasının onu Hubab b. Ömer'e sattığını ve sonra kendisinin Abdur-rahman b. Hubab'ı doğurduğunu söylemiş\ir. Hubab öldü. Hanımı Selmâ'nın borçlarına karşılık satılmasını vasiyet etmişti. Selmâ bu­nu duyunca Rasûlullah'e giderek meseleyi anlattı. Rasûlullah; "Hubab'ın mirasçısı kimdir?" diye sordu. Kardeşi Ebû'l-Yesar b. Umre olduğunu söylediler. Bunun üzerine Rasûlullah, Ebû'l-Yesar'a, Selmâ'yı âzad etmesi haberini gönderdi. Selmâ bu haber üzerine s alı verildiğini ve Hz. Peygamber'in, kendi yerine onlara bir câriye verdiğini söyledi (Ebu Davud). Hz. Ali; "Allah Rasûlü bana, kardeş olan iki genç köle verdi. Onlar­dan birini sattığımda bana 'genç kölene ne ol­du ya Ali?' diye sordu. Sattığımı söylediğim­de, 'onu geri al, onu geri al' buyurdu" demiş­tir. (Tirmizi ve İbn-i Mace). Yine Hz. Ali bir cariyeyi çocuğundan ayırdığını, fakat Hz. Peygamber kendisine bunu yasaklayınca anlaşmayı iptal ettiğini rivayet etmiştir (Ebu Davud).

İmam ve fâkihlerin çoğunluğu ümmul-ve-led'm, sahibinin ölümünden sonra serbest kalması gerektiği fikrindedirler. O sahibine çocuk doğurmuş bir câriye idi. Ne satılabilir, ve verilebilir ne de miras olarak birine,bırakı­labilir; bu yüzden de âzad edilmesi gerekir. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Hangi müslüman kimse müslüman bir köleyi âzad ederse, Allah onun kemiklerinden her bir ke­miğini âzad ettiği kişinin kemikleri karşılığın­da ateşten koruyacaktır. Hangi müslüman ka­dın müslüman cariyeyi âzad ederse, Allah kı­yamet günü âzad ettiği cariyenin her bir ke­miğine karşılık onun bir kemiğini ateşten âzad edecektir" (Ebu Davud).

Hz. Peygamber: "Her kim bir köle âzad ederse bu, âzad edenin cehennemden kurtul­masına vesile olacaktır" buyurmuştur. Pey­gamber'e esirler getirildiğinde, aynlmalarından hoşlanmadığı için aileleri beraberce köle olarak dağıttığı nakledilmiştir (İbni Ma-ce).

Kısaca, Hz. Peygamber kölelerine şefkat ve merhametle davrandı ve ashabına da Öyle davranmalarını öğütledi. Kendi kölelerini ge­nellikle salıvermiş ve ashabına da kendi köle­lerini azad etmelerini ve başka kölelere hürriyetlerini kazanmaları İçin yardım etmelerini emretmiştir. Peygamber, ashabına köleleri salıvermeye durumları müsait değilse, o za­man onlara kardeşleri gibi davranmalarını, yediklerinden yedirmelerini, giydiklerinden giydirmelerini tavsiye etmiştir. Gerçekte Hz. Muhammed kölelerin hürriyetlerini kazan­maları ya da köle iken durumlarının düzeltil­mesi hususunda en ileri düzenlemeleri yap­mıştır. Köleler hiç bir ayrıma tâbi tutulmadan kardeş ve evin bir ferdi olarak kabul edildiler. Ailenin diğer fertleriyle birlikte yaşadılar, ha­reket ettiler ve çalıştılar; onlarla aynı yiyeceği yediler, benzeri giysileri giydiler. Pek çok kez sahibi öldüğünde, kölenin, evin kızıyla evlen­diği ve sahibine vâris olduğu vâkidir. Hint sultanlıklarında, bir kölenin sultanın kızıyla evlenip sultanın ölümünden sonra tahta geçişi tarihî bir hakikattir. Bundan dolayıdır ki hanedanlıkları 'köle hanedanı' diye bilinmek­tedir.

Hizmetçiler: Hz. Peygamber'in hizmetçi­lerine karşı olan davranışları onun kemâlâ-tının bir başka veçhesidır ve gelecek nesiller için daima mümtaz bir numune olarak kala­caktır. O hizmetçilerine büyük bir şefkat ve nezaketle davrandı; işlerini ihmal ettiklerinde bir kere bile kızmadı, eziyet etmedi ve payla­madı.

Enes, Hz. Peygamber'in, sabah namazını kıldığında Medine'deki hizmetçilerin su dolu kaplan getirdiklerini ve Peygamber'in elini bu kaplara daldırdığını rivayet eder. Hizmet­çiler genellikle kaplan sabahın soğuğunda getirirler ve Rasûlullah da elini bunlara ba­tırırdı. (Müslim). Enes'den; "Medinelilere ait bir cariyenin, Rasûlullah'] kolundan tutarak onu istediği yerlere götürdüğü" rivayet edil­miştir (Buhari).

Yine Enes'ten rivayetle aklı dengesi yerinde olmayan bir kadın "Ey Allah'ın Rasûlü, sen­den birşey istiyorum" dedi. Rasûlullah de "filanın annesi, inşaalah isteğini yerine getire­bilirim" buyurdu. Daha sonra kadın istediğine nail olana kadar onunla bir yola gitti (Müs­lim). Enes, Rasûlullah'in asla uygunsuz söz sarf etmediğini, konuşmalarında lanet ve zemmetme olmadığını, birini azarlarken bü­tün söylediği şeyin "derdin nedir? Ahım top­rağa yapışsın" demekten ibaret olduğunu ri­vayet etmiştir (Buhari).

Enes bir başka rivayetinde de şöyle demiştir: "Rasûlullah'a sekiz yaşımdan itibaren on yıl hizmet ettim ve o beni elimin zarar verdiği şeylerden ötürü hiç azarlamadı. Ailesinden biri azarladığında ise 'onu bırakın, çünkü bir şey takdir edilmişse o şey olur' demiştir" (Mişkat). Ebû Said el-Hudrî Rasûlullah'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Sizden biri hizmetçisini döverken o Allah'ın adını anarak size yalvarırsa elinizi sakının." (Tirmizî).

Enes, Rasûlullah'a on yıl hizmet etti ve bu sürede Peygamber ona hep iyi davrandı. Bir keresinde şöyle dua etti: "Ey Allah'ım ona çocuklar ve zenginlik ver ve ona her ne verir­sen rahmet ve bereketinle ver." Rasûlullah zayıflara, fakirlere, köle ve hizmetçilere dai­ma şefkat ve merhametle davranmıştır; böyle­likle onlar toplumun diğer mensuplarından daha farklı muameleye uğramadıklannı his­setmişlerdir. Hz. Peygamber onlarla toplu­mun zengin fertlerine nazaran daha fazla va­kit geçirmiştir. Hizmetçilerin onun şefkatin­den oldukça büyük bir pay aldığı ona on yıl boyunca hizmet eden Enes'in ifadelerinden anlaşılmaktadır.

Kadınlar: Hz. Muhammed'in getirdiği din ile kadın, kaybolan vakar, şeref ve sosyal sta­tüsünü kazandı. Kendi faaliyet sahasındaki tabiî kabiliyet ve meziyetleri doğrultusunda İnsan toplumunun, kültür ve medeniyetinin inşâsında erkeklerle eşit biçimde rol almaya çağrıldı. Hz. Peygamber kadınlara miras, eğitim, ev ile ilgili meselelere iştirak gibi ko­nularda olduğu kadar ahlâkî, dinî ve manevî sahalarda, evlenme ve boşanma ile ilgili me­selelerde de pekçok haklar kazandırmıştır. Böylelikle onlar bütün haklarında erkeklerin seviyesine getirilmişlerdi. Hz. Peygamber kadınlara karşı son derece nâzikti ve ashaba da kadınlarına karşı son derece düşünceli ol­malarını tavsiye ederdi. Ebu Hureyre'den ri­vayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Kadınlar hakkında hayırlı olun. Kadın eğe kemiğinden yaratılmıştır, eğridir; doğrultma­ya kalkarsan kırarsın. Kırılması boşanması demektir. Ondan istifade etmek istersen eğri haliyle istifade et; bu cihetle size kadınlar hakkında hayırlı olunuz diyorum" (Buhari ve Müslim). Yine Ebû Hureyre'den rivayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur; "Mü'min bir erkek mü'min bir kadından nefret etme­sin; eğer onun huylarından birini beğenmi­yorsa, bir diğerinden hoşlanabilir." (Müslim).

Câbir'in rivayetine göre Hz. Peygamber Veda Haccmda irad ettiği hutbesinde kadınla­ra iyi muamelenin önemini şu sözlerle vurgu­ladı: "Kadınların hakkını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz, kadınları Allanın emaneti olarak aldı­nız... Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları meşru bir şekilde her türlü yiyim ve giyimle­rini temin etmenizdir" (Müslim). Bir sahabe Rasûlullah'a bir kadının kocası üzerindeki haklarını sordu. Şöyle buyurdular: "Yediğin­den yedireceksin, kendine elbise aldığında onu da giydireceksin, yüzüne vurmayacaksın, çirkinsin demiyeceksin, onu yalnız bırakma­yacaksın, kendi evinin içinde olursa başka." (Ahmed, Ebû Davud ve İbni Mace).

Ebû Şürayh'tan rivayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Ey Allahım, yetimlerin ve ka­dınların haklarına riayet etmemiş olmaktan sana sığınırım" (Nesei). Yetimlerin ve kadın­ların haklarına riayet etmeyen kişiyi Hz. Peygamber günahkâr olarak nitelemiştir. O, bu haklardan her zaman korkmuş ve insanları bunları ihlâl etmekten men etmiştir.

Hz. Peygamber kadınları haklan konusun­da öylesine teşvik etmiştir ki, kadınlar ser­bestçe O'na gelerek meseleleri hakkında soru sorarlardı. Ve erkekler, kadınların haklan ile ilgili kendilerine ağır gelebilecek vahiyler ge­lebileceği korkusuyla kadınlara karşı hiçbir şey söylemiyorlardı. Hz. Peygamber'in ka­dınlara karşı davranışları, onları, haklarını is­teme konusunda daha da cesur kılmıştır.

Rasûllullah, süt teyzesi olan Ümmü Harâm'ı, Küba'da ziyareti bir vazife bilirdi. O da her gelişinde Rasûlullah'a yemek yedirirdi (Buhari). Rasûlullah Enes b. Mâlik'in validesi Ümmü Süleym'e de büyük değer ve­rir, hürmet ederdi. Sık sık onun evine gider ve kendisi için sermiş olduğu şiltede bir süre dinlenirdi. Enes'den rivayet olunduğuna göreninesi Müleyke, Rasûlullah'i hazırladığı bir yemeğe davet etmişti. Yemekten sonra Rasûlullah; "Haydin, kalkınız da size na­maz kıldırayım" dedi. Enes der ki: Kullanıla kullanıla simsiyah kesilmiş (eski) bir hasırı­mız vardı. Onu hemen alıp üzerine yumuşasın diye biraz su serptim. Rasûlullah namaza durdu. Yetim ile beraber ben de ardında saf olduk. Ninem de arkamızda durdu. Rasû­lullah bize iki rekat kıldırdıktan sonra teşrîf etti (Buhari).

Bir gün çok sayıda kadın akrabası Hz. Pey­gamber'in etrafına oturmuş, yüksek sesle konuşuyorlardı. Ömer içeri girince hepsi çe­kildi. Rasûlullah güldü. Ömer: "Ey Al­lah'ın Rasûlü! Allah seni hep mütebessim kıl­sın. Niye güldün?" diye sordu. Rasûlullah: "Bu kadınlara şaştım, seninsesini duyar duy­maz hepsi bir köşeye saklandı." Ömer, kadın­ları kastederek; "Benden değil, Rasûlul-lah'dan korkun" dedi. Kadınların hepsi, "Sen Rasûlullah'dan daha hiddetlisin" dediler (Bu­hari). Bir bayram günü Aişe'nin odasında yü­zü örtülü bir şekilde uyuyordu. Küçük kızlar şarkı söylüyor ve def çalıyorlardı. Eve gelen Ebu Bekir çocuklara susmalarını söyledi. Bu­nun üzerine Hz. Peygamber; "Bırak söyle­sinler, bugün onlara bayramdır" buyurdu (Müslim).

Kadınlar genellikle narin ve hassas tabiatlı­dırlar; bu sebeple Hz. Peygamber onlara şefkat ve sevgiyle muamele edilmesinin lüzu­muna hatırlatırdı. Bir sefer esnasında Ümmü'l-mü'minîn Hz. Safiye beraberindeydi. Safiye, deveye Hz. Peygamber ile birlikte biniyordu. O deveye binecekken Peygamber dizini uzattı, o da ayağını Rasûlullah'ın di­zine koyarak bindi (Buhari). Bir keresinde devenin ayağı sürçtü; Rasûlullah ve Safi­ye, her ikisi de düştüler. Ebu Talha, Rasûlullah'a doğru koştu. Fakat O, "önce ka­dınlara yardım edin" buyurdu (Buhari). Hz. Peygamber'in kadınların zayıf ve hassas tabiatlarını nazarı dikkate aldığı şu hâdiseyle gösterilmektedir: Bir defasında hanımları onunla birlikte yolculuğa çıkmışlardı. Sürü­cüsü develeri (mü'minlerin anneleri hevdec-lerinde olduğu hâlde) hızlı sürmeye başladı. Bunun üzerine Peygamber (kadınları kas­tederek); "Dikkat et, bunlar camdan mâmül şişe (karûre) gibidirler." buyurdu (Müslim). Peygamber iki parmağım yanyana getire­rek "Yetişkin hâle getirene kadar iki kıza bakan ile ben Kıyamet gününde böyle olaca­ğız." buyurmuştur (Müslim). Hz. Peygamber yine; "Kim kızlarla imtihan edilir (sadece kız çocukları olursa) de onlara iyi muamele eder, din yolunu gösterir ve iyi bakarsa bu onun için Kıyamet gününde bir kalkan ola­caktır." buyurmuştur (Müslim). Yine; "Sizler­den kim üç kızını veya üç kızkardeşini onlara iyi muamele ederek everirse, o şüphesiz cen­nete girecektir" buyurmuştur. Ve Hz. Ai-şe'den rivayetle Hz. Peygamber; "Kim kız­larla imtihan edilir ve sabır gösterirse onlar, onun için ateşe perde olacaklardır" buyur­muştur (Müslim).

Böyle pek çok hadis Hz. Peygamber'in ka­dınlara olan güzel davranışlarını ve onların seviyesini erkeklerin nazarında olduğu kadar kendi nazarlarında da nasıl yükselttiğini gös­termektedir. Kim kadınlara Hz. Peygamber'den daha hayırlı bir dost olabilir?

Düşmanlarına davranışı: Hz. Peygamber düşmanlarına en ufak bir ayrım yapmaksızın diğer İnsanlara gösterdiği nezaket ve merha­meti göstermiştir. Onun büyüKİüğünün teza­hürlerinden biri de, en azılı düşmanlarına kar­şı bile şahsı nâmına intikam peşinde olmayışı, aksine onları affetmiş olmasıdır. Onlara çok merhametli ve âdil davranmış, adaletin uygu­lanmasında hiçbir zaman dost-düşman farkı gözetmemiştir. Bu konudaki ebedî eşitlik ka­nunları şöyledir: "Ey iman edenler! Allah için adaletle şahitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırma­sın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıkları­nızdan haberdardır." (5: 8), Düşmanlarına karşı dahi adaletten ayrılmamaları hususunda mü'minler şöylece uyarılmaktadırlar: "...Sizi Mescid-i Hârâm'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı beslediğinz kin, sizi saldırı­ya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yar­dımlasın, günah ve düşmanlık üzerinde yar-dımlaşmayın, Allah'tan korkun. Çünkü Al­lah'ın azabı çetindir." (5:2). Hz. Peygamber hayatı boyunca bu ilkeyi esas almıştır.

Pir insan için yapılması en güç işlerden biri düşmanlarına adaletli davranmak ve kendi elinde iken onları serbest bırakmaktır. İşte bu vasıf İslâm Peygamberi'nde en mükemmel şekliyle vardı. Her medeniyet ve toplumda düşmandan Öç almak meşru bir hak olarak kabul edilir ve çok az insan kendi hâkimiyeti altında iken düşmanını affeder. Hristiyan güç­ler Müslümanları mağlup ettiğinde İspanya ve Filistin'de yapılan katliamlar çok iyi bili­nen tarihî gerçeklerdir. Bu Hristiyan güçler Filistin'de ve İspanya'da sokak sokak, ev ev kadm-çocuk, genç-İhtiyar demeden halkı kit­leler hâlinde katlettiler.

Hz. Muhammed nefret ve intikam gibi dü­şük insanî duygulardan çok uzaktı. O'nun Mekke'deki eski düşmanlarından Öç almasını sağlayan en iyi olay Mekke'nin fethi olmuş­tur. Hz. Peygamber'i ve ashabını yurtların­dan süren, hertürlü acı ve işkenceyi tattıran, savaş açan, öldürmek ve dinini yoketmek için başvurulmadık çâre bırakmayan bu insanlar şimdi O'nun merhametine sığınmışlardı. Fa­kat O, "üzerinize bir suç yoktur, gidin; hepi­niz serbestsiniz" buyurarak hepsini serbest bı­rakmıştı.

Vahşi, Hz. Peygamber'in sevgili amcası ve İslâm'ın kılıcı Hz. Hâmza'yı öldüren köle, fe­tih gününde gelerek İslâm'ı kabul etti. Hz. Peygamber onu bile sadece; "bana görün­me, çünkü amcamı hatırlatıyorsun" buyurarak affetmiştir (Buhari). Ebu Süfyan'm karısı Hind, Hz. Hamza'nın ciğerini ve kalbini söke­rek parçalara ayıran bu kadın Hz. Peygamber'e biat ederek İslâm'ı kabul ettiğinde Pey­gamber ona hiçbir şey demedi. O, Pey­gamber'in yüce tabiatından öyle etkilenmişti ki ağzından kendiliğinden şu sözler dö­küldü: "Ey Allah'ın Rasûlü! Benim gözümde senin çadırından daha ziyade nefret edilen ça­dır yoktu, fakat bugün, benim gözümde senin çadırından daha sevgili çadır yoktur" buyur­du. (Buhari).

İslâm'ın en azılı düşmanı Ebu Cehil'in oğlu İkrimi Mekke'nin fethi gününde Yemen'e kaçmıştı. Karısı İslâm'ı kabul etti, Yemen'e giderek onu sakinleştirdi, o da İslâm'ı kabul ederek Hz. Peygamber'in huzuruna geldi. Onu gören Peygamber heyecan ve sevinçle ayağa kalktı, ona doğru Öyle bir hızla gitti ki, giysisinin üst kısma düştü ve Hz. Peygamber üstsüz kaldı (Muvatta). Ve "Ey hicret eden süvari, dönüşün bizi hoşnut etmiştir" buyur­du. (Tirmizi)

Safvân b. Ümeyye, Mekke liderlerinden ve İslâm'ın azılı düşmanlarından idi. Umeyr b. Vehb'i mükâfaat karşılığında Hz. Peygamber 'i öldürmekle görevlendirdiği için fetih gününde Cidde'ye kaçmış ve oradan deniz yo­luyla Yemen'e gitmeye karar vermişti. Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber'e gelerek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Safvân b. Ümeyye, kabilesinin reisidir. Korkusundan kaçtı; kendisini denize atabilir." Hz. Peygamber; "emân verilmiştir" buyurdu. Umeyr "Ey Al­lah'ın Rasûlü! Bana onun emniyette olduğuna dair bir alâmet ver ki, onu görünce bana gü­vensin" dedi. Peygamber ona sangım ver­di. O da bunu Safvân'a götürdü. Fakat Safvân, dönerse hayatını kaybedeceğinden endişe ediyordu. Umeyr ona "belli ki sen Rasûl'ün merhametinden ve affediciliğinden haberder olmamışsın" dedi. Bunun üzerine Safvân, Umeyr'le birlikte Peygamber'e git­ti ve ilk sözü, "Umeyr bana, senin emân ver­diğini söyledi" demek oldu. Peygamber, "doğrudur" buyurdu. Safvân kendisine (dü­şünmesi için) iki ay mühlet verilmesini istedi. Hz. Peygamber , "iki değil, dört ay mühlet verilmiştir" buyurdu. Daha sonra Safvân ken­di isteğiyle Müslüman oldu (İbni Hişam).

Hebbâr b. Esved, Hz, Peygamber'in kızı Zeyneb'e büyük bir kötülükte bulunmuştu. Zeyneb, Mekke'den Medine'ye hicret ederken hamile idi. Hebbâr onu bindiği deveden mız-rağıyla yere düşürdü. Zeyneb fena halde yara­landı ve çocuğunu kaybetti. Hebbâr bunun yanında daha başka suçlar da işlemişti. Bu se­beple Fetih Gününde, yakalandıklarında Öldü­rülecek kişiler içinde idi. Hebbâr İran'a kaç­mak istemişti. Fakat Hz. Peygamber'in af­fına sığınarak huzuruna geldi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben İran'a kaçmak istemiştim, ama senin lûtuflarını ve bağışlayıcılığını hatırla­dım. Hakkımda duyduğun bütün şeyler doğ­rudur. Cahilliğimi ve suçumu kabul ediyo­rum. Şimdi İslâm'ı kabul etmeye geldim" de­di. O anda merhamet duygusu her şeye üstün geldi ve dost ile düşman arasında ayrım ol­madı (İbni İshak). Bedir savaşı gününden Mekke'nin fethi gününe kadar Ebu Süfyan'ın yaptıkları kimseye gizli değildi. Onun Hz. Peygamber'e karşı düşmanlığı, kışkırtma­ları ve savaşları biliniyordu. Mekke'nin fethi gününde Hz. Abbas onu Rasûiullah'a geti­rince Rasûlullah ona sevgi ve şefkatle mua­melede bulundu. Ömer, onu geçmiş suçların­dan dolayı öldürmek istedi. Fakat Rasûlullah onu bundan men etti. Sadece onu affetmekle kalmadı. Evini "her kim Ebu Süfyan'ın evine girerse emindir" diyerek haram bölge ilân etti (Buhari ve Müslim). İnsanlık tarihinde fatih­lerin düşmanlarına bu sekide davranışının başka hiçbir örneği yoktur.

Medine devrinde, çevredeki Arap kabileleri birer birer İslâm'ın sancağı altında toplanır­ken Benî Hanîfe kabilesi düşmanlığını sonu­na kadaf sürdürdü. Kabilenin şeflerinden Sümâme b. Üsâl, müslümanlar tarafından ya­kalanıp Hz. Peygamber'e getirilmişti. Mes­cidin direklerinden birisine bağlanması emre­dildi. Daha sonra Hz. Peygamber mescide çıktığında ona isteğini sordu. Sümâme; "Gön­lümde hayır ümidi var yâ Muhammed! Eğer beni öldürürsen kanlı bir caniyi öldürmüş olursun. Ve eğer bana af nimetini gösterirsen rıîmete karşı şükreden bir kişiye iyilik etmiş olursun. Eğer fidye için mal istersen, söyle, onu vereyim" dedi. Bu cevap üzerine Pey­gamber sessiz kaldı. İkinci gün de, aynı şeyi tekrar etti, üçüncü günde de aynı cevabı verdi, sonunda Hz. Peygamber serbest bı­rakılmasını emretti. Beklentilerinin çok fev-kindeki bu muamele Sümâme üzerinde büyük bir tesir bıraktı. Hemen mescidin yakınında bir suya koştu. Gusledip sonra mescide girdi ve Rasûlullah (S)'in huzuruna varıp Kelime-i şehâdet getirdi. Sonra şu sözleri söyledi: "Yâ Muhammed! Vallahi şu yer üzerinde bana se­nin yüzünden daha düşman hiçbir yüz yoktu. Fakat bu sabah, senin mübarek sıman bana yüzlerin en sevimlisi göründü. Vallahi dinler­den hiçbir din bana senin dininden ziyade düşman gelmezdi. Fakat bu sabah senin dinin bana göre dinlerin en sevimlisidir. Vallahi memleketlerden hiçbir şehir bana senin bel­den kadar menfur değildi. Fakat bu sabah bel­den nazarımda şehirlerin en sevimlisidir." (Buharî).

Kureyş, Hz. Muhammed Mekke'de iken ona, ailesine ve ashabına kelimelerin tarif edemeyeceği sertlik ve acımasızlıkta zarar vermişti. Hz. Peygamber'i ve kabilesini Ebû Tâlib mahallesi'nde üç yıl kuşatma altın­da tutarak boykot ettiler ve hiçbir yiyecek git­mesine izin vermediler. Oradakiler binbir mahrumiyet, sıkıntı ve acı içinde aç kaldılar, ızdırap çektiler. Onların bu hâli Kureyşlileri düşmanlıkta daha da azgınlaştırdı. Buna kar­şılık Hz. Peygamber (a) kıtlık günlerinde Yemâame'den Mekke'ye buğday gitmesine izin vererek Mekke'lileri açlık tehlikesinden kurtardı.

Câbir'den rivayet edilmiştir ki: "Biz Rasûlullah ile beraber Zâtü'r-Rıkâ'da bulu­nuyorduk. Gölgeli bir ağacın yanma vardığı­mızda, orada Rasûlullah'i bıraktık. Rasûlullah, kılıcını ağacın üzerine asıp uy­kuya dalmıştı. Uyandığında, kılıcını başucun-da duran bir müşriğin elinde görmüş. Adam; "Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" demiş. Rasûlullah: "Allah!" deyince müş­rik kalakalmış. Ashabı yarana vardığında kılı­cı yerdeydi. Rasûlullah olayı ashabına anlattı ve müşrik bedeviye bir ceza vermedi (Buha­rı).

Daha önce değindiğimiz gibi, Umeyr b. Vehb Hz. Peygamber'in düşmanı idi. Bedir Sa-vaşı'nda Öldürülenlerin öcünü almak üzere Safvân b. Ümeyye tarafından mükâfaat vaa­diyle Medine'ye yollandı. Görevi gizlice Hz. Peygamber'i öldürmekti. Umeyr Medi­ne'de zehirli kılıcıyla birlikte yakalanarak Peygamber'in huzuruna getirildi. Onu döv­mek isteyen Hz. Ömer'i bundan Peygamber men ederek Umeyr'i yakınma aldı ve komplosunu açığa çıkardı. Umeyr çok şaşırdı. Hz. Peygamber ona birşey söylemedi. Bu yumuşak ve iyi muameleye hayran kalan Umeyr İslâm'ı kabul etti. Mekke'ye döndü­ğünde İslâm'ın çağrısını yaymaya başladı. Bu Hicretin üçüncü yılında vukubuldu (Taberi).

Bir başka defa da suikastçı bir kişi yakalanıp Hz. Peygamber'e getirilmişti. Adam, Peygamber'i görünce korktu. O ise, sakin ol­masını, kendisini öldürmek istemiş olsa bile öldüremeyeceğini söyledi (Ahmed).

Hudeybiye Antlaşması sırasında Hz. Peygam­ber'i öldürmek içki karanlıkta Tenim da­ğından Kureyş kabilesi mensubu 80 adam geldi, fakat tevafuken Müslümanlar tarafın­dan yakalandılar. Hz. Peygamber onları serbest bıraktı ve hiçbir şey söylemedi. Kur'ân'ın şu âyeti sözkonusu hadiseden bah­setmektedir: "Mekke'nin göbeğinde, onlara karşı size zafer verdikten sonra, onların elleri­ni sizden, sizin ellerinizi onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı görmektedir." (48: 24). (Tirmizi).

Enes b. Mâlik'in rivayetine göre, Hayber'de bir Yahudi kadım Hz. Peygamber'e, zehir­leyerek kızartılmış bir koyun takdim etmişti. Rasûlullah bundan yemiş, kendisiyle bera­ber Bişr b. Berâ' da yemişti. Fakat


Konu Başlığı: Ynt: Fakir Ve Muhtaçlar
Gönderen: ✿ Yağmur ✿ üzerinde 18 Temmuz 2016, 18:38:18
Esselamu aleykum
Yardıma muhtaç olanların nasıl ki.bizlere ihtiyaç olduğu gibi bizim de onlara ihtiyacımız var...Bir şeyleri paylasmamiz için....Rabbim bizleri kalbi ,gonlu hayır için çalisan kullarından etsin inşallah....Rabbim bu güZel ve aciklayici paylaşım için razı olsun inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Fakir Ve Muhtaçlar
Gönderen: Mehmed. üzerinde 18 Temmuz 2016, 19:03:56
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah . Rabbim bizleri fakirlere ve muhtaçlara her yönden yardım edenlerden eylesin. Rabbim paylaşım için razı olsun.


Konu Başlığı: Ynt: Fakir Ve Muhtaçlar
Gönderen: Ceren üzerinde 18 Temmuz 2016, 20:15:05
Aleykumselam.Rabbim malini fakir ve muhtaca veren yardim edip allahin rahmetine kavusan kullardan olalim inşallah.