๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 26 Temmuz 2012, 12:58:54



Konu Başlığı: En İyi Örnek
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 26 Temmuz 2012, 12:58:54
En İyi Örnek

Dinin itimat telkin eden gücü Sırat-ı Müsta­kime, götürdüğü için bütün diğer yol ve sis­temlerden daha üstündür. Sırat-ı Müstakim ise bu dünyada ve ahiret hayatımızda bizim hakiki ve ebedî başarımızı sağlar. Bunu sağ­lamak için izlenecek yegane örnek hayat; ta­rih sayfalarında ve Kur'an'da muhafaza edil­miş bulunan Rasûlullah'ın hayatıdır. Bu sebeple Allahu Teâlâ bize onu izlemeyi farz kılmıştır. Ancak bu hâlde dünyanın maddî ve manevî köleliğinden kurtulabileceğimiz be­yan edilmiştir.

Rasûlullah'ın hayat tarzından Kur'an-ı Kerîm şu sözlerle bahsetmektedir: "Ey iman edenler! Andolsun ki, Allah'ın Rasûlü; sizin için, Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için en güzel örnektir." (33: 21).

Bu ayette Allahu Teâlâ bize, Rasûlullah'ı taklit etmemizi ve taklidimizin sadece bu yü­ce gönülle sınırlı kalmasını özellikle emret­mektedir. Çünkü biz bu salih ameller hazine­sini başka hiçbir yerde .bulamayız. İfadenin bu şekliyle, Allah bize sadece Rasûlullah 'ı taklit etmeyi farz kılmakla kalmamış, aynı za­manda diğer insanları taklit etmeyi de yasak­lamıştır. Çünkü dünyamızda bize bu dünya­nın karanlıklarında ve sapık yollarında reh­berlik edebilecek ve bizi aydınlatabilecek tek bir güneş vardır. Bu güneş Hz. Muhammed'in kâmil şahsiyetidir.

Rasûlullah'ın bu özelliğine Kur'an'da şu sözlerle değinilmiştir: "Ki onlar, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı ümmî peygamber (Rasûl)e uyanlardır. O, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülü­ğü) yasaklıyor. Temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini ve üzerlerindeki ağır zincirleri indiriyor. Ona inananlar, hürmet edip düşmanlarına karşı yardım edenler ve onunla birlikte indiren nu­ru izleyenler, işte kurtuluşa erenler bunlardır." (7:157).

Şurası açıktır ki, aynen doğru ahş-veriş gibi sadece doğru hareket tarzları diğerlerinin üze­rine galip gelebilir; yanlış hareket tarzlarının büyük iddiaları ve büyük etkileri olsa bile doğru ile uzun süre yanşamazlar. Manevî ol­duğu kadar maddî mânada da mutluluk ve hu­zura açılan yegane kapı doğru söz ve davra­nışlardır. Kötü davranışlar ve yanlış fiiller bir süre için başarılı gözükse de uzun vadede hüsranla sonuçlanırlar. Hırsızlar ve soygun­cular kendilerini başka insanların malları ile birkaç yıllığına zenginleştirebilirler, fakat dü­rüst bir tüccar gibi mutlu ve huzurlu bir hayat yaşayamazlar.

Hz. Muhammed'in getirdiği Rehberiyet'ten Kur'an-ı Kerîm'de çeşitli vesilelerle 'Nur' olarak bahsedilmiştir: "Allah kimin gönlünü İslâm'a açmışsa o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı?" (39:22). Yine Bakara sure­sinde şu ayet yer almaktadır: "Allah mü'minlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa (nura) çıkarır." (2:257).

Bazen 'Nur' kelimesi bizzat Hz. Muhammed için kullanılmıştır, çünkü o insanları cahi-liye ve küfrün karanlığından İslâm'ın nuruna ve Allah'ı bilmeye çıkarmaktadır. Şu mealde­ki ayet bunu göstermektedir:

"Ey kitap ehli... doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitab gelmiştir. Allah, rızasını gözetenleri onunla selamet yollarına eriştirir ve onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çı­karır. Onları doğru yola iletir." (5:15-16).

Aşağıdaki dua Hz. Muhammed'in ebedi 'Nura' kavuşmak için niyaz edişini yansıtmak­tadır:

"Ey Allahım! Gönlüme, gözüme ve kulağıma nur ver; sağımı, solumu; Üstümü altımı; önü­mü, arkamı nurlandır; beni Nur kıl ve dilimi ve kanımı, zihnimi, başımı ve yüzümü nurlandır. Ey Allah'ım bana Nur bağışla, Nuru­mu artır, beni Nur kıl." (Mevlânâ Ebû'l-Kelâm Azad, Râsûl-i Rahmet, Lahor, 1981,sn. 696-97).

Tarihî şahsiyetler içerisinde Hz. Muhammed de bulduğumuz yüksek meziyet, selîm ta­biat ve güzel huy gibi özelliklerle bezenmiş herhangi birini gösterebilmek mümkün değil­dir. Öyle görünmektedir ki, Allahu Teâlâ bü­tün iyi huy ve yüksek meziyetleri en mükem­mel şekliyle Hz. Muhammed'in şahsında toplamıştır. Bütün bu Üstün meziyetler tarih sayfalarında en ince ayrıntılarına kadar muha­faza edilmiştir. Bu şerefi Hz. Muhammed dünyada başka hiçbir kimse ile paylaşmamış-tır, onun bu durumu nev-i şahsına münhasır­dır. Aşağıda meali verilen ayet Hz. Peygam-ber'İn iyiliği ve mükemmelliğinin daima insa­noğluna bir örnek teşkil edeceğini ima etmek­tedir: "...Köpük uçup gider, insanlara fayda veren ise yeryüzünde kalır. Allah bunun gibi daha nice misaller verir." (13:17).

Böylelikle Allah, insanlığa numune olmak üzere Hz. Peygamber'in hayatım Kur'an'da ve tarih sayfalarında muhafaza etmiştir. Her kim iyilik, merhamet ve adalet dolu bir hayat arar­sa; her sahada fener görevi yapacak olan Hz. Muhammed'in hayatında en iyi örnekleri ve dersleri bulur. O'nun hayatı insanların ba­kıp incelemeleri için her fırsatı sağlamakta­dır: Evinde ailesi ile, dışarıda dostları ve iş arkadaşları ile olan münasebetleri, yönetici ve hâkim olarak yaptıkları incelenir; sözleri ve fiilleri her sahada karşılaştırılarak vazifesinin Hakkı tebliğ etmek olduğu hükmüne varılır. O'nun hayatı bütün nesillere kendisinin her yönden ve tek tek incelenmesi konusunda meydan okumaktadır; böylelikle Hz. Pey­gamber'in sözleri ile yaptıkları arasında bir çelişki olup olmadığı görülecek; şayet bir uyumsuzluk goremezlerse o vakit, -kendileri­ne karşı dürüst ve Hakkı arama işinde samimi iseler- O'na indirileni Hakkı kabul ve takip edeceklerdir.

Kitâb: Kur'an kendisinden şu sözlerle bahset­mektedir: "İşte Kitâb'ımız, aleyhinize konu­şuyor, gerçeği söylüyor..." (45:29). Geçen ondört asır onun doğruluğuna şahitlik etmek­tedir; her kelimesi doğrudur ve bu tarih bo­yunca İspatlanmıştır. Zamanın tahrifatından olduğu gibi insanların kötü düzenlerinden de korunmuştur: "O (yanlış yola sapan)lar ken­dilerine gelen Kur'an'ı inkâr ettiler. Halbuki o, öyle eşsiz bir Kitâb'dır ki, ne önünden, ne de arkasından onu boşa çıkaracak bir söz gel­mez. (O), hüküm ve hikmet sahibi çok övülen (Allah)dan indirilmiştir." (41:41-42).

Kur'an'ı insanlığa yol gösterici olarak indiren yüce Allah bütün uydurma ve tahriflere karşı onu koruma sorumluluğunu da üstlenmiştir: "O zikri (Kur'an'ı) biz indirdik, biz; ve O'nun koruyucusu da elbette biziz!" (15:9). Kur'an-ı Kerîm tevatür yoluyla gelmiş ve en iyi şekil­de muhafaza edilmiş bir kitaptır: "Hayır (Kur'an, onların dedikleri gibi bir söz değil), o şerefli bir Kur'an'dır. Korunan bir levhada (yazılı)dır." (85:21-22). İşte bundan dolayı Kur'an mücerret Hakikati arayanlar için dai­ma taze ve güvenilir bir yol gösterici olarak ebediyen baki kalacaktır. Onun apaçık Hak'tan olduğu gerçeğini dürüst ve insaflı hiçbir kimse inkâr edemez. Bilakis, şayet Kur'an'ı biliyorsa doğruluğunu tasdik eder. "Hayır, o (Kur'an) kendilerine bilgi verilenle­rin göğüslerinde bulunan apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, zâlimlerden başkası inkâr et­mez." (29: 49).

Bu âyet, Hz. Muhammed'in çağrısının Hakk olduğunu reddettikleri ve doğruluğu apaçık olan mesajı kasten ve bilerek tahrif et­melerinden dolayı Hz. Muhammed'in mu­haliflerini suçlamaktadır. Bu insanlar kesin­likle gafil ve zâlim kimselerdiler. Hz. Mu­hammed onların arasında yetiştiği için kendisini yıllardan beri tanıyorlardı. İyi ve dürüst davranışlarından dolayı aralarında onu el-Emin (güvenilir) diye çağırırlardı. Kur'an bu olaydan şu sözlerle bahsetmektedir: "(Ey Muhammed!) De ki: 'Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size hiç bildir­mezdi. Ben ondan önce aranızda bir ömür bo­yu kalmıştım (böyle bir şey yapmamıştım), düşünmüyor musunuz?" (10:16). O'nun haya­tının hiçbir yanı halkından gizli kalmamıştır. Bu yüzden onlar açık olan Hakkı dürüstçe ta­nımalıydılar.

Hz. Peygamber ticarette doğruluk ve dü­rüstlüğüyle de ün kazanmıştı. Halkı onun ümmî olduğunu bilirdi, çünkü ne okuyabilir ve ne de yazabilirdi. Hayatındaki bu gerçek, yani ümmî oluşu onların hiçbirisine gizli de­ğildi. Şimdi şaşırtıcı ve derin öğretilerle dolu Kur'an gibi bir Kitâb ile gelince, akıllı ve hikmet sahibi kimselerce bunun Hz. Muham­med'in peygamberliğinin açık bir belgesi (âyeti) olduğu kabul edilmeliydi. Çünkü Hz. Muhammed'ın bütün kabiliyetleri Mekkelilerce bilinmekteydi. O'nun ile ilgili hiçbir şey halkından gizli değildi. Kur'an bu hususa şu sözlerle değinmektedir: "(Ey Muhammed!) Sen bundan Önce bir Kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı, o zaman (Allah'ın sözlerini boşa çıkarmaya ça­lışan) iptâlciler kuşkulanırlardı, (ama şimdi ne diye şüpheleniyorlar?)." (29:48) Böylece Kur'an-ı Kerîm, vahyin Hakk olduğuna bizzat onları şahit kılmış olmaktadır.

Muhammed'in şahsında veya sosyal hayatında ya da ashabında onun bu hacimde Ve yücelikte bir kitabı kendi kendine telif edebileceği hakkında herhangi bir delil veya işaret kesinlikle yoktur. Yine peygamberlik Öncesi hayatında sadece ırk ve dil engellerini değil, zaman ve mekân engellerini de aşacak ve bütün geçmiş manevî, ahlâkî ve sosyal sis­temlere üstünlük tesis edecek bir kitap ortaya koyabileceği konusunda kesinlikle hiç bir işa­ret ve delil yoktur. İşte bu yüzden insanlara, Hz. Muhammed'in şahsında O'nun doğru­luğuna şehadet eden bir değil, pek çok işaret vardır denmektedir. Bu işaretler cahiller tara­fından görülmese de ilim sahiplerince tanınır­lar ve bunların mutlak surette peygamberlik işareti olduğuna kalben mutmain olurlar. Da­ha önce kendilerine kitab verilmiş olan Hıris­tiyanlar ve Yahudiler de onun doğruluğunu bilirler: "İşte böylece o Kitabı sana da indir­dik. Kendilerine Kitâb verdiklerimiz ona ina­nırlar: Şunlardan, (şu Araplardan) da ona ina­nanlar vardır. Âyetlerimizi, kâfirlerden başka­sı inkâr etmez" (29: 47).

Dili ile, güzelliği ile, icazı ile hepsinin ötesin­de ebedî ve emsalsiz mesajı ile Kur'ân bizzat kendi doğruluğuna bir delildir. İnsanlık tari­hinde eşi yoktur. Kur'ân'da şöyle Duyurul­maktadır: "Şüphe yok ki Kitâb'm indirilişi, âlemlerin Rabbi tarafındandır. Yoksa 'O'nu uydurdu1 mu diyorlar? Hayır o senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi, doğru yola gelsinler diye uyarman için Rabb'inden (sana indirilen) gerçektir." (32: 2-3).

Bu ayette zikredilen yalnızca bu Kitâb'ın, âlemlerin Rabbi tarafından inzal edildiği de­ğildir; en güçlü vurguyla şu da söylenir: "Şüphesiz ki o Allah'ın Kitâb'ıdır. Onun Al­lah tarafından vahyedildiği konusunda hiçbir şüpheye mahal yoktur." Bu uyarıcı ve vurgu­layıcı cümleyi, Kur'ân-i Kerîm'in indiği şart­lar, ortam ve bizzat Kur'ân'm muhtevası açı­sından değerlendirecek olursak bunda iddia ile beraber bir delilin de varolduğunu görece­ğiz. Bu delil, hitab ettiği Mekke halkından da gizli değildi. Bu delili kendilerine sunan kişi, bütün hayatını onların gözü önünde geçirmiş­ti. O'nu, Kitâb'ı tebliğ ettikten sonra nasıl ta­nıyorlarsa önce de öyle tanıyorlardı.

Bu Kitabın dili ve üslûbu, Hz. Muhammed'in dili ve anlatım tarzından çok farklı ve değişikti. Mekke halkı aynı kişinin, birbirin­den bu denli farklı iki üslûba sahip olmasının imkânsızlığını farketmişlerdi. Ve onlar bu Kitâb'm son derece üstün edebî icazım görü­yorlar ve hiçbir Arap edip ve şairinin buna ra­kip olamayacağını biliyorlardı. Yine onlar kendi edip, şair, hatip ve kâhinlerinin sözleri ile kendilerine tilâvet olunan Kur'ân arasında mevcut olan apayrı dünyaların, kendilerine sunulan temalardaki latif değişikliğin de far­kındaydılar. Kitâb ve mesajda birinin onu kendi menfaatleri doğrultusunda sunduğuna ve onun sahte bir Peygamberlik iddiası taşıdı­ğına dair herhangi bir emareye de rastlamadı­lar. Hz. Muhammed'in Peygamberlik iddi­asıyla kendisinin, ailesinin ya da kabilesinin belirli bir menfaatini gözetmeye çalıştığına, veya verdiği mesajda bir kâr gayesi güttüğüne dair hiçbir ipucu bulamadılar. Dahası, onlar bu davete toplumda kimlerin icabet ettiğini ve bu kesimin düşünce ve hayatlarında ne gibi büyük değişiklikler meydana geldiğini görü­yorlardı. Bütün bunlar Hz. Muhammed'in iddiasının (tebliğinin) açık ve net birer izahı ve delilleridir. Öyle görünmektedir ki, yukarı­da meali verilen âyet, Hz. Muhammed'in peygamberlik iddiasına destek olarak öne sü­rülebilecek bütün delilleri yansıtmaktadır. Dolayısıyla insanlar bunları açıkça görecek ve önlerinde apaçık duran birşeyi aklen inkâra ve redde kalkışamayacaklardı. (Mev-dûdî, Sîret-i Server-i Âlem, c. I, sh. 122-133).