๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 19 Haziran 2012, 09:26:18



Konu Başlığı: Emeğin Hakları
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 19 Haziran 2012, 09:26:18
Emeğin Hakları

Servetin emek ve sermaye tarafından ortakla­şa üretildiği gerçeği İslâm tarafından bütü­nüyle kabul edilmektedir. İslâm her ikisine de Allah ve yarattıklarına karşı görevlerini hatır­latmakta ve kendilerinin ki gibi diğerlerinin menfaatlerini gözetmelerini emretmektedir.

Fakat nisbeten daha zayıf ve sermaye tarafın­dan kazancı tehlikeye düşürülebildiğinden İslâm emeğin haklarının korunmasına özel bir önem vermektedir. Peygamber hizmetçile­rine ailesinin üyeleri gibi davranmış ve asha­bına onlara iyi davranmalarını tavsiye etmiş­tir. Şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Esir­lere ve hizmetçilere örfe göre yiyecek ve gi­yecek verilmeli, taşıyamayacağı yük yüklen­memelidir." (Muvatta).

Emekle ilgili anlaşmazlıklar gerek ücretler ve gerekse işin tabiatından doğar;. Peygamber yukarıdaki hadislerinde her iki hâl üzerinde önemle durmuştur.

Uzun süre Rasûlullah'e hizmet eden Enes, O'nun asla kimseye düşük ücret vermediğini özellikle belirtmektedir (Buhari). Yine Enes, Rasûlullah'ın; "Bir işçinin ücreti (alnının) teri kurumadan verilmelidir" talimatını verdi­ğini haber vermektedir. (İbni Mace ve Beyha-ki).

Ebu Hureyre, Rasûlullah'ın; "Allah kıya­met gününde üç kişinin düşmanı olacaktır. Bu üç kişiden biri bir işçi çalıştırdığı ve onun emeğinden faydalandığı halde ona ücretini ödemeyendir" diye buyurduğunu rivayet et­mektedir (Buhari). Rasûlullah, herhangi bir işçinin önceden ücretini belirlemeksizin çalıştırılmasını yasaklamıştır (Beyhaki).

O, hizmetçilerine karşı çok müşfikti ve onlar­dan biri hastalandığında evlerini ziyaret eder ve hastalığı hakkında bilgi alırdı. İkinci Hali­fe Hz. Ömer esirlere (ve hizmetçilere ) bak­mayı ve hastalıklarında onları ziyaret etmeyi devlet memurlarının görevlerinden biri yaptı.

Böylece İslâm manevî eğitim yoluyla işve­renlere, işçilere makul ücretler ödemeyi ve iş­lerinde diğer imkanları sağlamayı dikte' et­mekte, bu emirlere uymadıkları takdirde İslâm Devleti bu meselelerde ve işçilerin hak­larını garanti altına almada müdahale hakkına sahiptir. Eğer bir sermayedar işçilere gere­ğinden daha düşük ücret öderse veya ağır iş verirse veya makul bir Ücret vermeksizin uzun saatler çalıştınrsa veya onları sağlığa zararlı veya sağlıksız şartlarda çalıştırırsa vb. İslâm devleti emeğin haklarını korumak için kanunen müdahale etme hakkına sahiptir.

Ebu Mes'ud Ensarî rivayet etmektedir ki, bir-gün kölesini döverken arkasından bir ses işi­tir: "Ey Ebu Mes'ud! Allah'ın senin üzerinde daha büyük bir güce sahip olduğunu bilmiyor musun?" geriye döndüğünde Peygamber'i gördü ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın rasulü bu köleyi Allah'ın rızasını kazanmak için azad ettim." Peygamber şöyle buyurdu: "Eğer bunu yapmasaydın cehennem ateşi seni yaka­caktı." (Muvatta). Hz. Ömer Medine'nin ke­nar mahallelerine giderdi ve ağır iş yapan bi­risini gördüğünde onun yükünü hafifletmeye yardım ederdi (Muvatta). Hz. Ömer emeğin haklarının korunmasında müsamahasız idi. Kendisi çok katı bir şekilde emekle ilgili tüm kaidelere dikkat eder ve başkalarını bunlara uymaya zorlardı. O, Kudüs'e Hristiyanlar ile bir barış anlaşması imzalamaya giderken ken­disi ve hizmetçisi bir deveye nöbetleşe bindi­ler. Şehrin kapılarına geldiklerinde deveye binme sırası hizmetçinindi ve Hz. Ömer yürü­yordu. Bir ara Hz. Ömer yolda dilenen bir adam gördü, sorular sorduktan sonra fakir adama belirli bir tahsisat bağladı ve bu gibi insanlara hazineden yardım yapılması için ta­limat verdi.

Bu müzakerenin ışığı altında işçinin hakları şu şekilde Özetlenebilir:

1- Emeğe; ona uygun bir hayat standardı sağlayacak bir ücret ödenmelidir.

2- İşveren, işçiye fizikî gücünün üstünde hiçbir iş vermemeli ve bazen bu tür zor bir iş verirse işgücü veya sermaye veya her ikisinden daha fazla vermek suretiy­le yardım etmelidir.

3- İşçi hastalandığında işveren uygun tıbbi yardım sağlamalı, hastalığı süresince ye­terli ödeme yapmalıdır. Hastalık   öde­mesine emek ve sermayenin katkısına devletin yardımının (muhtemel olarak zekat fonundan) da eklenmesi, çok arzu­lanan bir durumdur.

4- İşgücüne emeklilik aylığı ödenmesi mâkul bir tedbirdir. İşveren ve işçiler bu fona belli bir miktar katkı yapmak iste­yebilir, fakat İslâm devletinde temelde zekattan katkı sağlanacaktır. İşverenler tüm sadakalarını (gönüllü yardım) işçi­leri ve onların çocuklarına vermeye teş­vik edilecektir. İşçilere İşsizlik süresince zekat fonundan işsizlik sigortası ödeme­si yapılacaktır. İşsizlik sigortası işçilerin satın alma gücünü kuvvetlendirecek ve ülkedeki ücret oranının belli bir seviye­de dengelenmesine yardım edecektir.

7- İş kazaları için yeterli tazminat ödenme­lidir.

8- Fabrikada üretilen mallar çalışanlara üc­retsiz veya daha düşük fiyatlarla veril­melidir.

9- İşçilere anlayışlı ve yumuşak davraml-mah ve İş sırasında yaptıkları herhangi bir hata affedilmelidir.

10- Sağlıkları ve verimlilikleri olumsuz yön­de etkilenmemesi İçin uygun barınma imkanı sağlanmalıdır.

Cezalar: islâm İşverenin, işçisine iş sırasında mallara ve tesisata zarar vermesinden dolayı para cezası vermesini yasaklamıştır. İmam İbn Hazm, belirli şartlar bulunmadıkça işçiye işverenin ceza veremeyeceğini şu şekilde açıklamıştır. "Ortak olsun veya işçi olsun ça­lışan bir kişi, kasten yaptığı ispat edilmedikçe ve delil (şahit) bulunmadıkça çalışma esna­sında mallara zarar verdiğinde ceza sözkonu-su olmaz. Aksi taktirde işçinin kendisini sa­vunmak için yeminli ifadesi (doğru) kabul edilecektir."

İmamı Azam Ebu Hanife ve İmam Mâlik da­hil bütün müslüman hukukçular, belli bir üc­retle belli bir zaman periyodunda istihdam edilen bir hizmetçi (işçî)nin mallar (veya araçlar)a kasten ve bile bile zarar verdiği ispat edilmedikçe hukuken para cezası verile­meyeceği hususunda ittifak etmişlerdir.

Kâra Katılma Şekilleri: Kâra katılma şekil­leri emek ve sermayenin birlikte korunmasın­da ve ikisi arasındaki ilişkilerin geliştirilme­sinde etkin araçlardan birisidir. İşçiye işletme kârlarından bir pay verilmesi halinde emeğin verimliliğinde Önemli bir artış olacağı ileri sürülmektedir. İşçi, kârdan bir pay alacağını bilirse daha çok çalışacak ve üretimi artırmak için elinden geleni yapacaktır. İşçi, makinele­ri büyük bir itina ile kullanacak ve üretimi arttırmak İçin hammadde ve yarı mamul mad­deleri kullanırken ekonomik davranacaktır. İslâm, bu sistemin faydahhk ve etkinliğine büyük Önem vermiştir ve müslüman işveren­lere üretime yaptığı katkrdoğrultusunda işçi­ye pay verilmesini öğütlemiştir. "İnsana çalış­masından başka bir şey yoktur." (Necm 39). Bİr işçiye üretime yaptığı katkının bedelini ödemede en iyi yol ona kârdan bir pay vermektir. Bu, işçinin işe ilgisini ve dolayı­sıyla verimliliğini mutlaka arttıracaktır. Pey­gamber işçiye üretimden bir pay verme ko­nusunda çok istekli idi. (Bir defasında şu şe­kilde öğütte bulundu: "Çalışana çalışmasın­dan bir pay verin, çünkü Allah hiçbir çalışanı mükâfatsiz çevirmez" (Muvatta). Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Peygamber şöyle bu­yurdu. "Sizden birinizin hizmetçisi yemeğini­zi hazırlar ve size getirirse, onu sofra (yemek masası)nıza oturtun; bunu yapamazsanız ona Çalışmasının karşılığı olarak yiyecek ve sıcak yemek (gıda) verin." (Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi).

Burada "O'nu sofranıza oturtun" ifadesinin kullanılması çok önemlidir; Peygamber, işçilerin güzel bir şekilde mükafatlandırıldığını görmeyi çok isterdi. Gerçekten O, işçilerin en azından temel ihtiyaçlarını karşılayabilme­si ve işverenin (hayat) düzeyine çıkabilmesi için cömertçe mükafatlandırılmasın i istemiş­tir. Bu, hizmetçilerini kendi sofralarına oturt­malarını işverenlere Peygamber'ın emretmesindeki asıl maksadı göstermektedir. Fakat birtakım zarurî şartlardan dolayı sofralarındaki yemeği onlarla paylaşamazlarsa hoşnut ve memnun ayrılmaları için yemeğin bir kısmını onlara verirler.

Hadisin son kısmı ikinci bir seçim ve istisna olarak görünmektedir. Peygamber'ın ger­çek maksadı, temel ihtiyaçlarım işverenlerden istemesinler diye, işçilerin kârdan daha büyük bir pay almasını sağlamaktı. Eğer kesin kaçı­nılmaz şartlar varsa bu uygulanamazdı. Bun­dan dolayı Peygamber işçilere üretimden bir pay vermelerini işverenlere emretti.

Peygamber işçiye verimliliği ölçüsünde kâr payı dağıtılması konusunda ısrarlı olduğu kadar başka bir şeyi vurgulamamıştır. Bİr iş­çiye kârdan pay verilirse verimliliğinin kat kat artacağı endüstriyel tecrübenin inkar edil­mez bir gerçeğidir. Prof. Taussig: "Kâr pay­laştırma sistemi belirli bir işletmede işveren ve işçiyi birlikte çalıştırmada bir araçtır. Sü­rekli ve önemli nakdi kaynaklardan biri en­düstriyel işçinin bir kısmının verimliliğini art­tırmaktır. İşçinin kârdan pay alacağım bilmesi ile, onun daha bilinçli ve dikkatli çalışması, materyalleri tasarruflu kullanması, aletleri ko­ruması beklenebilecektir. Böylece işçi, elde ettiği kâr payı kadar üretime katkıda buluna­caktır. Bu katkı kârdan daha az değil, belki de daha çok olacak; böylece işverene kâr payını ödedikten sonra hasıla kalacak, şüphesiz kân artacaktır. Alışılmış ücret sisteminde maddi olduğu kadar manevî kaybın bulunduğu dai­ma belirtilmiştir." (Tausing, Principîes of Economİcs, c. II, bölüm 59, sh. 335-340).

Kârdan kendisine bir pay verilen bir İşçinin genellikle işine daha büyük ilgi duyacağı bili­nen bir gerçektir. Bununla birlikte, dürüst ve gayretli bir şekilde çalışan bir işçi, artan kârdan daha büyük pay ümit ettiği zamanki kadar hızlı çalışmayabilir. Bu durum, İslâm işçiye kârdan bir pay verilmesini teklif etti­ğinden, bu sistemin gerçek sebebini ve maddi üstünlüğünü göstermektedir.

Emeğin Haklarının Korunması: Her ne kadar emek ve sermaye endüstriyel problemler­de tam serbestlikten hoşlanırsa da, İslâm Devleti emeğin haklarını sermayenin tecavüz­lerinden korumada meşru bir hakka sahiptir. İmam Maverdi'ye göre, işçilere düşük ücret vermek veya uzun çalışma sürelerinde çalış­tırmak gibi emeğin haklarına tecavüz ederse, (İslâm) Devleti işverenlerin bu yaptıklarını durduracak ve müdahale edecek güce sahip olacaktır. Dolayısıyla emeğin hakları, işve­renlerin tecavüzlerinden tam olarak korun­maktadır. (Ahkam-al-Sultania, böl. 20, sh.242).

Gerçekten İslâm, hayvanlara günümüzün bir­çok kapitalist ülkesinde emeğin istediği hak­lardan daha fazlasını vermektedir. Peygamber hayvanlardan istifade ederken üç şarta ria­yet edilmesini tavsiye ederdi: (i) Hayvanlar canlı (kuvvetli) iken işe sürülmelidir. (ii) Bes­lemek, sulamak ve dinlendirmek için ara sıra çalışmaya uygun ara (mola) verecek şekilde düzenlemeler yapılmalıdır, (iii) Onlar dövül-memeli ve kötü söz (küfür) söylenmemelidir. Böylece Peygamber hayvanların makul bir şekilde kullanılmasını, fazla çahştınlmamala-rım ve onlara haddinden fazla yük yükleme-meyi öğütlemiştir. Peygamber bîr defasın­da bir kediyi aç ve susuz olarak bir iple bağ­layan kadının cehennemlik olduğunu söyledi. Ebu Hureyre'ye göre, Peygamber susamış bir köpeğe su vererek hayatını kurtardığından dolayı bir fahişeyi affetmiştir (Buhari).

Hayvanların korunmasına büyük itina göste­ren bir dinin insanların haklarını daha fazla koruyacağı kolaylıkla kabul edilebilir. Bir ke­dinin aç ve susuz kalmasına müsamaha edil­meyen bir dinde bir bahçe veya fabrikada gayretle çalışan bir İşçi yarı aç bırakılabilir mi? Bir kadın bir hayvana yiyecek vermedi­ğinden cehenneme gönderildi. İnsanların emeklerinin haklı payı(karşılığı)nı vermeyen ve emeğinin semeresini yiyenlerin cezası aca­ba ne olurdu? İslâm işçinin refah ve ücret problemlerini işverenin insafına bırakmamış, emeğin haklı payını alması için gerekli adımları atmıştır. İslâm minimum ücret ve iyi ça­lışma şartlarını, işçinin memnun kalacağı bir hayat standardını sağlayacak şekilde garanti eder.

İslâm Devleti, işçilerin haklarını işsizlik dö­nemlerinde, endüstrilerin kapanmasına yol açan iflas, konjonktör ve diğer fınansal zorluk dönemlerinde korumakla sorumludur. Bu tür tehlikeler sözkonusu olduğunda devlet, işçiye finansal yardım sağlamak için zekatı kullana­bilir (Ayrıntılı bilgi için bu ciltteki Menfaat ve Zekat bölümüne bakınız).

Sadaka ve Emek: Sadaka ihtiyarî olduğu ka­dar zorunlu olarak beytü'l-mal'de toplanmakta ve işsizlik ve diğer tehlike zamanlarında eme­ğe yardım etmede kullanılabilmektedir. Sada­ka sermayeye karşı emeğin pazarlık gücünü arttıran çok faydalı ve etkili bir araçtır. Müslüman bir toplumda emek dürüst ve gay­retli çalıştığı müddetçe, emek ve sermaye ara­sındaki ilişkiler çok samimi ve kardeşçedir; sermaye emeğe karşı cömert, insaflı ve müş­fiktir. Fakat bazen, parasal menfaatler veya sadece bencillikten dolayı, sermaye, hizmetin ulvî ideallerini ve merhameti unutur ve eme­ğin haklarına tecavüze teşebbüs eder. Zekatın bir kısmı işsizlik veya diğer olaylarda emeğe destek olmak için ayrılırsa sermayedarların vicdansız taktikleri tamamen etkisiz ve ücret oranı mâkul bir düzeyde olacaktır.

Devlet üç yolla işverenlerin böyle zalimane hareketini önlemeye yardımcı olabilir. Birin­cisi yönetim, ülkede hiçbir kimseden herhan­gi bir yardım almayan emeği desteklemek için bağımsız olarak (zekattan) bir fon uygu­layabilir; ikincisi devlet çalışan sınıfın menfa­atlerini gözetmek için İşçi ve işveren temsilci­lerinden ibaret müstakil bir organizasyon ku­rabilir; ve üçüncüsü; devlet emeği iyileştir­mek için sermaye ve emek organizasyonlarını ve onların bağımsız çalışan müstakil fonlarım iade edebilir.

Emek ve sermaye tarafından küçük katkılar yapılmış olabilir, fakat bu fonun esas önemli kısmı sadakadan gelecektir. Bu fon, emek ve sermaye üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olacaktır. Fon işçiler arasında güven ve işve­renler arasında iyi niyet hasıl edecektir. Emek, ücretlerde düşmenin yarattığı işsizlik ve gereksizlik korkusu olmaksızın çalıştığı surece sermaye emeğin hakkına tecavüz eden herhangi bir adım atmaktan alıkonulacaktır.

Emeğe, ekonomik güç olduğu kadar pazarlık gücü kazanmada yardım sağlamada bir diğer faydalı yol, bir işletmede kısmen İşveren, kıs­men de zekat fonu tarafından yapılan katkılar aracılığı ile işçilere belli bir miktar pay veril­mesidir. Bu şekilde, bir işçi hayatında firma­dan %30 ile %50 arasında bir pay elde edebi­lir. Böyle bir sistem, her bir işçinin bir miktar pay almasına ve aynı zamanda firmanın teftişi ve yönetimi Üzerinde belli bir kontrol yetkisi kazanmasına yardım edecektir. Benzer şekil­de bu, etkinliğin artması ve dolayısıyla her iş­çinin verimliliğinin artmasıdır. Bundan başka, bu sistem paylardan elde ettiği kazancı ekle­mek suretiyle işçiye işsizlik süresinde işsizlik sigortası olarak çok faydalı yardım sağlaya­bilir. Dolayısıyla bu sistem iki amaca birden hizmet edecektir. Birincisi, emeğin verimlili­ğini arttırmak, ikincisi ise özellikle işsizlik zamanlarında ve bilinmeyen diğer durumlar­da çok faydalı olan ekonomik yardımlar sağ­lamaktır.

işsizlik Sigortası: Müslüman bir toplumda geçimin sağlanması, Devletin sorumluluğun­dadır. Devletin bir ferdi (vatandaşı) yetersiz, hasta ve işsiz ise bu zor zamanlarda ona fi-nansal yardım sağlamak devletin görevidir. Halife Hz. Ömer bir kişinin günlük temel ihti­yaçlarını bulmayı bilfiil tecrübe etmiştir. Bu, her insanın temel ihtiyaçlarını karşılamak için yapmış olduğu harcamayı garanti etmek için yapılmıştır. Kur'ân-ı Kerim, İslâm Devletinin bu fonksiyonuna şu şekilde açıkça işaret et­mektedir: 'Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de biz besliyor (n-zıklandırıyor)uz." (17: 31).

Bu ifadelerde Allah, İslâm Devletine fertlerinin, özellikle onlardan herhangi biri işsiz, hasta ve zayıf olduğunda geçimim sağlaması­nı emretmektedir. Zuhruf suresinde de şöyle buyurulmaktadir: "Dünya hayatında onların geçimlik (maişet)lerini biz taksim ettik." (43: 32). Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi olarak İslâm Devleti, hastaların, işsizlerin ve zayıfla­rın maişeti (geçimi) için, toplumda bakımsız bırakılan hiç kimse kalmasın diye, düzenle­meler yapacaktır. Böyle muhtaç kişilere, İşsiz veya hasta oldukları dönem boyunca temel ihtiyaçlarını karşılamasını temin etmek için sigorta yardımları ödenmelidir. İşverenler de aynı zamanda bu fona katkıda bulunmalıdır. İşçiler sıhhati olduklarında ve istihdam edil­diklerinde büyük kârlar kazandırırlar. Bu yüz­den işsiz, hasta ve çalışmaz olduklarında on­lara yardım etmek işverenlerin ahlâkî görevi­dir.

Gerçekten, hiçbir devlet vatandaşlarının asga­rî temel ihtiyaçlarını garanti edinceye kadar onlardan kanunlarına itaat etmesini isteme hakkına sahip değildir. Yalnız fakirlerin (işsiz veya hastaların) zarurî ihtiyaçlarını sağladık­tan sonra onlardan bu itaati isteyebilir. Fatiha suresi şu kelimelerle başlamaktadır: "Âlemle­rin Rabbi (terbiye edip yetiştiricisi) Allah'a harndolsun." (1: 2). Arapça Rabb kelimesi, sadece teşvik edici, terbiye edici veya besle­yici anlamına gelmez. Rabb kelimesi aym za­manda en ilkel devletten en mükemmel dev­lete kadar eşyanın tekâmülünün düzenlenme­sini, tamamlanmasını ve başarılmasını ifade eder. Şeyh Ebu'l Kasım el-Hüseyin el-Ragıb el -I s fah anî' ye göre Rabb, "birşey tamam oluncaya (mükemmele ulaşana) kadar, o şe­yin bir durumdan diğerine ulaşmasını sağla­yacak şekilde besleyip büyütülmesini ifade eder. Bundan dolayı Rabb, bütün âlemin bes­lenmesi sadece kendisine ait olan bütün varlı­ğın yaratıcısıdır. Mutlak olarak Rabb, tüm yaratılanların rızkı (ihtiyaçları) kendisine ait olan (üstlenen) Allah Teala için kullanılır. Ayrıca, her bir kürenin kapasitesi ve tedrici olarak mükemmele ulaşmayı sağlayan küre içindeki araçlar önceden takdir (tayin) edilmistir." (Ragıb el-Isfahanî; el-Müfredat fi Garib-ül Kur'ân, Kahire, 1324, sh. 182.)

Dolayısıyla kulluğumuz, doğumdan Ölüme tüm ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi karşılayan Aziz, Kudret sahibi, besleyici ve bağışlayıcı Allah'a olmalıdır. Güç, kuvvet ve enerjimiz bize verilen nimetlerdir. Bu lütuf ve ihsanı dolayısıyla bedenen ve ruhen tam bir itaat ile O'na secdeye kapanmalıyız. Diğer bir ifadey­le bize verdikleri için O'na minnettar olarak itaat etmeliyiz. Dünya hayatının devam etme­si için gıda ve maişet vb. de dahil bize sayısız nimetler ihsan ettikten sonra bizden itaat et­memizi istediğine göre Allah, bir devlet nasıl önce vatandaşlarının işsizlik veya hastalık süresince temel ihtiyaçlarını temin etmeksizin itaat bekleyebilir. İşsizlik ve hastalık süresin­ce bile kendilerine bakmayan bir devlet, va­tandaşlarından itaatlerini isteme hakkına nasıl sahip olabilir? Devlet ve onun bütün organları işçilerden iş ister ve kâr elde eder. Fakat onlar hastalandığında veya İşsiz kaldığında, onları açlık ve Ölüme mi terkedecektir?

Bundan dolayı İslâm, müslüman bir devlette işsizlik veya hastalık süresince İşçiye sigorta yardımları sağlamayı emreder. Her türlü şart­lar altında belli bir hayat standardını vatan­daşlarına sağlamayı garanti etmek müslüman bir devletin görevidir. Bu amaca ulaşmak için müslüman devlet bu gibi insanlara zor şartlar­da onların alışılmış hayat standardını sağla­mak için zekat fonundan işsizlik tazminatı ve hastalık ödemeleri yapar. Böylece fakirlerin faydalanması için zenginlerden toplanan ze­kat fonu, diğerleri arasında hasta veya işsiz kalan kişilere asgari bir ücret garanti etmek için de haklı olarak kullanılır.

Bu fonun bir bölümü Rasûlullah ve halife­leri tarafından toplumdaki hasta ve işsizlere yardım için kullanılmıştır. Bu sistem modern tarım ve endüstri ekonomilerinde işsizlik ve hastalık probleminin çözümünde yeniden dik­kate alınabilir. Zekat fonunun bir kısmı işve­renlerin ve İşçilerin iştirakleri ile, çalışanlar işsiz veya hasta olduklarında ailelerinin temel ihtiyaçlarını, normal hayat standardında bir düşüş olmadan karşılamak üzere yeterli bir tazminat alabilmeleri için, arttırılabilir. Müs­lüman devletler bu fonları zayıf, fakir ve iş­sizleri kalkındırmak için gereğince uygular ve kullanırsa, Kur'ân'ın takdir ettiği gibi, dı§ yardım olmaksızın kendi iç kaynaklan ile ekonomik problemlerini çözebilecektir.