Konu Başlığı: Ekonomik Sistemin Başlıca Özellikleri Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Haziran 2012, 23:18:28 Ekonomik Sistemin Başlıca Özellikleri İslâm ekonomik sistemi, diğer ekonomik sistemlerden mahiyet, şekil ve amaç bakımından, temelinden farklıdır. O, komünizm ve kapitalizm iki aşırı ucu arasında, kötü yanlarını bir tarafa bırakıp, iyi yanlarını muhafaza ederek, orta yolu benimsemiş ve böylece insanın ekonomik problemlerini çözmeye çalışmıştır. Ne, birey veya toplum menfaatine zarar verecek mutlak bir hürriyete, ne de, sisteminin kuvvetini merkezî kaynağı olan bireyin şahsiyetini (ego) tahrip edecek totaliter sistemi (hükümetinkişisel işlere ve Özel teşebbüslere aşırı şekilde karışması) tavsiye eder. Bireye, iş ve teşebbüs hürriyeti verilir. Bu şekilde o, hayatını kazanmak için sağlıksız bir yarışma ve rekabet yerine, işbirliği ve yardım ruhunu geliştirmeye vesile olacak bir tarzda faaliyetlerini organize etmek hakkını, serbestçe kullanabilir. Ahlâkî eğitim ve öğretim, kişinin görüşünü değiştirir. Böyle bir insan, toplumun diğer üyelerine karşı hiçbir rekabeti arzulamaz. Fakat bunun yerine, ekonomik savaşlarında meslektaşlarına yardım etmeyi dinî ve ahlâkî bir vazife sayar veya en azından hayat mücadelesinde onlara engel olmaz. Bu davranış, insanlar arasında sevgi, işbirliği, yardım, fedakârlık ve kardeşlik hislerini geliştirir. Refah, bolluk, iyileştirme konusundaki yararlarıyla bir bütün olarak, toplumun her kesiminde maksimum verimliliğe ulaştırır. Bu siyaset, bir kişiyi ihmal etmeden veya bir diğerini kayırmadan, bütün sahalarda fertlerin olduğu kadar toplumların da arzularını karşılar. Bu sistemde hiçbir hak kaybolmaz; hiçbir hürriyet kısılmaz; hiçbir servet parçası, kanunsuz bir şekilde zorla alınmaz; sonuç olarak, açgözlülük, rekabet, bencillik gibi musibetler ortadan kaybolur veya sağlam istikametlere kaydırılır. (A.A. Mansur, islam Allah's Eternal Jurisp-rudence, s. 150-159). İslâm'ın kendi hayat felsefesi vardır. Buna göre, bir müslümanın bu dünyadaki hayatı, daha sonraki sonsuz hayatında geçici bir aşamadır. Bunun için, o, hayatının her anını, ebedî hayatını iyileştirmek için kullanmalıdır. Bu, onun bütün zihinsel ve fiziksel imkânlarını, mümkün maksimum sınıra kadar kullanmasını gerektirir. Çünkü, bu hayatı maksimum olarak değerlendirmeden, ebedî hayatı iyileştİremez. Diğer bir deyişle, ahiret-teki başarısı, bu dünya kaynaklarından, en iyi ve en doğru bir şekilde yararlanmasına bağlıdır. Kur'an-ı Kerim, bir insanın gayretle ve dürüstlükle kazandığı serveti, 'Allah'ın nimetleri', 'Allah'ın lütfü', 'Temiz şeyler', 'Allah'ın serveti' vb. olarak zikreder. Aynı zamanda, ahiret hayatını iyileştirmek için bu dünyada çok çalışılmasını salık verir: "Allah'ın sana verdiği mal ile ahiret yurdunu iste! Dünyadan nasibini de unutma!" (28: 77). Ve Allah'ın elçisi, bir müslümanın, dürüst çaba göstermesini zorunlu kıldı: "Farz ibadetlerden sonra, dürüst bir şekilde hayatını kazanmak gelir." Şurası muhakkaktır ki, bu hayatın gayesi ahi-retteki gerçek başarıya erişmek olsa bile, bir müslümanın, fiziksel dünya kaynaklarından yararlanması açısından her türlü dürüst ve itinalı çabayı göstermesi gerekir. Ahiretteki hedefe varabilmesi, insanın, sadece başkalarına hizmet etmesiyle olur. Bu, insanları diğer kişilerin gereksinimleri karşısında sorumlu hissettirir ve onları toplumun faydası için bazı şahsî menfaatlerinden fedakârlık etmeye teşvik eder; o münasebetle de kişileri bencillik, açgözlülük ve haksızlık sefaletinden kurtarır. Bu, insan çabasının ve kazandığı servetin gerçek kavramı ve hakikatidir, (islam in Focus, s. 126-130). Kur'an-ı Kerim, bundan dolayı serveti insanlar için bir deneme olarak telakki eder. Kim, onu bundan sonraki ebedî hayatım iyileştirmek için kullanmıştır? Kim, nefsinin dünyadaki şehvanî arzularında onu harcamış ve Allah'ın gazabını kazanmıştır?: "Verdikle-riyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O'dur. Doğrusu Rabbinin cezalandırması süratlidir. Şüphesiz O bağışlar, merhamet eder." (6: 165). Bu ayet, öncelikle, kâinattaki her şeyin Allah'a ait bulunduğunu ve bütün insanların, Allah'ın yeryüzündeki, halifeleri olduğunu açıkça ortaya koyar. Onlar, bütün mülkleri, Allah'tan bir emanet olarak ellerinde tutuyorlar, bu yüzden o malları, Allah'ın emirleri ve gösterdiği yol doğrultusunda kullanmalı ve işletmelidirler. İkinci olarak Allah, bu mülk ve kuvvet emanetini, insanların ellerine, değişik derecelerde verdi; bazıları daha fazla, diğerleri daha az alırken, bîr kısmı da henüz hiçbir şeye sahip olamadılar. Dünya hayatı basitçe bir denemedir ve insanlara değişik derecelerde verilen, yukarıda da sözü geçen şeylerin hepsi, yalnız deneme vasıtalarıdır. İnsanların, emanetin şartlarına ve süresine göre, bu malları ve kuvvetleri nasıl kullandığı konusunda kayıtlarına devam e -dilir. Bu denemenin sonucu, her adamın (ve kadının) ahiretteki mertebesini belirleyecektir. (The Meaning of the Qur'an, cilt III, s. 174). Bunun hepsi, İslâm ekonomik sisteminde, bireyin inanç, tatbikat .teşebbüs,mesleğin tipi ve maişet mücadelesinde tam bir hürriyeti gösterir. Bu görüş, aynı zamanda, dünyadaki hayat mücadelesini, bireyin hayatında bir anahtar faktör durumuna getirir. O, manastır hayatını reddeder ve yeryüzündeki elçilik vazifelerini ve emanetin şartlarını yerine getirmek amacıyla, tam bir gayret ve kuvvetle ekonomik sahaya girmek için gösterilen olumlu çabayı destekler. Bundan dolayı, bu davranış, bir tarafta manastırcıhk, diğer tarafta sekü-larizm veya materyalizm olmak üzere, her İki aşırı görüşe karşı koyar. O, ne bütün ekonomik faaliyetleri ayıp, ekonomik mücadeleleri de günah sayarak insanın sadece manevî gelişmesini aşırı vurgulamış, ne de kişinin manevî veya ahlâkî yanını hiçe sayarak, bütün dikkatleri sadece maddî şeylerin kazanılmasına hasretmiştir. Hayatın her alanında dengeli bir hareket seyrini benimsemiştir. Kişi, ne bedeninin ihtiyaçlarını hiçe sayarak nefsini tamamen manevî faaliyetlere vermeli, ne de hayatın moral değerlerini önemsemiyerek hek şeyi sadece ekonomik faydasıyla değerlendirmelidir. islâm, bireyin ve toplumun başarısının, kişinin maddî ve manevî ihtiyaçları arasındaki ayarlamaya bağlı olduğunu Önemle belirtir. "Toplumun yararlarını olduğu kadar, kişisel menfaatleri de korumak için, bedenin ve ruhun ihtiyaçları arasında doğru bir denge muhafaza edilmeli, Manevî hayat, kişinin ekonomik mücadelesinden ayrıldığı zaman, insan, ekonomik sistemdeki istikrarı davam ettirmek için gerekli olan dengeyi kaybeder. Sonuç olarak, kişi, hayatın iki kavramı arasında, işbirliği ve karşılıklı sevgi yerine, düşmanlık ve rekabet görürse bu durum toplumda karmaşıklık ve bozulmaya yol açar. İslâm, dengeyi muhafaza etmeyi ve ekonomik düzeyde çabaları sürdürürken ahlâkî ve manevî değerleri de devam ettirmeyi Öğretir. Fakat, diğer iki zıt görüşü de uygun bulmaz. Manastırcıhk hayatın işlemez felsefesi olarak reddedilir: "Bizim gerekli kılmadığımız, fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya attıkları ruhbaniyete bile gerçeği gibi riayet etmediler." (57: 27). "Bizim gerekli kılmadığımız" ifadesi, bu hayat görüşünün tabii olmadığını ve Allah'ın insanı, bu içgüdüyle yaratmadığını, fakat kişinin kendisini ona zorladığını açıkça gösterir. Allah, muhakkak ki, insanın bu dünyadaki boş istekler ve beyhude zevklerden vazgeçmesini ve Allah'ın rızasına götüren yola dönmesini ister. Fakat O, mağara karanlıklarında-ki kasvetli hayatı da, cami veya kilise köşelerindeki aralıksız meşguliyeti de tavsiye etmez, istemez. Allah'a hizmet, bu dünya mücadelesi ve hengamesi içinde, saf ve sade bir hayat yaşayarak verilir. (A. Yusuf Ali, The Holy Qur'an, s. 1507). Ve yine: "Allah, dinini muzaffer kılmak için sizi seçti. Babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin üzerinize bir güçlük de yüklemedi." (22: 78). Bu şu demektir: "Size verilen akide, çok basit ve açıktır, itaat etmek zorunda olduğunuz kanunlar ve düzenlemeler de, son derece pratiktir. Onların sınırları içinde, muktedir olduğunuz ölçüde ilerlemekte serbestsiniz. Bu ayet, müslümanların hayatlarının, daha önceki toplumların papazlar ve kanun koyucular tarafından inandırılmış olduğu faydasız ve anormal kısıtlamalardan azade olduğunu belirtmek içindir!' (The Meaning of the Qur'an, Cilt VII, s. 227). A'râf Suresi'nde şunları okuyoruz: "Onlara haram ettikleri temiz şeyleri helâl kılar, murdar şeyleri de üzerlerine haram kılar. Onların ağır yüklerini,üzerlerindeki bağları indirir." (7: 157). Bu, onları, hukukçularının kılı kırk yarmalan, manevî liderlerinin aşırı dindarlıkları ve insanların aldatıldığı hurafeler, kısıtlamalar ve kurallar sonucu ortaya çıkmış olan yüklerden kurtarmıştır. (A.g.e., Cilt IV, s. 77). Allah'ın elçisi, islâm'da asetisizm (riyazat) hayatına hiç yer olmadığını, kesin olarak beyan etmiştir. Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir ki: "islâm çok kolay ve sadedir. Her kim onda zorluk meydana getirirse, bu zorlukların altında kalır. Sen hayatta orta yolu benimse, itidali elden bırakma ve mutlu ol!" (Buharı). Peygamber'dan rivayet edilen başka bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Ben size, kolay ve uygun bir din ile gönderildim." (Mişkât). Kur'an'ın bu ayetleri ve Allah'ın Elçisi'nin sözleri şunu gösterir; Asetisizm, insan hayatına doğru bir yaklaşım değildir; çünkü o, sadece doğaya aykırı değil, aynı zamanda geriye götürücüdür, insanın tabiî içgüdülerini tahrip eder, bundan dolayı da kültür ve medeniyetinin gelişmesine engel olur. "Kadın ve erkeğin tabiî ilişkileri meselesi, medeniyetin en belli başlı problemidir ve onun doğru, makul çözümü, mutluluk, refah ve istikrarı, diğer bir deyişle yeryüzüne cemiyet hayatını getirir. Cinsiyetler arasındaki ilişkilerin bir çeşidi, hayvanı veya tamamen seksüel mahiyette olanıdır: Onun tek gayesi, neslin çoğalmasıdır. Diğer ilişki insanî olandır; bu da iki cinsi, herbirinin fıtrî yeteneklerine göre hayatın ortak hedeflerine ulaşmada işbirliği için, biraraya getirmeyi amaçlar. Bu işbirliğini sağlamak için, cinsî sevgi, erkek ve dişi arasında bağlayıcı kuvvet rolü oynar, böylece hayvanî ve insanî faktörler, insanı, sadece medeniyetin ilerlemesi ve korunması için çalışmaya değil, aynı zamanda bu fonksiyonu yerine getirecek kişileri temin etmeye de zorlar. Bundan dolayı, refah ve istikrar, diğer bir deyişle medeniyet, tamamen iki unsurun dengeli ve tam bir işbirliğine dayanır!' (Ebû'l Âlâ Mevdûdi, Purdah and the Status of Woman in islam, s. 87). Asetisizm hayatı veiıayatın bu gayesini inkâr eder. Aynı veçhile, islâm diğer hayat görüşünü de, yani ekonomik ihtiyaçların tatmininin hayatın bütün gayesini oluşturduğu görüşünü de reddeder: "Yalnız dünya hayatını isteyen kimselere bakma. Bu onların ulaştıkları bilginin seviyesini gösterir." (53: 29-30). Yunus Suresİ'nde şunları okuruz: "öldükten sonra huzurumuzda hesap vereceklerini umma-yıp da dünya hayatına razı ve onunla emniyet içinde olanlar, bir de delillerimizden gafil bulunanlar... işte bunların, elde ettikleri kötü ameller sebebiyle varacakları yer Cehennem ateşidir." (10: 7-8). Hiç şüphe yoktur ki; "Eğer bir insan, dünya hayatını, başka hiçbir hayat olmadığı şeklinde yönlendi-rirse, bu dünyadaki tüm amellerinin hesabını vermesi gerekeceğinden korkusu olmayacaktır. Bunun için, onun bu hayattaki tek gayesi, ne yapıp yapıp, dünyada refah, mutluluk, şöhret ve güç kazanmak olacaktır?' (The Meaning of the Qur'an, cilt V, sh. 12). Bu davranış tabiî olarak insanı yanlış yollara götürecek ve onu Allah'ın gazabına uğratacaktır, islâm, bu iki farklı hayat görüşü arasında dengeli bir yol teklif eder: "Kimi de 'Ey Rabbimiz, bize dünyada da iyiyi, ahirette de iyiyi ihsan et; ve bizi cehennem azabından koru!' der." (2: 201). iyi hâl (hasene) burada, kişinin başkasını istismar etmeden, meşru vasıtalarla elde ettiği ekonomik refah demektir. O, âdil ve dürüst yollarla kazanılır. Aynı zamanda, kişisel ihtiyaçların tatmini ve toplumun iyileştirilmesi içindir. Bu ayette, ona her iki dünyanın en iyisini, bu dünyada refah ve mutluluk, öteki dünyada da başarı vermesi için, insanın Allah'a dua etmesi tavsiye edilir. Kur'an-ı Kerim'in aşağıdaki ayetlerinde, Allah'ın nimetlerinden faydalanması ve böylece de maneviyatına da katkısı olabilecek bu dünya hayatının fizikî zevklerinden tat alması, insana açıkça anlatılır: "Bugün temiz ve pâk nimetler size helâl kılındı." (5: 5). "De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti, temiz ve hoş rızikları kim haram etmiş?' De ki: 'Bu ziynet ve hoş rızık, dünya hayatında iman edenler içindir.' " (7: 32). Soruda kastedilen fikir şudur: Allah'ın kendisi, kulları için temiz, iyi ve hoş şeylerin hepsini yarattığı için, kullara bunları gayri meşru kılan O'nun iradesi olamaz. Bunun için, eğer bir dinî, ahlâkî veya sosyal sistem, bu şeyleri gayri meşru veya iğrenç bir hâle sokar veya onları insanın manevî evrim ve ilerlemesinde engel olarak telâkki ederse; bu, sistemin-Allah'tan gelmediğinin açık bir delilidir." (Mevdûdi, A.g.e., sh. 12). Peygamber, bu prensibi şu şekilde izah etmiştir: "Sizin en iyiniz, ahiret için bu dünyayı, dünya için de ahireti bırakmayanınız ve insanlara yük olmayanınız dır." Rasulullah burada inananlara, hayat mücadelesinin ahlâkî ve ekonomik yanlan arasındaki gerçek uyumun arzu edildiği intibaını vermiştir. İnsan, ne Allah'ı unutup hayatın maddî vasıtalarını elde etmek için bu dünyaya bağlanmalı, ne de ekonomik mücadeleyi terke-derek tamamen manevî hayata yönelmelidir. Ancak her şeyi, hakiki perspektifi içinde muhafaza etmelidir. Peygamberimizden şu ha-dİs nakledilmiştir: "Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın!" O, İnsanların kendileri için oluşturduğu bütün yanlış dinî görüşleri reddetti ve dinin, bu dünyadan nefret etmeyi Öğretmediğini, ayrıca dünyaya kin duymanın, kendi içinde insanı dürüst ve dindar yapmadığını belirtti. Böylece, islâm insanın ekonomik ve manevî yanlarını, en dengeli bir biçimde koordine etmeye çalışır; zira birindeki bir eksiklik, öte-kindeki eksikliğe götürür. Sonuç olarak, bir taraftan dünyanın ekonomik meşgaleleriyle uğraşırken, diğer taraftan hayatlarında Allah'ın varlığını hiç hatırdan çıkarmayan insanlar buluruz. Kur'an-ı Kerim bu insanları şöyle över: "Nice adamlar vardır ki, bunları ne bir ticaret, ne de bir alışveriş Allah'ı anmaktan, namazı gereği üzere kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyan" (24: 37). Peygamber'a, hayattaki bu gerçek uyumu devam ettirmesi tavsiye edilir: "Sabah ve akşam Allah'ın rızasını dileyerek Rablerİne dua eden kimselerle beraber nefsini sabırlı tut; dünya hayatının süsünü arzu edip de, gözlerini onlardan başkasına çevirme!.." (18: 28). Bu, inananlara, hayatta gerçek uyum ve dengeyi sürdürmelerini, bu dünyayı aşırı derecede sevmeyip ondan tümüyle de nefret etmemelerini öğreten, gerçek hayat görüşüdür. Bu görüş, insanın ahlâkî ve manevî ilerlemesi için gerekli olan ekonomik ihtiyaçların tatminini sağlar; çünkü kişi belli başlı ihtiyaçlarını tatmin etmediği sürece, ne iyi bir İnsan olabilir, ne de ahlâkî standartlarını iyi-leştirebilir. Şu da bir gerçektir ki, yoksul insanların dinleri ve ahlâkî standartlarının zayıf olması muhtemeldir. Bunun için İslâm, ekonomik sisteminde her bireyin belli başlı ihtiyaçlarını temin için gerekli tedbirleri almıştır. Peygamber "Yoksulluk, insanı inançsızlık sınırına götürür" demesi, her bireyin ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğini ifade eder. Bu, şüphesiz İslâm'ın insan medeniyetine en Önemli katkısıdır. İnsana, manevî hayatını iyileştirmek için maddî hayatını da iyileştirmesi gerektiğini Öğretir. Bu ahlâki hayat kavramı, taban tabana zıt hayat görüşleri arasında takviye edilebilir bir köprü olagelmiştir. Bir taraftan, bu dünyadaki her şeyin, insanın kullanımı için olduğunu açıklar, diğer taraftan, kişinin sorumlulukları üzerinde de ' önemle durur. Kişi kendinden, ailesinden, akrabalarından, milletinden ve bütün insanlıktan sorumludur. însan, servetinden kendisi yararlanırken, aynı şekilde, başkalarının da o servetten faydalanmasına izin vermelidir. Böylece İsiâm, insanın bencilliğini, diğerkâmlığa kanazile ederek ve hayatın maddî yanını manevî yanıyla uyum içinde tutarak, insanlığa, en karmaşık ve zor problem için pratik bir çözüm getirmiştir. O, insanı, adalet ve eşitlik temeline dayalı bir ekonomik sistemi tesis etmek için, hayatın maddî ve manevî yanlarından faydalanmaya muktedir kıldı. Bu gaye de, kişinin, açgözlülük ve rekabet hislerine kapılmak yerine, toplumun faydalı ve yardımsever bir üyesi olmasını sağlayan ahlâkî bir eğitim ve öğretimle, çok basit bir şekilde başarıldı. İslâm hem işçi, hem de işveren üzerine ahlâkî yükümlülükler koyar. Allah, işçiye, işini gayretli, verimli ve dürüst bir şekilde yapmasını emreder. Allah'ın Elçisi'nin, şu hadisi nakledilmiştir: "Eğer bir kişi, bir işi üstlenirse, Allah, o kişinin işi iyi ve verimli bir şekilde yaptığını görmek ister; çünkü Allah, iyidir, güzeldir ve O her şeyin iyi ve güzel bir şekilde yapıldığını görmekten hoşlanır." İş gittiği zaman, o iş için âdil ve uygun bir ücreti almak işçinin hakkıdır. İşveren, iş biter bitmez, uygun bir ücret ödemekle yükümlüdür. Abdullah b. Ömer, Rasulullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İşçiye ücretini, teri kurumadan veriniz!" (İbni Mâce). Ebu Hureyre'den şu hadis nakledilmiştir: "Kıyamet gününde düşman olacağım kişiler vardır. Onlardan biri, bir işçi çalıştırıp, onun işi bittiği zaman, ücretini vermeyendir." (Buharı). Bu yorumlarla birlikte, İslâm ekonomik sisteminin belli başlı özellikleri, aşağıda özetlenmiştir. |