Konu Başlığı: ed-Dinin Kurândaki Mânası Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 26 Ağustos 2012, 13:27:03 ed-Din'in Kur'ân'daki Mânası Şûra suresinde yer alan ayet-i kerîme ed-Dinin mahiyetini açıklar: "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin' dîye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de Din kıldı..." (42:13). Bu ayette, ne Hz. Muhammed'in, ne de diğer peygamberlerin kendi başlarına yeni bir dinin kurucuları olmadığı açıkça belirtilmektedir. Başlangıçtan beri tek bir din vardır. Hz. Muhammed dahil diğer bütün peygamberler de bunu tebliğ etmişlerdir. Bu hususta ilk isim olarak Hz. Nuh'unki anılmıştır. Bilindiği gibi Nuh peygamber "büyük tûfan"dan sonra insan neslinin ikinci atası olarak bilinmektedir. "Tufan" sonrası insanlığa gönderilen ilk Peygamber sıfatına da sahiptir. Âyet bundan sonra peygamberlik zincirinin son halkası Hz. Muhammed'den söz etmektedir. Daha sonra da Araplar tarafından imam olarak kabul edilen Hz. İbrahim'den bahsedilmiştir. Sırasıyla Hristiyan ve Yahudilerin kendilerini bağh saydıkları Hz. İsa ve Hz. Musa'dan söz edilmiştir. Bu ayetten Rehberliğin, Dinin sadece bu beş peygambere geldiği anlaşılmamalıdır. Burada söylenmek istenen şey, dünyaya gelen bütün peygamberlerin aynı dîni getirmeleri ve bu arada, İlâhî şeriatlardan dünyanın geniş çapta faydalanmış olması ve en meşhur beş peygamberin adının örnek olarak gösterilmesidir Bu bölümde daha önce açıklandığı gibi Kur'ân-ı Kerîm açısından Din, birinin üstünlüğünü Öğrenip ona itaat etmeye başlamanın adıdır. Bu Din veya itaat, Allah'a mahsus olunca, Allah'a itaatte kimseyi ortak etmemek gerekmektedir. İtaat ve kulluk tamamıyla Allah'a has kılınıp, O'nun hidayetine, emir ve talimatına tam uymak gerekmektedir. Allah'a ibadet eden, ona bağlı kalan kişi kendi şan ve şöhreti, makam, mevki ve mükâfatlandırılmasının sadece Allah'tan geleceğine inanmalıdır. İtaatsizliğinin neticesinin, şerefsizlik ve cezaların en ağırı olduğunu anlamalıdır. Hiçbir dilde hiçbir kelime veya kavram bu kadar geniş bir anlama sahip değildir. Şeriatları ayrı olmasına rağmen bütün peygamberlerden tesis edilmesi istenilen Din aynıydı. Bazı kimseler din kelimesini çok sınırlı anlamda düşünmektedirler. Bunlar, kurulması emredilen dinin bütün peygamberlerin müşterek görevi olduğunu, ama "Herbirinize bir şeriat ve bir yol verdik..." (5: 48) âyeti sebebiyle, "Din"den şer'î emir, kaide ve kurallar değil, sadece Allah'ın birliğine (tev-hid), âhirete, kitaplara, peygamberlere iman ve Allah'a ibadet etmenin kastedildiğini zannetmektedirler. Fakat bu, tamamıyla sathî bir görüştür ki, dinlerin aynı ama şeriatların değişîk olduğuna dair bir âyete dayanarak kabul edilmiştir. Bu, öylesine tehlikeli bîr görüştür ki, düzeltilmediği takdirde ileride, aynen St. Paul'ün geliştirip Hz. İsa'nın ümmetini dalalete düşüren şeriatsiz din kavramı gibi, din ile şeriatın birbirinden ayrılmasına kadar varabilir. Çünkü, Allah'ın emirlerinin sadece "Dİn"İ kurmak, ama "şeriat"ı reddetmek ile ilgili olduğu düşünüldüğü takdirde Müslümanlar da Hıristiyanlar gibi şeriatı önemsiz ve kurulmasını gereksiz bulabilirler. Din sadece bir takım akide ve İnanç ile bazı ahlâk kurallarından ibaret hâle gelir. Bundan dolayı bu konuda Allah'ın kitabından rehberlik aramak, tahmin ve vehimlere ise aldanmamak gereklidir. Beyyine suresinde: "Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a hâlis kılıp O'nu birleyerek Allah'a kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte doğru Din de budur." (98: 5). Namaz ve zekatın, diğer şeriatlarda başka türlü olmasına rağmen Din'e dahil oluşundan, bu ayet hiçbir şüphe bırakmaz. Hiçbir kimse önceki şeriatlarda da namazın aynı rükunlara ve yapıya başka bir deyişle aynı kıbleye, zamana ve diğer düzenlemelere sahip olduğunu söyleyemez. Aynı şey, zekatın şekli, nisab miktarı, oranı, toplanması ve dağıtılması konusunda da söylenebilir. Fakat gördüğümüz gibi çeşitli çağlarda şeriatlardaki değişiklik ve bu husustaki farklılıklara rağmen hem namaz, hem zekat İslâm Dinine dâhil edilmiştir. "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan gayrı şeyler adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan düşmüş, boynuzlanmış ve canavar parçalayarak ölmüş olan hayvanlar -henüz canlan çıkmadan kestikleriniz hâriç-, dikili taşlar (putlar) adına boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (insanı yoldan çıkaran kötü şeylerdir). Bugün artık inkâr edenler, sizin dininiz(i yok etmek)den umutlarını kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün dininizi kemâle erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim." (5:3). Bu âyetten de, içinde bahsedilen şeriat kurallarının dinin bir parçası olduğunu görüyoruz. Tevbe suresinde yer alan âyet ise bunu şu ifadelerle teyid etmektedir: "Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasûlünün haram kıldığını haram saymayan ve gerçek dini din edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın." (9:29). Bu ayet de göstermektedir ki, Allah'a, âhiret gününe ve Allah rasûlünün getirmiş olduğu helâl ve haramları aynen kabul edip uygulamak da dinin ta kendisidir. Nur suresi bu durumu şöyle belirtir: "Zina eden kadın ve erkeğin herbirini yüzer değnek vurun. Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda o ikisine acımayın." (24: 2) Yani, ceza hukuku da dinin kapsamına girmektedir. Bu misaller Kur'ân-ı Kerîm'de şeriatın kesin hükümleri olarak geçmektedir Ancak bunların dışında da dikkat edilirse Allah Teâlâ'nın cehennem ile tehdit ettiği günahlar (zina, faiz alıp vermek, mümini öldürmek, yetim malı yemek ve haksız yollardan başkalarının malını gasbetmek) ve azabına lâyık suçlar olarak tarif ettiği kötülükler (meselâ Lut peygamberin kavminin yaptığı fuhşiyat, Şuayb pey-gamber'n kavminin ticaretteki hileler) de mutlaka dinin kapsamına girmektedir. Eğer Din insanları Allah'ın azabından ve cehennemden kurtarmak için gelmediyse niçin gelmiştir. Aynı şekilde Şeriatın hükümlerine muhalefet etmek kişiye cehennemde yerini hazırladığı için, bu hükümler Dinin bir parçası olarak görülmelidir. Bu yüzden miras ile ilgîli âyetin sonunda şu uyan vardır: "Kim de Allah'a ve rasülüne karşı gelir, O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu, sürekli kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azâb vardır." (4:14). Aynı şekilde, haram edilmiş bazı şeyler (meselâ, kumar ve yalan yere şahitlik gibi) dine (İkame-i Din) dahil edilmezse, demek ki, Allah -hâşâ- bazı lüzumsuz emirler de vermiştir ve bunlara uymamızı amaçlamamıştır. Bunun gibi, Allah'ın farzettiği ibadetler, meselâ oruç ile hac da, geçmiş şeriatlarda Ramazan orucu olmadığı veya Kabe'yi ziyaret emri sadece Hz. İbrahim'in evlâdı Hz. İsmail'e tâbi olanlara verildiği bahanesiyle, dinin kapsamından çıkarılamaz. |