Konu Başlığı: Düşünce Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 09 Haziran 2012, 08:58:11 3- Düşünce İnsanlık boş inançların, safsataların zulmü altında can çekişiyor, atalarının izinde körü körüne gitmekten dolayı bağımsız düşünemiyor, hüküm çıkaramıyordu. Atalarından göregeldikleri alışkanlıkların yararlılığını veya gerekli olup olmadığını hiç düşünmüyorlardı. Doğu'da ve Batı'da insanların alışageldikleri ve hiç itiraz etmeden kabullendikleri yol bu idi. Böylelikle insan hayvan derecesine düşmüş, hatta onlardan daha da alçalmış-tı. Çünkü hayvanlar yaratıldıkları hâl üzeredirler, oysa insan çok çok yüksek bir vasıfta yaratılmış, akıl verilmiştir ve soylu bir hedefe sahiptir. İnsan bilgiyle zenginleştirilmiş, daha iyi ve kullanışlı yaşama yollarını bulması için akıl onun emrine verilmiştir. Ne yazık ki geçen zaman içinde, bilgiyi kullanmayı terketmiş, düşünme ve hüküm çıkarma yeteneğini boş inançlarla değiştirmişti. İnsanlığı düştüğü bu karanlıktan kurtarıp, Doğru Yolu bulması için düşünmesini sağlayan, hürriyetini kazandıran, Rasulullah @'dır. Artık, insanlar serbestçe düşünüp Allah'ın yarattıklarını gözleyebiliyor, araştırabiliyor ve hiç korkmadan, önyargısızca bir sonuca varabiliyorlardı. Hıristiyan Avrupa ise bu sırada cehaleti ile övünüp, bunu bir fazilet ve kör inançlarını hakikat kabul ediyordu. Halk din adamlarını sorgusuz sualsiz takip ederken, aydın kişiler zulme uğruyor, hapse atılıyor veya idam ediliyorlardı. Düşünmek ve tartışmak Avrupalı devletlerce ihanet ve dinden çıkma sebebi olarak görülüyor, ömür boyu hapis veya idam ile cezalandırılıyordu. Rasulullah, düşünce ve bilgi ışığıyla birlikte gelmiş ve insanlığı boş inançların ve safsataların alçaltıcı baskısından ve sefaletten kurtarmıştır. İnsan entellektüel bir varlık olarak, düşünme gücüne ve zekâya sahip olduğu İçin, İslâm, insanın bu entellektüel yapısının gelişmesine ve bina edilmesine özellikle dikkat etmiştir. Bir önceki kısımda da açıklandığı gibi, araştırma, gözlem ve tecrübe yoluyla bilgi edinilmesine büyük önem vermiştir. Allah'ın bütün yarattığı şeylerdeki hakikat ve sınırsız bilgi zenginliğini işaret eden ve kadın-erkek her müslümanın öğrenmesini, bilgi sahibi olmasını emreden ayetler vardır. Eşyanın hakikatini ve gerçeğini, düşünerek ve tartışarak bulmayı öğretir, bir delili olmayan geleneksel bilgileri ve öncekilerden kalan alışkanlıkları asla kabul etmemeyi öğütler. Kur'an-ı Kerim, 'geleneksel hakikat' veya 'tarihî miras' hakkında delil istenilmesini ve 'niçin kabul edilmeli?' sorusunu öğreten ilk Ki-tap'tır. Bunların temeli nedir? Bu isteklerin sahibi kimdir? Bu soruları öğretirken Kur'an-ı Kerim aynı zamanda kendi isteklerinin ve iddialarının gerekçelerini ve delillerini de vermektedir. Ancak, Kur'an'daki düşünce şekli ve metodu filozofların düşünce metodlarından tamamen farklıdır. Çünkü İslâm, insanları Allah'ın gönderdiği hakikate inanmaya çağırır, îman, ancak insanların ona kalplerini bağlamaları ve onu tam olarak anlamaları ile faydalanabilecekleri müsbet bir anlayıştır. Bu yüzden imanın düşünce esasına yer verilmesi ve reddedilmesi imkânsız delillerle desteklenmesi gereklidir. "Düşünce olmaksızın İman ne bir kişinin hayatını yönlendirecek güç haline gelebilir ne de itikadı ve gündelik ayrıntılara çözüm getirebilir. İnsanın karmaşık faaliyetlerini kontrol altında tutamaz. Üstelik imanın hedefi İnsanı sessiz-sakin kılmak değil, onu uyandırmak, melekelerini ve kapasitesini harekete geçirmek ve onları doğru yola yöneltmektir." Aynı zamanda zihnini ve tabiatını canlandırarak gayesinin, izlediği yolun ve vasıtaların soyluluğunun farkında olmasını sağlar, (islam in Focus, s. 106-109). İkinci olarak, insanın doğru ve dürüst olabilmesi için imana sahip olması şarttır; fakat böyle kuvvetli bir imana düşünmeden, tartışmadan sahip olunamaz. Bu yüzden, sokaktaki sıradan kişinin ikna olacağı tabiî ve basit deliller ortaya konulmak suretiyle imam kuvvetlendirilmelidir. Bu yaklaşım insan zihnini uyandırarak, onun tabiattaki her olayı ve her hayat safhasını gözlemesini, anlamasını ve bu hususlarda fikir yürütebilmesini sağlar.(Emin Ahsen Islahî,Callto islam and How the Prophets Preached?, s. 101-107). Üçüncü olarak, Kur'an-ı Kerim ortaya koyduğu hususu ispat etmek için düşünceyi ve tartışma yapmayı yalnız desteklemekle kalmaz, insandaki düşünme melekesini de geliştirir. Çünkü insanın düşünme ve fikir yürütme melekelerini tamamen uyandırmaksı-zın kişide ve kişinin sosyal hayatında tam bir değişimin meydana gelmesi imkânsızdır. İnsanın bir kalbi, bir de ruhu vardır; yani bir fizikî yanı vardır, bir de ruhî yanı. Her iki yanının da tatmin olacağı bir hayat anlayışına muhtaçtır. Kur'an insanın kalbinde ve ruhunda bu bütünlük fikrinin oluşmasını sağlayan anlayışı ortaya koyar: "Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır." (2:269). "Hikmet" doğruyu eğriden ayırdetme ilmidir. Bu yüzden hikmet sahibi kişi şeytanın yanlış yollarına sapmaz, Allah'ın geniş ve doğru yolundan gider. Ve akıllı kişi bu kısa ömrünü en iyi şekilde kullanıp ahiret mutluluğunu bu dünyaya dağişmeyen kişidir. (E. A. Mevdûdi, Cilt I, s. 196-197). Fussilet Su-resi'nde şöyle buyrulur: "Bu, ancak sabredenlere vergidir; bu ancak o büyük hazzı tadanlara vergidir." (41:35). Rasulullah @ hadislerinde buyurduğuna göre hikmet, Allah1 m bazı kullarına verdiği en büyük, bitmez tükenmez bir hazinedir. Allah'ın bu lütfü insanın düşüncelerini doğru yola yöneltmesini, tarih, âfâk ve insanın kendisi hakkında isabetli sonuçlara varmasını sağlar. (E. A. Mevdûdi, age., sh. 196-197) Dördüncü olarak, Kur'an, değişik inanç, tarih, geleneklere sahip olmalarına rağmen hiçbir düşünen İnsanın İnkâr etmeyeceği ortak gerçekler, idealler, üstün değerleri esas alarak insanı düşünmeye çağırmaktadır. İyi (maruf) ve kötü (münker) herkesçe bilinen anlayışlardır ve İslâm insanları bu prensiplerde birleşmeye çağırır, insanlar iyice düşünmeye ve Kur'an-ı Kerim'in dediklerini doğru kabul ediyorlarsa ona inanmaya, değilse inandıkları şeyi ispatlamaya çağrılmaktadır: "De ki: 'Eğer doğru sözlü iseniz, Allah katından, bu ikisinden daha doğru bir Kitap getirin de ona uyayım.' " (28: 49). Mülk Su-resi'nde de şöyle buyurulur: "Yüzükoyun sürünen mi, yoksa doğru yolda düpedüz yürüyen mi daha doğru yoldadır?(Ey Muham-med!)De ki: 'Sizi yaratan, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden O'dur. Ne az şükrediyorsunuz!" (67: 22-23). İslâm, insanların düşünmesini ve tartışmasını teşvik eder, onların yalnızca inançlara uymasını değil, kendilerinde ve etraflarındaki hakikati de bulmalarını ister, çünkü hiçbir şey gayesiz yaratılmamıştır. "Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. Eğlenme dileseydik, bunu yapacak olsaydık, şanımıza uygun şekilde yapardık; ama yapmayız. Gerçeği bâtılın başına çarparız ve onun beynini parçalarız; böylece bâtıl ortadan kalkar?' (21: 16-18). Bu ayet apaçık göstermektedir ki, bu dünyanın yaratılışının sebebi Hak ve bâtıl arasındaki mücadeledir ve siz kendiniz de bilirsiniz ki, bu mücadeleden bâtıl hep yenik çıkmıştır. Bu gerçeği ciddî bir şekilde göz önüne alınız, çünkü hayatinizi bâtıla göre tanzim eder her şeyin boş olduğuna inanırsanız, geçmiş kavimlerin akibeti sizi de bulacaktır. Onlar bu dünya hayatını eğlence ve boş sanmışlardı. Bu yüzden tüm hâlini sana gelen mesajın ışığında yeniden gözden geçir. Onunla ve peygamberle alay edeceğine geçmiş kavimlerin sonundan ders al ve kendine gel. Tarihe bir bak ve Firavun'a, onun kavmine, Nuh, Salih ve Şuayb peygamberlerin kavimlerine neler olduğunu gör. Peygamberlerini ve kendilerine gelen çağrıyı reddettikleri için hepsi helak olmuşlardır. Rasulullah insanların aklına ve zihnine başvurmuş ve onları düşünmeye, her meselenin hakikatini anlamaya davet etmiştir. Onlardan her söylediğinin olduğu gibi alınmasını ve yapılmasını değil, ölçüp biçtikten sonra hak olduğuna inandıklarını hayatlarına tatbik etmelerini buyurmuştur. Öte yandan doğru olmadığını düşündükleri bir şeyi reddetmelerini, yalnız her şeyi düşünerek, ölçerek yapmalarını söylemiştir. İslâm inancının temel taşı olan Tevhid inancını ele alalım; Bu bile delilsiz ortaya konulmamıştır. Allah, insana etrafına bakmasını ve O'ndan başka ibadete, itaate lâyık kâinatın Yaratıcısı, Sahibi olup olmadığını görmesini emreder: "Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indirip, onunla bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği, güzel güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah'ın yanında başka tanrı mı? Hayır! Onlar taptıklarını Allah'a eşit tutan bir millettir. Yoksa yeri, yaratıklarının oturmasına elverişli kılan ve aralarında ırmaklar meydana getiren, yeryüzüne sabit dağlar yerleştiren, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; çoğu bilmezler." "Yoksa, darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün sahipleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Pek kıt düşünüyorsunuz. Yoksa, karanın ve denizin karanlıklarında size yol bulduran, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci gönderen mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? Allah, koştukları eşlerden yücedir. Yoksa önce yaratan, sonra da yaratmayı tekrar edecek olan, size gökten ve yerden rızık veren mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı mı? De ki: 'Eğer doğru sözlüler iseniz, açık delilinizi getirin.' " (27: 60-64). İbrahim babasına şefkat ve sevgiyle şöyle hitap eder: "Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy, seni doğru yola eriştireyim. Babacığım! Şeytana tapma. Çünkü sana Rahman katından bir azabin gelmesinden korkuyorum, ki böylece şeytanın dostu olarak kalırsın" (19: 42-45). İnsan Allah'a yalnız ibadet etmekle değil, O'nun kanunlarına uymak ve hayatını buna göre düzenlemekle de yükümlüdür. Çünkü tüm kâinatın yegâne sahibi ve Hâkimi O'dur. "Allah'ın yarattığı şeylerin, gölgeleri sağa sola vurarak, Allah'a boyun eğerek secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı? Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve melekler, büyüklük taslamaksızın Allah'a secde ederler. Fevklerinde olan Rablerinden korkarlar ve emrolunduklan şeyleri yaparlar!' (16: 48-50) Bu ayetlerde canlı veya cansız her şeyin gölgesinin Allah'ın evrensel kanununa uyarak vurduğuna işaret edilmektedir. 'Gölgesini vurur' sözü, her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah'a olan tapmanın bir sembolüdür. Böyle olunca, Allah'a ve Kanunu'na ibadet ve itaat eden şeylerin O'nun ilâhlığı-na ortak olmaları imkânsızdır. Dahası, yalnız yeryüzündeki değil, melekler de dahil göklerdeki herşey O'na itaat ederler ve Allah hepsinin fevkindedir. O'nun kanunu küçük ve büyük her şeye hükmeder: "Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların bir çoğu da azabı hak etmiştir. Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu Allah ne dilerse yapar!' (22: 18). "Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de, sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler!' (13: 15). Her şeyi yaratan O'dur, her şey O'na aittir. Mülkünde ve Yaratmasında ortağı yoktur; bu yüzden herkesin O'na itaat etmesi ve O'nun yolundan gitmesi gereklidir: "(Ey Muham-med) De ki: 'Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini al-çaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu Sen her şeye Kâdir'sin. Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin; ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın; dilediğini hesapsız rızıklandınrsın.!" (3: 26-27). Kur'an-ı Kerim'de kâinatın Sahibi ve Rabbi'nin azameti şöyle anlatılır: "O, görüleni de, görülmeyeni de bilen, kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır. O, acıyıcı olandır, acıyandır. O, kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal, esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu her şeye geçiren, ulu olan Allah'tır. Allah putperestlerin koştukları eşlerden münezzehtir. O, var eden, güzel yaratan, yarattıklarına şekil veren, en güzel adlar kendisinin olan Allah'tır. Göklerde ve yerde olanlar O'nu teşbih ederler. O güçlüdür, Hakîmdir." (59: 22-24) Allah, bütün yarattıklarının Rabbi'dir. Bu yüzden her şey ve herkes yalnız O'ndan yardım dilemelidir. "Gerçek dua ve ibadet ancak O'nadır. O'ndan başka çağırdıkları putlar kendilerine hiçbir cevap vermezler. Durumları, suyun ağzına gelmesi için avuçlarını ona açmış bekleyen adamın durumu gibidir. Hiçbir zaman suya kavuşamaz. İşte kâfirlerin yalvarışı da böyle, boşunadır. De ki: 'Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?', 'Allah'tır' de. 'O'nu bırakıp kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?' de. 'Kör ile gören bir olur mu? Veya karanlıkla aydınlık bir midir?' de. Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da, yaratmaları birbirine mi benzettiler? De ki: 'Her şeyi yaratan Allah'tır. O, her şeye üstün gelen tek Tanrı'dır.' " (13: 14-16). İnsanların hâl ve hareketlerini çok iyi düşünmeleri, hesaplarını iyi yapmaları buyurul-maktadır: "Allah yerine ne yarar, ne de zarar verebilecek şeylere tapanlar gerçektensa-pıkhk içindedirler. Bu onlara zarardan başka bir şey getirmez. Seçtikleri ne kötü bir dosttur onlara!" Röylelerine Kur'an-ı Kerim'de şöyle hitabedilmektedir: "Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin: Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de, istenen de aciz! Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür^' (22: 73-74). Ankebût Suresİ'nde ise şu ayetleri görmekteyiz: "Nice canlılar vardır ki, rızıklannı kendileri elde edemezler. Sizin de onların da rızkını Allah verir. O, işitir ve bilir. Andolsun ki onlara, 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?' diye sorarsan, şüphesiz 'Allah'tır' derler. Öyleyse niçin (aldatılıp) döndürülüyorlar? Allah, kullarından dilediğine rızkı bol ve ölçüye göre verir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir?1 (29: 60-62). Kur'an-ı Kerim'in şu en güzel ayeti insanları düşünmeye ve Allah'ın isimlerini tefekkür etmeye çağırır: "Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır; onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür." (2: 255). Ve Kur'an-ı Kerim insanları Allah'ın yarattıklarını tefekkür etmeye çağırır, ki O hiçbir şeyi boşuna yaratmamıştır; her şeyin bir gayesi vardır: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler; 'Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin, bizi ateşin azabından koru' derler." (3: 190-191). Kâinattaki muazzam nizamı yakından gözleyen ve düşünen bir kişi, bütün bunların bir gayesi olduğunu anlar. "Kâinattaki nizamın kendisi, yaratılışındaki büyük hikmeti açık bir şekilde haykırmakta ve Hâkim olan Ya-jatan'ın insanı muayyen bir maksatla yarattığını söylemektedir. Allah her şeyi insanın hizmetine vermiş ve iyiyi kötüden ayırdetme-sİ için onu ahlâk hissi ile teçhiz etmiştir. Bu, insanın yaratıldığı gayeye uygun yaşayıp yaşamadığından hesaba çekileceği gerçeğinin bir delilidir." (The Meaning of the Qur'an, Cilt I, s. 80-81). insanın yaptıklarından mesul olduğu ve hesaba çekileceği gerçeği, (a) insanın kendi nefsinden, (b) kâinattan, (c) tarihten getirilen deliller ile daha ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır: "Onlar, dünya hayatının görülen kısmını bilirler. Onlar, ahiretten habersizdirler. Kendi kendilerine, Allah'ın gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları, gerçek olarak ve belirli bir süre için yarattığım düşünmezler mi? Doğrusu insanların çoğu Rable-rine kavuşacaklarını inkâr ederler. Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce geçmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler, yeryüzünü kazıp alt-üst ederek onlardan çok imar etmiş kimseydiler ve onlara belgelerle peygamberler gelmişti. Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı." (30: 7-9). Sonra kâfirlere hitap edilerek, ahiretin varlığına dair kesin deliller verilmektedir. Yoktan vareden Yaratan'ın her şeye yeniden can veneceğini kimse inkâr edemez. Kİ bu ilk yaratılıştan çok daha kolaydır: "O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır; yeryüzünü ölümden sonra O canlandırır. Ey insanlar! İşte siz de böylece diriltileceksiniz. Sizi topraktan yaratması O'nun varlığının belgele-rindendir. Sonra hemen birer insan olup yeryüzüne yayılırsınız. İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp: aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgeleri ndendir. Bunlarda düşünen millet için dersler vardır. Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, O'nun varlığının belgelerindendir. Doğrusu bunlarda bilenler için dersler vardır. Geceleyin uyumanız, gündüz de lütfun-dan rızık aramanız, O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda kulak veren millet için dersler vardır." "Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip, ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi O'nun varlığının belgeletindendir. Sonra sizi kabirlerinizden bir çağırmaya görsün, hemen çıkıverirsinİz. Göklerde ve yerde olanlar O'nundur; hepsi O'na boyun eğmiştir?' (30: 19-26). Yasin Suresi'nde ise şöyle buyurulmaktadır: "İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi, ki hemen apaçık bir hasım kesilir ve kendi yaratılışını unutur da, 'Çürümüş kemikleri kim yaratacak' diyerek, Bize misal vermeye kalkar? (Ey Muhammed)De ki: 'Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir? " (36: 77-79). Bütün güç ve yaratış yalnız Allah'a mahsustur, O'nun ortağı, yardımcısı yoktur: "Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra öldüren, daha sonra da dirilten Allah'tır. O'na koştuğunuz ortaklarınızdan böyle bir şey yapan var mıdır? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir, yücedir?' (30: 40). İnsanın doğumu ve baharda toprağın yeşermesi örnek verilerek insan düşünmeye çağırılmak-tadır: "Ey insanlar! öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağma varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kaba-rır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir. Bunlar yalnız Allah'ın gerçek olduğunu ölüleri dirilttiğini, gücünün her şeye yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah'ın kabirlerde olanı dirilteceğini gösteril?' (22: 5-7). Bu ayetlerde önce hayatın müşahhas gerçeği anlatılmakta, ikinci olarak, Allah'ın varlığının bir efsane değil, gerçek olduğu ve ilk sebebin tek Hakimin, O olduğu belirtilmektedir. Bu dünyayı iradesi, ilmi, kudreti ile yönetmektedir; üçüncüsü O bütün tasarruflarını Hak üzerine icra etmektedir ve bu yüzden herşeyin bir anlamı ve hikmeti vardır. (The Meaning of the Qur'an, Cilt VI, s. 195). Peygamberlik anlayışı hakkında da insanlar akıllarını kullanmaya çağrılmıştır. Rasuhıllah insanların arasında yaygın olan yanlış fikirlerin peygamberlerin tabiatüstü varlıklar olduğu inancım ortadan kaldırmış ve onlara doğrusunu öğretmiştir: "Allah'ın dilemesi dışında ben kemdime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim" (10: 49). Enam Suresi'nde Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "De ki: 'Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.' " (6: 50) Yine A'râf Suresi'nde şu ayeti görmekteyiz: "De ki: 'Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Görülmeyeni bilseydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sadece, inanan bir kavmi uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim" (7: 188). Hz. Muhammed bütün peygamberlerin insan olduğuna da onları inandırmıştır. Peygamberler de diğer insanlar gibi evlenmişler, çocuk sahibi olmuşlar, acı çekmişlerdir. Aslında bu mesele daha önceki peygamberlere de yöneltilmişti. Hud'ın kavmi şöyle demişti: "Bu, yediğinizden yiyen, içtiğinizden içen, sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir." (23-33). Nuh'ın kavmi de benzer şeyler söylemişlerdi: "Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik." (23: 24). Mekkeli müşrikler de aynı şekilde Peygamber'a karşı gelmişlerdi. "Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!" (25: 7). Kur'an-ı Kerim bütün bu saçma iddialara şöyle cevap vermektedir: "İnsanlara doğruluk rehberi geldiği zaman, inanmalarına engel olan, sadece: 'Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi?' demiş olmalarıdır. De ki:'Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik.' " (17: 94-95). Bütün peygamberlerin diğer insanlar gibi yiyip içtiği, yaşadığı vurgulanarak şöyle buyurul-maktadır: "Ey Muhammed! Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız Kitap'hlara sorun. Biz onları yemek yemez birer cesed kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi." (21: 7-8). Furkan Suresi'nde ise şu ayeti görmekteyiz: "Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de, şüphesiz, yemek yerler,kokaklarda gezerlerdi." (25: 20). Peygamberler hakkındaki bütün yanlış fikirler böylece reddedilmiş ve geçmiş kavimlere olduğu gibi kendilerine de tlâhî mesajın gönderildiği belirtilmiştir: "Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi ey Muhammed, şüphesiz sana da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik." (4: 163). Sonra kâfirlere akl-ı selim sahibi olmaları söylenmiştir, çünkü Ra-sulullah @ aralarında yabancı biri değildi. Sosyal ve özel hayatını bilmiyor değillerdi. O'nu doğduğundan beri tanıyorlardı ve soylu bir kişiliğe sahip olduğunu bütün Kureyş biliyordu. Hayatı boyunca ne bir yalan çıkmıştı ağzından, ne de bir kötülük yapmıştı. Bütün Mekke onu Muhammed-ül Emin diye anıyor, saygı duyuyordu. Şimdi bu emin ve dürüst zat, nasıl olur da Allah'a karşı yalan söylüyor diye düşünülebilirdi. O insanlara şöyle denilmektedir: "(Ey Muhammed) De ki: 'Allah dileseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha Önce yıllarca aranızda bulundum. Hiç düşünmüyor musunuz?' " (10: 16). İslâm, insanları imana davet ederken temel İnançlarda bile (Tevhid, peygamberlere ve ahirete iman) düşünmeyi, tartışmayı ortaya koyarak, deliller sunmaktadır. Tevhid ve diğer temel esaslar hakkındaki gerçekler ve hakikatler vahiyle bildirildiği gibi ortaya konulduktan sonra İnsanın düşünmesi ve anlaması istenilir. İnsanın gündelik hayatından gerçekçi örnekler de verilerek, eğer akıl sahibi ise, kendi iç dünyasını, etrafındakileri, yeri, göğü, tarihi düşünmesi ve anlaması söylenir. Bu düşünce metodu İslâm'ın bütün akidesinde takip edilmiştir ki, insanlar İslâm mesajını tam bir güvenle kavrasınlar ve inansınlar. Bu yüzden dinde zorlama yoktur; artık hak ite bâtıl iyice ayrılmıştır. İnsanlar hakka inanır ve bâtılı reddederler. (2: 256). Şu hususu da belirtmek gerekir ki, İslâm insanları düşünmeye ve anlamaya çağırırken, körü körüne inanmayı da kerih görmüştür. Çünkü kör inanç insanı başarıya ulaştırmaz. Cehalete dayanan bir iman verimli olmaz ve böyle bir kişinin herhangi bir hususta mükemmel bir iş becermesi beklenemez. Sonuç uzun Ömürlü ve etkili olamadığı gibi, cehaletin ne inanana, ne de başkalarına yararı olur. Ne kendi ruhunu aydınlatabilir, ne de başkalarının kalplerini ve hayatlarını. Bu yüzden İslâm körü körüne itikadı hoş görmemiştir. Birincisi, bir kişinin atalarının geleneklerine ve hayat tarzına olan bağlılığıdır. Her gönderilen peygambere insanlar "şimdi babalarımızın taptıklarına bizi tapmaktan men mi ediyorsun?" (il: 62) diye karşı çıkmışlardır. Cahil insanlar hemen daima düşünmeyi reddetmişler ve sırf atalarından öyle gördükleri için körü körüne kendi yanlış yollarına devam etmişlerdir. Hz. İbrahim'ın başına da aynı hadise gelmişti: "İbrahim, babasına ve milletine: 'Nelere tapıyorsunuz?' demişti. 'Putlara tapıyoruz; onlara bağlanıp duruyoruz' demişlerdi. İbrahim: 'Çağırdığınız zaman sizi duyarlar veya size bir fayda ve zarar verirler mi?' demişti. 'Hayır, ama, babalarımızı da bu şekilde ibadet ederken bulduk.' demişlerdi." (26: 70-74). İkinci olarak, İslâm yanlış yolda giden önderlerin peşinden gitmeyi de reddeder. Kötülük sahipleri Hesap Günü sorgulanırken şöyle diyecekler: "Rabbimiz, biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdilar."(33: 67). Fus-sitet Suresi'nde ise şöyle buyurulmaktadır: "İnkâr edenler; 'Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları göster, onları ayaklarımızın altına alalım da en altta kalan-'lardan olsunlar' derleri' (41: 29). Üçüncü olarak, İslâm hakkı göz önüne almıyacak insanın kendi nefsine uymasını reddeder. İnsanın kendi kafasına göre hareket etmesi, Hakk'ı inkâr etmesine sebep olur ve cehalete sapar: "Ey inananlar! Allah'a ve peygamberine itaat edin, Kur'an'ı dinleyip dururken yüz çevirmeyin, dinlemedikleri halde 'dinledik' diyenler gibi olmayın. Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir." (8: 20-22). Yunus Suresi'nde şöyle buyurulmaktadır: "Onların çoğu zanna uyarlar; gerçekte ise zan, hakikat karşısında bir şey ifade etmez. Allah, yaptıklarınızı şüphesiz bilir." (10: 36). Furkan Suresi'nde ise şöyle buyurulmakta-dır:"(Ey Muhammed) Heves ini kendine tanrı edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar." (25: 43-44). Kur'an-ı Kerim, insanı hayatında cahilî yollara düşürecek çeşitli faktörleri belirterek, bunların insanı kör bir inanç tuzağına düşürerek düşünmekten ve bilgiden mahrum edeceğine işaret eder. Böylece insan, hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşecektir. İslâm böyle bir hâli tamamen reddeder ve insanı kendisine ve etrafım aydınlatacak olan bilgi zenginliğine ve düşünmeye çağırır. Cenab-ı Hak kullarının nasıl olmalarını istediğini son peygamberi aracılığı ile bize şöyle bildirmektedir: "O peygamber, onlara, uygun olanı emreder ve fenalıktan men eder; temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılar; onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir." (7: 157). Şu husus gerçekten Allah'ın büyük bir lüt-fudur ki, insanı atalarının ve büyüklerinin boş inançlarından, safsatalarından kurtarıp, ona herhangi bir şeyi hayata geçirmeden önce o şeyin yararlılığım ve uygunluğunu düşünme ve tartışmayı serbest kılmıştır. "Gökleri yedi kat üzerine yaratan O'dur. Rahman'm bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bir aksaklık bulmak için gözünü tekrar tekrar çevir bak; ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer." (67: 3-4). |