๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Haziran 2012, 20:15:34



Konu Başlığı: Devlet Görevlilerinin Ücretleri
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Haziran 2012, 20:15:34
Devlet Görevlilerinin Ücretleri

Devlet görevlilerinin ücretleri genellikle, işçi­lerin ücretlerinin bir endeksi olarak alınır. Gerçekten, devlet görevlilerinin ücretleri ül­kedeki diğer endüstrilerin genel ücret seviye­lerinde çok büyük (aşın) bir etki İcra eder. Devlet endüstrilerinde,, sivil ve askerî1 hiz­metlerinde büyük sayıda işçi istihdam eder­ken, onun ücret oranı özel endüstrilerdeki pi­yasa ücret oranlarında yükseltici büyük bir et­kiye sahiptir. Bundan dolayı, devlet görevlile­rinin ücretinin eşitlik ve adalet prensibine da­yanması ve eşitlik ve adalet tarafından belir­lenmesi ve onların makul bir hayat standar­dında yaşamasına ve böylece dürüst ve verim­li işçiler olarak kalmasına imkân verecek ka­dar yüksek olması kesinlikle hayatî önemi ha­izdir.

Peygamber Dönemi: Peygamber dev­let görevlilerinin ücretlerinin belirlenmesi için bazı temel prensipler ortaya koymuştur. Pey­gamber'in şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir: "Bir kimse bizim (devlet) işimize tayin olunursa bekarsa evlensin, evi yoksa ev edin­sin, hizmetçisi yoksa hizmetçi tutsun. Kim bunun Ötesine taşarsa ya haindir veya hırsız­dır." (Kitabu'l-Harac). Bu hadis, devlet me­murlarının ücretlerinin tesbİtİnde iki temel prensibi ortaya koymaktadır: Birincisi, devlet herhangi bir görevinden dolayı çalışanlarının günlük ve gerçek ihtiyaçlarının karşılan­masından sorumludur. İkincisi, devletin istih­dam ettiklerinden bir kısmının, gerçek ihti­yaçlarının haricinde, fazladan olarak beytül-mal'den talepte bulunmaları dürüstlük değil­dir. Devlet memurlarının ücretleri bu prensibe göre belirlenirse devletin yüksek ve düşük de­receli memurlarının ücretleri arasındaki ada­letsiz ve anormal fark asla olmaz.

Halifeler Dönemi: Devlet memurlarının üc­retlerinin belirlenmesi için Rasulullah tara­fından başlatılan prensipler, O'nun halifeleri tarafından açıkça ortaya konulmuştur. Ücret­lerin belirlenmesinde dikkate alman birçok faktör, işçinin gücünün yanısıra, yaptığı işin özelliği ve onun ekonomik sorumlulukları dikkate alınmıştır. İkinci halife Hz. Ömer bu prensibi, bağış ve ödemeler hakkındaki bazı sözleriyle aydınlatmıştır. Bağış ve ödemelerin miktarının belirlenmesinde Hz. Ömer aşağıda­ki hususların önemini açıkça belirtmiştir:

1- Bir kişi İslam uğruna hangi hizmetleri yapmıştır?

2- Bir kişi İslam için hangi zorluğa katlan­mıştır veya katlanıyor?

3- Bir kişi İslam'a ne kadar süre hizmet et­miştir?

4- Bir kişinin gerçek (yani fiilî) ihtiyaçları nelerdir?

5- Bir kişinin maddî sorumlulukları (yani ai leşinin büyüklüğü) nedir?

Burada kullanılan terimler İslamî hareketin ilk dönemlerine işaret etmektedir. Fakat, az bir

tefekkür aşağıda gösterildiği gibi, bir toplum­daki ücret politikasıyla ilgili temel prensipleri bu terimlerin ihtiva ettiğini gösterecektir.

a- Ticaret için gerekli olan hüner (vasıf) ve bilginin elde edilmesinde zaman ve paranın hesaba katılması makuldür.

b- Bir kişyıin kıdemi (tecrübesi) dikkate alın­malıdır.

c- Bir kişinin işinin yapısı, fizikî derecesi ve ticarette gerekli olan fikrî emeği için münasip bir bedel takdir edilmelidir.

d- Gerçek ekonomik ihtiyaçların derecesine özel önem verilmelidir.

e- Bir kişinin geçindirmekle yükümlü olduğu fertlerin sayışma gereken önem verilmelidir.

Bütün bu hususlar devlet çalışanlarının ücret­lerinin belirlenmesinde halifeliğin ilk döne­minde dikkate alınmıştır. Bir devlet memu­runun ailesinin bir çocuğun olması, devlet ha­zinesinden aldığı tahsisatın artışım ifade eder. Ve işinin sorumluluğunda, eğitim ve öğreti­minde, hizmet derecesinde ve gerçek ihtiyaç­larında meydana gelen bir değişiklik halife ta­rafından tahsisatında artış yapılarak hakkıyla mükafatlandırılır. Devlet memurlarının ücretlerinde adaletsiz farklılıklar bulunmaz. Tabii kaabiliyet, eğitim, hizmet ve işin sorumlulu­ğunun ve ekonomik ihtiyaçların yapısı vb. karşılığını vermede adaletli şekilde yukarıda zikredilen faktörler tarafından tatmin edilen dereceye kadar korunmuştur. Buna rağmen dev­let memurlarının ücretlerindeki farklılıklar korunmuştur. En düşük ücretler uygun bir ha­yat standardından faydalanabilsinler diye, dü­şük dereceli bir memurun gerekli bütün harca­malarını karşılamaya yetecek kadar yüksektir. En düşük ve en yüksek ücretler arasındaki fark, bugünkü kapitalist ülkelerdeki gibi mu­tedil idi ve çok geniş değildi.

Halifeliğin ilk döneminde birçok memura ödenilen çok yüksek ücretler, ücretlerde fark­lılıklar yarattı; fakat bu, iki grup arasında her­hangi bir ekonomik ve sosyal ihtilafa yol aç­mayacak şekilde yüksek ve düşük dereceli iş­çiler arasında öyle büyük bir uçurum yaratma­dı. Gerçekten, devlet memurlarının emeğinin hakkı, en yüksek ücretli bir kimseyi israf (aşırılık) ve lükse müptela kılmasın ve en dü­şük ücretli birisi bütün temel ihtiyaçlarım kar­şılama imkanı bulsun diye, çok dikkatli şekil­de belirlenmiştir. Hicretin ilk yıllarında, Pey­gamber'ın hanımları ve O'nun Bedir ve Uhud'ta savaşmış olan ashabı hariç, en yüksek ücret 2000 dirhem iken en az ücret 200 dir­hem idi, oran 1/10 idi. Devletin geliri arttığı gibi müslüman toplum çok zengin oldu; asga­ri ücret 300 dirheme ve azami ücret 3000 dir­heme yükseldi ve yine oran 1/10 idi.

Devlet görevlilerinin ücretlerinde Peygamber ve O'nun halifeleri döneminde farklılığın bulunduğu bir gerçektir. Fakat bu farklılık mutedil ve tabii sınırlar içinde tutuldu. Ve böyle bir fark tabii kaabiliyet, eğitim, Öğretim, işin yapısı, ekonomik sorumluluklar ve hiz­metin genişliğindeki farklılıklardan dolayı ga­yet normal ve kaçınılmazdır. Fakat çok daha Önemli husus, ücretlerdeki bu farkın Öngörü­len sınırların dışına taşmasına izin verilmeme-sidir. Ücretlerdeki farklılık oranı 1/10 civa­rında tutuldu. Oysa modern kapitalist ülkeler­deki oran 1/200 kadar yüksektir. Yüzlerce ve binlerce film ve tv oyuncusunun muazzam ka­zançlarını bahsetmeye gerek yok. Peygamber'ın hanımları ve Bedir ve Uhud savaşlarına katılan ashabının tahsisatlarım dikkate alsak bile (Peygamber'ın dönemindeki toplumun hususi bir hâli olarak sıra ile 5000 ve 3000 dirhem Ödenmiştir) bu oran 1/25'in dışına çık­mamıştır.

İslam, devlet çalışanlarının maaşlarındaki ge­niş ve adaletsiz farklılıklara cevaz veren bir ücret sistemini tasvip etmez. Diğer şeyler ara­sında, böyle bir sistem, çok düşük maaş alan alt kademedeki çalışanlar için gayri âdil olup aile tnr tarafa, bir kişinin nezih (normal) bir hayat standardını sürdürmesine yeterli olmaz. Sonra, mahallî idarelerde, belediye meclisle­rinde ve özerk kurumlarda çalışanlar çok dü­şük maaşlar almaktadırlar. Bu düşük gelirlile­rin pek çoğunun ferdî davranışlarının veya ai­le yapılarının, temel ihtiyaçlarını karşılayama­maktan ötürü bozulmaları şaşırtıcı değildir. Devletin onlara düşük ücret ödeyerek, kasden onlan bozuk (ifsad edici) bir hayata ittiği gö­rülmektedir.

Eski İngiliz kolonileri olan şimdiki bağımsız devletlerde, devlet çalışanlarının maaşları, ko­lonilerin halkları arasında rüşvetçiliği ve irti­kabı teşvik etmek için kasden düşük tutulmuş­tur. Devlet çalışanlarının maaşları onlann ekonomik sorumlulukları dikkate alınmaksı­zın keyfî olarak belirlenmiştir. Sonuç, bir kişi­nin aylık 1.5 Sterlin, diğerinin 2 Sterlin ve bir diğerinin 250 Sterlin maaş alması idi. Bu uy­gulama, farklı dereceli devlet görevlilerinin kazançlarında çok"adaletsiz ve zalimane fark­lılıklara yol açtı. Farklılık oranı 1/100'den 1/200'e kadar değişiyordu.

Bağımsızlığa ulaşmaya çalışan koloniler, dev­let görevlilerinin haklarının ödenmesinde bu tür adaletsizlikleri ıslah etmek/için ücret ve maaş sistemlerini yeniden tayin etmeliydiler. Fakat maalesef, sömürgeci İngilizİn uygula­maları olan adaletsiz ücret politikası birçok İslam ülkesinde hâlâ sürdürülüyor. Ve özel firma ve endüstrilerin birçok konuda devleti izlediği gibi, millî ücret oranı yakın zamanlar­da bağımsızlığa kavuşan bütün İslam ülkeleri­nin çoğunda çok düşük kalmıştır. Yakın yıl­larda hayat pahalıhğındaki yükselme bu du­rumu daha da ağırlaştırmıştır.Bu hâl, devlet çalışanlarının ve özellikle düşük gelirlilerin, ellerine geçen maaşlarıyla artan masraflarım karşılamalarını gittikçe zorlaştırmıştır. Dahası rüşvet, kamu fonlarının suistimalî ve benzeri kötü uygulamaların kapısını açmıştır. Gerçek­te fakirlik zorlaması, bu insanlardan öncelikle söz konusu ülkelerdeki tüm ücret yapısı de-ğiştirilmeksizin normal olarak hiçbir iyiliğin ve hayrın beklenilemeyeceği ölçüde halkın ahlâki karekterini zaafa uğratmıştır.

İslam devletlerinin refahı ve gelişmesi için ücret sistemlerini, Peygamber'in talim ve tebligatına, ve her bir çalışanın "geçinme hak­kı" prensibine dayanan asgari ücretin belirlen­mesine uygun olarak yeniden kurmaları ke­sinlikle hayatî önemi haizdir. Devletin en mü-tevazi çalışanı bile normal bir hayat standar­dında yaşama imkânı bulabilmesi için, en dü­şük ücret oranının belirlenmesinde çalışanın ekonomik ihtiyaç ve sorumluluklarının dikka­te alınması esastır. Ücret tavanı ve tabanı ara­sındaki farkın makul ve âdil sınırlar içinde tu­tulabilmesi için ücret politikasının tesbitinde oldukça hassas olunmalıdır.

Gayri İslamî ve adaletsiz ücret sisteminin câri olması durumunda, kendi haklarında bir deği­şiklik hâsıl etmek ve bunun yerini daha taraf­sız ve daha âdil bir ücret sisteminin alması için gayret göstermesi mü'minlerin görevidir. Bir ücret sisteminin yeniden kurulmasında aşağıdaki üç hususun dikkate alınması tavsi­yeye şayandır:

1- Asgari ücret, bir işçinin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar yüksek olmalıdır.

2- Ücretler arasındaki farklılık, işin yapısı, hizmetin genişliği, eğitim-öğretim ve her iş-çinin ekonomik ihtiyaçlarındaki tabii farklı­lıkların haklı çıkardığı gibi.dar sınırlar içinde sınırlandırılmalıdır. Fakat bu faktörler tarafın­dan oluşturulan sınırların dışına çıkılmasına hiçbir şart altında İzin verilmemelidir.

Yüksek dereceli Devlet Memurlarının Emeğinin Karşılığının Verilmesi:  En üst devlet görevlileri, valiler ve bakanların da da­hil olduğu üst düzey devlet görevlilerinin hak­lan yukarıda açıklanan prensiplere göre belir-lenemez.

Gerçekten bu kimselere sadece, İslam Devle­tinin sade bir vatandaşının ortalama hayat standardına göre belirlenen ve onların gerekli masraflarım karşılamak için verilen tahsisat (ayhk)tan başka herhangi bir Ödeme yapıl­maz. Peygamber'ın halifeleri ve onların is­tişare (danışma) heyeti kendi temel ihtiyaçla­rından fazlası için hiçbir tahsisat asla alma­mıştır.

Birinci halife Ebu Bekir (r.a.) halifeliği döne­minde almış olduğu bütün tahsisatı devlet ha­zinesine miras olarak bıraktı. İkinci halife Hz. Ömer tahsisatının Özelliğini açıkça şu sözlerle açıklamıştır: "Senin hazinen hususunda benim durumum, bîr yetimin vasi(koruyucu)sine benzer; eğer ben zengin olsam hazineden hiç­bir şey almayacağım. Fakat böyle değil de ih­tiyaç içinde isem uygun şekilde kendi emeği­min hakkını alacağım." Ve (maaşının) hesap­lanmasından sonra, kendisi için günlük belir­lediği iki dirhemdi. (Kitabu'l-Harac ve Ebu Davud).

Rasûlullah tek örnek olarak, yüksek düzey memurlarla ilgili prensipleri tesis etmişti ve bu prensipler O'nun halifeleri ve ashabı tara­fından tam anlamıyla yerine getirildi. Hz. Ömer yüksek düzey memurlar için, onların hayat standardını olduğu kadar tahsisatlarım da yöneten bir "kamu Hizmetleri" kanunu ha­zırladı. O'nun vali ve idarecilerine yaptığı ko­nuşmasının ötesi "Kamu Hizmetleri Kanu-nu"nun bir kesitini vermektedir; "Dikkat edin, ben sizi zalim emirler ve valiler olarak değil, ancak iyilik öğretmenleri (ve Önderleri) olarak gönderiyorum. Böylece halk sizden hakkını alabilir. Bu sebeple: (1) Müslümanların (yani halkın) haklarını acele olarak veriniz (2) On­ları dövmeyiniz, (veya hapse atmayınız, aksi halde zelil edersiniz (3) lüzumundan fazla da övmeyiniz, aksi halde şımartır fitneye sebep olursunuz (4) Onlara karşı kapılarınızı kapat­mayınız, aksi taktirde kuvvetliler zayıfları ezer. (5) Bazılarını diğerlerine tercih etmeyi­niz böyle yaparsanız haksızlık (haklarını ihlal) edersiniz." (Kitabu'l-Harac).

Ve İslam devletinin bütün üst düzey memur­larının kamu hizmetleri kanunu uygulayabil­mesi için her tedbir alınmıştır. Her ne zaman yüksek bir memuriyete bir tayin yapıldığında, tayin edilenden bütün şartları içeren bir sada­kat yemini alınırdı. Şartlar şunlardı:

1- Türk atına asla binmeyeceksin. (O günler­de bu bir lüks kabul edilirdi. Bir Rolls Royce veya Cadillac günümüzde bir Türk atına eşit kabul edilebilir).

2- İnce elbiseler giymeyeceksin. (İnce ve gü-zel-gösterişli elbiselerin kullanılması zenginin bir lüksü idi. Bu, günümüzde kendileri için sı­nırsız sayıda takım elbise ve hanımları için el­biseler ve altın ziynet takımları veya mücev­herlere sahip olup gurur duyan kişilerin müs­rif, (şaşaalı) hayatı ile mukayese edilebilir).

3- Elenmiş undan yapılmış has ekmek ye­meyeceksin. (Ve yine o günlerde bu bir lüks idi, gerçek maksat lüks ve rahat bir hayattan, bu yapılmadığı takdirde, özellikle halka kötü örnek olacak olan yüksek dereceli memurları caydırmaktı).

4- Evinin kapısında bir nöbetçi tutmayacak­sın ve daima kapım yoksula açık tutacaksın. Bu, haksızlığa uğrayan bir kişinin durumunu devletin en yüksek otoritesine sunabilmesi için, halkın yüksek dereceli memurlara ser­bestçe ulaşma hakkına sahip olması lüzumunu basit olarak ifade etmektedir. Diğer bir ifade ile her fert yüksek otoritenin huzuruna çıkma hürriyetine sahip olmalıdır.

Bütün bu tedbirlerin amacı, yüksek dereceli memurlar arasında lüks ve israfı önlemek ve onları islam devletinin normal bir vatandaşı­nın ortalama (normal) hayatına alıştırmaktı.

Ücretlerin İstikrarı:Ücretleri makul bir stan­dartta tutmak için, emeğe tam hareket(mobili-te) hürriyeti vermiştir. Onlar ülkenin herhangi bir bölgesinde geçimlerini aramak için dolaş­makta serbesttir. Daha yüksek ücretler elde et­mek İçin devletin bir bölgesinden diğer bir bölgesine gitmelerine kesinlikle hiçbir sınır­landırma yoktur.

Bütün ülkede ücretleri standardize etmede İs­lam tarafından tavsiye edilen ikinci metod, tam meslek (seçme) hürriyetinin verilmesidir. Her fert kendi tercihi ile herhangi bir mesleği seçmede hürdür ve herhangi bir şekilde işçile­rin meslek seçimi veya işin coğrafi bölgesini tercihte güçlükler yaratabilen hiçbir sınırlan­dırma sözkonusu değildir. Sonuç olarak, işgü­cü bütün mesleklere ve ülkenin bütün bölgele­rine kendi isteğine göre dağıtılır ve her yerde nadiren emek fazlası veya kıtlığı olabilir. Farklı bölgeler ve meslekler arasında bu emek mobilite (hareketsizlik)si hürriyeti, bütün ül­kede ücretlerdeki istikran korumaya büyük ölçüde yardım eder.