๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Temmuz 2012, 12:10:21



Konu Başlığı: Davet ve Tebliğin Prensipleri
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 29 Temmuz 2012, 12:10:21
Davet ve Tebliğin Prensipleri

Davetin sözlük anlamı, çağırmaktır. Allah'ın nebileri ve rasûllerinin ilk ve en önde gelen vazifeleri, insanları Hakk'a çağırmaktır. Onla­rın bütün tebligatları sadece bu daveti açıkla­mak ve yorumlamaktır. Kur'an-ı Kerîm'de Hz. Muhammed'in hususi özelliklerinden şöyle bahsedilmektedir: "... şahit, müjdeleyici, uyarıcı ve izniyle, Allah'a davet eden bir davetçi ve nur saçan bir kandil..." (33: 45-46), "RasûTe düşen, sâdece duyurmadır..." (5: 99). Ve "(Ey Muhammed!) Sen, hikmetle, güzel öğütle Rabb'inin yoluna çağır..." (16: 125). Bu âyetler Hz. Peygamber'in memu­riyetinin, misyon ve vazifesinin Allah'a dâvetçi olduğunu açıkça beyan etmektedir.

Allah'a çağrı (dâve't-illah), Rasûlullah'in şahsında ona tâbi olanlara da mecbur kılın­mıştır: "Sizden, hayra çağıran, iyiliği buyurup kötülükten men eden bir topluluk olsun, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (3:104). Bir başka âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "(insanları) Allah'a çağıran, ameli salih işleyen ve 'ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?" (41:33). Pey­gamberlerin bu görevi bazen "Allah'a davet", bazen "hayra davet " ve bazen de "Allah'ın yoluna davet" adını almaktadır. Bütün bunla­rın ihtiva ettiği mâna aynıdır. Allah'a davet demek, insanları Dînu'ilah ve Sırat-ı Mustakîm'e çağırmaktır.

Yukarıda bahsi geçen Nahl sûresi (16) 125. âyetindeki ilâ sebil-i Rabbike "Rabbinin yo­luna" ifadesi, davet işinin Allah'ın rab (terbi­ye eden, yetiştiren, geliştiren) sıfatı ile alâkalı olduğu gerçeğine işaret etmektedir. Allah, Hz. Muhammed'i nasıl yetiştirdi ve terbiye etti ise, o da insanlara aynı şekilde öğretmek ve onları terbiye etmekle yükümlü kılındı. Burada muhatap olunan kişinin şartlarına özel dikkat gösterilmelidir; hitap edilene yük ol­mayacak ve böylece en etkili olacak metod benimsenmiştir. "Davet" kelimesi bu anlamı da taşımaktadır, çünkü bir peygamberin göre­vi sadece Allah'ın emirlerini nakletmek ve tebliğ etmek değil, aynı zamanda İnsanları bunları uygulamaya da davet etmektir. Şurası çok açıktır ki, bu hedefi gözeten bir dâvetçi, insanlara, nefret veya tiksinti doğuracak bir davranışta bulunmaz, istihzadan ve başkaları­nı hor ve hakir görmekten kaçınır.

Bu ayette kullanılan geniş anlamlı ve kap­samlı bir kelime de hikmettir. Müfessirler arasında bazıları hikmetin Kur'an manasına geldiğini, bazıları ise Kur'an ve Sünnet ma­nasına geldiğini söylemişlerdir. Bazıları da tartışmayı şu şekilde sona erdirmiştir: Hik­met, insanın kalbini mutmain eden hak söz­dür. {Ruhu' l-Meâni).

Bu açıklama diğerlerinin tamamını kapsıyor görünmektedir. Ruhu'l-Meani'nin müellifi aynı açıklamayı yaklaşık şu sözlerle de yap­maktadır: Hikmet, insanın belli hal ve şartla­rın gerektirdiğinin iç yüzünü kavrayıp ona göre hareket etmesi; hitabın muhataba ağır gelmeyeceği zamanı ve şartları bulması; yu­muşaklığın gerektirdiği yerde yumuşak, sert­liğin gerektiği yerde sert olmasıdır. Açık ko­nuşmanın, muhatabı incitir veya hakir kılar göründüğü yerlerde, tebliği, dolaylı yoldan telkin etmek veya hitap edileni utandırmaya­cak ve peşin hükümler beslemesine sebep ol­mayacak bir usul benimsemek şarttır.

el-Mev'ize (öğüt), muhatabın kalbini kabul etmeye doğru yumuşatacak bir yolla ifade edilen herhangi iyi bir şeydir; Mesela, öğüdü kabul etmenin mükafat ve faydalan ile bera­ber, reddetmenin getireceği kötülük ve ceza­lardan da bahsedilebilir. el-Hasene (iyilik, iyi hal, hayırlı iş) kelimesi, hem açıklamanın hem de açıklama usulünün muhatabın kalbini mutmain kılacak, bütün endişe ve şüphelerini izale edecek şekilde olması anlamına gelmek­tedir. Muhatab, karşısındakinin söylediklerin­de hiç bir şahsî menfaati olmadığını ve sade­ce onun iyiliği için uğraştığını hissetmelidir.

"Ve onlarla en güzel şekilde mücadele edin" ifadesi, eğer tebliğ ve davet yolunda muhata­bınla tartışmaya veya münazaraya başvurmak zorunda kalırsan bu, mümkün olan en iyi yol ile olmalıdır, mantığını ifade etmektedir. Bu ifade, konuşmada davranış olarak nezaketin, yumuşaklık ve terbiyenin benimsenmesi ge­rektiğini kasdetmektedir. Bu çeşit tartışmalar muhatabın anlayabileceği şekilde sunulmalı­dır. Muhatabın şüphelerini izale etmek ve çekingen bir tavır almasını önlemek için ileri sürülen deliller bilinen ve anlaşılabilir tarzda olmalıdır (Ruhu'l-Meani). Kur'an'ın diğer ayetleri tartışmalarda ihsan'ın sadece müslü-manlara değil, fakat herkese şâmil uygulan­ması gerektiğini ispatlamaktadır Kur'an, ehl-i Kitab ile iyilik ve ihsan ile tartışılmasını em­retmektedir (29:46) ve Hz. Musa ve Hz. Ha­run, Firavn'a aynı usûl ile hitap etmekle emrolunmuşl ardır: "Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar." (20:44).

Ele aldığımız âyette (16:125) Allah'a davet hususunda üç noktaya temas edilmiştir. İlk olarak hikmet, İkinci olarak mev'ize (öğüt) ve üçüncü olarak ec-cidali ahsen (en güzel şekil­de mücadele). Bazı müfessirler bu üç hususun üç değişik türden tebliğin esası olduğunu ifa­de etmişlerdir. Hikmetle yapılan çağrı, âlim­ler ve anlayışlı insanlar içindir; öğütle yapılan çağrı halk içindir; en iyi yol ile tartışma ise kalplerinde endişe ve şüphe olanlar veya inat­çılıkları ve düşmanlıkları sebebiyle söylenen­leri dinlemeyi ve kabul etmeyi reddedenler içindir. Fakat Mevlana Eşref Ali Tanavî, ko­nunun genel hatları ele alındığında bu açıkla­manın çok uzak bir ihtimal olduğunu belirtmektedir. (Beyanu'l-Qur an).

Bu tebliğ metodunun, hitap edilecek kişinin şartları hesaba katılarak ve o kişiye uygun olan usulü tatbik ederek bütün muhatablara karşı kullanılabileceği açıkça görülmektedir. O vakit, mübelliğ o konuda kalben mutmain olacaktır. Bu gayeye yönelik olarak tebliğ edenin iyi niyeti hakkında muhatapda itimat oluşturmak için konuşma şekli ve hitab tarzı yumuşak ve güzel olmalıdır.

Ayetin sistemi ve sırası, aslında davet esasla­rının sadece iki husus; hikmet ve mev'ize (öğüt) olduğunu, üçüncü esasın, mücade-te'nin davet esaslarından olmadığını ancak, tabiatıyla bazen davetin metod ve şeklinin gidişatı sırasında lüzumlu olduğunu göstermek­tedir. Onun bu konudaki delili şunlardır: Eğer davetin esasları üç tane olsaydı, o vakit üçü bir arada zikredilirdi (atıf); bil hikmeti ve'l-mev'izeti'l hasene ve'l-cidali ahsen; fakat Kur'an hikmet ve öğüdü beraberce aynı sıra­da zikretmiş, mücadele için ayrı bir cümle kullanmıştır. Bu da mücadelenin, Allah'a da­vette bir bölüm veya şart değil, ancak davet esnasında ortaya çıkması mümkün olan mese­leler ile meşguliyette bir rehber olarak zikredildiğini gösterir. Bunu takibeden ayette sabır tavsiye edilmiştir. Çünkü insanlar davet sıra­sında tartışırlarken sabır elzem olmaktadır.

Özet olarak, davetin esasları iki tanedir: Hik­met ve mev'ize (öğüt). Âlimlere ve aydınlara da yapılsa, halka da yapılsa Allah'a davet onlarsız olmaz. Ancak, Allah'a davet sırasında, bazen davetçiyle tartışmak ve münazara et­mek isteyen endişe ve şüpheler içindeki in­sanlarla karşılaşılabilir; bu şartlarda silah ola­rak iyi ve güzel tartışma tavsiye edilmiştir. (Mu arif al-Qur'an, c. V, sh. 407-23).