Konu Başlığı: Davanın Asalet Ve Hakikati Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Mayıs 2012, 18:08:34 Davanın Asalet Ve Hakikati Bu âlicenap ve cazibeli adam, halkına, mevcut bütün hayat felsefelerini 'hakikat okyanusu'nda eriten İlâhî Öğretisi çerçevesinde hak ve doğru bir gaye kazandırdı. Muhammed'ın mesajı sade ve apaçıktı: Kendinizi ve bütün işlerinizi Allah'a adayın, çünkü selâmetiniz, kuvvetiniz, ve iyiliğiniz yalnızca O'na tevekkülle itaat etmenizde yatar. Allah ne emrettiyse ona itaat edin ve O'nun yolunu izleyin; şüphesiz ki bu sizin iyiliğinize olacaktır. O'nun kanunları çerçevesinde sürdürülen hayat ile O'nun yoluna adanmış hayatın her ikisi de iyidir ve sizin için en iyi olanı budur, "Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah'a teslim edip dosdoğru İbrahim dinine tâbi olandan daha güzel olabilir?..." (4: 125) Bu ayet, aynı zamanda iyilik yolu olan Allah'ın Yolu'na sarılmanın önemini vurgulamaktadır. Kişinin kendini tamamıyla Allah-ın kanununa ve rızasına adamasından ve hayatı boyunca iyilik ve hakkaniyetle davranmasından daha efdal bir başka yol var mıdır? Bu husus, en küçük bir şüpheye yer bırakmaksızın Muhammed'ın yolundan gidenlerin davasının üstünlüğünü ve asaletini teşkil etmektedir. İslâm, insanları tartışmaya, düşünmeye ve kendileri için hangi hayat tarzının en iyi, en faydalı ve en doğru olduğunu anlamaya davet ediyor. Allah'ın yolu mu, yoksa taptıkları putların yolu mu? îyî-lik, adalet ve doğruluk yolunu İzlemek mi; yoksa gayri âdil ve bâtıl yolu izlemek mi daha iyidir? Rasulullah şöyle sordu, "...Allah'ın kendileri için hiçbir delil indirmediği —isimlerini de siz ve babalarınızın koyduğu putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyle ise, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" (7: 71) Kur'an-ı Kerim, böylece, insanları zihnî ve fizikî olarak gelecek yaşantılarını bu dünyada ve ahirette belirleyecek yolu seçerken çok dikkatli olmaları hususunda sarsıyor. Ve kendi menfaatlerini gözetmeleri koşuna işaret ediyor ki, bu konu cehaletle değil de tam bir anlayışla ve bilgiyle en faydalı hayat tarzım takip etmeyi gerektirmektedir; "Bunlar sizin ve babalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değildir. Allah onları destekleyen bir delil indirmemiştir. Onlar sadece zanlarına ve canlarının istediğine uymaktadırlar. Oysa onlara Rablerinden and olsun ki doğruluk rehberi gelmiştir!' (53: 23). Rasulullah, insanların kendi kaderleri için vicdanî muhakemelerine ve adalet duygularına seslenerek tekrar tekrar dikkatlice düşünmelerini ve hangi yolun daha kazançlı ve gerçekçi olduğunu anlamalarını istedi. Onların menfaatlerini kim daha iyi gözetebilir-di. Allah mı yoksa şeytan mı? "...Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştukları şeyler mi? Gökleri ve yeri kim yarattı? Size gökten (kim) su indirdi de onunla sizin bir ağacım dahi bitiremeyeceğiniz gönül açan bahçeler bitirdi? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır, onlar (haktan) sapan bir kavimdir. Yahut şu dünyayı durulacak yer yapan, aralarından ırmaklar çıkaran, orada sağlam dağlar yaratan ve iki deniz arasına bir perde koyan kimdir? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır onların çoğu bilmiyorlar. Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da, kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz? Yahut karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren kim? Rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci gönderen kim? Allah ile beraber başka tanrı mı var? Haşa, Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir. (O, eksikliklerden uzaktır). Yahut yaratmaya kim başlıyor, sonra onu (kim) iade ediyor (ölüp ortadan kalkan şeyleri yeniden yaratıyor?) Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? De ki: 'Eğer doğru sözlülerden iseniz delilinizi getirin! De ki: 'Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı (görünmeyeni, Allah'ın gizli ilmini) bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler!" (27: 59-65). Bu, hiçbir ayrıntıya İhtiyacı olmayan ve en sıradan insan tarafından bile anlaşılabilen tabiî ve bariz delillere dayanan berrak bir tartışmaydı. Ve İslâm basit, dürüst ve çarpıklıklardan uzak insanların doğruca kalplerine intikal etti. Muhammed @'ın mesajına inandılar, onun Rab'lerinden hakiki yol gösterici olduğuna iman ederek ruh ve bedenlerinin kuvvetiyle ona sarıldılar. "Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir!' (2: 256) Rasulullah Mekke'de kaldığı 13 yıl boyunca, getirdiklerini hakkıyla anlayan ve bilerek iman eden sahabelerinin kalbine davasını kazıdı. Müminler düşmanlarına karşı inançlarını müdafaa etmek için büyük zorluklara katlanmaları gerekebileceğini tamamıyla idrak ettiler. "Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır!' (2: 214) Fakat, şunu da kesinlikle biliyorlardı ki, davalarının hak ve doğru olmasından dolayı müşriklere karşı en son zafer onların olacaktı, "Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz!' (3: 139) Böylece, imanlarında sadık olmaları şartıyla müminlere zafer vaat edilmişti. Peygamber 'a iman eden müminler zaferden emindiler, çünkü gereken şartları tam manasıyla yerine getirdiklerinden emindiler, [vluhainmed @'ın getirdiğine ihlasla inandılar ve bildiklerinin en iyisini kabiliyetleri nis-betinde yerine getiriyorlardı. Bütün mallarını, sahip oldukları şeyleri, akrabalarını ve evlerini feda ettiler ve sırf inançlarını korumak maksadıyla doğdukları yeri terkedip Medi-ne'ye sığındılar. Bu müminler yaptıklarıyla peygamber'ın mesajının doğruluğuna olan inançlarının yoğunluğunu ve gücünü başarılı bir şekilde ortaya koydular. Bu inanç onlann hayatlarını, değerlerini ve düşünme biçimlerini bütünüyle değiştirdi. İşte, Medine'deydiler ve inançları için hayatlarım feda etmeleri bile gerekse onu müdafaa etmeye hazırlanmışlardı. Böylece Muhammed bir lider olarak yapması gerekeni başardı. Adamlarına hak ve doğru bir dava kazandırdı; onlann kalplerine, bu davanın diğer bütün görüş ve felsefelere olan üstünlüğünü ve asaletini nakşetti ve hakkıyla sebat ederlerse davalarının başarıya ulaşacağından onları emin kıldı. Müminler, gerektiğinde zor kullanarak davalannı müdafaa etmeye ve bütün düşmanlıkları yok etmek veya zayıflatmak için kanlarının son damlasına kadar çarpışmaya hazır hale geldiklerinde onlar son safhaya erişmiş oldular. İşte başarılı bir askerî liderden istenen budur; adamlarına, uğruna fedakârlık yapılabilecek daha büyük ve daha yüksek başka bir şey olmadığına inandıkları, düşmanınkinden daha üstün olan bir dava kazandırmak. |