๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Siret Ansiklopedisi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 08 Haziran 2012, 17:09:03



Konu Başlığı: Coğrafya
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 08 Haziran 2012, 17:09:03
8- Coğrafya

Hz. Muhammed, ne bir coğrafyacıydı, ne de amacı coğrafyaydı; fakat ona verilen İlâ­hî Kitap coğrafya dahil, bütün ilim dalların­da, insanın merakını, çabasını ve sanılarını uyaran bilgiler yönünden, son derece geniş kapsamlıdır. Sadece yeryüzü değil, fakat bü­tün evren, onun için çalışma konusu oldu. O, yaratıcısının elçisi olarak kendi durumu­nu anladı, o halde yeryüzü üzerinde bir kont­rol tesis etmeli ve doğal kuvvetleri kendi ya­rarına kullanmaya çalışmalıydı. Bu tip Kur' an Öğretisiyle teşvik edilmiş ve canlandırıl­mış olan müsiümanlar, çok açık bir çalışma sahası olan tabiat ve uzayın sırlarını çözmek için kollan sıvadılar. Kur'an-ı Kerim İnsan­ları tekrar tekrar, yeryüzünü dolaşmaya ve Allah'ın emirlerine riayet etmeyenlerin aki-betini görmeye çağırır. "... yeryüzünde do­laşmıyorlar mı ki kendilerinden önce geçen­lerin sonlarının ne olduğunu görsünler?" (12: 109). Hacc Suresi'nde şunları okuruz: "Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalpleri, işitecek kulak­ları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fa­kat göğüslerde olan kalpler de körleşir'' (22: 46).

Kur'an-ı Kerim'de bahsedilen pekçok coğrafî arazi sistemi vardır; bu şekilde insanın dik­kati çekilir ve oturdukları yerin tabiatım araştırmak için böyle yerler bulmaya teşvik edilir. Zûlkarneyn hikayesinde, ordularıyla üzerine yürüdüğü ve coğrafyacılar için he­yecan ve mucize kaynağı olarak kalmış olan pek çok yer zikredilir: "Sonunda, güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir su­da batıyor gördü." (18: 86). Sonra o, başka bir yeri ziyaret etti: "Sonunda, güneşin doğ­duğu yere ulaşınca, güneşi, kendilerini elbi­se, bina gibi şeylerle Örtmediğimiz bir millet üzerine doğuyor buldu." (18: 90). Yolculuk­larından bir başkasında bir yere vardı ki:

"Sonunda, iki dağın arasına varıncajorada nerdeyse hiç lâf anlamayan bir millete rast­ladı." (18: 93). Sonra oradaki insanlar, Zül-karneyn'den, onları Ye'cüc ve Me'cüc'den ko­ruması için kuvvetli bir set yapmasını iste­diler: "Rabbimin bana verdikleri sizinkinden daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir set yapa­yım. 'Bana demir kütleleri getirin' dedi. Bunlar iki dağın arasını doldurunca: 'Körükleyin.' dedi. Demirler akkor haline gelince: 'Bana erimiş bakır getirin de üzerine döke­yim' dedi. Artık Ye'cüc ve Me'cüc onu ne aşabildiler ve ne de delip geçebildiler." (18: 95-97).

Sonra Mağara Arkadaşları olayı, müslüman coğrafyacıların çok ilgisini çekti. O dağlar ve o genç insanların saklandıkları mağara­lar neredeydi? O dağlan ve mağaraları bul­mak için önemli araştırmalar yapılmıştır. Yi­ne, Musa Peygamber ve Allah'ın ilim Öğ­rettiği adam olayında, coğrafyacılar İçin en­teresan olan, Hz. Musa'ın, Allah'ın ilim verdiği kişiyle buluştuğu umulan "İki deni­zin birleştiği yer" tabiri vardır. (18: 60).

Kur'an-ı Kerim'de, coğrafyacıların dikkati­ni çeken ve onları bu konuda büyük araştır­malar yapmaya yönelten, sayısız ayet vardır. Kur'an-ı Kerim, Hicir halkının, dağlarda na­sıl evler yontup kurduklarından bahseder (15: 82). Bu da coğrafyacılara büyük bir im­kân tanır ve araştırmaları için bir temel te­darik eder.

Kur'an-ı Kerim'in pek çok ayeti, âlimlerin dikkatini, dağların muhtelif fonksiyonlarına ve yararlarına çeker. Onlar yerin ha/eketini tesbit eder ve onu sabit bir pozisyonda tu­tar: "Yoksa yeri yaratıkların oturmasına el­verişli kılan ve aralarında ırmaklar meyda­na getiren, yeryüzüne sabit dağlar yerleşti­ren, iki deniz arasına engel koyan mı?" (27: 61). Kur'an-ı Kerim, dağların tesbit etme fonksiyonundan, çeşitli olaylarda özel bir vurguyla söz eder. Allah, yeryüzünü, geniş bir halı olarak insanın ayaklan altına serdi ve İnsanoğlunun sakin hayatını bozmamak için yerin yuvarlanmasını, sağa sola sallan­masını önleyecek bir daimî kuvvet olarak da büyük dağlar yerleştirdi (16: 15). Lokman Suresi'nde, şu sözleri okuyoruz: "... sizi sal­lar diye yeryüzüne sabit dağlar koymuş..." (31: 10 ve 78: 7).

Dağların, -başka pek çok yararları da vardır: Bölge iklimini etkilemesi, yağmur çekmesi, diğer değişik şeyler için hammade temin etmesi vs. Kur'an-ı Kerim, bundan şöyle bah­seder: "Allah, yarattıklarından size gölge­ler yapmış, dağlarda sığınacağınız barınak­lar varetmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbise­ler, harpte sizi koruyacak zırhlar vermiştir." (16: 81). Nur Suresi'nde şunlar buyurulur: "Bilmez misiniz ki, Allah bulutları sürer, Sonra onları bir araya getirip üstüste yığar, sen de onların arasından yağmur yağdığını görürsün. Gökten içinden dolu bulunan dağ­lar gibi bulutlar indirir, dilediğini ona uğra­tır, dilediğinden de uzak tutar." (24: 43). Ve yine Lokman Suresi'nde: "... orada her tür­lü canlıyı yaymıştır. Gökten su indirip ora­da her hoş çiftten yetiştirmişizdirf' (31: 10 ve 79: 33). Bütün bunlar, coğrafyacıların bu sır­ların derinliklerine inmelerini, Yaratıcı'nın, tabiî ihsanlarının faydalarını ve sınırsız kul­lanımlarını açıklamalarım sağlayacak, Al­lah'ın yaratıcılığının harikulade akisleridir.

Kur'an-ı Kerim, ayrıca ormanlık ve fidanlık­ların kullanımlarından da bahseder: "Yok­sa, gökleri ve yeri yaratan, gökten size su in­dirip onunla, bir ağacını bile bitirmeye gü­cünüzün yetmediği, güzel güzel bahçeler meydana getiren mi?..." (27: 60). Nahl Sure­si'nde şunlar yazılıdır: "Yukarıdan size su in­diren O'dur. Ondan içersiniz; hayvanları ot­lattığınız bitkiler de onunla biter." (16: 10). Yasin Suresi'nde: "Yaş ağaçtan size ateş çı­karandır. Ondan ateş çıkarandır." (36: 80). En'âm Suresi'nde: "O, gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla bitirdik, ondan bitirdiği­miz yeşilden —birbirine benzeyen ve benze­meyen— yığın yığın taneler, hurmaların to­murcuklarından   sarkan  salkımlar,   üzüm bağları, zeytin ve nar çıkardık. Ürün verdik­lerinde ürünlerine, olgunlaşmalarına bir ba­kın. Bunlarda, inananlar için, şüphesiz, de­liller vardır." (6: 99).İnsanlara daima,yeryüzünde kendisi İçin pekçok ihsanda bulunan Allah'ın nimet ve lütuflan hatırlatılır. Deni­zin yararlarından da şu şekilde bahsedilir: "Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edin­meniz ve Allah'ın bol nimetinden faydalan­manız için denize —ki gemilerin onu yara ya­ra gittiğini görürsün— boyun eğdiren de O1 dur. Artık belki şükredersiniz." (16: 14). De­nizcilik imkânlarından da söz edilir: "... yol­lar ve işaretler meydana getirmiştir. Onlar yıl­dızlarla da yollarını bulurlar." (16: 16).

Bu şekilde, coğrafyacıların, Allah'ın yaratış sırlarım ve mucizelerini araştırmalarını sağ­lamak ve bunu devam ettirmek için, hiçbir madde ve yakıt eksikliği yoktur. Gerçekte, Kur'an, Yaratılışın her kısmında Allah'ın alâ­metlerini gören insanlar için sabit bir ilham, bilgi ve müjde kaynağıdır: "Allah'a yönelik her kula öğüt ve bir belge olarak yeryüzünü yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, ora­da her güzel türden yetiştirdik. Gökten be­reketli bir su indirdik, kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler, beçilecek taneli ekirtler, küme küme tomurcuklan olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik." (50: 7-11).

Kur'an-ı Kerim, ayın değişik safhalarından, mevsimlerin değişmesinden, gece ve gündü­zün yer değiştirmesinden ne kadar güzel bah­seder! "Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan, yıl­ların sayısını ve hesabı bilmeniz için, aya ko­nak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır; bilen mille­te ayetleri uzun uzadıya açıklıyor. Gece İle gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, Allah' in göklerde ve yerde yarattıklarında, O'na karşı gelmekten sakınanlar için ayetler vardır." (10: 5-6). Gece-gündüz gerçeği şöyle de anlatılmıştır: "Onlara bir delil de gece­dir; gündüzü ondan sıyırırız da karanlıkta kalıverırler. Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur. Ay için de sonunda kuru bir hur­ma dalına döneceği konaklar tayin etmişiz­dir. Ay'a erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yürürler." (36: 37-40).

Kur'an-ı Kerim, Allah'ın diğer bir harika sis­teminden bahseder. Bu sistemde, tatlı ve tuz­lu olmak üzere iki tip su biraraya gelir, fa­kat açık denizlerde ayrı kalırlar: "Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da, ka­rışmalarına engel olan bir sınır koyan Allah-tıf.' (25: 53). Kur'an, okyanuslardaki su akın­tılarından ve denizin diğer yararlarından da söz eder: "Acı ve tatlı sulu iki denizi birbiri­ne karıştırmamak üzere salıvermiştir... Bu iki denizden de inci ve mercan çıkar" (55: 19-22).

Sonra, Kur'an-ı Kerim, çevresel faktörü ve onun, Allah'ın yarattıklarının fiziksel özel­likleri üzerindeki etkisini de gözler önüne se­rer: "İnsanlar, yerde yürüyenler ve davarlar da böyle türlü türlü renktedirler. Allah'ın kulları arasında O'ndan korkan, ancak bil­ginlerdir.." (25- 28). Rum Suresi'nde de şun­ları okuruz: "Gökleri ve yeri yaratması, dil­lerinizin ve renklerinizin değişik olması, Onun varlığının belgelerindendir. Doğrusu bunlarda, bilenler için dersler vardır." (30*22).

Kur'an-ı Kerim'in bu ayetleri ve Allah'ın muhteşem dünyasını tasvir eden benzer pa­sajlar, bilimsel coğrafya çalışmalarını teşvik etti, gece ve gündüzün değişmesindekî ve ayın dünya etrafında olan hareketlerindeki ilmî gerçekleri, dünyanın yuvarlaklığı kavra­mını ve onun insan için muhtelif fonksiyon­larını ve içeriklerini keşfettiler. Dünyanın ça­pı ve aya, güneşe olan uzaklıkları, onlar ta­rafından hesaplandı. Yunanlılar veya Roma­lılar tarafından kesinlikle bilinmeyen bu ve diğer coğrafî gerçekler müslümanlar tarafın­dan bulundu. Ve müslümanlar, Avrupalıla­rın iddia ettiği gibi Yunanlıların etkisiyle de­ğil, Kur'an öğretisinin direkt bir sonucu ola­rak bilimsel coğrafya çalışmalarına başladı­lar.

Müslümanlar arasında coğrafî araştırmayı teşvik eden diğer faktörler arasında, Mukad-' des Mekke şehrine yapılan yıllık Hacc olayı vardı. Müslümanlar, Mekke'yi dünyanın merkezî noktası olarak düşündüler ve mer­kez noktasından değişik şehir ve kasabalara kolaylıklaerişilebilecekyolları,aradaki mesa­feleri ve yönleri bulmaya çalıştılar. Her ye­rin, Mekke'ye göre doğru yönünü tesbit et­mek, müslümanların namazlarını, Mekke yönüne dönerek eda etmeleri açısından da lüzumluydu. Müslümanlık kuzey, güney, do­ğu ve batıda o kadar uzak mesafelere yayıl­dı kî, her bölgenin Mekke'ye göre mevkii ve istikametini bulma gayretleri, gitgide önem kazandı. Bu, eskiden olduğundan daha ke­sin ve doğru bir şekilde, yüzlerce şehir ve ka­sabanın enlem ve boylamlarının tesbitini sağ­ladı. Pusulanın icadı da, Mekke'nin, dünya­nın diğer yörelerine göre kesin istikametini bulma çabasıyla mümkün oldu. Yine, gün­lük ibadetler, her namazın ve orucun tam vaktini tesbit etmeyi gerekli kıldı. Dünyanın değişik kısımlarında günün belli bir süresin­de O'nun için oruç tutma ve muayyen vakit­lerde O'na İbadet etme çabası, bu konularda büyük araştırma ve gayretlere yol açtı.

Hitti, coğrafya alanında müslümanların bi­limsel çalışmalarını desteklemede, Kabe ve ibadetin etkisini, tamamıyla kabul eder: "Mukaddes Hacc müessesesi, camilerin Mekke'ye doğru yönlerinin tayini, namaz va­kitlerinde Kabe'nin cihetini tesbit ihtiyacı, müslümanların coğrafya çalışmalarına dinî bir saik gücü vermiştir. Dünyanın her tara­fında enlem ve boylamların tayinini zarurî kılan astronomi, bilimsel nüfuzunu ilâve et­ti buna. 7. ve 9, asırlar arasında, müslüman tüccarlar hem deniz, hem kara yoluyla do­ğuda Çin'e ulaştı, güneyde Afrika'nın en uzak kıyılarına ve Zenzibar adasına vardı, kuzeyde Rusya'ya girdi ve batıya doğru da­ha fazla ilerlemelerine, yalnızca 'Karanlıkla­rın Denizi Atlantik'in korkunç dalgalan mâ­ni olabildi." (Philip K. Hitti, History of the Arabs-, s. 383)

Coğrafya dahil her şeyin bilgisini elde etmek için esas destek, Arap'ları dünyanın dört bîr yanından bilgi bulmaya yönelten, Kur'an ve Peygamber'ın hadisinden gelmiştir. Bu araştırmada onlar, coğrafî bilgi aramaların­da çok faydalı olduğu isbat edilmiş olan araç ve gereçleri buldular. Müslümanlar, coğrafî alanda ilerlerken, bu aletler onların daha sis­tematik ve bilimsel çalışma yapmalarını mümkün kıldı. Fakat bu, onların coğrafya çalışmalarının hiçbir şekilde, Greklerce teş­vik edildiği anlamına gelmez, çünkü bilgiye teşvik, Vahiy tarafından halihazırda sağlan­mış durumdaydı. Vahiy de onları, diğer in­sanların faydalı çalışmalarını tefsir etmek su­retiyle var olan bütün bilgilerin kazanılması için desteklemiştir. Bununla beraber, onlar, değişik bölge ve arazilerde çalışmalarını de­vam ettirdiler, Grekler ve Romalılar dahil ol­mak üzere önceki milletlerce bilinmeyen ye­ni coğrafî bilgi alanları keşfettiler.

Biz ilave edebiliriz ki, coğrafya çalışmaları­na daha ileri bir destek sağlayan diğer fak­tör, müslümanların, yeryüzünün ve onun zenginliklerinin hakiki varisleri olduğunu ve bundan dolayı vazifelerinin, bu zenginlik ve gizli güç kaynaklarından nasıl istifade edi-leceğinibilmek yolunda çaba sarfetmeleri ge­rektiğini idrak etmeleriydi. Kur'an-i Kerim, bundan şu şekilde bahseder: "Verdikleriyle denemek İçin sizi yeryüzünün halifeleri kı­lan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün ya­pan O'dur." (6: 165). Yunus Suresi'nde de şunları okuyoruz: "Sonra, onların ardından, nasıl davranacağınıza bakmak için sizi yer­yüzünde onların yerine geçirdik." (10: 14). Yi­ne, şu ayeti görüyoruz: "Yerde olanların hep­sini sizin için yaratan O'dur..." (2: 29). Kur-an'ın böyle ayetleri, ilk müslümanları, Al­lah'ın onlara bahşettiği servetleri ve arazile­ri bulmak için büyük bir gayrete getirdi. Bu İlâhî itici güç, Arapları, Rablerinin Mesajı­nı yaymak için, değişik bölge ve yerlere gö­türdü ve varisi oldukları diğer topraklan bul­mak için coğrafî çalışma hızlarını artırdı.

Kur'an, insanı, göklerin ve yerin yaratılışına ve Allah'ın yeryüzündeki mucizelerinin öne­mine derin bir şekilde bakarak, onları anla­maya çağırır: "Göklerin ve yerin yaratılma­sında, gece ile gündüzün birbiri ardına gel­mesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde sürülen gemilerde, Allah'ın gökte indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yer­le gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için de­liller vardır." (2: 164). Bu husus, aynı şiddet ve kuvvetle Âl-i İmrân Suresi'nde de belirti­lir: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sa­hiplerine şüphesiz deliller vardır. Onlar ayak­ta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşü­nürler: 'Rabbimiz! Sen bunu boşuna yarat­madın. Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabın­dan koru.' derler..." (3: 190-191).

Bu, gerçekten mümin için ana tema ve de­ğerlendirme kıstasıdır. O, yeryüzünün ve göklerin bütün zenginliklerinin varisidir ve bunları, insanlığın yararına kullanacaktır, fa­kat aynı zamanda, kendisinin yeryüzündeki pozisyonunu da unutmayacaktır. O, evrenin bütün mucizelerini ve zenginliklerini düşü­nüp, bu harikulade şeyleri yaratan Rabbine hamdeder. Muhakkak ki, bilgi ve akıl sahi­bi insanlar, Allah'ın yarattıklarından insan­lık için pekçok fayda ve alâmet çıkarabilir­ler: "Yeri düzleyen, orada dağlar, nehirler var eden, her türlü üründen çift çift yetiştiren, gündüzü geceyle bürüyen de O'dur. Doğru­su bunlarda, düşünen kimseler için ibretler vardır." (13: 3).

Büyük güzellik ve teşvikle dolu böyle pasaj­lar, Kur'an-ı Kerim'de pek çok olayda tek­rarlanır ve böylece coğrafî alandaki araştır­malar desteklenirken, aynı zamanda insanın, yeryüzündeki esas pozisyonu ve Allah'ın ku­lu ve elçisi olarak görevi, kendisine hatırla­tılır. İslâm coğrafyacılarının en tanınmışları şunlardır: el-Karizmî, el-Birunî, el-Makdisî, el-Yakubî, el-Kudameh, İbni Rüşd, Ebû Zeyd el-Belhî, el-İstaksî, İbni Havkal, İbni Batu-ta, el-Hemedanî, Yakut İbni Abdullah el-Hamavî ve büyük coğrafyacı, ansiklopedist el-Mesudî (History of the Arabs, s. 392).