Konu Başlığı: Çocukların Temel Eğitimi Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 25 Haziran 2012, 09:35:33 Çocukların Temel Eğitimi Kur'an-ı Kerîm bu hususta iki peygamberden, İbrahim, ve oğlu Yakub 'dan ve Lokman adlı bir Allah dostundan bahsetmektedir. İbrahim, Alemlerin Rabbi'ne kendini tamamen teslim etti: "Rabbi ona (İbrahim'e) "teslim ol" buyurduğunda, Alemlerin Rabbine teslim oldum' demişti." (2:131). Çocuklarına da aynı yolu takip etmelerini emretmiştir. Yakub da aynısını yaptı ve son nefesinde çocuklarına şu vasiyette bulundu: "... 'Oğullarım! Allah sizin için bir din seçti. Siz de ancak Müslüman olarak can veriniz." (2:132). Yakub ölürken oğullarına: "Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?" dediğinde onlar: "Senin Rabbine, babaların, İbrahim, İsmail ve İshak'ın Rabb'i olan tek Allah'a kulluk edeceğiz biz O'na teslim olanlarız." dediler." (2:133). Hz. Yâkub'un bu vasiyyeti aşağı-yukarı aynı şekliyle Talmud'da da bulunmaktadır: "Yakub bu dünyadan ayrılacağı zaman oğullarını çağırdı ve şöyle dedi: 'Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz, babalarınızı kurtardığı gibi sizi de zorluklardan kurtarır. Çocuklarınıza Allah'ı sevmeyi ve O'nun emirlerini uygulamayı öğretiniz. Çünkü Allah, adil davrananları ve Hak yolunda yürüyenleri korur... Ve Yâkub'un oğullan cevap verdi: 'Babamız! Bize emrettiklerinin hepsini yapacağız. Allah bizimle olsun.' Ve Yâkub cevapladı: 'Eğer O'nun yolundan sağa veya sola sapmazsanız Rabbiniz sizinle olacaktır." Çocuklarına, kendilerini ve yaptıklarını takip etmeleri Öğüdünü, vermeleri Allah'ın peygamberlerinin sünneti olagelmiştir. Bu geleneği İbrahim peygamber, zürriyetine kendi dini olan İslam'a bağlı kalmalarını tavsiye ederek başlatmıştır. Oğlu Yâkub peygamber bu geleneği sürdürmüş ve çocuklarına bir olan Allah'a samimi ve muti kullar olarak kalmalarını söylemiştir, çocukları da buna tamamen uymuşlardır. Her iki peygamber, İbrahim ve Yâkub, çocuklarından Allah'tan başka hiçbir şeye ibadet ve itaat etmeyeceklerine ve bu inanca ölümlerine kadar bağlı kalacaklarına dair kesin söz aldılar. Kur'an'm bu ayetleri anne-babaların çocukları ile olan ilişkileri hakında kesin esas ve cihanşümul gerçekleri açıklamaktadır. Allah'ın elçileri dahi bu ilişkilerin kuvvetli bağlarından berî değildirler, ki bu ilişkiler hiçbir şekilde Tevhid ve takva mefhumlarına zıt değildir. Anne-babalann çocukları için derin sevgi beslemeleri ve kendilerinden sonra mesud ve müreffeh bir hayat sürdürmeleri için onların refah ve iyiliklerini düşünmeleri gayet tabiidir; Allah'ın elçileri bu kaideye İstisna teşkil etmezler. Fakat onların sevgilerini sıradan insanların sevgilerinden ve çocuklarının refahı için gösterdikleri samimi çabalardan ayıran şey, çocuklarının hakiki ve asıl mutluluğa Allah'ın yolunda yürüyerek ve hayatın bütün yanlış ve kötü yollarından kaçınarak ulaşmalarını istiyor olmalarıdır. Bu, İbrahim'ın söz ve davranışlarından açıkça anlaşılmaktadır. Bir defasında tek oğlu olan İsmail'i Allah'ın emrine kurban etmeye hazırdı. (37:102). ve bir başka seferde ise oğlunun maddî ve manevî refah ve mutluluğu için Rabbine dua etmişti. Ölümü anında oğluna Allah'ın en yüce nimeti olarak kabul ettiği şeyi (İslam'ı) bırakmıştır. Sıradan insanlar çocukları için maddî servet ve mal toplayarak onlara bırakmak isterler. Fakat Allah'ın muttakî kulları sadece imanlarının ve salih amellerinin sonuçlarını gerçek ve esas kıymetli şey kabul ederler. Çocuklarına da bu hayatın geçici nimetleri yerine iman ve salih amel sahibi olmalarını öğütlerler. Sıradan insanlar, çocukları için maddî servet yığınları bırakmayı arzular ve onlara servet ve mal bırakmak çabası ile çevrilmedik taş bırakmazlar. Buna benzer olarak Allah'ın elçileri ve salih kulları çocuklarına, fayda ve tesiri ebedi olan serveti bırakmak isterler. Yapabileceklerinin en iyisini yaparlar ve sonra Allah'a niyazda bulunur, ölüm anlarında bile çocuklarına aynı ebedî değerleri vasiyet ederler ve onların bu değerlere hayatları boyunca bağlı kalacaklarına dair söz vermelerini sağlarlar. Peygamberlerin bu sünnetinde, insanların öğrenecekleri büyük dersler vardır. İlk olarak; din ve ahlak zenginligine denk hiç bir maddî servet olmadığıdır. Bu sebepten çocuklarını kabiliyetlerinin elverdiği en üst noktaya kadar yetiştirirken ve onların dünyevî rahatlan ve konforları için kaynaklar ararken ana-babaların bu gerçeği fark etmeleri şarttır. Buna benzer olarak çocuklarına daha fazla değilse bile aynı derecede sağlıklı ve disiplinli, amelî ve ahlakî eğitim vermeye memurdurlar. Kötü yol ve fiillerden ve gayri ahlakî davranışlardan korumak için ellerinden geleni yapmalıdırlar. İşte bu, gerçek sevgidir. Ve çocuklar için içten iyilik ve hayır istemektir. Bir kimsenin hayatı boyunca çocuklarını ebedî ateş ve azabdan korumaya özen göstermediği halde güneşin sıcaklığından korumaya çalışmasında hiçbir hikmet yoktur. Bu, bir kimsenin çocuğunun ayağındaki ağaç kıymığım çıkarmak için bütün kaynakları ve vasıtalarını kullanırken öldürücü bir kurşunun hedefi haline gelmesini önlemeye hiç ehemmiyet vermemesine benzemektedir. Allah'ın elçilerinin tebligatları, ana-babalarin vazifeleri ve çocukların haklarını da ihtiva etmektedir. Buna göre ana-babalar çocukları için öncelikle onların iyiliklerini ve geleceklerini düşünmelidirler. Çocuklar fıtraten ana-baba-lanndan ne görüp öğrenirlerse aynen onu hafızalarına almaktadırlar. Onların öğütlerini çabucak ve kolayca kabul etmektedirler. Böylece ana-babalar onların hareketlerini ve davranışlarını sağ elleri imiş gibi kontrol edebileceklerdir. ikinci olarak, hakikati yaymak için bundan dana faydalı ve kolay başka bir yol yoktur. Bu yol, her aile reisinin aile ferdlerine doğruyu ve gerçeği konuşmalarını öğretmesi, bütün gücünü hakikatle amel etmelerini sağlamaya harca-masıdır. Bu sebeple bu çabalar nakil, eğitim, ıslahat ve terbiye sahalarındaki çalışmaları ev ve ev halkının sınırlarına getirmektedir. Gerçekte çocuğun evde terbiye edilmesi bir milleti terbiye etmeye denktir. (Mevlana Müfti Mu-hammed Safi, Ma'arif al-Qur'an, c.I). Üçüncü olarak; bir kişinin ailesi ve yakınları onun fikirlerini ve tatbikatını benimseyip desteklemediği sürece bu kişinin davetinin ve nüfuzunun diğerleri üzerinde pek bir tesiri olmamasıdır. Peygamber, insanları İslam'a davet vazifesine başladığında, onların ilk söyledikleri "önce kendi kabilesine (Benî Hâşim'e) bakması, sonra diğer insanlara va'z etmesi gerektiği" şeklinde olmasının sebebi budur. Bunda da bir hakikat payı vardı. Çünkü Mekke'nin Fethi zamanında kabilesi İslam'ı benimsediğinde insanlar bu yeni dine gruplar halinde geldiler. Kur'an bu hadiseden şöyle bahseder: "İnsanların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini görürsün..." (110:2). Günümüzde genç neslin cehaletlerinin ve gayri dinî tavırlarının en önemli sebebi; ana-baba-lannın İslam'ı bilmeleri ve hatta onu uygulayan Müslümanlar olmalarına rağmen çocuklarının Allah'ın mesajı vasıtasıyla ebedî rahatı kazanmaları İçin onlara İslamî bilgileri tebliğ etmek yolunda hemen hemen hiç bir zahmete katlanmıyor olmalarıdır. Genel ifadeyle, ana-babalar çocuklarının dünyevî rahatı ve huzuru ile ilgilidirler ve bütün enerjilerini, servetlerini –onların uhrevî hüsrana düşebileceklerini düşünmeden-onlara en ileri okullarda ve üniversitelerde en İyi eğitimi vermek için harcamaktadırlar. Ana-babalar çocuklarına Kur'anî mesajın himayesinde ve Allah'ın Rasulü'nün yolunda ebedî saadetleri için gayret sarfetmelen konusunda önderlik etmeyi ihmal etmektedirler. Böylece ana-babaların pekçoğu, çocuklarını iman servetini, İslam bilgisini ve ebedî saadeti kazanmak ümidi içerisinde Allah rızası için sevap işleme arzu ve niyeti ile teçhiz etmeyi tamamen ihmal etmektedirler. "Onların kazandıkları kendilerine" (2:134) ayeti kerimesi ana-babaların salih amellerinin çocuklarına en ufak bir fayda sağlamayacağını ve çocuklannınkinin de ana-babalarına bir faydası olmayacağını kesin bir şekilde belirtmektedir. Bu ifade her şahsın kendi çabalarının meyvelerini toplamak için kendi tohumlarını ekmesi gerektiğini, çünkü bu konuda mahşer gününde kimsenin bir faydası olmayacağını vurgulamak için Kur'an'm çeşitli yerlerinde zikredilmiştir. (6:164; 45:22 ve 35:18). Peygamber, kendi kabilesine şöyle seslenmektedir: "Ey Hâşimoğulları! Hesap gününde diğer insanlar amellerini getirdiğinde siz benimle olan akrabalığınıza güvenip sevaplara pervasız dalmayın. Ben, size o günde, sizi Allah'ın azabından kurtaramayacağımı söyleyeceğim!" Ve bir başka hadislerinde: "Eğer bir kişiyi günahları geri bırakırsa, kabilesi onu ileri çekemez." buyurmaktadırlar. (M. Müfti Safi, a.g.e.). Burada Kur'an'ın Yakup Peygamberin ölüm anındaki isteğine bilhassa işaret ettiğinden bahsedebiliriz. Bu istek pekçok şeyleri göstermektedir. İlk olarak, Yakup Peygamber hayatının son dakikalarında çocuklarından bu ahdi almıştır ki, böylece dinde herhangi bir değişikliğin husule gelebileceğini düşünmeye ihtimal kalmasın. İkinci olarak, şu gerçeğe işaret etmektedir: Aynı zamanda Allah'ın elçisi de olan müşfik ve muhabbetli bir baba, çocuklarından hayatının son dakikalarında bu ahdi aldığına göre çocukları ile O'nun arasındaki en önemli olay bu olmalıydı. Bu suretle, her türlü şartlar altında bu ahde bağlı kalmak imanlı çocukların vazifelerinin en büyüğü ve kutsalı olmuştur. Bu şekildeki bir ahde muhalefet edenler gerçekten çok kötü bir halef olurdu. Üçüncü olarak, Allah'tan korkan, çocuklarını hakikaten seven bir babanın son vazifesi, Ölümü zamanında onların geleceklerini bu dünyadaki hayattan daha çok düşünmesidir ve Hak Din'de sabit olup onun için yaşayıp ölmelerini tavsiye etmesidir. (Emin Ahsen Islahi, Tadabbur-i Quran, c.I sh.302). Çocukların esas eğitim ve öğretimi ile ilgili prensipler aşağıdaki Kur'an ayetlerinde tekrarlanmıştır: "Lokman oğluna öğüt vererek: "Ey Oğulcuğum! Allah'a ortak koşma, doğrusu ortak koşmak büyük zulümdür" demişti. Biz insana ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi, onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnından taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve anne-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş banadır. Ey insanoğlu! Ana-baba, seni, körükörüne Bana ortak koşmaya zorlarsa, onlara itaat etme; dünya işlerinde onlarla güzel geçin; Bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz Bana'dır. O zaman yaptıklarınızı size bildiririm. Lokman: "Ey Oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde veya yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu meydana getirip kor. Doğrusu Allah Lâtiftir, haberdardır." "Ey Oğulcuğum! Namazı kıl, uygun olanı buyurup, fenalığı önle, başına gelene sabret; doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir" "İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez." "Yürüyüşünde tabii ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkebin sesidir." (31:13-19). Lokman tarafından oğluna öğüt olarak söylenen bu sözler diğer insanlar için bir ilim ve hikmet serveti ihtiva etmektedir. 1- İman Tashihi: Her şeyden önce bu sözler bir kişinin inancını ve imanını tashih eder. Bu inanç ve iman, Allah'ın alemlerin Rabbi ve efendisi olduğu, yaratışında, düzeninde ve onu muhafazada O'nun ortağının olmadığıdır. Hiç kimse O'na ibadet ve itaatte hiçbir şeyi ortak koşamaz. Herhangi bir şeyi O'na ortak' koşmak günahların Müşfik Baba 217 ve hataların en büyüğüdür. Bütün dünya ve içindekilerin yalnızca Allah'a ait olduğu ve bu yüzden emir ve hakimiyetin yalnız ve yalnız O'na ait oluşu İslam'ın temel, esas ilkesidir. Bundan dolayı, bütün ibadet ve itaat yalnız O'na has kılınmalıdır. 2- Ana-babaya iyilik ve şefkat: Tevhidden sonra ikinci ilke ebeveyne itaat ve onlara iyi muamele etmektir. Bu ilke şu sözlerle ifade edilmiştir. -Annesi onu güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı- (öyleyse) Bana ve ana-babana şükret."(31:14). Bu Allah'tan ilave bir emirdir ve Lokman'ın oğluna ettiği vasiyetin arasına katılmıştır. Emi-rin ayetler arasındaki sırası bu emrin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir, çünkü emir Allaha ibadet ve itaatten bahseden ayetten sonra yine O'nun tarafından eklenmiştir. Ve bu emir daima Allah'ın elçilerinin öğretilerinden bir parça teşkil etmiştir. Ayet çocukların ebeveynlerine karşı olan vazifelerinin şeklini vurgulamaktadır. Bütün şartlar altında onlara saygı duymalı, hürmet etmeli ve onlara şefkat ve sevgiyle muamele etmelidirler. Bu emir şu sözlerle yine tekrar edilmektedir: "Biz insana ana ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir." (29:8) ve Ahkâf suresinde şunları okumaktayız: "Biz insana, anne ve ba-basına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir; zira annesi onu, kamında zorluğa uğrayarak taşımış; onu güçlükle doğurmuştur.Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer. Sonunda erginlik çağına gelince ve kırk yaşına vannca 'Rabbim', Bana ve anne-babama verdiğin nimete şükretmemi ve benim hoşnud olacağın yararlı bir işi yapmamı sağla; bana verdiğin gibi soyuma da salah ver; doğrusu sana yöneldim, ben kendini sana verenlerdenim demesi gerekir."(46:15). Bu ayet büyük bir hikmet parçasıdır, mükemmel bir duadır ve Allah'ın hakimiyetinin ve Rabliğinin tanınmasıdır. Çocukların Allah'ın cömertliğini tanımaları ve O'na şükretmek yoluyla bağlı kalmaları ebeveynin onları eğitmesi ve verdiği terbiyenin doğrudan sonucudur. Bu şekildeki ahlaki eğitim faydalı ilim ve salih amelin aracı haline gelmektedir. Duayı yapan kişi Allah'a anne-babasmın kendisini yetiştirmekle işledikleri salih amel gibi bîr salih amel işlemek üzere dua etmektedir. Allah bu duayı kabul eder ve onun çocukları da kendilerine ve babalarına her iki dünyada faydalı olacak ameller işlerler. Kur'an, ana-babaya kötü muameleyi çok sert sözlerle takbih etmektedir. "Ana ve babasına: 'Öf size! Benden evvel ne kadar nesiller gelip geçtiği halde, beni tekrar diriltilmekle çıkarılacağımla mı korkutuyorsunuz?' diyen kimse var ya; ana-babası kendisinden Allah'a sığınarak 'Yazık sana, imana gel. Muhakkak ki Allah'ın va'di bir gerçektir.' diyorlar da, o yine diyor ki: 'Bu dediğiniz evvelkilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir' "(46:17). Bazen çocuklar iyi eğitim ve terbiyeyi kabul edici olurlar, ana-babalarma itaatkâr, saygılı, Allah'ın Rabliğini kabul edici, O'na şükür edici olurlar; fakat bazen bu ayetin gösterdiği gibi, çocuklar ana-babalarmın hayat felsefelerinin bütününe düşmandırlar. Sadece Allah'ı, Onun Rabliğini ve ahiret gününü inkâr etmekle kalmazlar; anne babalarına karşı da küstah ve asidirler. Bu bedbaht çocuklar Allah'a karşı küfür ve ana-babaya isyan gibi iki iğrenç suçu da işlerler. Ancak, kötü inançlarının ve kötü fiillerinin semeresini tadacaklardır. - Fakat Kur'an ana-babaya bütün şartlar altında - iyi muameleyi tavsiye etmektedir; özellikle ileri yaşa vardıkları zaman: "Ana-babaya iyilik edin. Eğer ikisinden biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlayacak olursa, Onlara karşı 'Öf' bile demeyesin, onları azarlamayasın. İkisine de hep tatlı söz söyleyesin. Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve 'Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri için sen de onlara merhamet et!' de."(17:23-24). Bu ayet yine ana-babaya nazik ve iyi muamele etmeye önem vermektedir. Kurtubi'ye göre: "Bu ayetle Allah (c.c), Lokman suresinde olduğu gibi ana-babaya hürmet ve nezaketi ve onlara iyi muamele etmeyi, O'na ibadet ve itaatle beraber zikretmiştir. Bu açıkça göstermektedir ki Allah'a (c.c) ibadetten sonra ana-babaya itaat en önemlidir ve, Allah'a hamd etmek gibi ana-babaya şükretmek de mecburidir. Bir sahabenin Peygamber'e şöyle sorduğu nakledilmiştir: "Allah katında en değerli ibadet hangisidir?" Peygamber şöyle buyurmuştur: "Namazı zamanında eda etmendir." Sahabe tekrar sordu, "Ondan sonra en değerli ibadet hangisidir?" "Peygamber cevapladı: "Ana-babana iyi muamele etmendir." (Buharı). Rasulullah yine buyurmuştur: "Baban Cennete gidişin orta kapısıdır, onu muhafaza etmek ya da yok etmek senin elindedir." (Ahmed, Tirmizİ ve Hakim). Ve Rasulullah yine buyurmuştur; "Babam memnun etmen Allah'ı memnun etmendir, babanı öfkelendirmen ise Allah'ı öfkelendirmendir." (Tirmizi ve Hakim). Bir sahabe Allah'ın elçisine sordu: "Çocukların ana-babaya karşı görevleri nelerdir?" Rasulullah buyurdu; "Onlar senin Cennetin veya Cehennemindir." Başka ifadeyle, onlara itaat ve hizmet bir kişiyi Cennet'e sokar ve onlara kötü muamele etmek ya da hoşnutsuzluklarına sebep olmak Cehennem'e sokar. (İbni Mace). İbni Abbas, Rasulullah "in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Allah (c.c) rızası için ana-babasma itaatkâr olan kişi için Cennet'İn iki kapısı açık olacaktır ve âsi olan kişi için Cehennem'in iki kapısı açık olacaktır. Ve eğer ebeveynden sadece biri varsa, Cennet'ten bir kapı (İtaatkâr için) ve Cehennem'den bir kapı (asi olan için) açılacaktır." Burada sahabe sordu:"Bu Cehennem tehdidi, ana-baba ona zulüm etselerde geçerli midir?" Rasulullah üç kere buyurdu: "Ana-baba ona zulüm etseler bile." Bir başka ifadeyle, çocuklar ana babaya İsyan ettiğinde ve onlara kötü muamele ettiğinde Cehennem tehdidi vakidir. Ve çocukların ebeveynden öç almaya hiç bir hakları yoktur. (Beyhaki). Gayri Müslim Ana-Babaya Bile İtaat ve İyi Muamele: İyi muamele için ana-babanm Müslüman olması şart değildir. Esma binti Ebu Bekr'den nakledilmiştir: "İman etmemiş olan annem Müslümanlarda Kureyşli müşrikler arasında barış antlaşması olduğu dönemde babası ile geldi. Peygamber'in tavsiyesini almaya gittim, "Annem geldi ve teveccühümü Ümit ediyor" dedim, Peygamber buyurdu, "Evet, annene karşı iyi ol." (Buharı). Ana-babaya itaat ve iyi muamele zaman ve yaşla sınırlı değildir; ancak; ileri yaşa vardıklarında en önemli hale gelmektedir. Çocukları tarafından yapılan en ufak bir dikkatsizlik onların duygularını inciterek onlara büyük zarar verir; işte bu sebeple çocukların ana babalarını incitecek bir şey söylememeleri veya yapmamaları çok önemlidir. İleri yaşlarda, ana baba çok huysuz olurlar ve onların her talebini tatmin etmek çocukları için zor olur. Kur'an insanlara ana-babalarımn kendilerine baktığı ve bütün İhtiyaçlarını karşıladığı çocukluklarını hatırlatıyor ki, Öyleyse şimdi, onlar yaşlı ve muhtaç oldukları zaman onlara müşfik olrnak ve onların İhtiyaçlarım karşılamak çocukların vazifesidir. (17:23-24). Kur'an insanlara ana-babaya karşı merhametli ve yumuşak huylu olmayı tavsiye etmektedir. Yukarıda bahsi geçen ayetler ve hadisler Bir Allah'a İmanla beraber ana-babaya iyi muamelenin mecbur olduğu konusunda hiç şüphe bırakmamaktadır. Ana-babaya iyi muamele Kur'an'in pek çok yerinde Tevhid ile beraber bahis konusu edilmektedir, bu da ana-baba ile ilgili emrin büyük önemini yansıtmaktadır. Vessayna kelimesinin kullanımı bunu mecbur1 kılmaktadır, çünkü bu kelime emrin önemini vurgulamak için sık sık kullanılır. İyi muamele, hizmet ve itaat, hürmet ve nezaketi ihtiva eder. Yukarıda bahsi geçen ayetlerde vurgulandığı gibi çocuğunu doğururken acı ve zorluklar altında kaldığı için annenin haklan daha büyüktür. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir; "Allah, size annenize karşı mesuliyet duymamanızı yasaklamıştır" (Buhari). Ebu Hureyre'nin naklettiği bir hadis şöyledir: Adamın biri Allah'ın Rasulüne gelerek, "Ey Allah'ın Rasulü, benim tarafımdan yakınlığa en layık kimdir?" demiştir. Peygamber "Annendir" buyurmuştur. Adam yine "Sonra kim?" demiştir. Peygamber "Annendir" buyurmuştur. Adam dördüncü defa "Sonra kim?" diye sormuştu. Peygamber "Babandır" buyurmuştur-, (Buhari). Yine Peygamber 'in "Cennet annelerin ayakları altındadır." buyurduğu rivayet edilmiştir. Ana-baba, Allah'a isyanı emredemezler: Ana-babaya itaat mecburidir, fakat sadece çocuklarından Allah'a veya O'nun emirlerinden herhangi birine isyanı emredinceye kadar. Eğer ana-baba, çocuklarını inançsızlığa veya Allah'ın açık emirlerinden birine karşı fiile zorlar-sa, Kur'an çocuklara onlara uymamayı, fakat yine de iyi muamele etmeyi emretmektedir. (29:8). Sa'd b. Ebi Vakkas'ın annesinin bir müşrik olduğu ve bir keresinde Sa'd'ı uyardığı ve Sa'd atalarının dinine dönünceye kadar yemeyip içmeyeceğine dair yemin ettiği nakledilmektedir. Fakat yukarıdaki ayet onu annesinin arzulanna uymaktan alıkoymuştur. (Tirmizi). Ana-babaya itaat mecburidir. Fakat sadece Allah'a (c.c) itaat çerçevesinde. Eğer herhangi bir ana-baba çocuklarına aksini yapmayı emrederse; onlara uyulmamalıdır. Ana-baba, çocuklarından Allah'a isyan dışında her diledikleri şeyi isteyebilirler, ancak Allah'a isyanı dilediklerinde onlara uyulması en büyük hata ve günah olur. Bir Müslüman elinden geldiğince ana-babasma kızmamakla, saygı göstermekle, hürmet etmekle onları memnun edebilmek ve hayatlarını rahat kılabilmek için her şeyi yapmakla, fakat eğer Allah'ın emirlerine karşı bir şey isterlerse itaat etmemekle emredilmiştir. Bu isteği reddetmelidir. Diğer taraftan her türlü şartlarda yükümlü olduğu diğer konulardaki iyi muamelelerinde hiç bir değişiklik olmamalıdır. Bu; ana-baba Allah'a karşı gelirlerse dini konularda onlara uyulmaması, fakat bütün diğer hususlarda her halükârda onlara uymanın mecburi olduğu manasına gelmektedir. 3. İmanı kuvvetlendirmek: Bu, Lokman'ın, Allah'ın herşeyi kapsayan Kudreti hakkmda bir başka vasiyetidir. Allah'a imanı ve ana-babaya iyi muamele etmeyi belirttikten sonra, Lokman şu sözlerle Allah'ın Kâdir-i Mutlak (herşeye gücü yeten) oluşuna işaret etmektedir, "Ey oğulcuğum! İşlediğin şey bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinden bulunsa Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Lariftir,haberdardır." (31:16). Bu ayet Allah'ın bilgisinin ve herşeyi kuşatan gücünün Kâdir-i Mutlakiyet kısmım vurgulamaktadır. Hiç bir Şey O'ndan saklı tutulamaz, çünkü O her şey üzerinde güç sahibidir ve O'nun ilmi küçük veya büyük herşeye uzanır. O'nun bu Kadiri Mutlak sıfatından Yunus suresinde şu ayetlerle bahsedilmiştir: "(Ey Muhammed) Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kur'andan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda mutlaka biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiç bir zerre. Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Ki-tab'dadır." (10:61). Yine Sebe' suresinde şu ifadeleri bulmaktayız; "Görülmeyeni bilen Rabbi-ne and olsun ki, o saat mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık bir Kitab'dadır." (34:3). Bu ayetler Allah'ın zaman ve mekan sınırlarının ötesine uzanan müthiş Kudreti ve ilmine işaret etmektedir. Bu Kudret ve ilim zaman, mekan ve keyfiyetin beşeri sınırlamalarından bağımsızdır. Allah'ın (c.c) bu Kadir-i Mutlakiyetine işaret O'nun İlahlığına ve Birliğine olan beşer imanını artırmak içindir. 4- Amel Islahı: Bu, Lokman'ın oğluna kendisini düzeltmesi için verdiği dördüncü öğüttür: "Ey oğulcuğum! Namazını kıl." (31:17). Amelî hususlarda yapılması mecburi olan pekçok vazife vardır. Ancak hepsinin en önemlisi ve göze çarpanı namazdır. Namaz kılmak bizatihi önemlidir, aynı zamanda İnsanın amellerini geliştirmeye ve ıslaha yardım eder. Bu, Ankebut suresinde belirtilmiştir: "Namaz kıl, muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve fenalıktan ahkoyar." (29:45). Bu ayette herşeyden önce ferdî gelişmeye büyük ehemmiyet verilir. Hakiki, mühim vazifeyi ve sorumluluğu yüklenmek için bir kimse önce karakterini bina etmelidir. Namaz bir şahsın kendini disipline etmesine, alışkanlıklarını, davranışlarını ve gayretlerini -muntazam beş vakit namaz kılması şartı ile- düzenlemesine yardım eder. Gerçekten, mensuplarını beş vakit namaz gibi ciddi bir eğitimle hazırlayan başka bir din ve düşünce yoktur. (Mevlana Müfti Muhammed Safi, a.g.e.). 5- Sosyal Islahat: Bu, sözlerle bahsedilen beşinci vaziyettir. "Ey oğulcuğum! iyiliği emret, kötülükten vazgeç ir, bundan dolayı başına gelene sabret; doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir." (31:17) 4 ve 5 no'lu başlıklar altında bahsi geçen iki mecburî vazife vardır; biri şahsın ferdi gelişmesi ve ıslahı için, diğeri toplumun ıslahı ve refahı için. Bunların her ikisi de büyük gayret ve zorlukları gerektirir ve kolay bir vazife değildir. Özellikle iyiliği emredip, fenalığı önlemek toplumun ıslahı için deruhde edilirse vazife daha da güçleşir. Çünkü bu durum düşmanlığa muhalefete ve iktidardaki kimselerin düşmanca tepkilerine sebep olur. Bu ayet bu sebeple, bu şartlarda, büyük sabır ve fedakarlığı tavsiye etmektedir. İyiliği emredip kötülüğü önlemek bütün çağlarda insanlardan daima benzer tepkilerle karşılaştığı için inananlar azimlerini kaybetmesinler diye cesaret veriyor. Lokman'ın bu tavsiye sosyal ıslahat için vazifeye atılmadan önce ferdî arınmanın büyük değerini göstermektedir. Fertler kendilerini namazın sıkı eğitim ve disiplini ile hazırlamadık-ça, devasa ve zor sosyal ıslahat vazifesine kendilerini tamamen hazırlıksız bulacaklardır. Bu sebeple Lokman, oğluna önce namaz yardımıyla kendi kişilik karakterini sağlamlatırmasını_öğütlemiş ve bunun bir diğer sorumluluğu olan toplumsal ıslahat görevini yüklenebilrrıesini sağlayacağını söylemiştir. 6- Toplumsal Davranışlar: Lokmanın oğluna altıncı vasiyeti, insanlar arasında iyi, sağlıklı ve arkadaşça ilişkilerin sağlanması için gerekli olan davranış şekilleri ve adabı muaşeret hakkındadır. Kur'an bundan şu sözlerle bahsetmektedir: "İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez. Yürüyüşünde tabii ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir." (31:18-19). Bu ayet toplumsal davranışlar ile ilgili dört öğüdü ihtiva etmektedir. İlk olarak, diğer insanlara karşı kibirli tavırla konuşmayı yasaklamaktadır. Bu çok kötü bir davranıştır ve dostlarına karşı büyük bir fiil işleyen kişinin düşüklüğünü ve sığlığını gösterir. Bütün insanlar aynı ana-babadan türemişlerdir ve bu yüzden hiç kimse diğerleri üzerinde bir üstünlük duygusunu haklı çıkaracak özel bir ayrıcalığa sahip değildir. Bu, beşerî kardeşliğin üyeleri arasında çok iyi ve yakın ilişkileri engelleyen bir davranıştır. Bu sebeple de çok sert ifadelerle yerilmiştir. İkinci olarak bu ayet böbürlenerek yürümeyi de yasaklamaktadır. Çünkü, o da kendini beğenmiş tavırla konuşmaya benzer durumları ihtiva etmektedir. Bunun aksine olarak, Allah mütevazı davranışı tavsiye etmekte ve diğer insanlara karşı bu şekilde davranmayı benimseyenleri övmektedir: "Rahman'ın kullan yeryüzünde mütevazi yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve yumuşak söz söylerler." (26:63). Kur'an, insanların birbirlerini şu sözlerle selamlamalarını tavsiye etmektedir: "Size bir selam verildiği zaman ondan daha iyisiyle selam verin veya aynıyla mukabele edin. Allah her şeyin hesabım gereği gibi yapandır." (4:86). Çünkü Allah onları bu iyi davranışlarından ötürü her iki dünyada mükafatların en iyisi ile mükafatlandıracaktır: "Güzel davrananlara daima daha eüzeli ve üstünü verilir. Onların yüzlerine ne bir karalık ne de bir zillet bulaşır. İşte onlar cennetliklerdir, orada temelli kalırlar." (10:26). Üçüncü olarak insanlara, yürüyüşlerinde tutumlu olmaları emredilmiş, ne çok çabuk, ne de çok yavaş yürümeleri, ölçülü hareket etmeleri tavsiye edilmiştir. Dördüncü olarak aynı ölçülülük konuşmada da .öngörülmüştür. Ne çok sesli ne de çok yavaş konuşulacaktır. Başka bir ifadeyle, bir kişi ne insanları hasta veya rahatsız edecek kadar konuşkan olmalı, ne de insanlarla konuşmaktan tamamen çekinecek kadar sessiz olmalıdır. İnsanlara eşlik ederken onlan yalnız ve sıkılmış hissettirmemelidir. Bu öğüt aynı zamanda konuşma tavrının sesi kontrol ederek ve onu makul sınırlarda tutarak ılıml il aştırması anlamına da gelmektedir. Mükemmel Örnek: Peygamber, bütün bunlara en mükemmel örnektir. Bütün bu özellikleri en iyi şekliyle kendinde birleştirmiştir. Hz. Ali 'ye oğlu Hüseyin'in, insanlarla beraber olduğunda Peygamber'ın davranışlarının nasıl olduğu hakkında sorular sorduğu nakledilmiştir. Hz. Ali şöyle cevaplamıştır: "Peygamber daima mutlu ve neşeli olurdu. Karakterinde bir asalet ve davranışlarında bir rahatlatıcıhk vardı. Tabiatı sert değildi ve konuşması da kaba ve haşin değildi. Ne yüksek sesli konuşmuştu ne de çirkin ve ne de insanların hatasını bulmuştu. Hoşlanmadığı şeyleri görmemezlikten gelmiş ve diğerlerini bu konuda hiç müteessir etmemiştir. Uç şeyden tamamıyla kaçınmıştır: Münakaşa, gurur ve boş şeylerle uğraşmak." Onun en mutedil tabiata, en asil tavırlara sahip olduğu rivayet edilmektedir. Onu daha ilk kez görenler huşu duyarlardı ve O'nun yoldaşlığını paylaşanlar onu severdi. (Tirmizi). Enes şöyle rivayet etmiştir: "Allah'ın Rasulii İnsanların en iyisi, en cömerti ve en cesuru idi. Dilinde uygunsuzluk yoktu, sövmez ve lanet etmezdi." (Buharî ve Müslim). Hz. Aişe Peygamber'ın küçük dili görülecek kadar aşırı gülmediğini, fakat sadece gülümsediğini rivayet etmiştir: "O sizin konuştuğunuz gibi hızlı konuşmazdı. Fakat kelimelerini saymak isteyen bir kişinin sayabileceği şekilde konuşurdu." (Buhari). Aişe, Allah'ın Rasulü'nün uygunsuz konuşmadığını, sokaklarda yüksek sesli olmadığını, kötüye kötüyle karşılık vermediğini, fakat affedip bağışladığını da rivayet etmiştir. Peygamber, Kur'an'ın diğer insanların takip etmesi için Önerdiği ahlakî ilkeleri ve iyi davranışları birleştiren mükemmel bir örnekti. Bunlar bütün anne-babalar tarafından çocuklarına sözle ve fiille gösterilmesi gereken meziyetler ve hareketlerdir. Böylece çocuklar yüce inanç zenginliği, güzel ahlak, iyi ameller, hoş ve mutedil sosyal davranış ve tavırları miras alırlar ve bunları gelecek nesile aktarabilirler. Bu bütün diğer şeylerden daha önemlidir. Çocuklarına bu mirası bırakmak Müslüman ana-ba-banın birinci vazifesidir. Bu miras çocuklara ve topluma bu dünyada olduğu kadar öteki dünyada da fayda verecektir. Şüphesiz, bir kişinin çocuklarına bırakabileceği en iyi miras onlan hayatın doğru ve hakiki yoluna götürebilecek olan terbiyedir. Ve hiçbir kimse yukarıda açıklandığı üzere çocukların terbiyesi için Hz. Muhammed'dan daha iyi ilkeler va'zedememiştir. Hulasa, O'nun vasiyeti aynı zamanda herkese bir öğüttür: "Bir insanın çocuğunu terbiye etmesi ona bir sa' (ağırlık birimi) sadaka vermesinden daha hayırlıdır." (Tirmizi) ve "Bir baba oğluna iyi terbiyeden daha güzel hiçbir şey veremez." (Tirmizi ve Beyhaki). |