Konu Başlığı: Ayetlerle Delillendirmek Suretiyle Açıklaması Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Ağustos 2012, 19:18:26 16- Ayetlerle Delillendirmek Suretiyle Açıklaması Bazı hallerde Hz. Peygamber, söylediği herhangi bir söze yahut belirttiği bir hükme, bir ayetle istidlal ettiğini belirtirdi. Bu açıklama çoğunlukla ilgili ayeti hadisin sonunda okuması tarzında olurdu. Bazen ayetin nüzulünün ardından, ondan çıkardığı neticeyi bildirir, yahut bir hadîs îrad ettikten sonra, fe innallahe yegûlü "çünkü Allah şöyle buyuruyor..." şeklinde belirtir. Bazen ayeti herhangi bir şekilde aynen zikretmez, fakat onun mânasını ifade ettikten sonra, bu mânaya dayanarak bir netice çıkarır. Bu türden netice çıkarmalarıyla umumî bir kaide ortaya koyar, ayetteki ince bir nükteyi bildirir veyahut ciddî bir tefekkür neticesinde malûm olacak bir hususa dikkati çekerdi. Böylece söz konusu ayetin ihtiva ettiği birtakım mânaları beyan etmiş olurdu. Bunlara misâl: Rasûlullah: "Dua ibadetin ta kendisidir." (Ebû Dâvud, Tirmizî, İbni Mâce) dedikten sonra; "Rabbiniz (şöyle) buyurdu: 'Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir." (40: 60) ayetini okumakla, mezkûr hükmü bu ayetten çıkardığını belirtmektedir. Çünkü önce tahsisen dua emredilmekte, sonra da emrolunan İbadetten büyüklük taslayarak uzaklaşanların duçar olacakları azap bildirilmektedir. Bundan duanın ibadetin özü olduğu anlaşılmaktadır. Bir diğer misâl: "Bir kimsenin mescide devam itiyadında bulunduğunu gördünüz mü onun îmanına şahid olun. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur: "Allanın mescidlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe îman eden, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlar şenlendirirler. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlar-dır." (9: 18) (Tirmizî, Müsned-i Ahmed, İbni Mâce, Dârimî). Üçüncü misâl: Nasr sûresinin İndirilmesinden Hz. Peygamber ecelinin yaklaştığını çıkarmıştı. Zira fethin müyesser olmasından' ve dinin kemale ermesinden risalet vazifesinin tamamlandığı anlaşıldığı gibi, istiğfarı emrolunmasından da ahirete irtihalİnin yaklaştığı çıkarıldı. Nitekim nüfuz-u nazar sahibi bir kısım sahabe de bunu sezmişlerdi. Rasûlullah'in zikredilen hadisinde ise bu netice şöyle bildiriliyor: "Sanki bu sene (yani bu sûrede bildirilenlerin tahakkuk ettiği sene) vefat edeceğime dair bana haber veriliyor." (Fethu'r-Rabbânî, Tefsiru'n-Neseî, Taberî). Dördüncü misâl: "Hiçbir nefs zulm ile öldürülmez kî onun kanı(nın günâhı)ndan Adem'in birinci oğlu (Kabil hesabına) muhakkak bir pay ayrılmış olmasın. Çünkü Adem'in o oğlu, öldürme cinayetini âdet edenlerin ilki olmuştu." (Tirmizî, Neseî, Taberî). Bu kural şu ayetten çıkarıldığı intibaını vermekte ve ayeti açıklamaktadır: "... Kim bir canı, -bir can mukabilinde veya yeryüzünde bir fesat çıkarmaktan dolayı olmayarak- öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa bütün insanları diriltmiş gibi olur..." (5: 32). Bu, insan hayatının kutsallığını vurgulamak İçindir; insan hayatının korunması için herkesin ve her bir kişinin başkasının hayatının kutsallığını kabul edip onun korunmasına yardım etmesi gerekir. Haksız yere bir başkasının hayatını alan, yalnızca bir kişiye zulmetmekle kalmamış, aynı zamanda insan hayatının kutsallığıyla ilgili hiçbir duygu, başkalarına karşı merhamet duygusu taşımadığını göstermiş demektir. Bundan dolayı o bütün insanlığın düşmanı olmuştur. Zira herkes aynı tür katı kalpliliğin kurbanı olursa, bütün insanlığın sonunun gelmesi kaçınılmazdır. Buna karşılık, eğer bir kişi tek bir insan hayatının korunmasına yardım ederse, bütün insanlığa yardım etmiş demektir. Bu yardımı o insanın, insan neslinin devamına katkıda bulunacak niteliklere sahip olduğunu gösterir (Tefhimü'l-Kur'ân). İşte Rasûlullah bir taraftan ayetten böyle bir hüküm çıkarırken, diğer taraftan ayetin zahiri üzere anlaşılmasını temin etmek gayesiyle, sözkonusu mesuliyetin "bir pay ayrılmak" şeklinde olacağını bildirmektedir. Yİne Rasûlullah şöyle buyurdu: "Her kim iyi bir âdet koyar da ona uyulursa, o kimseye kendi sevabıyla beraber, kendisine tâbi olanların da sevabının bir misli verilir; onların ecirlerinden de hiçbir şey noksanlaştınlmaz. Herkim de kötü bir âdet çıkarır da ona uyulursa, kendi günahıyla beraber kendisine tâbi olanların da günahının bir mislini yüklenir; onların günahlarından da hiçbir şey noksanlaştınlmaz." (Tirmizî, Müslim) hadisi de bu kabildendir. "Çünkü onlar kıyamet gününde kendi günah yüklerini tam olarak taşıdıktan başka, saptırdıkları bilgisiz kimselerin veballerinden bir kısmını da yükleneceklerdir..." (16: 25) ayeti de mezkûr hadisi teyid etmektedir. Son bir misâl de şudur: İbn Abbas'tan rivayete göre Rasûlullah şöyle demiştir: "İşitmek, gözle görmek gibi değildir; Allah, buzağı mevzuunda kavminin ne yaptığını Musa'ya bildirdiğinde elindeki levhaları bırakmamıştı, ne zaman ki ne yaptıklarını gözleriyle gördü, o zaman levhaları bıraktı." Hz. Mûsâ Tûr'da iken Cenâb-ı Hak ona "Biz senden sonra kavmini imtihana çektik. Samirî onları saptırdı." (20: 85) diye onların yaptıklarını bildirmişti. Bunun üzerine "Musa, kavmine kızgın ve üzgün bir halde dönünce: 'Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız? Rabbinizin emrini (beklemeyıp) acele mi ettiniz?' dedi, levhaları yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): 'Anamın oğlu, dedi, bu insanlar beni hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı. (Ne olur) düşmanları bana güldürme, beni bu zalim kavimle beraber tutma!" (7: 150) (Müstedrek). Görüldüğü gibi Rasülullah: "işitmek, gözle görmek gibi değildir" kanaatine, zikredilen Kur'ân metni ile istidlal ettiğini açıkça bildirmektedir. Onun bu türden istidlallerinin başka misalleri de vardır (Mesela 2: 282 hakkında Müslim; 3: 21 için Taberî; 3: 36 için Buharı). |