Konu Başlığı: Aşkınlık Ve Sıfatların İnkârı Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Ağustos 2012, 09:02:10 Aşkınlık Ve Sıfatların İnkârı Aşkınlık (müteâliyet) ve reddediş arasında elbette bir fark vardır. Aşkınhk insan zihninin ilâhî sıfatlara yaklaşırken her türlü beşerî Özellikten sıyrılmasını öngörür,. Diğer yandan inkarcılık Allah'a giden yolda insan zihni tarafından kavranabilecek her sıfatı reddederek boşluk ile sonuçlanır. Kur'ân'ın amacı tam anlamıyla fizikötesi bir Allah kavramı sunmaktır, bir inkâr faaliyeti başlatmak değil. Şüphesiz Upanişadlardaki Neti Neti metodu ileri bir fizikötesi görüş meydana getirdi. Fakat uygulamadaki sonuç neydi? Mutlak Brahma, hiçlikten kaçınmak için İşvara'nın somut hâline bürünmek zorunda kaldı. Sıfatların kabul edilmesi insana benzetmeye götürürken, inkâr tamamen hiçliğe götürür. Aynı şekilde kişileştirme veya benzetme hakikati kavramamızı engellerken, inkâr faaliyeti bizi kesin inancın tesellisinden mahrum bırakır. İşte bu yüzden Kur'ân orta yolu seçmiştir. Akla gelecek her sıfatın beşerî sıfatlarla ilişkisi olacağı için insan zihnine Allah'ın sıfatlarını tahayyül etme imkânı tanınmazsa, aşkınhk (müteâliyet), tamamen Allah'ı inkâra yol açar, hiçbir zaman kesin bir inanç oluşmaz. Şayet Allah'a yaklaşımımızda, sıfatların tümden inkârına kalkışırsak, sonuçta kişinin İlâh ile ilgili müşahedelerinde tesir alam Allah'ı inkâr olacaktır; çünkü, yokluk anlayışını varlık anlayışından ayrı düşünemeyiz. Allah'a inanmak insan tabiatının bir iç talebidir. Bu talebi hayvanlık seviyesinden insanlık seviyesine yükseltmek için insanın Önüne bir ideal koyması lâzımdır. Buradaki zorluk zihnimizin gözü önüne Mutlak'ın hiçbir resmini koyamamamızdır. Bunu ancak açık (pozitif) sıfatlarla kişileştirerek yapabiliriz. Hakikatin güzelliğine açık sıfatlar perdesi aracılığıyla bakmaya çalışmamızın sebebi budur. Perde bazen ince, bazen kalındır, bazen korkutucu ve bazen cezbedici, faat hep oradadır. Asla kaldırılamaz. Gerçek şudur ki, hakikat kendi üzerine bir perde koymamıştır. Ona dikkatli bakma yeteneği olmayan bizim gözümüzdür. Onu gözlerimizin önüne koyulmuş perdelerle görmeyi arzularız ve hakikatin üzerinde perde olduğunu hayal ederiz. İnsan niteleyici olmayan bir kavramı anlayamaz. Dolayısıyla anlayabileceği ve sahip olabileceği bir nesnenin peşinden koşmak ister. İhtiraslı bir şekilde aşık olabileceği ve ardından çılgınca koşabileceği bir güzelliği arzular. Uğrunda ellerini açıp dua edebileceği ihsanı arzular ve mevkisine rağmen gözü hep yükseklerdedir. "Çünkü Rabbin, devamlı gözetendir." (89: 14). Niteleyici olmayan bir sıfat karakter itibariyle olumsuzdur. İnsanın susuzluğunu gideremez. Elbette felsefî bir bakış getirir, fakat hiçbir zaman faal ve yaşayan bir inanç olamaz. İşte bu yüzden Kur'ân, üzerinde sadece mükemmel bir fizikötesi bakış kazanacağımız değil, aynı zamanda insana benzetmenin her çeşidine karşı koyabileceğimizi hissedeceğimiz bir yol takip etmektedir. Ferdî sıfatları tek tek tasdik etmektedir. Fakat aynı zamanda benzetmeyi reddetmektedir. Allah'ın insanın aklının alamayacağı bütün sıfatlara sahip olduğunu söylemektedir. O Hay (yaşayan)'dır, Kadir (kudret sahibi)'dir, Mükevvin (yaratıcı)'dır, Lûtufkâr (rahmet sahibi)'dır, Basir (her şeyi gören)'dir, Semi (her şeyi işi-ten)'dir, Alim (her şeyi bilen)'dir. Bununla kalmayıp Kur'ân literatürde kabul gören her türlü şeklî açıklamayı tereddütsüz kullanmaktadır. "Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır." (5: 64). "O'nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır." (2: 255). Aynı zamanda hiçbir şeyin Allah ile mukayese edilemeyeceğini açıkça belirtmektedir. "O'na benzer hiçbir şey yoktur." (42: 11). "Gözler O'nu görmez." (6: 103). "Allah'a meseller vermeğe kalkmayın! (16: 74). O'nun varoluşu, rubûbiyeti, görmesi', işitmesi veya bilmesi bizimkine benzemez. "El" benzetmesi O'nun kudretine ve merhametine, "Arş" benzetmesi O'nun hükümranlığına ve denetimine işaret etmek İçin kullanılmıştır. Fakat buradaki yaklaşım tarzı, bizim onları insan faaliyeti ile ilişkilerini kurarak kafamızda canlandırma tarzımız ile aynı değildir. Allah kavramı açısından Kur'ân'ın tavrı tek çıkar yoldur. Başka hiçbir yaklaşım tarzı bu düğüme bir çözüm olamaz. Bİr yandan Hakikat o kadar yüksektir ki insan zihni ona yetişemeyeceğini hissetmektedir. Diğer yandan insan tabiatında bu Hakikate bir şekil vermek dinmeyen bir istektir. Bununla beraber insanın onu yakalama çabası her defasında boşa çıkmaktadır. Fakat Allah'ın bir görüntüsünü yakalama arzusu herşeye rağmen derindir. Sadece aşkmhğa yönelirsek inkâra gideriz. Sıfatları kabul edersek kendimizi kişileştirme içinde kaybederiz. Selâmet bir orta yolu takip etmekte yatıyor. Ne dizginleri aşkınlığın eline vermek zorundayız, ne de sıfatların kabulünü tamamen terketmek zorundayız. Tasdik etmek sıfatları hoş bir şekilde sergileyecektir. Aşkınlık bakışımızı karartan benzetme gölgelerini engelleyecektir. Biri, Mutlak'in güzelliğinin sıfatların ışığı altında görünmesini sağlayacaktır. Diğeri bütün benzetmelerin bu güzelliği gölgelemelerine engel olacaktır. Upanişadlann yazarları sıfatların inkârında haddi aştılar. Müslüman diyalektikçilerin farklı ekolleri Upani§ad\ardan daha ileri gittiler ve ilâhî sıfatlar meselesini İçinden çıkılmaz bir hâle getirdiler. Cehmiye ve Bâtıniye, sıfatları kesin olarak reddetti. Mutezile ise onları açıkça reddetmedi, fakat eğilimleri iki gruba ayrıldı. İmam Ebu'l-Ha-san Eş'ari, el-İbane adlı eserinde görülebileceği gibi dengeli bir tavrı öngördü. Fakat takipçileri sıfatları yorumlarken aşırıya gittiler ve meseleyi karmaşıklaştırdılar. İmam Cüveynî bu dünyadan ayrılırken şunlan söylüyordu: "Bu dünyadan, annemin bana söylediği inançlara inanarak gidiyorum." Ortaya bir çözüm konulduğunda, bu Kur'ânî oluyordu. Bu ihtilâfta önemli bir yeri olan Eş'ari Mektebinden İmam Fahruddin Râzî, son çalışmasında nihai olarak bu gerçeği teslim etti-"Felsefe ve diyalektiğin sunduğu bütün usûlleri kullandım, fakat sonunda bu usûllerin işleyen kalblere bir teselli vermediği gibi, susayanın da susuzluğunu gideremeyeceğini anladım. En iyi metod ve gerçeğe en yakın olan Kur'ân'ın sunduğu usûldür." Sıfatların tasdik edilmesi hususunda "Rahim olan Allah göklerin Tahtına oturuyor" ve benzerliğin reddi için "O'na benzeyen hiçbir şey yoktur." âyetlerini oku. Bir başka deyişle, hem tasdiki hem de reddi elden bırakmayın. Benim tecrübe ettiklerimi tecrübe etme fırsatını bulanlar, benim yaptığım gibi, hakikati anlayacaklardır." İşte bu yüzden ilk gelenekçiler Kur'ân'da Allah tarafından bildirilenlere inanıp tasdik ederek, fakat onlar üzerinde akıl yürütmeyerek ve yorum yapmayarak tefviz veya boyun eğme tavrı sergilediler. Bu yüzden Cehmiye'nin sıfatları reddini, Mutezile ve Eş'ariye'nin yorumlan gibi inkâr olarak nitelendirdiler. Tam tersine diyalektikçiler onları insana benzetme temayülleri ile suçladılar; fakat onlar bu isnada kendilerinin sözde insana benzetişlerinin diyalektikçilerin inkârından daha iyi olduğunu söyleyerek cevap verdiler. Buna gerekçe olarak, diyalektikçilerin negatif tavrının hiçbir iyi yanı yokken kendi tavırlarında kesin bir inancın bulunduğunu söylüyorlardı. Sonraki gelenekçilerden İmam İbni Teymiye ve öğrencisi İmam İbni Kayyım mesele üzerine ciddiyetle eğildiler ve ilk gelenekçiler tarafından ortaya konan tavrın yeterince sağlıklı olduğu sonucuna vardılar. |