Konu Başlığı: Askerî Maneviyat Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 20 Mayıs 2012, 15:56:59 Askerî Maneviyat Yüksek maneviyat, kişinin davasına olan güçlü imanı ve gayeye erişip başarılı olmak için duyduğu güçlü arzu üzerine bina edilir. İnanç ne kadar kuvvetli olursa, bu inancın yerine getirilmesi gayreti o kadar ısrarlı olur. Bu inanç aynı zamanda teşkilâta vefayı ve liderin emirlerine hakkıyla itaat etmeyi kuvvetlendirir. Askerî, maneviyat, ayrıca, tehlike ve hücumlara korkup kaçmaksızm müs-bet bir şekilde mukabele etme ruhunu ifade eder. Böyle bir teşkilâta bağlı askerler çok kuvvetli bir birlik, beraberlik ruhu geliştirirler ve bu birleşik kuvvetlerinden dolayı kendilerini şerefli hissederler. Orduda bir askerin maneviyatı, komutanı ve silah arkadaşlarıyla kendisini özdeşleştirmesine yol açar. Böylece askerî maneviyat bir ordunun, askerî hedeflerini gerçekleştirmek için komutanlarının emirlerine tam bir itaatin ve askerlerin birbirleriyle samimi işbirliğini sağlar. Peygamber, muayyen hedeflerle sınırlanmayan, evrensel bir kaygusu olan yüce ve asil bir hayat ideali uğruna çarpışıp mücadele etmeleri maksadıyla ashabını yetiştirdi. Onlara, her insanın maruz kalabileceği her çeşit zorluk ve sıkıntılara cesaret, kararlılık ve tahammülle karşı koyabilmelerini sağlayan dinamik bir maneviyat ve ruhî bir kuvvet kazandırdı. (2: 214). Müminler, sıkı bir maneviyat ve ruhî hayat tarzı altında eğitilmiş ve yetiştirilmişlerdi. Bu eğitim onlara itimat telkin ediyor, psikolojik olarak yetiştiriyordu ve ülke içinden veya dışından karşılarına çıkan engellerden ve saldırgan kuvvetlerden dolayı ortaya çıkan fizikî sıkıntıları defedebilme-lerini sağlamakla kalmıyor aynı zamanda hayatın bütün cephelerinde tam bir mücadele vermelerine imkân tanıyordu. Her yönden saldıran düşmanla karşılaşması kaçınılmaz olan İslâm askerlerinin, uzunca bir süre dinlerini muhafaza etmeye, yurtlarını ve canlarım korumaya muktedir olmaları için psikolojik olarak hazırlanmaları gerekliydi. Böyle ağır ve bitmek bilmez zorluklar, sıkıntılar altında herhangi bir topluluk tahammül göstermez; şevk ve kararlılıkları kırılırdı, fakat müminlerin farklı bir tabiatları vardı. Her sıkıntı ve her zorluk sadece onların kararlılıklarını artırmaya yaradı. Hedeflerine varıncaya kadar mücadeleden yılmadılar. Hendek savaşında düşman Medine'ye 10.000 kişilik bir kuvvetle yürüyüp şehri kuşatınca, müslümanlar çok büyük bir sıkıntı içine düştüler: "Hani onlar üstünüzden ve alt tarafınızdan gelmişlerdi. (Gatafan vadinin üst yanından, Kureyş.alt yanından gelmişti), gözler (şaşkınlıktan ötürü yerinden) kaymış, yürekler (korkudan) hançereye dayanmıştı. Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz: (Kiminiz Allah'ın, inananlara yardım edeceğini sanıyor, kiminiz O'nun inananları sınayacağını, kiminiz de yüzüstü bırakacağım, sanıyordunuz.)" (33: 10). Fakat bu, onları korkutmadı ve düşman tamamen yenilip, zafer onların oluncaya kadar düşmanla çarpışarak şehirlerini müdafaa etme gayretlerini zayıflatmadı: "Müminler (düşman) ordularını) gördükleri zaman (korkmadılar): 'Bu, Allah'ın ve Rasülü'nün, bize vaadetti-ği şeydir. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir' dediler. Ve bu, onların sadece imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı!' (33: 22). Bu ayet, müminlerin tehlike anlarında nasıl reaksiyon gösterdiklerini ortaya koyuyor. Düşmana karşı mücadele azimlerini daha da artırarak Allah'ın yardım vaadinin gerçekleşmesini umuyorlar. Kur'an-ı Kerim, müminlere Allah'ın ve Rasülü'nün emirlerine tam bir itaatin önemini belirtiyor: "Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Rasul'e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin..." (4: 59). Bu buyruğa binaen: "Bir müslüman her şeyden evvel Allah'ın kuludur; bütün diğer alâkalan bundan sonra gelir. Bu nedenle, birey olarak bir müslüman ve toplum olarak müslümanlar ilkin Allah'a sadakat borçludurlar ve diğer bütün sadakat gösterdikleri şeyler Allah'a olan sadakatlarıyla bağlantılı olmalıdır. Çünkü onlara ilk görevlerinin Allah'a bağlılık olduğu bildirilmiştir." (Ebû'l Alâ Mevdûdi, The Meaning of the Qur'an, Cilt II, sh. 132-133). Peygamber bu hususu şu sözlerle ifade etmiştir: "Yaratıcıya itaatsizliğe yol açan yaratıklardan hiç birine itaat edilmemelidir." İslâmî sistemin ikinci ana ilkesi, Rasulullah'a sadakat ve İtaattir. Bir peygambere itaat edilmelidir, çünkü Allah'ın emir ve talimatları ancak onun vasıtasıyla gerçek mânada bize ulaşabilir. Dolayısıyla biz Allah'a ancak O'nun elçisine İtaat yoluyla itaat edebiliriz, çünkü asıl olan itaatin bu şeklidir. Peygamber'ın bir hadisi bu hususu açıklamaktadır: "Bana İtaat eden, Allah'a itaat eder ve bana isyan eden Allah'a isyan eder." Müslümanların, Allah ve Rasulü'nden sonra aralarından emir tayin edilenlere sadakat borçlan vardır. Bunu belirtmek için Rasulul-lah şunları söyledi: "Bir müslüman, emir tayin edilenlerin sözlerini hoşuna gitse de, gitmese de günah olmadıkça dinlemeli ve itaat etmelidir. (Ebû'l Alâ Mevdudî, The Mea-ning of the Qur'an, Cilt II, sf. 132-133). Enes b. Mâlik, Rasulullah 'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Başı siyah kuru üzüm gibi saçlı Habeşli bir köle bile üzerinize emîr olsa dinleyin ve itaat edin." (Buharı). Bu tip eğitim, müminlerin Peygamber'a, komutanlarına ve İslâm ülkesine sadakatlerini kuvvetlendirmeye yardımcı oldu ve bir birlik duygusu geliştirerek, aralarındaki işbirliğini teşvik etti. Bu "tek vücut" duygusu, "müslüman kardeşliği" mefhumuyla iyice müşahhaslaştı: "Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin." (49: 10), Müslüman kardeşliği idealinin oluşturulması İslâm'ın en büyük toplumsal ül-küsüydü ve müslüman toplumu bir çatı altında birleştirdi, içerden ve dışardan gelecek bütün saldırıları karşılayabilecek ve kaya gibi sağlam kalabilecek bir müşahhas yapı oluşturdu. İnsanların bu şekilde yetiştirilmesi şarttı, çünkü bu husus uluslar arasındaki mücadelenin bütün safhalarında çok baskın ve belirleyici bir rol oynar. Savaştan önce, savaş sırasında ve savaştan sonra, her şart altında savaşçıların maneviyatlarını tesis etmek, yükseltmek ve kemâle erdirmek çok önemlidir. İşte bu manevî ve ruhî eğitim, gayelerinin düşmanlarınınkinden üstün olduğuna ve hakikati teşkil ettiğine tam manasıyla ikna olmuş olarak müminleri üzerlerine gelen ve. onları bekleyen tehlikeleri karşılamak için zİh-nî ve psikolojik olarak yetiştirdi. Artık onlar, hedeflerine erişmek için her şeylerini; canlarını, ailelerini, çocuklarını, evlerini ve mallarını feda etmeye hazırdılar. Mekke'den ayrılan muhacirler, Medine'de İslâm toplumunu kurma ve sürdürme gayelerini gerçekleştirmek için zaten her türlü fedakarlığı göze aldıklarını göstermişlerdi. Ve, Peygamber'm fakir ve mütevazı sahabelerinin, hiçbir profesyonel askerî bilgileri olmadığı ve çok yetersiz savaş araçlarına sahip oldukları halde iyi hazırlanmış ve silahlanmış, sayıca onlardan üç-dört kat daha üstün Kureyş askerlerini yenebilmelerine yol açan işte bu tip bir eğitim ve terbiyeydi. Sonra, bu müslüman-lar, onlardan sayıca ve askeri olarak üstün olan diğer Arap ve yahudi kabileleriyle karşılaştılar; onların güç ve kuvvetlerini tamamen tahrip ederek Arap Yanmadası'nın faziletli sahipleri ve yöneticileri oldular, en büyük Arap kuvveti haline geldiler. Düşmanla çarpışmanın nihaî sorumluluğu asker bireyinin üzerinde olduğundan dolayı, savaşta psikolojik faktörün rolü çok önemlidir. Askerin dahili itimat ve sükuneti, çarpışma maneviyatı ve çarpışma kabiliyeti hep birbirleriyle bağlantılıdır ve bölünemezler; bu faktörlerin kuvveti, bir askerin psikolojik faktörlere ve etkilere ne kadar dayanabileceğini belirler. Bu faktörlerin etkileri herhangi bir askerî harekâtta gözardı edilemez ve küçümsenemez. Bu faktörlerin önemini göz ardı eden ve yegane ilgisini savaş araçlarının kuvvetine yönelten bir ordu büyük bir ihtimalle kendini büyük bir felâketin ortasında bulur. İnsan faktörünün önemini kavrayan birisi askerî harekâtların başarısında psikolojik faktörün önemini de takdir etmekte yanılgıya düşmez. Aslında, bütün savaş faaliyetlerinin, askerî teknik ve taktiklerinin etkinlik ve başarısı nihaî unsuru olan şahıslara dayanır. Şüphesiz ki savaş ve savaşın içindeki her muharebe insanlar tarafından yapılır. Savaş tekniği veya savaş silah ve gereçlerinin ve makinelerinin vasıfları ne olursa olsun, insan unsuru olmaksızın bütün bunlar hiçbir işe yaramazlar. Ve insanlar, psikolojik olarak ve daha pekçok başka faktörlerden etkilenen, çeşitli kabiliyet ve becerilere sahiptirler. İnsan, aslında, kavrayan, hisseden, düşünen ve sonra harekete geçen karmaşık ve hassas bir varlıktır. Aynı zamanda, davranışlarını etkileyen ve tesir eden bir sinir sistemi de vardır. Bütün bu karmaşık, hassas ve psikolojik fonksiyonlar, ordu komutam tarafından, insan kaynaklarının azamî kullanımını gerçekleştirmek için hakkıyla anlaşılmalıdır. Rasulullah'ın Medine'de hayatının 10 yılı boyunca düşmanına karşı yaptığı birçok savaştaki başarısı temelde sahabelerinin yüksek maneviyatından kaynaklanır. Bütün bu savaşlarda sayıca kendilerinden fazla düşmanla çarpıştılar. Düşman, Bedir Savaşı'nda 3'e 1; Uhud Savaşı'nda 4'e 1; ve Hendek Savaşı'nda 4'e 1 fazlaydı. Peygamber, Allah'ın yardımı sayesinde, psikolojik fonksiyonlarını etkileyerek sayıca ve silahça zayıf olan sahabelerinin üzerindeki bu savaşların ağır baskısını giderdi. Onlardan, düşmanlarıyla karşılaştıklarında sabretmelerini istedi ve Allah'ın yardımının geleceğini ve düşmanlarının mağlup olacağını söyledi: "Rabbin, meleklere vahyediyordu ki: 'Ben sizinle beraberim, siz inananları pekiştirin; ben inkâr edenlerin yüreklerine korku salacağım; vurun (onların) boyunların(ın) üstüne, vurun onların her parmağına!' Böyle (olacak), çünkü onlar Allah ve Rasulü'ne karşı geldiler. Kim Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelirse muhakkak ki, Allah'ın cezası çetin olur?' (8: 12-13). Bu ayetler, Peygamber @'ın sahabelerini cesaretlendirdi ve Hakk'a muhalefet ettiğinden dolayı düşmanın yenileceğini göreceklerine itimat ettiler. "Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: 'Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim.' diye duanızı kabul buyurmuştu. Allah bunu ancak müjde olsun (sevmesiniz) ve kalbiniz bununla yatışsın (güvene ve huzura kavuşsun) diye yapmıştı. Yardım, yalnız Allah kalındandır. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir." (8: 9-10). Dikkat edilirse, Allah'ın gönderdiği meleklerin sayısı Kureyş ordusundaki adamların sayısına tamı tamına eşittir. Müslümanların sayısı düşmanın 1000 kişilik kuvvetine karşı yalnızca 313'tü ve Allah, müslümanlara yardım etmek için Kureyş'in sayısınca bir melek ordusu gönderdi. Bu, müslümanları cesaretlendirmek, rahatlatmak ve Allah'ın yardımından emin kılmak içindi ve dolayısıyla da onların kendilerine güvenlerini artırarak Allah'ın ve İslâm'ın düşmanlarına karşı bütün güçleriyle mücadele etmeleri için şevk ve kararlılıklarını kuvvetlendirdi. Müslümanlara, düşmanlarına karşı zafer vaadedilmiştis "Allah size, iki takımdan birinin sizin olduğunu vaat ediyordu..." (83: 7). Aynı teşvik Uhud Savaşı'nda da yapılmıştı. Müslümanlar zorlukla 700 savaşçı toplayabilirken, düşman, üzerlerine'3000 kişilik kuvvetli bir orduyla geldi. Sayıca ve silahça üstün Kureyş ordusuna karşı savaşçıların psikolojik ve zihnî itimatlarını sağlamak için bir şey yapılması gerekiyordu. Peygamber, onlara Allah'ın görünmez kuvvetlerle yardım edeceğini vaat etti: "O zaman sen müminlere: 'Rabbinizin, size, indirilmiş üç bin melekle yardım etmesi, size yetmez mi' diyordun. Evet, sabreder, (Allah'tan) korkarsanız; onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder. Allah, bunu sırf size müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yaptı. Yardım, yalnız, daima galip ve hikmet sahibi Allah kalındandır. İnkâr edenlerden bir kısmını kessin veya perişan etsin de, umutsuz olarak dönüp gitsinler diye (size yardım eder)." (3: 124-127). Ve yine, müminlerin güvenlerini artırmak ve müşriklere karşı ruhlarını yükseltmek için İlâhî Yardım söz konusuydu. |