Konu Başlığı: Asîl Bir İnsanlık Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 23 Temmuz 2012, 12:50:18 Asîl Bir İnsanlık İslâm ilk geldiği zaman, insanın değeri belirli sınıflar ve ailelerle sınırlandırılmıştı. Kitleler ise değerleri olmayan köpükler gibiydiler. islâm insanın soyluluğunun ırk, renk, sınıf, zenginlik, mevki gibi kimi dış niteliklerden değil, onun gerçek insanlığından kaynaklandığını haykırırcasına açıkladı. Gerçek insan hakları da benzer şekilde, sonuçta aynı kökenden doğmuş insanlık olgusundan türemiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur: "Bir zamanlar Rabb'in, meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.' demişti." (2: 30). "Meleklere: 'Âdem'e secde edin!' demiştik, hemen secde ettiler; yalnız İblis diretti, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu." (2: 34). "(Allah) Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size boyun eğdirdi..."(45:13). O vakitten beri insanlar bilirler ki, Allah indinde insan gerçek fıtratıyla soyludur, bu soyluluk tabiîdir ve ırk, renk, ülke, ulus, kabile, aile veya diğer önemsiz ve kazâi niteliklerden bağımsızdır. O, yalnızca insan oluşa, Allah'ın soyluluk ihsan ettiği insanlardan olmaya bağlıdır. Bu esaslar teorik olmayıp, gerçekçi ve tatbiki mümkün İdi ve toplum hayatında gerçekleştirilmişti. Bu toplum vasıtasıyla bütün dünyaya yayılmış, uygulamada öncü insanlarla da tanıtılmıştı. Köpük gibi bir değeri olmayan kitleler soyluluklarının farkına vardılar ve insanî haklarına kavuştular. Artık, yöneticilerinden hesap sorabilirlerdi, hakaretlere, alçaltıcı ve onur kinci davranışlara boyun eğmek zorunda kalmayacaklardı. Yöneticilere şunlar öğretilmişti: Onlar kitlelerin sahip olmadığı bir takım özel haklara sahip değildiler, yönetici olmayan bir kişinin soyluluğunu hakîr göremezlerdi. Bu, insanın yeniden doğuşunu gösteriyordu; fizikî olarak ilkinden daha büyük bir doğuşu, însanın değeri ve haklan niçin yoktu? Bu haklan, hiç değişmeyen gerçek varoluş ve fıtrata dayandırılmaz ise insan nedir ki? Hz. Ebu Bekir hilafetine şu sözlerle başlamıştı: "En iyiniz olmamakla beraber sizlere yönetici seçildim. Eğer yönetimimde iyi olursam bana yardımcı olun, hatalı hareket edersem beni düzeltin. Allah ve Rasûlü'ne itaat ettiğim sürece sizler de bana itaat edin. Eğer onlara itaatsizlik edersem, bana itaat etmenizi isteyemem." Ömer b. Hattab, insanların yöneticileriyle ilgili haklarını belirten şu sözleri söylemişti: "Ey insanlar! Yöneticileri, size ne derilerinizin yüzüleceğim bildirmek ne de mallarınızın elinizden alınacağını haber vermek için gönderiyorum. Onları yalnızca size inancınızı ve yolunuzu öğretmeleri için gönderiyorum. Kendisine kötü davranılan herhangi biriniz o yöneticiyi bana havale etsin. Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, mutlaka o kişinin intikamını alnım." Amr b. el-Âs ileri çıkarak şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri! Bir gayr-i müslime kötü davrananlardan biri müslümanlann yöneticisi olsa yine ondan Öç alır mısm? Ömer cevap verdi: "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin edirim ki, ondan öç alırım! Allah'ın peygamberinin bizzat yaptığını ben nasıl olur da yapmam?... İnsanları hakaret amacıyla dövmeyin. Onları fesada teşvik edecek şekilde evlerinden ve ailelerinden ayırmayın. Onların haklarını ellerinden alarak inançsızlığa saptırmayın." Osman b. Affân, İslâm ülkesinin bütün kentlerine şunlan bildirdi: "Her hac mevsiminde valilerimin benimle görüşmeye gelmelerini istiyorum. Ben, toplumda iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırmak için yönetici yapıldım. İznim dışında kimseye baskı yapılmasın. Halkımız üzerinde ne benim ne de valilerimin herhangi özel hakları vardır. Medine'de bir grup insana hakaret edilip, tartaklandığı söylendi. Her kim böyle bir talepte bulunursa, hac mevsiminde bana gelsin, haklan benden veya valilerimden alınıp kendisine verilecektir. Birbirinizi bağışlayın, zira Allah birbirlerini bağışlayanlan sever." Önemli olan, daha önce de belirttiğimiz gibi, bunlann saf teorik ilkeler ya da sadece konuşulan sözler olmamasıydı. Bunlar, insanlar arasında tatbik edilerek, yönetim kurallan olarak geçerlik kazanmışlardı. Meselâ, İbni Kıbtî ile Mısır fatihi ve valisi Amr b. el-Âs'ın oğlu arasında geçen yarışla ilgili iyi bilinen bir olay vardır. Amr b. el-As'ın oğlu yansı kazandığı zaman, hasmını döver. Bu olayı çocuğun babası, Ömer b. Hattâb'a şikayet ettiğinde ceza hac mevsiminde halk önünde yerine getirilir. Hâdisedeki Hz. Ömer'in adaleti, İslâm'ın zihinleri ve insan hayatını serbestleştirici özelliğini gösterir. O zaman Mısır yeni fethedilmiş ve İslâm'ı henüz kabul etmiş bir ülke idi. el-Kıbti fethedilen toprakların halkından bir kıptı (Mısır asıllı Hıristiyan), Amr b. el-Âs da bölgenin fatihi ve ilk valisiydi. Müslümanlann fethinden önce ülkenin yöneticileri Bizanslılardı. O Bizanslılar ki, sömürgelerindeki insanlan küçük düşürmek için sırtlanndan kırbaçlan eksik etmemişlerdi. Belki de, Kıbtî'nin babasının sırtında halâ Bizans kırbaçlarının izleri vardı. Fakat yeryüzünün her yerinde İslâm'ın oluşturduğu serbestlik dalgası, Kıbtîlere Bizans'ın kırbaçlarını ve aşağılamalarını unutturmuştu. Bu dalga insanlara hürriyetlerini hatırlatmış ve onları değer sahibi kılmıştı. Öyle kî, bir kimse, yarışma sonrası çocuğunun valinin oğlu tarafından dövülmesine Öfkelenip kızabiliyordu. Oğlunun kişiliğinin incitilmesinden doğan öfke babayı Mısır'dan Medine'ye uçak, otomobil, vapur veya tren ile değil deve sırtında seyahate sevkediyordu. O uzun aylan, yalnızca şikâyetini halifeye bildirmek için deve üzerinde geçiriyordu. O halife ki, ülkeyi İslâm sancağı altında fethettiği zaman onu azâd etmiş, Bizans'ın kırbaçlan altında unuttuğu insan olma değerini ona yeniden öğretmişti. İslâm'ın gerçekleştirdiği serbestliğin genişliğini iyi anlamalıyız. O, basit olarak yalnızca Ömer'in şahsına bağlı bir adalet telâkkisiyle İlgili değildir. İslâmî yol ve sistemden kaynaklanan Ömer'in adaleti, daha çok, dünyada serbestliğin coşkulu selini göstermiş ve insanın değerim yeniden ortaya koymuştur. İnsanlığın bu yüksek seviyeye bir daha ulaşamamış olması gerçeğine rağmen, İslâm'ın belirlediği insanın değeri, Özgürlüğü ve yöneticileri karşısındaki haklan gibi kavramlar İnsanoğlunun hayatında derin izler bırakmıştır. Bu etkiyi insan haklan bildirgesinin ilânında da görebiliriz. Bu bildirgenin insan hayatında herhangi pratik bir geçerliliği yoktur. Şu bir gerçek ki, insanlar yeryüzünün muhtelif bölgelerinde halâ tahkir edilmekte, aşağılanmakta, işkence ve yoksullukla karşı karşıya bulunmaktadır. Kimi felsefelerin insanın statüsünü bir araçtan daha aşağıya düşürdüğü, gelir ve üretimi arttırmak, pazar üstünlüğü sağlamak uğruna onun hürriyetini, değerini ve diğer üstün özelliklerini ortadan kaldırdığı da bir başka gerçektir. Bütün bunlara rağmen İslâm'ın belirlediği görüşler halâ zihinlerde ve düşüncelerde varolmayı sürdürüyor. İslâm bunlan ilk defa açıkladığı zaman oluşan yabancılık bugün yok. İnşaallah, insanlık gelecekte İslâmî hareketle tekrar karşılacak olursa onu anlayabilecek ve düşünebilecek durumdadır. |